ÖNDER GÜMÜŞ : MONTRÖ LOZAN'A KANAL MONTRÖ'YE HEPSİ BİRDEN TARIMA GEBE…
17.04.2021 TARIMSAL DRENAJ:
TIPKI TÜRKİYE'Yİ YÖNETENLER GİBİ!
SİYASAL DRENAJ:
TIBBİ DRENAJ:
Bugünkü yazımızda memleketin pürmelalini drenaj metaforlaryla anlatma yoluna gidelim dedik.
TARIMSAL DRENAJ:
Öküzün çektiği saban ile insanın vurduğu kazmanın eseri olan organik tarımın yapıldığı zamanlarda çiftçiler tarlalarının yüzeyindeki su birikintilerini veya sürekli nemi küçük drenajlarla arklara ve kanaletlere bağlayarak tarıma elverişli hale getirirlerdi.
Teknolojinin tarıma girmesi tarımsal üretimin artırılmasını kolaylaştırdı. Lakin teknoloji bir üretim aracı olarak harislerin eline geçince daha fazla üretim için ormanlar yok edilerek sazlık ve bataklık alanlar kurutularak tarıma açıldı. Yeni tarım alanlarını sulamak amacıyla barajlar göletler kanallar inşa edildi. Çeşitli büyüklükteki akarsuların yönü değiştirildi.
Aynı teknoloji bu kez aşırı kar hırsıyla insanlık dışı amaçlara hizmet etmek için kullanılmaya başlandı: Birim alandan daha fazla tarım ürünü elde etmek için suni gübre gibi kimyasal bitki besleyiciler ile tarım bitkilerine dadanan virüs ve haşerelere karşı kimyasal ilaçlar icat edildi. Bu da yetmedi aynı teknoloji insan sağlığını tehdit etme pahasına bu kez çılgınlık ölçüsünde verim artışını sağlamak amacıyla insan beslenmesine kaynaklık eden bitkilerin ve hayvanların genetiğini değiştirip tüketicinin sofrasına GDO'lu ürünleri taşıdı.
Bu yüzden doğa tahrip edildi. Bu tahribat iklimleri değiştirdi. Değişen iklimler birçok bitki ve hayvan türünü yok etti. Kuraklığa ve yıkıcı doğal afetlere sebep oldu.
Bütün bunlar insanların birinci derecedeki fiziksel ihtiyacı olan gıda maddeleri üzerinden yeryüzünde küresel bir sömürü düzeni kurmak içindi. Bitti mi? Hayır olanlara baktığımızda doğanın yok edilmesine ve o ahlaksız sömürüye her gün artan bir hızla devam ediliyor.
Ancak değil yirmi yıl yirmi nesil de geçse bir türlü çiftçilik yapmayı beceremeyip kendi düzeninin bozulmasını isteyen fitnelerin tavsiyesine uyarak tarlasını iyileştireceğine daha da bozan ve buna rağmen kendini köyün önder çiftçisi zannedenler her zaman olmuştur.
TIPKI TÜRKİYE'Yİ YÖNETENLER GİBİ!
Kanal İstanbul drenajına bir tarımcı gözüyle neresinden bakarsak bakalım hep ülkemiz ekonomisine hiçbir faydası olmayan bir yıkım projesi olarak karşımıza çıkıyor.
Çünkü drenajın yapılacağı güzergah bir tarım havzası. Doğu yakasında zaten tarımın yapılması bundan sonra söz konusu bile olamayacak. Trakya tarafının ise açıklanan 25 metre derinliğindeki koduna göre drenajdan tarafa meyilli olan bölgenin tamamındaki yüzey ve taban suları bu drenaja akacak ve deniz suyuna karışacaktır. Hiç yok yere Trakya'nın önemli bir bölümünde susuzluktan ötürü tarım yapılamayacak havadaki kuş yerdeki bitki topraktaki börtü böcek türlerinin önemli bir kısmının ve ormanların yok olması gibi bölgedeki doğal dengenin bozulmasının getireceği sonuçlar da işin cabası!
Üstüne üstlük bu drenaj projesine bir de Katar'la yapılan "Suyolu Anlaşmasının" eklenmesi Türkiye'nin belirsiz kılınan geleceği ile ilgili endişelerimizi daha da arttırmaktadır. Allah aşkına bir düşünün; Dünyayı kalbura koyup elesek Türkiye'nin Katar'la bir su meselesinin olduğunu olacağını bulabilir miyiz?
Kanalın ulusal ve uluslararası çıkarlarımız açısından bir faydası olmadığına göre aynı süreç içinde dillendirilen Montrö Sözleşmesi ile birlikte ele alınmasında yarar var. Kanalın yapılması Türkiye'nin ekonomisini ve coğrafi bütünlüğünü kesinlikle tehlikeye sokacaktır. Yanı sıra Montrö'yü tüm kazanımlarıyla baypas edecek o da Türkiye'nin Marmara Denizi ile İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerindeki mutlak hakimiyetine son verecektir. Bu kadar yol aldıktan sonra Türkiye'nin bitirilmesi için geriye bir tek Lozan kalıyor!
SİYASAL DRENAJ:
11 Kasım 1922'de başlayan Lozan konferansının Türk heyetini daha masaya oturmadan mağlup görenlerin başında gelen İngiltere temsilcisi Lord Curzon'un "Yarın harap bir memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz. Bizden yardım istediğiniz zaman bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım" dediğini hepimiz hatırlarız.
Kuvvay-ı Milliyeciler bırakın diz çökmeyi kimseye muhtaç bile olmadan o harap olmuş memleketi hızla kalkındırıp dünyanın en saygın ulus devleti haline getirdi. Sevr'in koşullarını o masada dayatan itilafçılarsa satın alabildikleri padişahından şeyhülislamına Ali Kemal'inden İskilipli Atıf'ına o günlerdeki tüm vatan hainleriyle birlikte tarihin onursuz çöplüğüne atıldılar.
Lakin "Su uyur düşman uyumaz" hesabı fikri takiplerinden geri durmadılar. Ekonomide siyasette kültürde eğitimde sağlıkta hukukta güvenlikte dünyanın önde gelen modern güçlü ve saygın Türkiye Cumhuriyetini o fikri takiple yüz yıl sonra yeniden arzuladıkları o harap ve bitap düşmüş duruma getirmeyi başardılar.
Türkiye sahiden iflas etmiş durumda. Ülkede mal ve hizmet üretiminde bulunan istihdam sağlayan kamuya ait ekonomik varlıkların tümü yerli ve yabancı yandaşlara aktarılmış durumda. Kamuda ve özelde üretimin hızı kesilmiş ekonominin çarkı durmasa da pas tutacak kadar yavaşlamış yurttaşlar işsizliğe açlığa ve yeniden kulluğa mahkum edilmiş durumda.
Yüce Atatürk; "Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz az zamanda söner" dememiş miydi? Türkiye ekonomik olarak çökertildikten sonra sömürgeci fitnelerin önünde diz çöküp yardım ister kıvama getirildi. Bunu o zamanki gibi kaba güçle değil ince diplomasiyle hizmetine aldıkları iktidarlarla legal ve illegal ortaklarının demokrasiyi adım adım ortadan kaldıran marifetiyle başardılar.
Türkiye'yi güçlü bağımsız ve özgür kılan Lozan ve Montrö gibi egemenliğinin teminatı olan anlaşmaların bugün tartışmaya açılarak ülkenin kalan geleceğini de ipotek altına alacak kanal benzeri yanlış siyasi drenajlarla baypas edilmesinin altında işte o gün reddettiklerimizin bugün birer birer önümüze konulduğu gerçeği yatmaktadır.
Hatta Lozan'nın tartışılmasına bile gerek kalmadan Türkiye "Türkiye Cumhuriyeti" olmaktan çıkabilir: İktidar Amerikan emperyalizmi ile iş tutmaya devam ederse Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin kuzey sınırı Karadeniz olur. İrticaının bunca palazlandırılmasına ek olarak yeni etnik bölücülüklerin yolu açılır. Türkiye'nin Akdeniz ve Ege'deki çıkarları kaybedildi. Doğu ve Güneydoğu sınırlarında da güvenlik riski oluştu. Buralarda oyun kurucu olmaktan çoktan çıktı. Bir tek bir barış gölü olan Karadeniz'den rahat nefes alabiliyordu. Savaş tamtamları orada da çalmaya başladı. Montrö buradaki barış ortamının Türk kilidi iken iktidar kanal projesiyle Montrö'yü tartışmaya açarak Karadeniz'de kopacak kıyametin ateşine benzinle gitmeye hazırlanmaktadır.
Ülkemizin dirsek çürütmüş mürekkep yalamış insanları acaba bu edimleri boyunca dünyanın bir yerinde halkın vergileriyle yapacağı bir iş hakkında "İsteseniz de istemeseniz de yapacağız" diyen bir yöneticinin varlığına rastladılar mı? Aynı ihtiraslarla yapılan Atatürk ve Kütahya Havaalanı Osmangazi Köprüsü Gebze-İzmir Otoyolu ve Şehir Hastaneleri benzeri işlerin tümü yanlış yerde yanlış zamanda gereksiz yere yapılan ve özünde ekonomik hedefi olmayan siyasi drenajlardır.
Bu siyasi drenajların; milletimizi yoksullaştırmak gırtlağına kadar borçlandırmak lümpenleştirmek ayrıştırmak germek çatıştırmak yorgun bitkin umutsuz ve çaresiz bırakmak; ülkemizin de kaynaklarını kurutmak dünya arenasında güçsüz itibarsız ve yalnız bırakmak amacıyla yapıldığını görmemek için daha ne zamana kadar başlar kuma gömülecek?
TIBBİ DRENAJ:
Covid-19'u saptadığı doğru ve başarılı tedbirlerle toplumun hayatından atması gereken bilim kurulu bilimi toplumun sağlığına değil iktidarın bekasına aracı ettiğinden olsa gerek ülkemiz baştan başa Covid salgınına teslim olmuş durumda. Dünya aşıyı bulmakla kalmadı süreci iyi yöneterek doğru tedbirleri doğru zamanda mutlak surette hayata geçirerek yurttaşlarını azami kayıplarla bu illetten kurtarmayı başardı başarıyor. Bizim muktedirler aşıyı da tedbirleri de hiç kimsenin bilemeyeceği anlayamayacağı bir bilmeceye dönüştürdüler. Bu salgında dahi toplum ayrıştırıldı; "Bendenseniz salonları lebaleb doldurabilirsiniz benden değilseniz bir yıldır gözünüze uyku girmemiş sağlık çalışanı da olsanız sadece "Yaşam hakkımızdan vazgeçmiyoruz ölümleri durdurun yönetemiyorsunuz ölüyoruz" demek için bile on kişi bir araya gelemezsiniz" politikası uygulanıyor!
Salgınla mücadelede yol yöntem belirlemekle yetkilendirilmiş ama varlığı ile yokluğu belli olmayan bilim kurulunun takındığı tutumun aksine iktidarın durduk yerde Montrö'yü belki ilerde Lozan'ı drene etme girişimini yetkileri değil sorumlu vatandaşlık bilincine sahip olmaları gereği asla kabul edilemeyecek bir aymazlık olarak görenler de var. Montrö konusunda uzman bilirkişi olan 126 emekli büyükelçi ile 104 emekli amiral Montrö'nün ülkemizin güvenliğinin hiçbir şekilde dokunulamayacak bir teminatı olduğu duyurusunda bulunarak Türk kamuoyunun bilinçlenmesine aracı olmuşlardır.
Gerçi tanıdık FETÖ yöntemleriyle hedef gösterilip yargı tarafından da derhal gözaltına alındılar haklarında soruşturma başlatıldı fakat bunun varlığını Türk varlığına armağan etmiş kimseler için bir öneminin olmadığını büyükelçiler ve amiraller kadar herkes biliyor.
Türkiye'nin Covid-19 yenilgisinde dünya birincisi olması siyasal yönetişimde demokrasiden otokrasiye evirilerek dünyanın en gerisine düşmesi tarımda da üretici ülke olmaktan çıkıp dışa bağımlı hale gelmesi; hayat kurtarması ve hayatı iyileştirmesi gereken bu drenajların amacına uygun yapılmadığını göstermektedir bize. Sözde hizmet adı altında yapılan bu drenajlar ülkeye ferahlık getiren ülkeyi rahatlatan huzura kavuşturan ameller olmaktan çıkmış kasıtlı olarak hem devleti hem milleti bir boğunukluğun içine atan gizli arka planlarının olduğunu ele veren salt kaynak emek ve zaman israfına sebep olan girişimlerdir.
Yoksulluğun yolsuzluğun yasakların ve liyakatsiz bir nepotizmin hüküm sürdüğü Türkiye'nin etrafında kıyamet öncesi bir hava eserken Türk halkı da açlığın işsizliğin cehaletin pandeminin pençesinde kıvranmaktadır. İçerideki ve dışarıdaki bu gelişmelerin aynı zaman diliminde yaşanması ise asla tesadüf değildir.
Çok açık ki; kanalın yapılmasıyla Montrö'nün rolünün atıl kalması istenmektedir. Öteden beri Karadeniz üzerinde emelleri olan ve Lozan mağlubiyetini yaşamış ülkelerin katkısıyla bu kez Lozan'ın tartışmaya açılması istenecektir. Oysa Lozan Türkiye'nin tapu senedidir onsuz bir Türkiye düşünülemeyeceği gibi onsuz bir tarım da düşünülemez; olmayan bir vatanda tarım mı yapılır?
Yeniden demokratik parlamenter rejime geçilmeden ve ulusal devlet kimliğine kavuşmadan Türkiye BOP'la daha da bölük pöçük parçalara ayrılmış Ortadoğu'nun güçsüz niteliksiz kabile ve krallık devletleri arasında değerlendirilmeye aday bir durumdadır.
Tarıma gelince; bu durumdaki bir Türkiye'de tarım da hayvancılık da yapılamaz. Dolayısıyla Türk halkı iktidarın kendisine dayattığı gündem yerine iliklerine kadar hissedeceği ısrarla takipçisi olacağı gerçek gündemini oluşturmalı ve o gündemin gerektirdiği bir çaba ile bu cendereden bu boğunukluktan bu zebunluktan kurtarmalıdır kendini.
https://www.sonhaber16.com/montro-lozana-kanal-montroye-hepsi-birden-tarima-gebe/
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Yorulmadan beni takip edeceginizi soyluyorsunuz.
Fakat arkadaslar yorulmadan ne demek?
Yorulmamak olur mu?
Elbette yorulacaksiniz.
Benim sizden istedigim sey yorulmamak degil yoruldugunuz zaman dahi durmadan yurumek yoruldugunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Yorgunluk her insan her mahlk icin tabii bir halettir fakat insanda yorgunlugu yenebilecek mnevi bir kuvvet vardir ki iste bu kuvvet yorulanlari dinlendirmeden yurutur.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI
144. BUTUN DINLER HOSGORUSUZDUR, VICDAN OZGURLUGUNU KABUL ETMEZ VE DOLAYISIYLA IYILIGIN VE GUZELLIGIN YIKICISIDIR
Hicbir sofu yoktur ki, kendisinin bagli bulundugu mezhepten baska mezhebe girenleri, yaratilisina gore, ya dusmanlik, nefret ve tiksintiyle, ya asagilayici gozle gormesin, ya da durumuna acimasin. Ustun din, hep hukumdarin ve ordunun bagli oldugu dindir, Zayif mezheplere ustunlugunu, acimasizca ve cok asagilayici bicimde hissettirir.
Yeryuzunde henuz gercek hosgoru, gercek vicdan ozgurlugu yoktur. Her yerde, her milletin oteki butun milletlerden ayri ve ayricalikli bir sekilde sevgilisi oldugu sanilan bir Allah'a tapilir.
Her kavim yalniz kendisinin gercek Allah'a, dunya capinda Allah'a, doganin hukumdari olan Allah'a ibadet etmesiyle ovunur. Ancak, bu hukumdar, dunya arastirilir ve incelenirse gorulur ki, her toplumun, her mezhebin, her firkanin ya da her dinin mensuplari, her seye gucu yeten Allah'tan; ozenle ve calisarak ancak teveccuhune hak kazanma ayricaligina eristiklerini one suren az sayida uyruklarini kapsayan ve otekilere hic de kulak asmayan, aciz bir hukumdar yaparlar.
Din koyuculari ve bu dinleri tutan ruhaniler, dini asiladiklari milletleri otekilerden ayirmayi acik bir sekilde istemislerdir. Bunlar, kendi surulerini farkli damgalariyla oteki surulerden ayirmak istediler. Bunlar kendilerini izleyenlere, baska ilahlara dusman ilahlar, ozel ayinler, cemaatler, ibadet yerleri, dini torenler verdiler ve ozellikle kendilerine bagli guruhu, oteki dinlerin asagilayici, kufur ve igrenc olduguna inandirdilar. Bu hile ve oyunla, bu acgozlu aldaticilar, mezheplerine girenlerin ruhlarini kimseye danismadan istila edip buyulediler. Bunlari, uysal olmayan, toplum disi yaptilar, insan topluluguna baglilik ve ilgilerini yok ettiler. Fikirlerine ve kendi ayinlerine uygun fikir ve ayinlere sahip olmayanlarin tumune mahkum, lanetlenmis gozuyle baktirdilar. Iste bu sekilde, din, insanlarin yureklerini kapatmaya ve insanin hemcinslerine karsi beslemesi gereken sevgiyi yureklerden uzaklastirmaya erismistir. Uysallik, iyilikseverlik, merhametli olmak gibi ahlakin bu ilk erdemleri, dini hurafelerle kesinlikle uyum kabul etmez.
- - - - - - - - - - - - -
Ve isin korkunc yani, farkli dusundugunuz icin sizi oldurecek olmalari degil, hakli olabilecekleriydi.
Iki kere ikinin dort ettigini nereden biliyorduk ki?
Yercekimi diye bir sey oldugunu nereden biliyorduk ki?
Gecmisin degistirilemez oldugunu nereden biliyorduk ki?
Madem gecmis de denetlenebiliyordu soylenecek ne kaliyordu ki geriye?
George Orwell1984
%
Ama sizin dunya dediginiz yer bu evrende kucucuk bir nokta.
Insanoglu da minicik, umarsiz!
Ne kadar zamandir var ki?
Milyonlarca yil kimse yasamadi dunyada.
George Orwell1984
- - - - - - - - - - - - -
Huzur icinde olecekler ve mezarlarinin otesinde olumden baska bir sey bulamayacaklar.
Ama sirlarini saklayacagiz ve onlarin mutlulugu icin cennet ve sonsuzluk oduluyle onlari ayartacagiz.
DOSTOYEVSKI,FYODOR (1821-1881) Rus yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
TCK Madde 26 Hakkin kullanilmasi ve ilgilinin rizasi
1) Hakkini kullanan kimseye ceza verilmez.
2) Kisinin uzerinde mutlak surette tasarruf edebilecegi bir hakkina iliskin olmak uzere acikladigi rizasi cercevesinde islenen fiilden dolayi kimseye ceza verilmez.
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur-gundem@googlegroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc |
Grup Sayfamiz | : | https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum. Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim. Videolar, resimler, makaleler falan. | : | http://insulaelibertatis.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder