Tek taraflı beslenmeyin, çok zararlıdır.
Bir de bu tarafı dinleyin, bakın o çok farklı söylüyor.
Üstelik olayın diğer kahramanıyla da uyumlu sözler.
Sayın Ufuk Söylemez
4 Temmuz 2011 günü ULUSAL Kanaldaki Alternatif programında emekli
Geçen süre içinde bu çirkin sözlerin kamuoyu nezdinde fazla anlamlı olmayacağını ve itibar edilmeyeceğini düşündüm.
Ancak geçtiğimiz günlerde değer verdiğim bazı insanların maillerinde çeşitli yönlendirmeler ile toplumun yanlış bilgilendirildiğini gördüm ve çok müteessir oldum.
Bu sebeple aşağıda yer verdiğim hususların kanalınızın aynı programında halkımızla paylaşması kısmen de olsa üzüntümü hafifletecektir.
Saygılarımla.
BİLGİ NOTU
Ulusal değerlere sahip olmak her şeyden önce onurlu olmayı ve ülkemizin tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkmayı gerektirir.
Uzun bir zamandır Silahlı Kuvvetlerin gelenekselleşmiş ahlaki değerlerinin bozulmasına ve dolayısıyla asırlardır kemikleşmiş saygı, sevgi ve disiplin anlayışının ciddi bir şekilde yıpratılmasına şahit oluyoruz.
Oysa ki; askerler milletine ve cumhuriyetine doğruluk ve muhabbetle hizmet edeceklerine gerekirse bu uğurda hayatlarını feda edeceklerine yemin ederek göreve başlarlar.
Silahlı Kuvvetlerden emekli olmuş, çoğu zaman samimi duygularla olmakla birlikte azda olsa kendilerinin haksızlığa uğradığını düşünen, umduğunu bulamamış emekli askerlerin, bazı televizyon programlarına çıkarak dönemlerindeki olaylara ilişkin bilgi vermekte bu arada dönemin Komutanlarına gayri ahlaki, haksız ithamlarda bulunmaktadırlar.
Çoğu zaman ilgili komutanlar muvazzaflık dönemindeki astları ile bir polemiğe girmemek için sessiz kalmışlar, bu durum da kamuoyunun komutanlar ve ordumuz hakkında olumsuz kanaat sahibi olmalarına sebep olmaktadır.
Bu genel açıklamalardan sonra sorumlu olduğunuz televizyon kanalında hakkımda ifade ve iddia edilen hususlara temas etmek istiyorum.
1. Söyleşi yapılan emekli albay, 19 Mayıs 2004 günü bir Amerikalı albayı esir aldığını, hatta kendisini çıplak bir vaziyette esir tuttuğunu ancak benim müdahalem ile, onu serbest bırakmak mecburiyetinde kaldığı,
2. Caz meraklısı olduğum onun için ulusal değerlere sahip olamayacağım,
3. Dönemimde icra edilen Beyaz Enerji operasyonu hakkında gerçek dışı ve gayri ciddi iddialarda bulunmuş, ne yazık ki programı yürüten mensubunuz Sebahattin ÖNKİBAR da hiçbir araştırma ihtiyacı duymadan iddiaları ciddiye almış, daha da ileri giderek hakaret ve küçük düşürme fiillerine ortak olmuştur.
Sözkonusu iddialara mümkün olduğu kadar Silahlı Kuvvetlerimize zarar vermeden açıklık getirmeye çalışacağım.
Programınıza katılan emekli albay, ben Jandarma Genel Komutanı iken emrimde çalışmıştır.
Bölgedeki hudut alay komutanlığına benim de bilgim ve müsaadem alınarak atanmıştır.
Söz konusu olay ile ilgili gelişmelere gelince; o tarihlerde Harp Akademilerindeki seminere katılmak üzere İstanbul’da idim.
2.Ordu Komutanı E.Org.Fevzi Türkeri kendisinin de Harp Akademilerinden tanıdığı Martin Rollinson’ın bir kısım peşmerge ile Kokpit Tepeye gelip bölgeyi terk etmemiz gerektiğini söylediğini bildirdi.
Bunun üzerine uydu telefon ile benim kendisi ile görüşmemi sağlayınız dedim.
Bu arada Genelkurmay Başkanını bilgilendirip onayını alarak sorunu halledeceğimi belirttim.
Kısa bir zaman sonra telefon geldi.
Telefonda programınıza çıkan emekli albay, bir Amerikalı albayın söz konusu tepeyi terk etmemizi istediğini bildirdi.
Kendisine Amerikalı albay ile görüşmek istediğimi söyledim.
Albay telefonda kendisini tanıttı ve bulunulan tepenin Irak toprağı olduğunu söyledi.
Söz konusu albay akademiden öğrencimiz Martin Rollinson idi.
Kendisine, sen Amerikan ataşesi değil misin?
Orada ne işin var dedim.
Beni buraya gönderdiler.
Kuzey Irak’ta yeni kurulan Hudut Muhafız Birliklerini organize ettiğini söyledi.
Söz konusu tepe benimde çok iyi bildiğim Kokpit tepe idi ve resmi hudutların hemen önünde gözetleme ve ateş sahası sağladığı için otuz yılı aşkın bir süre kontrolümüz altında bulunuyordu.
Kendisine biz otuz yıldır burada bulunuyoruz sen derhal oradan peşmergelerini de al git dedim.
O’da baş üstüne komutanım dedi ve tepeden ayrıldı.
Bana gerek emekli albay ERGEN’nin, gerekse Amerikalı albayın verdiği bilgiye göre; bir esir alma olayının olmadığı, Amerikalı albay iki üç peşmerge ile tepeye yürüyerek çıktığı, 25-30 peşmergeyi de tepenin etrafında mevziiye soktuğu, tırmanırken terlediğinden atletini çıkartıp kurutmaya çalıştığı, boğuşma ve esir almanın söz konusu olmadığı yönündedir.
Kanaatimce ben müdahale etmeseydim çok ciddi bir problem ile karşılaşabilirdik.
Bu durum bir dönem ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinde Kara Kuvvetleri Ataşesi olarak görev yapan Martin Rollinson hakkında elçilikten veya internetten bilgi alınarak telefon ile teyit edilebilir.
Kaldı ki 5 Ocak 2006 günü Sabah gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ın Albay Martin ile yapmış olduğu röportaj da bu cereyan tarzını teyit etmektedir.
Yapılan röportajı da bilgi notunun altına eklemiş bulunmaktayım.
Bunun dışında anlatılanların gerçekle ilgisi olmadığını üzülerek söylemek mecburiyetindeyim.
O zaman bütün bunların nasıl izah edileceğini sizin takdirlerine bırakıyorum.
Devam eden “balyoz davası” ile ilgili olarak birkaç kez açıklama yaptım.
Söz konusu dava ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı ifade ettim.
İhtiyaç hissedildiği zaman mevcut bilgilerimi yetkililere açıklarım.
Olay ile ilgisi olmayan arkadaşlarımın özgürlüklerine kavuşmasını içtenlikle temenni ettiğimi ifade etmek isterim.
Şahsıma yöneltilen bir diğer itham da caz meraklısı olduğum, ulusal değerlere sahip olmayacağım hususu idi.
Ben yarım asırlık bir Klasik Batı Müziği dinleyiciyim (caz değil).
Ancak vatan sevgisi benim öncelikli özelliğimdir.
Nitekim ben bu konuda bir de kitap yazdım (Vatan Sevgisi ve Sanat).
Ulusal değerler konusuna gelince uzun yıllardır Atatürk’ün sanata, özellikle müziğe bakışını topluma anlatmaya çalışıyorum.
Ulusal ezgilerimizi evrensel normlar ile buluşturabilirsek kendimizi bütün dünyada ifade imkânı buluruz, aksi halde hudutlarımızın dışına çıkamayız.
Benim çeşitli etkinliklerle ve yazılarımla yapmak istediğim de budur.
Nitekim vatan sevgisini konu alan birçok sahne eserim seslendirilmiş ve seslendirilmektedir.
Bir diğer konu da Jandarma Genel Komutanlığım dönemimde icra edilen “Beyaz Enerji” operasyonudur.
Bu konudaki bilgi ve belgeler Jandarma Genel Komutanlığındadır.
Ancak mecbur kaldığım için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.
Öncelikle benim göreve başladığım günlerde İçişleri Bakanı ve Jandarma Genel Komutanlığından iki general, kaçakçılık daire başkanı olan Albay Ergen ve DGM savcısı Talat Şalk tarafından başlatılan operasyondan ancak üç ay sonra haberdar edildim.
Bunun gerekçesini de bana hayırlı olsun ziyaretine gelen Sn.
Mesut Yılmaz’ı tanımama bağlamışlar.
Onun için benden gizlemişler.
Oysa Sn.Tantan başbakan Mesut Yılmaz’ın partisine mensup içişleri bakanıydı.
Bu konuda Sn.Yılmaz’ın görüşlerine de müracaat edilebilir.
Bu operasyon polis bölgesinde jandarma tarafından yapılan nadir operasyonlardan biridir.
Yasaldır, ancak teamüllere aykırıdır.
Operasyon İlçe Jandarma Komutanlığı (Çankaya İlçe Jandarma Komutanlığı) ile savcı arasında yürütülmesi gerekirken Jandarma Genel Komutanlığı amacını aşacak şekilde olaya müdahil olmuştur.
(Örneğin büyükelçiliklerle yazışmaya tevessül etmiştir.) Olayı fark edince soruşturmayı derhal yasal hudutlarına çektim.
Ayrıca operasyon muntazam aralıklarla basına sızdırıldı.
O tarihlerde benimle ilgili birçok menfi haberin yapılmasına sebep olundu.
Hepsinden daha vahimi hazırlanan fezleke bir şekilde kayboldu.
(Benim için bir soru işaretidir.) Bunu da Sn.Uğur Dündar’ın telefonu ile öğrendim.
Bütün bunlara rağmen mensubu olduğum Teşkilatımı başta MGK olmak üzere her platformda savundum.
Ancak bu operasyonun neden önemli olduğunu size açıklamak ihtiyacını hissediyorum.
Zamanın İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bana “Bu operasyon ANAP’ı parçalar, hükümeti dağıtır demişti.” nitekim aynen onun dediği gibi oldu.
Bu görüşmeyi de kamuoyunun takdirlerine sunuyorum.
Şimdilik bu kadar bilgiyi yeterli görüyorum.
Daha fazla bilgi talep edersiniz Jandarma Genel Komutanlığından öğrenebilirsiniz.
Bu açıklamalardan sonra baş tarafta ifade ettiğim genel sorunlara tekrar temas etmek suretiyle güzide kurumumuz olan Silahlı Kuvvetlerimize son bir hizmette daha bulunmak istiyorum.
Son 7-8 yıl öncesine kadar gerek muvazzaflık, gerekse emeklilik dönemlerinde askerler daima içten gelen saygı ve sevgi ortamında yaşamışlardır.
Ancak bu gün her rütbeden emekli asker televizyonlarda veya başka şekilde çeşitli sebeplerle (Mesleki hayattaki tatminsizlik, kendini çok bilgili veya kahraman gibi gösterme gayreti veya samimi duygularla) geçmişteki veya mevcut komutanlara izahı mümkün olmayan ağır ithamlarda bulunmaktadırlar.
Böyle davranışlar ile bilerek veya bilmeden silahlı kuvvetlerimize çok ciddi zararlar vermektedirler.
Bizlere düşen görev mensubu olduğumuz Silahlı Kuvvetlerin saygınlığını korumak ilişkileri medeni bir insan gibi saygı hudutları içinde tutmaktır.
Şahsi meseleleri olanlara yargı yolu açıktır.
Bu nedenle Silahlı Kuvvetlerin 2000 yıllık geleneksel kültür ve terbiye sistemini yıpratmamak ve özen göstermek herkesin görevi olmalıdır.
Şurası bilinmelidir ki, hiçbir üst düzey Komutan emir-komuta ettiği insanları medyada muhatap almaz.
(Benim bu açıklamamı da muhatap alma olarak kabul edilmemelidir.) Amacım topluma doğru bilgi sunmaktır.
Bu arada bu tip programların daha yoğun bir şekilde izlendiği hepimizin malumudur.
(Bu nedenle süreleri dahi uzatılmaktadır.)
Ancak, bu tip programların bilmeden de olsa vatanımıza ve Silahlı Kuvvetlerimize fayda sağlamayacağını hatta zarar vereceğini özellikle belirtmek isterim.
Açıklamak istemediğim ancak mecbur kaldığım bir diğer konuya temas ederek sözlerime son vermek istiyorum.
Çünkü yaptığım hizmetlerle ve şahsımla ilgili bir açıklama yapmak mecburiyetinde kaldığım için üzgünüm.
Ben ikisi Osmanlı, ikisi Türkiye Cumhuriyeti döneminde olmak üzere dört nesil Silahlı Kuvvetlere hizmet etmiş bir ailenin son ferdiyim.
Bu süre içinde on bir yıl şark hizmeti yaptım.
On iki yıl terör mücadelesinde bulundum.
Her rütbe ve makamda muharebeye hazır kıtalar yetiştirdim.
Çünkü başta eğitim olmak üzere muharebenin fonksiyonel alanlarını çok iyi bilirim ve uygulatırım.
Bu nedenle birçok generale de muharebe edebilecek vasıflar kazandırdım.
Terörü gerek doktrin gerekse uygulama alanlarında çok iyi bilirim çünkü içinde yaşadım ve büyük sorumluluklar taşıdım.
2000-2002 yılları arasında Jandarma Genel Komutanlığına çok anlamlı ve önemli hizmetlerde bulundum.
Bu yıllar Jandarmanın her bakımdan atılım yıllarıdır.
Bu konu o yıllarda beraber çalıştığım fedakâr jandarma personelinin malumudur.
Kendilerini şükranla anıyorum.
Yarım asırlık hizmet dönemimde duygularımdan arınarak adil olmaya çalıştım.
Daima inandıklarımı söyledim.
Söylediklerimi yaptım.
Başarıları takdir ettim.
Başarısızlıkların gereğini yaptım.
Bu gün de vatanıma kültür ve sanat yolu ile hizmet sunmanın huzurunu yaşamaktayım.
(Şehitler Oratoryosu, Kahraman Türk Kadınları Oratoryosu, Sakarya’da Diriliş Operası ve Belgeseli)
Uzun bir açıklama yapmak mecburiyetinde kaldığım için müteessirim ancak kendimi ifade etme imkânı bulduğum içinde memnunum.
Bu açıklamamı kamuoyuna duyurmanız temennisi ile saygılarımı sunarım.
Ve Olay ABD'li Albay Konuştu
Türkiye "ABD'li albayın çırılçıplak soyulmasını" konuşuyor.
Amerikalı albay ise Türk basınına konuştu.
ABD'li albayın anlattığı hikaye, bugüne kadar dinlediğimizden farklı…
Sabah'tan Aslı Aydıntaşbaş Olay Amerikalı Albay'ı Buldu ve konuştu:
Martin Rollinson, telefona Türkçe yanıt veriyor: "Buyrun."
Telefonunu Ankara'daki ABD'li yetkililerden aldığımızı, 2004'te Kuzey Irak'ta Türk ordusuyla yaşadığı olayı öğrenmek istediğimizi söylüyoruz.
Rollinson, Ankara'da uzun yıllar görev yaptığı için TSK tarafından iyi tanınan biri.
Kendisini "Türkdostu" diye tanımlıyor.
Türkiye ile macerası, 1984'te Kara Harp Akademisi öğrencisi olarak başlıyor.
"O dönemden yakın dostlarımın bir bölümü, artık general" diyor.
2003'te Süleymaniye'deki çuval olayı sonrası iyi Türkçe bildiği ve Türk subaylar arasında çevresi olduğu için K.Irak'a irtibat subayı olarak atanmış.
Bu yıl ortasında emekli olmadan önce de Türk Amerikan Konseyi tarafından "Savunma Ödülü" almış.
Emekli olduktan sonra Arkansas'a yerleşen subay, son günlerde çıkan haberlerin moralini bozduğunu anlatıyor.
Basında çıkan haberlere göre, K.Irak'ın Kokpitepe bölgesinde Türk ordusu tarafından esir alınan subay, 2003'te Süleymaniye'deki çuval geçirme olayının rövanşı olarak Türk albay tarafından "çırılçıplak soyulmuş" ve "korkudan tir tir titremiş" idi.
Rollinson bu iddiaları reddediyor.
Genelkurmay da 5 Haziran 2004'te yaptığı ve hala sitesinde olan bir açıklamada "Bölgede görev yapan birliklerimiz ile ABD güçleri arasında zaman zaman bu tür temas ve görüşmeler olmaktadır"diyerek o dönemde basında çıkan haberleri "gerçeği yansıtmayan yorum" olarak aktarıyor.
"PKK ile anılmak beni kırdı" "Çok kırgınım" diyor Amerikalı Rollinson "Soyulduğum ya da tir tir titrediğim doğru değil.
Ama beni asıl üzen ismimi PKK ile bağlantılı gibi anmaları.
Bu konuda en ufak ima olamaz.
Ben PKK'nın ilk çıktığı 1984'te Türk ve Amerikan orduları arasındaki değişim çerçevesinde Kara Harp Akademisi'nde okudum.
PKK'nın ne kadar kötü olduğunu bana anlatmayın.
Türk ordusundayıllardır PKK ile mücadele eden, hatta ölen dostlarım var.
Bazılarına kardeş kadar yakınım.
Birçoğu general rütbesine geldi.
Şimdi bu yazılanları okuyan arkadaşlarım ne diyecek?"
"Çuval geçirme midemi bulandırdı" Rollinson kendisine verilen emirlerin, koordinasyon olduğunu ve Türk yetkilinin kibar davrandığını anlatıyor.
"K.Irak'a gönderilmemdeki amaç, Süleymaniyetarzı olayların engellenmesiydi.
Süleymaniye'de yaptığımız hata midemi bulandırmış, beni neredeyse bedenen hasta etmişti."
"Kibar davrandılar" Rollinson, 19 Mayıs günü Uludere sınır bölgesinde yaşananları şöyle anlatıyor: "Ne soyuldum, ne de silahım alındı.
Öğleden sonra yürümeye başlayıp 4 saat tırmandıktan sonra akşam saatlerinde Türk subayların kamp yattığı yere geldik.
İrtibat subayı olarak benden istenen, oradaki Türk askerinin bizimle koordinasyon içinde olmasıydı.
Amerikan ve Türk ordusu aynı bölgedeydi; bir de PKK, kaçakçılar ve Iraklılar var.
Süleymaniye benzeri yeni bir tartışma olsun istemiyorduk.
Beni karşılayan Türk subay son derece kibardı.
Kampa girerken tabancamı vermeyi teklif ettim ama istemediler.
Ben de jest olarak şarjörümü çıkardım.
" Rollinson kendisiyle konuşan subayın Albay Aziz Ergen olup olmadığını hatırlamıyor.
Ancak subaya "Burada olma ve sınırlarınızı koruma hakkınıza bir şey demiyorum.
Ancak bunu yaparken bizimle koordinasyon içinde olun" dediğini söylüyor.
"Belki daha üst seviyede Irak'a gireceklerini haber vermişlerdi.
Ama bizim haberimiz yoktu.
Subaya dedim ki: PKK ile mücadele ve sınırlarınızı korumak için Irak'a girmek hakkınız.
Tek problem, bize bildirmemiş olmanız."
Peki çırılçıplak soyunma olayı?
Rollinson gülüyor.
"Dört saat tırmandık.
Üzerimdeki kurşun geçirmez yelekle sırılsıklam olmuştum.
Hava kararıp soğuk çıkınca kampta çay istedik.
Sonra da kimseden izin almaya gerek görmeden üstümü çıkardım.
Kurusun ki hasta olmayayım dedim.
Asıl neden sırılsıklam terlemiş olmam."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder