25 Nisan 2011 Pazartesi

Fwd: Bana göre sonuna kadar okunmaya değer. Zira her keder kurtuluşla sonaerer


 

Siyaset'in 'devrilme noktası'

Serdar Turgut yazdı..


 

Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimi yaklaşırken Türkiye'de ilginç bir gelişme oluyor.
Süleyman Demirel, seçim süreçleri üzerine konuşurken son bir haftada bile her şeyin birden değişebileceğini söyledi. Bu açıdan Türkiye'nin en uzun bir haftasına çoktan girdiğini söyleyebiliriz.


Çünkü ben varsayılanların çoktan değişmeye başladığını, ezberlerin bozulduğunu ve çok enteresan bir karşı tepki oluşmakta olduğunu görüyorum.


Bu konuda hissikablelvukuma güvenirim. Etrafımda herkesin siyasi fanteziler kurduğu bir dönemde AKP'nin iktidara geleceğini yazmama neden olan bu hissikablelvukudur. Şimdi de bir değişim yaşanmakta olduğunu hissediyorum. Bu iktidarı değiştirmeye yetecek güçte bir dalga mıdır bilemiyorum ama AKP'nin tekrar iktidar olacaksa bile sandığı gibi mutlak gücü elinde bulunduramayacağına eminim.
Böylesine büyük sosyal dönüşümlerin dinamiğini anlamak açısından çok yararlı bulduğum bir "devrilme noktası" (tipping point) teorisi vardır.
Bu teori, bir toplumda meydana gelen küçük değişimlerin bir süre sonra birden büyük bir değişime neden olacağını anlatır. Küçük değişimler ilk önce belirsiz ve dağınıktır. Ancak bir süre sonra sıkılıkları ve güçleri artar, birikir ve toplum aniden bir kaynama noktasına ulaşır. O nokta artık eskinin tasfiye edildiği, yeninin kurulduğu devrilme noktasıdır. ("The Tipping Point; How Little Things Can Make a Big Difference", yazarı Malcolm Gladwell.)


AKP iktidara gelmeden önce de bu tür küçük değişimlerin birikimi oluyordu ve ben bu yüzden AKP'nin iktidara geleceğini seçimden altı ay önce yazmıştım.
AKP uzun bir iktidar dönemi geçirdi. Şimdi gelinen noktada toplumda yaygın bir haksızlıklar yapıldığı, birçok konuda ölçüsüz davranıldığı, aşırıya kaçıldığı algısı var. Bunlar toplumun her yerinde küçük küçük ortaya çıkıyor. Bu tür süreçlerde algının doğru olmasından daha çok algının oluşması önemlidir. Algı bir defa oluşunca doğru olmasa da doğru olarak kabul edilir bazı şeyler.


 

'CEMAAT'İN DEVRİLME NOKTASI
Örneğin, Ergenekon davasında aynı düşüncede olan güç sahiplerinin, karşı oldukları düşüncedekilere karşı savaş açtıkları ve haksızlıklar yaptıkları algısı oluştu. Evi aranıp tutuklanan her insanın suçsuz olduğu yolundaki fantastik algı, yapılan hatalar nedeniyle oluşturuldu. "Bu yanlışı yapmayın" uyarılarını dikkate almadılar; çünkü ellerindeki gücün mutlak olduğunu düşünüyorlardı. Belki güçleri mutlaktı da ama kamuoyu vicdanını kaybetmeye başladılar.


Her yerde etkisi olan, gücü mutlak bir cemaat algısı oluştu. Bunun doğru veya yanlış olmasının önemi yok artık; çünkü cemaat konusunda da devrilme noktasına gelindi. Benim gibi bu tür konularda anlamaya ve ötekini kavramaya açık beyinleri bile kuşkulara sokan algıların oluşmasına neden olundu.


 

İktidar açısından da durum aynı. İktidarın yaptığı birçok olumlu iş artık kamuoyu vicdanında algılanamıyor; çünkü o vicdan iktidarın adım adım Türkiye'yi alıştığımız hayat tarzından çıkardığına inanmış durumda. İktidar da bazen bu algıyı güçlendiren adımlar atıyor. Bununla belki kendi doğal seçmenini hoş tutuyor ama kendinden olmadığı halde sadece ilkeleri nedeniyle destek verebilecek olanları kaybediyor. Zaten her koşulda kendisine destek verecek bir kişiyi hoşnut tutarken, buna karşılık potansiyel destekçi dört kişiyi de kaybedebiliyor.


Bakın şimdi toplumun her kesiminden hoşnutsuzluk ve tepki sesleri yükselmeye başladı. İlke olarak Ergenekon soruşturmasına destek verenler bile yapılan haksızlıkları artık kabul edemiyorlar. Sanatçılar artık seslerini çıkarmaktan korkmuyorlar. Toplumun korku eşiği aşıldı. "Korkunun ecele faydası yok" diye hareket etmeye başlayanların sayısı artmaya başladı.


Uzun zamandır sesini korkudan çıkaramayanlar artık ses çıkarmaya başladılar. Bir güç odağının haksızlıklar, adaletsizlikler yaparak Türkiye'yi bir yerlere götürmeye çalıştığı yolunda bir algı var artık. Dediğim gibi bu algının doğru olması da önemli değil, doğruluk/yanlışlık eşiği de aşılmış durumda.

 

SINAV HİLESİ ALGISI
Üniversite sınavında hile yapıldığı yolundaki görüş de bir algıdır. Toplumda bir güç odağının sadece kendilerinden olanlara hayat hakkı tanıyacağı algısı oluştu. Ve bu algı, sınavlarda hile yapıldığı kanısının doğmasına neden oldu. Ve dikkat edin, bu toplumun gençlerinin algısı bu yönde. Kimse üniversite sınavında harem selamlık ayrımının olması için hile yapılacağına bile saçma olarak bakmıyor artık. Burada her şey olabilir inancı oluştu.

Sonra birden askerler, uzun süren sessizlik döneminden sonra davada haksızlık yapıldığına dair karşı seslerini yükselttiler. Sesinin artık kısıldığı düşünülen bir kurum, sesini tekrar yükseltme ihtiyacı duydu.


Toplumun her kesiminde aynı algı var. Küçük tepkiler konuluyor, küçük birikimler oluyor. Yenilmez olduklarına, ellerindeki gücün mutlak olduğuna inananlar bu tepki ortamının farkında mıdırlar belli değil.
Üstelik bu tepki tam anlamıyla bağnaz siyasi bir tavır da değil. Haksızlıklar yapıldığına inananlar, ülkenin geleceği için bir şeylerin artık değişmesi gerektiği düşüncesindeler. ( S. Turgut beni ve benim gibileri kastediyor......A:K )


AKP'yi iktidara getiren duygu da buydu, belki de onu iktidardan götürecek duygu da bu olacak. Bütün partilerin ülkenin bu duygu birikimini, bu kolektif bilinçaltını iyi okuması gerekiyor. Çünkü Türkiye en uzun son bir haftasına çoktan girmiş durumda ve bir devrilme noktasına varılması beklenebilir.

 

 

Türkiye'ye bütün kapılarını açan Güney Kürdistan'da, 10 milyar dolarlık büyük bir yatırım alanı bulunmaktadır. İnşaat sektörü, alt yapı hizmetleri, elektrik, gıda ve giyim, otomotiv gibi birçok alanda yatırımın yapıldığı bir alan olması açısından sermaye kesimlerinin iştahını kabartmaktadır. AKP eliyle Güney Kürdistan piyasasını tamamen ele geçiren yeşil-İslamcı sermaye MÜSİAD, kendisi dışındaki hiçbir sermaye grubunun Güney Kürdistan piyasasına girmesine izin vermemektedir. Güney Kürdistan'daki en büyük pastayı Gülen cemaatine bağlı şirket ve işletmeler almıştır. Okullar, hastaneler, inşaat sektörü, gıda ve giyim sektörü, lokanta ve kafeteryalar, otel gibi işletmeler Gülen cemaatinin ele geçirdiği alanlardır.


MÜSİAD Karşısına Çıkan Bütün Engelleri Kaldırıyor

MÜSİAD dışında Güney Kürdistan'a yatırım yapmak isteyen büyük sermaye grupları MÜSİAD engeliyle karşı karşıya gelmektedirler. Yatırım yapanlar iflas ettirilerek mali çöküntü içine sokulmakta adeta kaçırtılmaktadır. 2003 yılından beri Türkiye'den Güney Kürdistan'a yatırım yapan şirketlerin büyük bir çoğunluğu yatırdıkları sermayeleri ile birlikte iflas ettirilmiştir.

Güney Kürdistan piyasasını tamamen ele geçiren MÜSİAD, Türkiye'deki en büyük sermaye gruplarından olan TÜSİAD'ın Güney Kürdistan'a girişine izin vermemiştir. 2010 yılının son aylarında TÜSİAD yönetiminin Güney Kürdistan ziyaret edeceği belirtilmişti.  Fakat bir süre sonra ziyaretin iptal edildiği açıklaması yapılmıştı.  Güney Kürdistan'a girdiği iddia edilen patlayıcı yüklü bir araba ile Türk şirketlerine yönelik eylem yapılacağı ihbarı nedeniyle TÜSİAD'ın ziyaretinin ertelendiği belirtilmişti. Daha sonra 'bombalı araç' iddiasının AKP ve Fetullah Gülen bağlantılı MÜSİAD'ın MİT ile tezgâhladığı karanlık bir oyun olduğu açığa çıkmıştı. MÜSİAD'ın bomba tezgâhı ile TÜSİAD Güney Kürdistan'a sokulmamıştı. 

MÜSİAD ve AKP hükümeti, TÜSİAD'ın yeni yönetiminden memnun değildir. Özellikle TÜSİAD başkanı Ümit Boyner'in Kürt sorunu konusundaki açıklama ve yaklaşımları AKP hükümetinde rahatsızlıklara neden olmuştur. Demokratik Özerkliğe, iki dilli yaşama, demokratik yeni Anayasa çalışmalarına yönelik TÜSİAD'ın bakış açısı, tekçi zihniyetin temsilcisi AKP hükümetini kaygılandırmaktadır.

AKP hükümetinin TÜSİAD'ı hedef alan açıklamalarının altında bu rahatsızlıklar yatmaktadır. Tayip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün bütün yurtdışı ziyaretlerinde götürülen iş adamlarının çoğunluğu MÜSİAD' dan seçilmektedir.

Hatırlanacağı üzere 90'lı yılların ortalarında TÜSİAD'ın Kürt sorunu konusundaki açıklamaları dönemin savaş hükümetleri tarafından şiddetle kınanmış ardından TÜSİAD başkanı Sakıp Sabancı'nın kardeşi derin devletin taşeron örgütü tarafından öldürülerek TÜSİAD'a, Kürt sorunu ile ilgilenmemesi konusunda mesaj verilmişti.

Bu günde AKP eliyle TÜSİAD'ı hedef alan ekonomik ve siyasi saldırılar yapılmaktadır. AKP yandaşı basın üzerinden TÜSİAD hedef tahtasına konmuştur. Basın üzerinden saldırılar yürütülürken diğer taraftan da MÜSİAD tarafından piyasa ambargosu konmaktadır.

TÜSİAD gibi diğer sermaye grupları ve şirketlerin Güney Kürdistan'a girişi MİT tarafından düzenlenen tezgâhlarla engellenmektedir. Bir süre önce Güney Kürdistan'a yatırım yapmak amacıyla Süleymaniye'ye gelen yabancı iş adamlarının kaldığı otel ateşe verilmişti. Çıkan yangında onlarca kişi yanarak ölmüştü. Daha sonra olayın MİT tarafından organize edildiği açığa çıkmıştı.

Rojdi Sait MÜSİAD'ın En Büyük Rakibi

Rojdi Sait Kerkük Kürtlerindendir. Saddam döneminde Irak istihbaratında istihbarat şefi olarak çalışmıştır. Sonra Irak'tan kaçarak Mısır'a yerleşmiş. Mısır'da en büyük mafyalardan biri haline gelmiş. İnsan kaçakçılığı, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği gelirle birçok ülkede şirketler kurmuş. 2003 yılından itibaren de Güney Kürdistan'a yatırım yapmaya başlamış. Sahip olduğu servet nedeniyle Güney Kürdistan'da etkili bir güç haline gelmiş. Talabani ailesi ile ortaklıklar kurmuş. Ekonomik gücü nedeniyle siyasette de güçlenmiştir. YNK'nin ve Güney Kürdistan hükümetin desteğini arkasına alan Rojdi Sait, Güney Kürdistan'da MÜSİAD'ın en büyük rakipleri arasında yer almaktadır. MÜSİAD'ın yatırım alanı daha çok KDP alanı olurken Rojdi Sait'in yatırımlarının olduğu yer ise Süleymaniye ve Kerkük'tür. Hewler'de de gücünü artıran Rojdi Sait ile MÜSİAD arasında büyük bir mücadele sürmektedir.

Rojdi Sait'in sahip olduğu şirketler grubunun 9 milyar dolarlık geliri bulunuyor. Rojdi Sait'in Güney Kürdistan'daki yükselişini durduramayan MÜSİAD,  2008 yılında MİT'i devreye sokarak Rojdi Sait'e Dubai'de suikast girişiminde bulunulmak istenmişti. Suikast girişimi, MOSSAD tarafından önceden Rojdi Sait'e bildirildiği için suikast gerçekleştirilememiş, suikast girişiminde bulunan 2 MİT elemanı yakalanmıştır. Daha sonra AKP hükümetinin girişimleri sonucu ve başbakanın Dubai'ye yaptığı ziyaret sonucu yapılan görüşmelerle serbest bırakılmış, olayın basına yansıtılmaması karşılığında Birleşik Arap Emirliklerine yüklü miktarda para ödemek zorunda bırakılmıştı.

Rojdi Sait'e yönelik suikastında başarılı olamayan MÜSİAD, bu seferde AKP hükümeti üzerinden KDP içinde elde edilen siyasi nüfuzunu kullanarak Güney Kürdistan hükümetinden YNK'ye baskı yapılarak Rojdi Sait'e destek vermemesi istenmiş ayrıca büyük ihalelerin verilmemesini ve Güney Kürdistan'a yatırım yapmasının önüne geçilmesi istemişti.

Avrupa'da, İran, Ürdün ve Mısır'da yatırımları ve şirketleri bulunan Rojdi Sait inşaat dışında medya, elektronik gibi birçok alanda şirketleri bulunuyor. Güney Kürdistan'da YNK'den destek gören Rojdi Sait'in Süleymaniye ve Hewler merkezli kurduğu Al-Adel Company Group'un ortakları arasında Talabani ailesinden Abdulkadir Talabani'de bulunuyor.


İbrahim Tatlıses Suikastının Arkasındaki Gerçekler

MÜSİAD ile Rojdi Sait'in Güney Kürdistan'da kurduğu Al-Adel Company Group'un Güney Kürdistan pazarından pay kapma savaşını verdiği dönemde İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait'in şirketine yüzde elli hisse ile ortak oldu. İbrahim Tatlıses, Türkiye ve Güney Kürdistan'daki bazı kesimler tarafından, MÜSİAD'ın bu ortaklıktan rahatsız olduğunu,  Rojdi Sait ile ortaklığa son vermesini, aksi taktirde başına kötü şeylerin gelebileceği konusunda uyarılarda bulunmuşlardı.

Bütün bu uyarılara rağmen İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait ile ortaklığa devam etti. MİT'in taşeron olarak kullandığı ve kirli işlerini yaptırdığı Sauna Çetesi ve Abdullah Uçmak'ın başında olduğu çete tarafından tehdit edilmiş, haraç istenmişti. Abdullah Uçmak'ın MİT tarafından kullanıldığı ve MİT adına bazı kirli işleri organize ettiği Ergenekon'dan cezaevine alınan istihbaratçı emekli askerlerin ifadelerinde de yer alıyordu.

İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait ile kurduğu ortaklıkta sorunlar yaşamaya başladı. Türkiye'den getirilen inşaat malzemelerin Habur sınır kapısından geçişlerinde sorunlar çıkartıldı. Türkiye'de malzeme bulmakta zorlandı. Türkiye'den getirdiği ve çalıştırdığı mühendis, mütahit, usta ve işçilerin vize ve oturum işlemlerinde Türkiye'nin Hewler başkonsolosluğu ve Hewler asayişi sorunlar çıkarmaya başladı.

İbrahim Tatlıses'in ortağı olduğu Al-Adel Company Group'un Güney Kürdistan'da aldığı işler arasında 1 milyar dolarlık Süleymaniye Barajı ihalesi de bulunmaktadır. Şirket, Süleymaniye'de 850 konutluk "Kifri Projesi,  Hewler'de "Cennet Bahçesi" adı altında 500 villa, 1000 daire projesi yine Kerkük'te onlarca dönümlük araziye inşa edilecek daireler, villalar ve alışveriş merkezleri projelerinin ihalelerini de aldı.
Ayrıca Tatlıses ve Rojdi Sait medya alanında ortaklığa gittiler. United Medya isimli bir şirket kurarak Nil sat uydusundan yayın yapan UM TV isimli bir televizyonda açtılar.

İbrahim Tatlıses'in Rojdi Sait ile ortaklığıyla hızla büyümesi, büyük oranda sermaye edinmesi ve Güney Kürdistan piyasasında sahip olduğu ünü ile yer edinmesi ve özellikle Kürt oluşu MÜSİAD açısından birçok tehlikeyi beraberinde getiriyordu. Rojdi Sait'i durduramayan MÜSİAD, İbrahim Tatlıses'in devre dışı bırakılarak Rojdi Sait ve İbrahim Tatlıses'in MÜSİAD'a rağmen yükselişi durdurulacak ve bunlar şahsında diğer sermaye gruplarına da gereken mesaj verilecekti.

İbrahim Tatlıses'e suikast girişimi ilk değildir. 1994 yılında Tansu Çiller-Doğan Güreş-Mehmet Ağar üçlü çetesinin PKK'ye yardım eden işadamlarına ait yüz kişilik ölüm listesinde İbrahim Tatlıses'inde ismi yer alıyordu. Listede ismini öğrenen İbrahim Tatlıses, çete başı Tansu Çiller'e milyonlarca dolar vererek listeden kendi ismini çıkartmıştı. 94 yılında gerçekleşmeyen öldürme girişimi 17 yıl sonra aynı devlet ve aynı zihniyete sahip hükümet tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı.

Suikastın İçindeki Dikkat Çekici Ayrıntılar

Suikastın hazırlığı ve yapılışına dikkat edildiğinde oldukça profesyonel olduğu anlaşılmaktadır. İstihbarat filmlerini aratmayacak tarzda iyi organize edilmiştir. Ortaya çıkartılışı öyle polisin başarısı da değildir. Suikastı yapanlar olayı kime ihale yapılacaksa ona göre delilleri arkada bırakmıştır.

Suikastta kullanılan arabada GPS sisteminin olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. İstanbul'da araba kiralayan bütün şirketler, çalınma vb durumlara karşı kiralık arabalarına GPS taktırmışlardır. Bunun böyle olduğunu herkes bilmektedir. Böyle bir araba kullanılarak birileri adeta 'fail benim' demiş ya da dedirtilmiştir. Suikast için çalıntı bir araba ya da plakası değiştirilmiş bir araba kullanmak yerine GPS'i bulunan bir araç tercih edilmiştir. Arabayı kiralayan kişiler Abdullah Uçmak'ın adamlarıdır. Olay sonrasında arabanın plakasının bir şekilde tespit edilmesi mümkün iken bu konuda bir gizliliğe gidilmemiş her şey alenen yapılmıştır. Araba kiralandıktan sonra başka bir birime teslim edilmiştir.

Suikastta kullanılan arabanın temin edilmesinde hiçbir ayrıntıya dikkat etmeyenler olayda kullandıkları arabada hiçbir parmak izi bırakmamışlardır. Yine parmak izleri kullanılan silahta da bulunamamıştır.

Suikast sonrasında, olay yerinden belirlenen hız sınırlarını aşacak şekilde ayrılan arabanın, hız sınırını kontrol eden ve sürücüsünü görüntüleyen kameraların arabanın geçişi sırasında birkaç saniyeliğine kapatılmış olması da dikkat çekicidir. Sadece genel mobese kameralarıyla arabanın markası ve plakasının tespit edilmesine izin verilmiştir.

Bir başka dikkat çekici nokta ise suikastın hazırlık aşaması ve gerçekleşme anıdır. İbrahim Tatlıses'in uzun bir süredir takip edildiği anlaşılmaktadır. Kendisinin, menajeri ve korumalarının telefonları dinlenmiştir. Tatlıses'in bütün programı ve hareket tarzı öğrenilmiştir. Korumaların sayı ve nitelikleri, araçları ve özellikleri, İbrahim Tatlıses'in arabaya bindiğinde nereye oturduğu, koruma arabaların hareket tarzı gibi ayrıntılara dikkat edilmiştir.
 
Suikasta uğradığı televizyona gelmeden önce korumaların kullandığı iki araçtan biri nedeni bilinmeyen bir şekilde çalışmamıştır. İki araç önlü ve arkalı olarak koruma yapıyordu. Önde koruma aracı olarak giden aracın çalışmaması üzerine daha büyük bir araç ile bütün korumalar birlikte Beyaz televizyonun bulunduğu binaya gelmişlerdir. İbrahim Tatlıses'in çıkış saati suikast için önceden planlanmıştı. Gece 12.00 sıralarında hem civarda kimsenin bulunmaması hem de yolların boş olması nedeniyle suikastçılara önemli fırsat sunuyordu.
Başka bir şey ise, İstanbul'un göbeğinde neredeyse her noktada polisler bulunmuş olmasına rağmen, herhangi bir olayda polisin birkaç dakika içinde olay yerinde olmasından övgüyle bahsedenler, suikast sonrasında hiçbir polisin orada olmamasını, hiçbir polis aracının son hızla yolda giden bir araca müdahale etmesini sorgulamamıştır.

Suikast silahını kullanan kişinin çok profesyonel ve silaha çok hâkim olan biri olduğu gözden kaçmamıştır. Uzun bir süre cezaevinde yatmış ve daha çok tabancalarla haşır neşir olan birinin hareket halindeki bir arabadan seri atışa ayarlanmış-desteksiz bir pozisyonda hedefini vurabilmesi mümkün değildir. Sokak lambalarının ışığında, uzak bir mesafeden-görüş açısının az olduğu bir koşulda hareket halindeki araçtan uzun namlulu bir silahtan sadece hedefteki arabanın sağ tarafını vurabilmek sıradan bir çete başının işi değildir. Türk ordusundaki subaylardan oluşan bordo berelilerin ve MİT elamanlarının böylesi eğitimlerden geçirildiği bilinmektedir.

Bütün bu tespitlerden anlaşılacağı üzere, suikastı gerçekleştirenlerle suikastı üstlenenler ayrı kişilerdir.

İbrahim Tatlıses Suikastının Sonuçları

Olayın karanlıkta kalması beraberinde birçok şaibeyi beraberinde getireceği ve bundan hükümetin sorumlu olacağı düşüncesiyle suikastı birilerinin üstlenmesi gerekiyordu. Olayın faillerinin hemen açığa çıkarılmasıyla polisin başarısının propagandası yapılacaktı. Buna bir de daha sonra PKK eklendiğinde taşlar yerine oturtulmuş oluyordu. Dikkat edilirse istihbarat örgütlerinin içinde olduğu bütün suikast ve karanlık işlerin hiçbir zaman tek bir amacı yoktur. Yapılan her operasyonun birçok hedefi ve amacı vardır. İbrahim Tatlıses suikastı da böyle bir amaca hizmet ediyordu.

Suikast ardından İbrahim Tatlıses, Güney Kürdistan piyasasından süpürülmüş oluyordu. Rojdi Sait, Tatlıses suikastı ile uyarılıyordu. Suikastı açığa çıkaran polisin başarısı göklere çıkarılıyordu.  Olayın hemen açığa çıkarılması nedeniyle AKP hükümeti ve polis zan altında kalmıyordu. Yine AKP hükümetinin bilgisi dâhilinde yapılan suikast operasyonu ardından Tatlıses, katili tarafından sahip çıkılıyor ve Kürtlerin en yoğun olduğu İstanbul'dan milletvekili adayı yapılmaya çalışıyordu.

Planın en sonunda ise suikast PKK'ye ihale ediliyordu. Suikastla ilgili olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve PKK'li olduğu iddia edilen kişilerin Güney Kürdistan'da-Hewler'de BDP temsilciliğinin açılması çalışmalarını yürütenler olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu kişilerin sorgularında ise İbrahim Tatlıses suikastı ile ilgili tek bir soru dahi sorulmamıştır. Suikastın PKK ile ilişkilendirme görevini, AKP ve Fetullah Gülen cemaatinin beslemesi; Vatan, Sabah, Zaman, Hürriyet, Habertürk, Star, Bugün, Yeni Şafak gazeteleri ile STV, Bugün, Star, Kanal Türk, Habertürk, Kanal 7, Kanal 24 televizyonları üslenmiştir.

Tabi bu suikast öncesinde de gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus vardır. Suikastın hedefine ulaşabilmesi için AKP'nin işbirlikçi basını ve her türlü amaç için kullanılabilen kiralık yazarlar üzerinden bazı işbirlikçi-kendine Kürt diyen kişilere tehdit ve suikast yapıldığı iddiaları gündemde tutulmuş, bilinçaltlarında PKK hedef haline getirilmiştir.

Sıradan bir çetenin yaptığı bir suikastın bu kadar AKP'ye yararı olabilir mi? Neresinden bakarsanız bakın hepsinde AKP kazançlıdır. Suikastı gerçekleştirenin uzun bir süre cezaevinde kalmayacağının da garantisi vardır. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın. AKP adına, devlet adına adam öldürenin cezaevinde uzun süre kalmadığı hatta hiç içeri girmediği, öldürdüğü tespit edildiği halde beraat ettirildiği çok iyi bilinmektedir. Hizbul-Kontra tetikçilerini serbest bırakan AKP hükümeti değil miydi?  Kürdistan'da onlarca çocuğu-genci öldürenler AKP hükümeti tarafından serbest bırakılmadılar mı?  "Devlet adına kurşun sıkanlar" her zaman "iyi çocuklar" oldular ve Türk devleti de "iyi çocuklarını" her zaman korudu.

İbrahim Tatlıses suikastını iki gün içerisinde açığa çıkartan AKP hükümetinin başarılı polisleri her nedense devletin para-militer güçleri tarafından öldürülen 17 bin kişinin faillerini bir türlü bulamamaktadır. Hatta kelle avcısı özel timci Ayhan Çarkın gibileri çıkıp katliam yaptığını söylemesine rağmen dokunulmamaktadır.

Bütün bu gerçeklerin İbrahim Tatlıses tarafından iyi araştırılıp anlaşılmasında büyük fayda vardır. AKP ve onun arkasındaki güçlerin-güç mücadelelerinin ne kadar çirkince ve adice yürütüldüğünün bilinmesi gerekmektedir. İbrahim Tatlıses'in hala hayatta olması onun için büyük bir mucizedir. Başına gelenleri iyi araştırmalıdır. Birazcık onur varsa, katilinin yanı başında olduğunu, onu ziyaret eden- elini sıkan ve ona vaatlerde bulunan kişi olduğunu bilmelidir.

Yasin Kılıçkaya

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder