Ceberrut devlet ve eğilmiş parmaklar
+++++++++++++++++++++++++++++++
Soner Yalçın, son kitabı "SAMİZDAT" konusunda Aydınlık gazetesinin her Cuma verdiği kitap ekine konuştu.
Özetliyorum:
Aydınlık:
Silivri Cezaevi'nde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Soner Yalçın:
Doğu Ağabey'in elleri.
Cezaevi rutubetinden, romatizmadan eğilmişti.
Yetmiş yaşında, ömrünü daha güzel bir hayata adamış bir düşün adamını, siyasal bir lideri her olağanüstü dönemde zindana atmaya kimse utanmıyor.
Bu ceberrut devlet 13 yıl Doğu Perinçek'i hapiste tuttu ve hala da utanmadan buna devam edşyor.
Türkiye'de bırakın sucusunu bucusunu, insan olan herkes buna isyan etmelidir.
Oysa, Doğu Perinçek'in adını ağızlarına almıyor, köşelerinde yazmıyorlar.
Aynı şey Yalçın Küçük için de geçerli. Batı'da olsa, el üstünde tutulacak sıradışı zekaya sahip bir aydına, kuramcıya yaptığımıza bakın. O da kaç yıl cezaevinde yattı.
Bakınız, düşünce öğretildiği gibi utanma da öğretilir; biz insanlarımıza utanmayı öğretmemişiz ne yazık ki.
Prof. Hilmioğlu, Prof. haberal, hangisini söyleyeyim, acı çekiyorum.
Aydınlık:
Kitabın adı neden Samizdat?
Soner Yalçın:
Samizdat bir terim; gizlice yazılan, basılan, dağıtulan kaçak yayınları tanımlıyor.
Hep zorluklar, zor dönemler bana kitap yazdırdı.
Binbaşı Ersever'i öldürüp, anlattıklarını yazmamam için nüfus cüzdanını bana göndererek ölümle tehdit ettiler.
Kaçtım, saklandım ve yazdım.
Aynı süreci, daha Susurluk kazası olmadan "Behçet Cantürk'ün Anıları" kitabımda da yaşadım.
Korka korka, saklanarak Susurluk Çetesi'nin cinayetlerini yazdım.
Aydınlık:
Tutuklanacağınız aklınıza gelmiş miydi?
Soner Yalçın:
Sevdiklerim "Sana mı kaldı, tek başına ne yapabilirsin ki, yazma artık, odatv'yi kapat" dediler.
Evet, bunları yapmak beni kurtarırdı, peki ya sonra? Sonra yaşamımı nasıl sürdürecektim?
Bu kaçış insana daha büyük yük getirir, taşımak zordur, ya alkolik olursunuz ya da kanser.
Halbuki mücadele gençleştirir, hayatı güzelleştirir.
Afrika atasözüdür: Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar tarihler avcıları övecektir.
Ben aslanların tarihçisi-gazetecisi olmaya çalışıyorum
Kitaptan:
"Binbaşı Ersever'in İtirafları" kitabımı daktiloda, "Behçet Cantürk'ün Anıları"nı bilgisayarda yazmıştım.
Samizdat'ı elimle kaleme aldım. Bu süreç bile, yakın tarihte neler yaşandığını göstermiyor mu?
Barış Pehlivan ile Barış Terkoğlu'nun "Sızıntı" adlı kitabı çıkınca, Silivri'de bir gece gelip Barış Pehlivan'ı yanımdan alarak başka koğuşa koydular.
Kitap yazmanın cezasıydı bu. Samizdat yayımlanınca başıma ne gelecek bilmiyorum.
Yayınevi (Doğan Kitap) "Kitabı 12 Haziran seçim sonrası çıkaralım" dedi. Seçim bitti, "İddianame çıksın", "Yaz mevsimi geçsin" dendi. Sonbahar geldi. Bu kez "İlk duruşma yapılsın" gibi sebepler ileri sürülünce nihayet anladım.
Söyleyemiyorlardı. Kitabı yayımlamaya korkuyorlardı.
Yayınevimin (Doğan Kitap) bağlı olduğu yayın gurubunun (Hürriyet) aynı zamanda yazarıydım.
Artık yazı istemediklerini söylediler. Bir süre sonra hiç haber vermeden maaşımı da kesiverdiler.
Evet, hiç haber vermeden. "Çoluğun çocuğun var, hapistesin, ihtiyacın var mı?" diye sorma ihtiyacı duymadan.
Demek dışarda bu derece zalim bir atmosfer vardı.
Demek 11 yıldır bünyesinde çalıştığım, 3 yıldır da yazarlığını yaptığım yayın gurubu korkuya bu derece boyun eğmişti.
Tüm bu tavır, cemaatçi çevrenin beni "vebalı" göstermesine katkı sağlıyordu.
Öyle ya, demek ki bir "mikropluk" vardı bende. Gazetesinin, yayınevinin sahip çıkmadığı biriyim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder