14 Nisan 2011 Perşembe

Politik - Türk gazeteciler gizlice Suriye'ye girdi (ibretle okuyun)


 
14 Nisan 2011 Perşembe

Türk gazeteciler gizlice Suriye'ye girdi
Türkiye'den gazeteciler kanlı çatışmaların yaşandığı Suriye'ye gizlice girdiler. Beş gün boyunca bu ülkede kalan gazeteciler olup biteni sessizce kayıt altına aldılar

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Türk gazeteciler, muhaliflerin kurşuna dizildiği Suriye’ye gizlice girdi; can pazarında 5 gün geçirdi. Türkiye Gazetesi muhabirleri Osman Sağırlı ve Adem Demir, insanların patır patır öldürüldüğü güney komşumuz Suriye'ye gizlice girdi; can pazarında 5 gün geçirdi. Sağırlı ve Demir'in bugün yayınlanmaya başlayan Suriye intibâları, yakın komşumuzdaki son olayları gözleri önüne seriyor.

İşte muhabirlerin bölgeden izlenimleri: "Sadece Dera’da 200 ölü 4 bin kayıp var. Bir şeyler yapılmazsa komşudaki tahribatın faturası Türkiye’ye de kesilebilir.



Akçakale sınır kapısından Suriye topraklarına adım atar atmaz hava birden değişiyor. Baba oğul Esadların fotoğrafları altında pinekleyen deri montlu insanların göz hapsindeyiz. Türkiye’deyken telefonla görüştüğümüz Suriyeli arkadaşların, “Aman dikkat, ortalık muhebarat elemanlarıyla kaynıyor. Sakın ola gazeteci olduğunuzu belli etmeyin!” ikazları daha bir anlam kazanmaya başlıyor.

Para bozdurmak için gittimiz döviz bürosu çalışanları “Kimsiniz? Nereden gelip nereye gidersiniz?” diyerek ayak üstü ilk sorguyu yapıyorlar. Bir iki arkadaşa telefon açıp Suriye’de olduğumuzu söylüyoruz. Bizi bir dükkâna yönlendiriyorlar. Önde biz arkada 7-8 kişi dükkânın bulunduğu sokaktayız. Dükkân sahibi Suriye’nin yıllarca inkâr ettiği kimlik dahi vermediği Hasan adlı bir Kürt.

YARALILAR KURŞUNLANIYOR

Hasan ile ilk defa karşılaşıyoruz ama kırk yıllık dost gibi. Bizimle içten ilgileniyor. Sokaktaki refakatçilerimizi fark etmesi uzun sürmüyor. Gâh dışarı çıkıyor gâh oturuyor kak kalkıyor tedirgin davranışları bizi de geriyor. Alelacele bir yerleri arayıp taksi çağırıyor. Hasan’ın ön koltuğuna yerleştiği taksiyle oradan hızla uzaklaşıyoruz. Hasan 70 kilometre uzaklıktaki Kobani’ye kadar Suriye’deki durumlarla ilgili bilgiler veriyor. “Üzerime kayıtlı bir çöpüm dahi yok. Suriye’nin telefon hattını bile almam yasak. Zaten ben Esad ve ekibine göre bu topraklarda yokum “ diyor. Hasan, kendisi gibi Kürt olan şoför Reşat’ı Kobani’nin ara sokaklarında bir hayli dolaştırıyor. Sokağın birinde el işaretiyle aracı durduruyor. Bir evin kapısından içeri giriyoruz. Kapıdaki adam etrafı sıkıca kolaçan edip anahtarı kilidin içinde üç tur attırıyor. Dumandan sadece silüetlerini fark edebildiğimiz insanların toplandığı üst kattaki daracık odaya, “Keremke keremke (buyurun buyurun)” nidaları eşliğinde giriyoruz. Hemen hepsi Suriye’nin zindanlarında bir ömür geçirmiş ismi bizde saklı bu insanlar, öyle şeyler anlatıyorlar ki kanımız donuyor. Yaşlı olanı, “Burada insanları kafalarına sopalarla vurarak öldürüyorlar. Hastaneden yaralıları çıkarıp sokak ortasında kurşunluyorlar. Gerçi muhaberatın eline düşüp işkence göreceğine sokak ortasında vurulmak en iyisi” diyor.



PROPAGANDASIZ OLMAZ

Karanlığa kalmadan Halep’e ulaşmamız gerektiğine kanaat getirdikleri anda telefon numaralarımızı alıp bizi uğurluyorlar. Akşama doğru Halep’teyiz. Bizimle ilgili bilgi verdikleri birkaç kişi otelde güvenlik amacıyla birkaç defa kontrol ziyareti yapıyor. Sabahın ilk ışıklarıyla da otele gönderilen bir araçla Şam’a hareket ediyoruz. Yol boyu güvenlik önlemleri dikkat çekiyor. Gah arkamızdaki bir araçla kah yol kenarında bekleyen bir ekiple göz göze gelerek katliamların yaşandığı Hama’yı, Humus’u geçip Şam’a varıyoruz. Tabii tamamıyla turist görünüyoruz. Türbeleri ziyaret ediyor, cami fotoğrafları çekiyoruz. Şam sokakları eski günlerine nispetle daha sakin... Dükkânların çoğu kapalı. Ertesi gün ülke genelinde yapılacak Cuma eylemlerinin gerginliği kendini ağırdan hissettiriyor. Pasaportlarımıza el koyan otel yönetiminin muhaberatla olan ilk diyalogundan olumlu not almamız fazla uzun sürmüyor. “Biri Bizi Gözetliyor Evi”ndekinden daha fazla kemaranın bulunduğu koridorlardan geçip odaya kendimizi atıyoruz. Ülkenin tek televizyon kanalında ülkenin çiçek ve böcek haberlerini vermekten fırsat bulduğu anlarda marşlar eşliğinde Beşar Esad’ın sokak defilelerini andıran birbirinden absürt pozlar verdiği, Clinton usulü çocukların yanaklarını sıktığı anların zoomlandığı, cemaat liderlerinin zorla poz verdiği adeta benim burada ne işim var diye kendini sorguladığı anların görüntüleri yayınlanıyor. 2003 yılında Saddam’n televizyon ekranlarındaki propaganda görüntüleri gibi...

MUHABERATIN CUMA VERSİYONU

O gece, ertesi gün için yeni hesaplar yaparak günü kapatıyoruz. Sabah otelde bir süre oyalanıp öğlene doğru Emeviye Camisi’ne yola çıkıyoruz. Emeviye camisinden muhaliflerin eylem yapma ihtimali var. Şam’ın en ünlü meydanı. Merci’den geçerken dehşet verici manzara ile karşılaşıyoruz. Burası son zamanlarda özgürlük talebinde bulunanların buluşma adresi olarak kullanmak için can attıkları bir meydan. Ancak buranın eylemcilerin eline geçmesi rejimin düşmesi anlamına geleceğinden sürekli müdavimlerin sayısı artırılmış yeni yeni bekçiler eklenmiş. Meydana çıkan tüm sokakları, kısa aralıklarla 10’ar 20’şer gruplar hâlinde gençler bekliyor. O kadar aleni ve tehdit edici bakışlar fırlatıyorlar ki, oradan geçen insanların tedirgin olmamaları neredeyse imkânsız. Bakışlarıyla taciz ediyorlar. Aslında bu sivil giyimli gençlerin ‘muhaberatın cuma versiyonu’ olduğunu, söz konusu sokaklardan geçen herkes çok iyi biliyor. İnsanların üzerine çevrili gözler özellikle yabancıları çok daha fazla korkutuyor. Zira rejim yanlılarına göre ülkedeki tüm isyan dalgasının arkasında yabancılar var. Artık ülke de fark etmiyor. Önceleri, tüm asileri İsrail’in yönlendirdiği şeklinde siyasi propaganda yapılıyordu. Şimdiler de ise ülkeye giren her kişiye ‘ajan’ gözüyle bakılıyor. Ve turist olarak gelenler bile büyük bir gözetim ve takip altında tutuluyorlar.

BUNLARIN KAFASINA SIKACAKSIN

Cuma namazını yine o arkadaşların saflarının doldurduğu Emeviye camii’nde eda ediyoruz. İmam talimat almış gibi kısa ayetler okuyup namazı hemen bitiriyor. Cami kapısında bekleyen yüzlerce izbandutun ellerini kullanmadan sağımıza solumuza çarparak yaptığı üst araması sonrası Hamidiye çarşısının önünde bir taksi çevirip olayların merkezi durumundaki Duma’ya gitmek istediğimizi söylüyoruz. Aracının camlarına Hafız Esad ve Beşar Esad’ın posterlerini yapıştıran taksici, delici gözlerle baktığı dikiz aynasından bizi azarlamaya başlıyor, “Oraya gidemezsiniz! numayiş var. Aslında bu sokaklara çıkanların hepsini tek tek öldüreceksin. Kafalarına kafalarına sıkacaksın. Seyyid Esad’a kafa tutmak neymiş öğrensinler”. Ortamda esen bu soğuk hava iliklerimize işliyor. Ya bu adam da muhebaratın elemanıysa? “Tamam o zaman biz güzel bir yerde yemek yiyelim “ diye talep yeniliyoruz. ‘Şöyle yola gelin’ der gibi koltuğa yanlamasına oturup elinin tersiyle aynaya çarpıp bizi göz hapsinin dışına atıyor. Bankaların bulunduğu caddeye çıkan meydanda bir hareketlilik var. Sokak başları tutulmuş. İçerisi toz duman. Eylem yapmaya çalışan birileri ortaya alınmış, yer misin yemez misin? tarifesi uygulanıyor. Silahlardan çıkan kurşunlar hedefi bulmak için birbirleriyle yarışıyor. Taksici aynadan bir kere daha bizi kontrol ediyor. Koltuklardan aşağı doğru hafifçe süzülüp hedeften kayboluyoruz.

SİLAHLARI ADAM ÖLDÜRMÜYOR

Tekrar olayların olduğu meydana doğru yöneliyoruz. Hiç olmazsa bir iki kare almakta ısrarlıyız, ama ne mümkün? Ha bire dayak yiyen, tekmelenen, kurşunlanan eylemciler ellerindeki bambaşka bir silahla kendilerini savunuyorlar. Elerindeki cep telefonları ile olan biteni tek tek görüntülüyor rejimin yıllardır gizlediği maskesini düşürüyorlar. Akşam üzeri acı bilanço açıklanıyor. 35 ölü, yüzlerce yaralı, çok sayıda kayıp. Muhalif kanattan eski bir arkadaş gece yarısı kaldığımız adrese bir takım fotoğraflar ve görüntüler ulaştırıyor. Sokak ortasında öldürülen insanlar, Beşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad’ın özel birliklerinin adeta poligon gibi kullandığı meydanlarda insanları kadın çocuk demeden nasıl öldürdüklerini anlatan görüntüler. Kafası koparılan, bacakları kesilen, gençler. En önemlisi sopayla dövülerek öldürülen ve sokak ortasında sere serpe yatan 14-15 yaşındaki çocukların cesetlerinin yer aldığı yürek parçalayan fotoğraflar. Resmî görevliler kendi vatandaşlarını tek tek öldürüyor. Kin bununla bitmiyor... Sokaklardaki cesetler tekmeleniyor, yaralılar hastaneden çıkarılıp öldürülüyor. O kadar kötü ortamlarda bulunmamıza rağmen midemiz kaldırmıyor. Tabloyu anlatmak için kelimeler yetmiyor. Yıllarca İsrail’i katliam yapmakla itham eden Suriyeli yetkililer körle yatan şaşı kalkar misali öğrendiklerini kendi halkına tatbik ediyor. Gece boyu silahlar karanlıktaki silüetleri hedef alıyor, Suriye TV ise ülkenin çiçek böcek popülasyonunu ve Esad’ın kahramanlıklarını anlatıyor.

 


--  Büyük günahların kefareti, zulme düşünlere yardım etmek, acze düşünleri ferahlandırmaktır.   Hz.Ali oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder