ONUR OYMEN : KIBRIS İLE İLGİLİ KAYGI VERİCİ GELİŞMELER
CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun son günlerde yaptığı ziyaret Kıbrıs konusunun yeniden gündeme gelmesine vesile oldu.
Geçen yılın Temmuz ayında İsviçre'nin Crans-Montana kasabasında yapılan görüşmeler Rum tarafının Türkiye'nin garantörlük yetkisinin kaldırılması ve Türk askerlerinin Kıbrıs'tan geri çekilmesi yolundaki taleplerinde ısrar etmesi üzerine başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Rumların bu uzlaşmaz tutumları yabancı ülkelerde üst düzeyde sorumluluk taşımış olan siyaset adamlarının bile tepkisine yol açmıştı.
Nitekim 2001 ile 2006 yılları arasında beş yıl İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Jack Straw 1 Ekim 2017 tarihinde Independent gazetesine yazdığı bir yazıda şöyle diyordu:
"Daha önceki müzakerelerde olduğu gibi 11. defa uluslararası toplumun sarf ettiği çabalar Kıbrıs Rum hükümeti tarafından reddedildi. İçeriği ne olursa olsun bundan sonraki ve ondan sonraki müzakereler de böyle sonuçlanacak. ""
"Artık Adayı iki bölgeli iki toplumlu bir hükümet kurarak bütünleştirmenin mümkün olabileceği düşüncesiyle yapılan müzakere saçmalığına bir son vermenin zamanıdır. Çare Adanın taksimi ve Kuzeydeki Kıbrıs Türk devletinin uluslararası toplum tarafından tanınmasıdır. "
"Temel sorun Kıbrıslı Rumların bir çözümü kabul etme isteğine sahip olmamasıdır. Avrupa Birliği şimdiye kadar yaptığı en büyük stratejik hatalarından birini yaparak Adada Türklerle bir anlaşmaya varılsa da varılmasa da Kıbrıs'ın 1 Mayıs 2004 tarihinde AB'ye üye olmasını kabul etmiştir. Kıbrıs'ın kuzeyindeki bazı sorunların çözümü için AB Dışişleri Konseyi'nin çabaları da "Kıbrıs Hükümeti" tarafından engellenmiştir. "
"Benim görüşüme göre uluslararası toplum bu gerçeği görmeli ve adanın bölünmesini kabul etmelidir. Bu atlı karınca gibi dönüp duran ve hiçbir şekilde sonuç vermeyecek olan yararsız müzakerelerin sürdürülmesine nazaran iki toplum arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine daha çok hizmet edecektir. "
Gerçekten her müzakere aşamasında Türklerden bazı tavizler kopararak cebine koyan gelecek müzakerelerde de aynı "salam politikası" taktiğini izleyeceği belli olan Kıbrıslı Rumlara sürekli taviz vererek adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılabileceğini beklemek gerçekçi değildir.
Örneğin her konuda mutabakata varılmadan toprak konusunun görüşülemeyeceği yolundaki ortak karara rağmen KKTC Cumhurbaşkanı bundan önceki görüşmede Türklerin verilebileceği toprak tavizlerini içeren bir haritayı Rum tarafına ve Birleşmiş Milletlere vererek elimizdeki kozları zayıflatmıştır.
Güney Kıbrıs Rum yönetimi ise Türk tarafına baskı yaparak dilediği sonuçları alabileceğini düşünmektedir. Uluslararası hukuka aykırı olarak elde ettiği AB üyeliği sıfatını Türkiye'nin menfaatlerine zarar verecek şekilde kullanmaktan çekinmemektedir. Bu çerçevede Türkiye-AB üyelik müzakerelerinin altı başlığını tek başına veto etmiştir.
Bütün bu gerçekler ortadayken ister iktidarda ister muhalefette olsun Türk siyaset adamlarının kayıtsız koşulsuz müzakerelerin yeniden başlamasını savunmaları milli davamıza katkı sağlamayacaktır.
================================
TREN VE UÇAK KAZALARINA İNANMIYORUZ
Son yıllarda sık sık meydana gelen uçak ve tren kazalarının artık neredeyse kaza olduğuna kimse inanmayacak ya değerli bilim adamlarını ortadan kaldırmak için birer tuzak ya gündemi değiştirmek ya da kapalı kapılar ardında yapılan gizli pazarlıkları kamuoyundan kaçırmak diye düşünür olduk toplumca…
Toplum artık elle tutulur gözle görülür somut sonuçlar bekliyor -cek li…-cak lı…beyler söylemlere karnı tok artık.
Ankara-Konya seferi yapan hızlı tren ile yol kontrolü yapan bir kılavuz tren Ankara'nın Yenimahalle ilçesine bağlı Marşandiz İstasyonu'nda çarpıştı. Ulaştırma Bakanı Mehmet Cahit Turhan 9 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Olayda 86 kişi de yaralandı.
Turhan "06.36 sularında Yenimahalle ilçemiz Motor İstasyonu civarında yol kontrolünden dönen lokomotifimiz ile kafa kafaya çarpışarak elim bir kaza meydana gelmiştir. 3 makinist arkadaşımız 5 yolcumuz hayatını kaybetmiştir. Hastaneye 48 yolcu sevk edilmiş bunlardan biri de hastanede hayatını kaybetmiştir. Toplam 9 vatandaşımız bu kaza sonucu hayatını kaybetmiştir. Olay nedeniyle ilgili araştırma ve inceleme çalışmalarına başlanmıştır" dedi.
Erdoğan ise 3 kişinin gözaltına alındığını açıkladı ve "Bu kaza tüm boyutlarıyla incelenecek sorumlular ortaya çıkartılacak ve gereken her şey yapılacaktır" dedi.
Birleşik Taşımacılık Sendikası Başkanı Hasan Bektaş "2 yıl önce burası Kayaş-Sincan arası banliyo hattı Başkent Ray çalışması nedeniyle trafiğe kapatıldı. Bu hatta sadece yüksek hızlı trenler çalışıyordu. Ama bu hattın iki yıl sonra bitmesi gerekiyordu bitmeden açıldı Yolun bitmesi tam anlamıyla bitmesi demek. Bütün altyapısıyla üst yapısıyla sinyalizasyon sistemiyle birlikte açılması gerekiyordu. Ama 2018'in Nisan'ında 12 Nisan'da bu hat sinyalizasyonsuz bir şekilde hizmete açıldı. Bu ne demek? Bu kazaya davetiyenin başlangıç tarihidir. İlle de kaza olacak diye bir şey yok. Sinyalli olması gereken bir yolu sinyalsiz şekilde açarsanız kaza olma riskini birden yediye sekize çıkarırsınız. Ama illa olacak bir şey yok. Sinyalizasyon demir yolundaki trenlerin işletmesini sağlayan sistem demek. Bu bilgisayarlı bir sistem bir merkezi var bu merkezden bütün trenlerin kendi bölgesi var. Mesela Eskişehir-Ankara arası Ankara'daki kumanda merkezi dediğimiz bir yerden bu trenler tıpkı uçaklardaki hava trafik kontrolü gibi buralardan idare edilir. Burada şu anda böyle bir sistem yoktu Başkent Ray dolayısıyla daha bitmemişti. Telsizlerle bu iş yapılıyordu ama telsizle yapınca da insanların diyaloğuyla gerçekleşen bir işletmecilik yapılıyordu. "
Makinist "Tamamen insan hatasından kaynaklanıyor. Klavuz tren ve yüksek hızlı tren birbirleriyle kafa kafaya gelecek şekilde yönlendirilmiş. Normal şartlarda bu şekilde denk gelmeleri mümkün değil" dedi.
TCDD 9 Aralık tarihinden itibaren yeni yüksek hızlı trenlerin hareket saatlerini neden değiştirmişti. Ankara-Konya yüksek hızlı trenini 06:40'dan 06:30'a neden çekilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir yolları (TCDD) personeli 3 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan şüpheliler Yenimahalle İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürüldü.
Kazada hayatını kaybeden 9 kişiden 6'sı yolcu 3'ü makinist. Makinistlerden biri yol kontrolü yapan lokomotif de görevliymiş.
Tren kazasında hayatını kaybeden Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Berahitdin Albayrak'ın konuşmacı olacağı Konya Bilim Merkezi'nde Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Bilim Genç (TÜBİTAK) tarafından düzenlenen söyleşiye gelmek için yolculuk yaptığı belirlendi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı:"Görevlendirilen cumhuriyet savcılarımız tarafından olay yerinde gerekli olay yeri incelemeleri yapılmış soruşturma kapsamında ilgili işlemlerin tamamı yerine getirilmiş olayın kesin nedeninin tespiti için ilgili kurumlarla koordinasyon sağlanarak gerekli talimatlar verilmiştir. Soruşturma kapsamında ilk belirlemelere göre olayın meydana gelişinde kusuru bulunduğu tespit edilen kontrolör E. E. E tren teşkil memuru (makasçı) O. Y. ve tren hareket memuru S. Y. haklarında gözaltı kararı verilmiş olup bu şüpheliler bakımından ve tüm yönleriyle soruşturmaya devam olunmaktadır 9 kişi hayatını kaybetti. Meydana gelen olay kapsamında an itibariyle 86 yaralı bulunmaktadır" dedi
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 34 yaralının tedavilerinin sürdüğünü 2 yaralının durumlarının ise ağır olduğunu duyurdu.
Ankara Valisi Vasip Şahin olayın nedeninin henüz bilinmediğini söyledi.
CHP Meclis Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Levent Gök" kazanın nedeninin bir an önce açıklanması gerektiğini Olmaması gereken bir kazanın nasıl gerçekleştiğini gerçekten izah etmekte güçlük çekiliyor gerçekten düşündürücü ve izaha muhtaç Son günlerde tren kazalarının giderek arttığı ülkemizde vatandaşlarımızın en güvenilir bir ulaşım aracı olarak seçtiği tren yolculuğuyla ilişkili kuşkuları bir an önce giderilmelidir" diye konuştu.
Özellikle kılavuz trenin ticari tren seferine başladıktan sonra halen rayların üzerinde olması kazada ihmal olup olmadığını gündeme getirdi.
Türkiye'de yaşanan ölümlü tren kazalarının çoğunun ardından ihmal iddiaları sıklıkla dile getiriliyor.
Son 15 yılda Türkiye'de meydana gelen ölümcül tren kazaları:
22 Temmuz 2004 – Pamukova tren kazası: 41 kişi öldü
İstanbul-Ankara seferini yapan Yakup Kadri Karaosmanoğlu adlı hızlı tren Sakarya'nın Pamukova İlçesi yakınlarında raydan çıkarak devrildi.
Bu ekspres 4 Haziran'da Erdoğan'ın hareket sinyalini vermesinin ardından ilk seferini yapmıştı.
İstanbul-Ankara arasını 5 saate indiren hızlı tren bilirkişi incelemesinde 80 kilometre hızla gitmesi gerekirken 132 kilometre hız yapan makinistler ile yol tamiratlarını yapmayan ve sinyalizasyon hatası nedeniyle TCDD 8'de 4 oranında kusurlu bulunmuştu.
2008 de davanın görüldüğü Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde makinistlerin avukatı Salih Ekizler delillerin TCDD yetkililerince karartıldığını söyledi.
Ekizler" kaza sırasında vagonlardan savrulan parçaların kazadan sonra TCDD yetkilileri tarafından bulundukları yerden alınarak yol kenarına öbek halinde toplandı ve kazanın nedenini açıklayıcı unsurlar ortadan kaldırıldı" diye iddia etti.
Kaza ile ilgili yargılama süreci 10 yıl sürdü.
7 5 yıllık zaman aşımı sonrası 20 Ocak 2012'de düşen dava yeniden açılmış ve kararlar verilerek Yargıtay'a gönderildi.
Yargıtay'ın zaman aşımının kaldırılmasına yönelik kararına uyan Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi "taksirle demiryolu kazası tehlikesine sebebiyet verme" suçlarından yargılanan birinci makinist Fikret Karabulut'a "3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 1.500 lira para cezası" " ikinci makinist Recep Sönmez'e 1 yıl 15 gün hapis ile 150 lira para cezası"verdi. Recep Sönmez'in cezası ertelendi. Tren şefi Köksal Coşkun'un beraat kararı daha önce yüksek mahkemece onanmıştı.
11 Ağustos 2004 – Kocaeli:2 tren çarpıştı 8 ölü
İstanbul-Adapazarı seferini yapan Adapazarı Ekspresi–Ankara – İstanbul seferini yapan Başkent Ekspresi Kocaeli'nin Gebze ilçesinin Tavşancıl mevkiinde saat 16:51'de çarpıştı. Kazada 8 kişi öldü 88 kişi yaralandı vagonların arasında sıkışan yaralılar oldu.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım "İstifa edecek misiniz?" sorusuna şöyle cevap verdi:"Düşünmüyorum uygun bulmuyorum. Karayollarında yılda 5 bin kişi ölüyor aldığım ilk izlenimlere göre kaza ışık ihlalinden. Ölenlerden ikisi demiryolu işçisi ancak nerede çalıştıklarını niçin burada bulunduklarını henüz bilmiyorum. "
Kazayla ilgili düzenlenen bilirkişi raporuna göre makinistler ve TCDD kusurlu bulundu.
27 Ocak 2008 – Kütahya :tren kazasında 9 kişi öldü
İstanbul-Denizli seferini yapan Pamukkale Ekspresi Çöğürler-Değirmenözü (Kütahya) istasyonları arasında seyrederken raydan çıktı.
Kaza sonucu 9 kişi yaşamını yitirdi 37 kişi yaralandı.kazadan sonra ısınma sistemi devre dışı kalınca yolcular donmamak için ormanlık alanda ateş yakarak ısınmaya çalıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) uzmanlarının ilk tespitlere göre conta başında ray kırılması (iki rayın birleştiği yer) kazaya sebep oldu.
Şube Şefi Mustafa Kurnaz–Kısım Şefi Tarık Yalçın tutuklandı ama 11 gün sonra da tahliye edildi.
Tren kazasıyla ilgili gerçekleşen 3 yıllık yargılamada ikisi ek 5 bilirkişi raporu düzenlendi.
Kütahya 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın iddianamesinde 10 sanık 8 mağdur 46 müşteki vardı.
16 Ekim 2012'de çıkan kararda "Mahkememizce bu kazanın rastlantısal ve önceden sebebinin belirlenmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılarak olay nedeniyle kusurları bulunmayan tüm sanıkların beraatına karar vermek yönünde vicdani görüş oluşmuştur" denildi.
Bilirkişi heyetinin 24 Nisan 2008'de düzenlediği "iki seçenekli" raporda "Ray birleşim noktasındaki çatlağın gözle görülebilecek boyutta olması halinde hat bakımı ile ilgili sorumluların dolayısıyla TCDD İşletmesi'nin kusurlu olacağı çatlağın gözle görülemeyecek boyutta olması halinde ise malzeme ve bakım yöntemlerinin yetersizliği ray ve contalarda çatlak muayene yöntemlerinin ve gerekli araçların noksanlığı nedeniyle TCDD İşletmesi'nin kusuru olacağı" kaydedilmişti.
6 Temmuz 2015 – Sivas:2 yük treni çarpıştı
Sivas'ın Kangal ilçesi yakınlarında iki yük treninin çarpıştı bir makinist öldü bir makinist ise yaralandı. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası'nın (BTS) başkanı Uğur Yaman" yük trenlerinde –tren şefi– uygulamasının –yeniden yapılandırma– adı altında kaldırılmasının bu tür kazalara davetiye çıkarıyor bilinmelidir ki demir yollarında başlayan yeniden yapılanma ve özelleştirme çalışmaları bu kazaların gerçek sebebidir" dedi.
6 Mayıs 2017 – Ankara-Kırıkkale: tren vagonu devrildi
Ankara-Kırıkkale hattında ilaçlama yapan trenin vagonu devrildi. Vagonun altında kalan işçilerden biri yaşamını yitirdi 3 işçi yaralandı.
Makinistler Zeki Orhan ve İbrahim Dinç yönetimindeki TCDD'nin 82205 sayılı ilaçlama treninin vagonu makas değiştirdikten sonra devrildi.
Tren çevredekilerin uyarısıyla durdu. İlaçlama yapan Hayrettin Pala devrilen tren vagonunun altında kaldı.
4 Ağustos 2017 – Elazığ: yük treni devrildi
Elazığ'ın Baskil ilçesinde 930 ton demir cevheri taşıyan yük treninin raydan çıkması sonucu makinist Mehmet Kırkın ve yardımcı makinist Sergen Ayverdi olay yerinde hayatını kaybetti.
Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Malatya Şube Başkanı Hasan Akdemir"vagonların fren aksamının çalışmıyordu trende eksikleri belirlemekle görevli tren teşkil memurlarının görevinin makinistlere yüklenmişdi trende görevli memurları 4 kişiden 2 kişiye düşürüldü makinistler iş yoğunluğundan dolayı eksikleri tespit edemeyebilirler. Bu şekilde bu tür kazalar yaşanmaya devam eder" dedi.
8 Temmuz 2018 – Çorlu:tren kazası 25 kişi öldü
Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde yolcu treninin devrildi 25 kişi öldü 318 kişi yaralandı.
Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan kazanın "aşırı yağışlar nedeniyle menfez ile ray arasındaki toprağın boşalmasından" kaynaklandığını söyledi.
İnşaat Mühendisleri Odası"Suçlu yağmur değildir. Yapanlar yaptıranlar ve yapılmış olan yapıları denetlemeyenlerdir. Altyapısı ve üst yapısı iyi durumda olmayan demir yolu hatlarında uygulanan seri fren üst yapıda burkulma gibi bozulmalara neden olabilmektedir"dedi.
Bilirkişi heyetinde kimler vardı dersiniz:Prof. Dr. Mustafa Karaşahin'in Ulaştırma Bakanlığı Danışmanı Bekir Sıddık Binboğa Yarman'ın ise hattın sinyalizasyon işlerini yapan şirketlerin yönetim kurulu başkanı olduğu ortaya çıktı "Görevleri bilirkişinin tarafsızlığına ve hazırlanan raporun objektifliğine gölge düşürecek niteliktedir" denildi.
Raporda gerekli bakımları yapmadığı Demiryolu Bakım Müdürü Turgut Kurt Yol Bakım Onarım Şefi Özkan Polat Hat Bakım ve Onarım Memuru Celaleddin Çabuk ile Köprüler Şefi Çetin Yıldırım "asli kusurlu" bulundu.
Makinistler Halil Altınkaya ve Suat Şahin'in kusurlu değil seri fren yaparak büyük kayıpların da önüne geçtiği ifade edildi.
Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı raporun ardından 4 kişi hakkında gözaltı kararı vermişti.
Çorlu Adliyesi'nde ifadeleri alınan 4 şüpheli çıkarıldıkları mahkeme tarafından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Henüz tren kazasıyla ilgili bir dava açılmadı.
Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yayımladığı raporda "mühendislikle ilgili ihmaller" bulunduğuna dikkat çektiler.
Mısra Öz"Cinayet dememdeki sebep; bu rayların altının yani bu menfezin altının boş olduğunu çıkan haberlerde çekilen fotoğraflarda gördük. Meteoroloji uyarıyı yaptı. Meteoroloji ne kadar yağış düşeceğini de söyledi. O zaman o treni o sırada kaldırmasaydılar hareket ettirmeseydiler. Bu kadar başı boş ray olmaması gerekir. İnsan geçiyor üzerinden. "
Arazinin çamurlu olması nedeniyle yardım ekipleri bölgeye geç ulaşabildi.
Ulaştırma Bakanlığı trende kayıtlı 362 yolcu ve 6 personelin olduğunu açıkladı.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) İşletmesi Genel Müdürü İsa Apaydın'ın olayla ilgili bir açıklama yapmaması dikkat çekti. Apaydın'ın sosyal medya hesabını kilitlediği de fark edildi.
Ayrıca TCDD'nin resmi sayfasından kaza ile ilgili bir açıklama yapılmazken Bakan Cahit Turhan'ın açıklamalarını RT etmesi tartışma yarattı.
Tren kazası sonrası ekiplerin zarar gören rayları yerinden çıkarıp zemini düzelttiğini daha sonra buraya ray döşediğini aktardı.
TARİH: 14 Temmuz 2004
YER: Çanakkale-Gelibolu
OLAY: TUBİTAK'ta görevli 3 bilim adamı traktörle çarpışan mibibüste can verdi.
Araçtan Ercan Kuruoğlu (31) Mustafa Aktekin (54) ve Yücel Kenter'in (32) parçalanmış cesedi çıkarıldı.
TUBİTAK'ta 'güvenlik konusunda stratejik araştırma' yapan bu üç isim Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü'nde geliştirilen bir askeri cihazın Çanakkale'de yapılan denemesinden dönüyordu. Cihaz gizli bilgilerin güvenli şekilde korunması için geliştirilmişti.
TARİH: 2006 – 2007
YER: Ankara
OLAY: ASELSAN'da görevli 3 genç mühendis esrarengiz şekilde canlarına kıydı.
MAKİNA Mühendisi Hüseyin Başbilen (30) 7 Ağustos 2006'da Pursaklar yolunda aracının içinde bileği ve boğazı kesilmiş Elektrik Mühendisi Ünsem Ünal (30) 17 Ocak 2007'de Eymür Gölü kıyısında başından vurulmuş halde ölü bulundu.
Elektrik Mühendisi Evrim Yançeken (26) Batıkent'teki oturduğu binanın 6. katından atladı. ASELSAN'da savaş uçaklarının dost-düşman ayrımını yapan sisteminin millileştirilmesi üzerinde çalışan 3 mühendisin ölümü kayda intihar olarak geçti.
TARİH: 30 Kasım 2007
YER: Isparta-Keçiborlu
OLAY: Boğaziçi ve Doğuş üniversitelerinden 6 bilim adamı düşen uçakta öldü.
ATLASJET'in Türbetepe'ye kuyruğunu çarparak parçalanan uçağındaki 57 kişi arasındaki Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Engin Arık Doğuş Üniversitesi'nden Prof. Şenel Boyda ve Doç. İskender Hikmet ile 3 genç asistanları dikkat çekiciydi.
Hepsi fizikçiydi Prof. Arık nükleer enerjinin temelini oluşturan parçacık fiziği konusunda dünya çapında bir isimdi. Ve en önemlisi Türkiye'de bol bulunan toryumu petrole alternatif enerji kayanağı olarak gösteriyordu.
Tren kazaları…Uçakta ölen bilim adamları…Yine farklı senaryoları gündeme getirdi. Bir yanda incelemeler sonucu ortaya çıkan resmi belgeler diğer yanda bitmek bilmeyen iddialar. Nedense hiç birisine doğru dürüst bir soruşturma yapılmıyor yapılanlarda da alakasız bir kaç gariban suçlu bulunup bir süre sonra serbest bırakılıyor…Kamuoyu olaylar hakkında inceleme ve davaların sonucunu bekliyor. Beklemeye devam ediyor umarsızca…
Dikkat dağıtılmaya kamuoyu içerikten uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Bunların bilinçsizce yapıldığını veya tesadüflerden ibaret olduğunu düşünmek dünya gerçeklerine sırt çevirmektir.
Belki uzun vadede gerçekler ortaya çıkacaktır.
Aksini düşünmek intihar ve kazalardan ibaret olduğuna inanmamız gerekecek ki bu pek mümkün değil.
Sorumlular ve suçlular eninde sonunda bulunup adalete teslim edilmek zorunda yoksa halkın adalete olan güveni her geçen gün daha fazla yara alıyor.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/14/tren-ve-ucak-kazalarina-inanmiyoruz/
================================
KIBRIS İLİM ÜNİVERSİTESİ AKADEMİSYENİ PROF. DR. ATA ATUN FIRAT'IN DOĞU'SUNA BAŞLATILACAK HAREKATIN İÇERİĞİNİ ANLATTI
Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun Fırat'ın Doğu'suna başlatılacak harekatın içeriğini anlattı
Kıbrıs İlim Üniversitesi akademisyeni Prof. Dr. Ata Atun 12 Aralık Çarşamba günü saat 16.30'da yayınlanan Diyalog TV'deki programında başarılı sunucu MERT ÖZDEŞ ile Fırat'ın Doğu'suna başlatılacak harekatın içeriğini ve detayını Maronitlerin Gürpınar köyüne dönmeleri yerine Gürpınar'lı Kıbrıslı Türklerin köye dönmelerini KKTC'de Dere Yataklarının hangi sebeple iskana açıldığını ve haftanın önemli dış Siyasetinde yaşanan olayları dile getirdi. Tekrarı hafta içi 5 kez ve Cuma akşamı saat 20.00'de Diyalog TV'de yayınlanacaktır. İzlemeniz tavsiye edilir.
https://www.facebook.com/diyalogtv/videos/516556185515704/?t=0
================================
NECDET BULURUZ : "AMERİKA BÖLGEYE İHANET EDİYOR…"
"Suriye'nin Kuzey bölgesinin istikrara kavuşturulmasının bir tek yöntemi var. Münbiç üzerinde mutabık kaldığımız ortak çalıştığımız bu yol haritasının Münbiç'ten sonra Fırat'ı doğusuna da uygulanmaya başlanmasıdır. Eğer ABD'nin kastı YPG'yi eğitmekse bu son derece yanlıştır. Bölgeye yapılan ihanettir. Buna göz yumamayız. "
Yukarıdaki sözler Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'na aittir.
Çavuşoğlu Suriye'de Fırat'ın doğusunda terörist gruplar PYD/ PKK'nın Amerika tarafından eğitilip silahlandırılmasının kabul edilemeyeceğini bir kez daha yineledi.
Ancak şunu söyleyelim:
Çavuşoğlu "ABD'nin kastı YPG'yi eğitmekse bu son derece yanlıştır. "diyor. Artık Amerika'nın kastının YPG'yi eğittiğini silahlandırdığını koruyup kolladığını sağır sultan bile duyuyor herkes biliyor ve görüyor. Artık bunu tartışmaya gerek görmemek gerekir.
Doğrudur biz de aynı görüşteyiz: Amerika bölgeye ve Türkiye'ye çok açık biçimde ihanet ediyor.
Biz yazmaktan ve uyarmaktan bıkmayacağız.
Dost ve müttefik olarak gördüğümüz Amerika Suriye'de sinsi bir oyun oynuyor. Özellikle terörist gruplarla kurduğu işbirliği ile hem bölgeyi hem Türkiye'yi tehlikenin kucağına itiyor. Böyle bir durum karşısında Türkiye'nin suskun kalması beklenmemelidir.
Özellikle ve de altını kalınca çizerek vurgulayalım:
Suriye'de Fırat'ın doğusunda 40 bin silahlı terörist grup var Bu gruplar Amerika tarafından eğitilip silahlandırıldı.
Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen Amerika zaman kazanmaya verdiği sözleri tutmamaya başladı. PYD/ PKK konusunda bugüne kadar ne söylediyse tam tersini yaptı.
Bölgedeki çıkarları Amerika'yı teröristlerle işbirliği yapmaya yönlendiriyor. IŞİD'ın nasıl yeşerdiğini ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz.
Şimdi de "Kara ordumuz" dedikleri PYD'nin silahlı kolu YPG'yi bölgede yeşertiyorlar.
PKK'nın yerine meşru olarak gördükleri PYD'yi oturtup Türkiye'yi ve dünya kamuoyunu oyalıyorlar.
Menbiç'te gözlem kuleleri ile resmen terörist grupları korumaya alıyorlar. Türkiye'nin tüm itiraz ve uyarılarına rağmen bu konuda bugüne kadar geri adım da atmadılar.
Artık hedeflerinin ne olduğunu görebiliyoruz.
Bu nedenle biz Amerika'ya inanmıyor ve güvenmiyoruz. Suriye'de Türkiye'nin altını oymaya çalışıyorlar Verdikleri hiçbir sözü tutmuyorlar Sürekli oyalama taktiği ile zaman kazanıyorlar.
Son gelen haberlere bakalım:
Son bir ay içinde terörist gruplara 90 tır dolusu yeni silah gönderildi. Bölgede bulunan Amerikalı uzmanlar PYD'lileri eğitime aldı. Ortak devriyeye başladılar. Irak'ın kuzeyindeki 4 bin kadar silahlı PKK'lının da Fırat'ın batısındaki PYD kamplarına geldiği tespit edildi.
Bu gelişmeler şu gerçeği ortaya koyuyor:
Amerika "terörist grup" olarak tanıdığı PKK'lılarla da işbirliği içinde. Eğer böyle bir işbirliği olmasa bu PKK'lı terörist grupların Fırat'ın batısında PYD'lilerin arasında ne işi olabilir?
Bunu sorgulamak ve Amerika'nın ne yapmaya çalıştığını iyi anlamak durumundayız. Öyle görünüyor ki artık daha fazla konuşmak yerine zaman kaybetmemek ve olumlu adımlar atmamız gerekiyor.
Her zaman söylediğimiz şu:
Türkiye'nin bölgede bir beka sorunu vardır. Bu sorun var oldukça Amerika ile olan sıkıntılarımız da devam edecektir. Beka sorunumuzun kaynağının da Amerika olduğu görülüyor.
Dost ve müttefik olarak gördüğümüz bir ülke beka sorunumuz konusunda yanımızda yer almıyorsa buna bir başka ad koymak gerekiyor.
Suriye'deki gelişmeleri çok önemsiyoruz ve rahatsız oluyoruz. Konu hakkında yazmaya devam edeceğiz.
================================
METİN ATAMER : İŞLETME KARNESİ
Bu günlerde reklam afişlerinde televizyon ekranlarında yoğun bir şekilde Nükleer Santral konusu işlenmekte. Hani bilinç altına Nükleer Santralkonusunu gazete sayfalarında televizyon ekranlarında devamlı işlenirse toplum Nükleer Santral yapımını kabul eder mantığından hareket edilmekte. Nükleer Santral konusu ekranlara geldiğinde siz de benim gibi hemen Çernobil Nükleer SantralFelaketini hatırladığınızı düşünmekteyim. Tabii Nükleer Santral kazası sadece Rusya'daki Çernobilde meydana gelmediğini hafızamızı tazeliyerek bilgilerimizi yenilemek adına düşünmek gerekir. İsterseniz Nükleer Santral kazalarından bir kaçına göz atalım.
Teknolojik alanda Gelişmiş Ülkeler sıralamasında en önlerde olan Amerika'daki Three Mile Island Nükleer EnerjiSantral 'ında 28 Mart 1979 senesinde büyük bir kaza yaşanır. Sistemde ana kazan tahliye vanasında meydana gelen bir hatadan dolayı sistem çalıştırıcıları soğutucu sistemin basınçlı kristallerini atmosfere yansıtarak basınç düşürmeyi denerler. Reaktördeki aşırı ısınmayı önleme adına yapılan bu büyük hatayı düzeltmeye çalışanlar göstergedeki yedek ventilin ışıklarını farketmemeleri sonucunda atmosfere radyoaktif iyot ve radyoactive gazların salınmasına engel olamazlar. Soğutma suyundaki yönlendirmede yapılan hata ile ırmak yatağına radyoaktif salınım önlenemez. Bunun neticesinde yöre ve rüzgarın etkisi ile yayılan yerlerde bu kazadan çok etkilenirler. Bu gün bile bu kazanın etkisi ile kanser vakalarında artışın önüne geçilememesi üzüntü vericidir. İşletme hatasından meydana gelen bu kazada santralın maddi zararı ise milyar dolarla ifade edilmektedir.
Bu kazadan daha elim bir kaza 26 Nisan 1986 da Ukrayna nın Kiev şehrine 140 kilometre mesafede bulunan Çernobilkentindeki Nükleer Santralında meydana gelmiştir. Santral operatörleri düşük seviyede soğutma suyu ile sistem çalıştırma deneyi yapmaları sırasında göstergelerin değerlerini dikkate almamalarından ötürü artan aşırı ısı ve basınçta hidrojen patlaması meydana gelmiş olduğu söylenmekte. Hidrojen patlaması reaktörlerdeki ısının aşırı artmasına neden olur. Neticesindede Nükleer Santralda meydana gelen yangın sadece Santralın bulunduğu çevreye değil bütün Karadeniz ülkelerini etki etmiştir. Karadeniz'de yaşayan bütün ülkelerdeki insanlar bunu hayatları ile ödemekteler. Bu gün bile işletme hatasından meydana gelen kaza ve etkileri konusundaki gerçekler üzerinde çok konuşulmaktadır.
Yine bir Mart ayı 11 Mart 2011 yer Japonya daki Fukuşima Nükleer santralı. Honşu adası açıklarında meydana gelen bir deprem sonrası oluşan tsunami ile dev dalgalar Japonya yı vurur. Katlanarak artan bu dalgalar Fukuşima Nükleer Santralbinasının boyutunu aşarak kıyıyı kaplar. Bu büyük dalgalar Santral binasına dolar. Binanın içinde zeminde bulunan yedek diezel jeneratörler sular altında kalır. Besleme ve soğutma suyu sistemini çalıştıracak olan jeneratörler sular altında kalınca reaktörlerin soğutulması imkansızlaşır. Buradada aşırı ısınan reaktörlerde hidrojen patlaması meydana gelir. Bu olaydan dolayı nükleer sızıntının önüne geçemezler. Fukuşima Nükleer Santralındaişletme ve tasarım kusurundan kaynaklanan hataların bedelini insanlar hayatları ile hala ödemekteler.
Gelelim Türkiye'nin işletme konusundaki başarısızlık karnesine. Türkiye'de Devletin yönettiği bir işletmeyi ele alalım. Devlet Demir Yolları. Geçtiğimiz son 60 senenin değerlerine bakmakta yarar vardır.
7 Ekim 1945 senesi Erzincan Bağış arasında iki yolcu treni çarpışmasında 40 kişi ölü 40 kişi yaralıdır.
9 Ekim 1948 Ankarada bir yolcu treni raydan çıkar 38 kişi ölü 103 kişi yaralı vardır.
17 Mayıs 1952 yer Ulukışla yolcu treni yoldan çıkar 31 kişi ölür 15 yaralanır.
20 Ekim 1957 Istanbul iki yolcu treni çarpışır 95 ölü 150 yaralı kayıtlıdır.
30 Nisan 1961 Istanbul iki yolcu treni çarpışır 15 kişi ölür 70 yaralı bulunur.
31 Ekim 1972 Eskişehir bir yük treni yolcu trenine çarpar 38 kişi ölür 90 kişi yaralanır.
5 Ocak 1979 Ankara iki tren çarpışır 20 ölü 136 kişi yaralıdır.
9 Ocak 1979 yine yer Ankara iki tren çarpışır 32 kişi ölü 81 yaralıdır .
3 Mayıs 1980 İzmit te iki yolcu treni çarpışır 17 ölü 25 yaralı kurtulur.
7 Haziran 1980 Kayseride iki tren çarpışır 25 ölü yaralı kaydı bulunmamaktadır.
22 Temmuz 2004 Ankara Istanbul seferi yapan yolcu treni raydan çıkar 36 kişi hayatını kaybeder 74 kişi yaralanır.
11 Ağustos 2004 İzmit'te iki tren çarpışır 8 kişi ölür 88 yaralı kurtulur.
27 Ocak 2008 tarihinde Kütahya da raydan çıkan tren kazasında 9 kişi ölür 37 kişi yaralı vardır.
İşletmeler konusunda başka çarpıcı bilgileri burada peş peşe sıralamaya gerek olmadığı kanaatindeyim. Ancak kömür işletmelerinde meydana gelen kazaların istatistik değerlerine bakarsak çok çarpıcı bilgilere ulaşmamız mümkündür. Sadece geçtiğimiz 2014 senesinde Soma da meydana gelen maden işletme kazasında yitirdiğimiz 301 vatandaşımızın acısını hala yüreğimizde hissetmekteyiz.
Nükleer Enerji Santralıkonusunu incelemeden önce işletme karnemizi tetkik etmemizde yarar olduğu kanaatindeyim diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Metin Atamer
================================
ATA ATUN : FIRAT'IN DOĞUSUNUN GERÇEKLERİ
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Genel Kurmayı Türkiye-Suriye sınırı boyunca güvenli bir koridor oluşturmak hedefinde. Baba Hafız Esad'ın 1982 yılında Suriye'de PKK'ya kucak açması sonrasında Türkiye'nin maruz kaldığı terör olayları ve sivil halkımıza yapılan saldırılar gelecekte güven içinde yaşanabilmesi için böylesi bir güvenlik tedbirinin alınmasını şart koşuyor.
ABD'nin Orta Doğu'ya ayak basması 1956 yılında Mısır'ın o zamanki lideri Cemal Abdul Nasır'ın Süveyş kanalını millileştirme kararını alması ile yaşanan krizle başladı. Süveyş Kanalı Mısır topraklarında olmasına rağmen işletmesi Fransız ve İngiliz yatırımcıların sahibi olduğu Süveyş şirketine aitti. Millileştirme sonrasında Süveyş Kanalının kontrolünü yeniden ele geçirmek isteyen Fransızlar ve İngilizler İsrail'i de yanlarına alarak Mısır'a karşı savaş açtılar. Mısır ordusunu yenerek Kahire'nin çok yakınlarına kadar geldiklerinde Rusya'nın Avrupa Başkentlerine atom bombası atma tehdidi ve ABD'nin "Benden izin almadan Kahire'ye giremezsiniz geri çekilin" uyarısından sonra da zoraki olarak geri çekildiler. ABD Porta Doğu'ya adımını bu vesile ile atarken Fransa'nın ve İngiltere'nin Orta Doğu'daki hakimiyetleri son buldu.
Aradan geçen 60 yılda ABD Orta Doğu'yu istediği gibi yönetti.
Hoşuna gitmeyen ABD'yi desteklemeyen liderleri "İran devrimi 27 Mayıs Devrimi 1982 İhtilali Arap Baharı Gezi Olayları Irak'ta General Kasım müdahalesi" gibi CIA kurgulu darbelerle ortadan kaldırdı. ABD Ordusunun silah envanterini yenilemek için hurdaya çıkardıktan sonra bir kısmını masraf ederek ham maddeye dönüştüreceği diğer kısmını da çöpe atacağı silahlarını Orta Doğu ülkelerine -kimi zaman hibe adı altında- zorla vererek sevinmelerini sağladı. Orta Doğu'da çıkarılan petrolün uzun bir dönem İran da dahil olmak üzere hepsinin mutlak sahibi oldu ve kağıt üstündeki sahiplerine çay parası vererek memnun etmeye çalıştı. Ürettiği yeni silahları da koşullu olarak ve kendisinden izin alınmadan hiçbir yerde kullanılamayacağı garantisi ve kısıtlaması ile maliyetinin 10 misline kadar çıkan fahiş fiyatlarla bölge ülkelerine adeta kakaladı.
İran çok daha önceleri Humeyni ile zincirleri kırdı. Türkiye olayın vahametini ABD'nin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en ücra köşelerine kadar sızdığını 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra fark etmiş olmasına rağmen söküp atması ve zincirleri kırması neredeyse yarım asırını aldı. Suriye baba Hafız Esad döneminde Fransa'nın boyunduruğunda çıkarak Rusya ile işbirliğine başlamıştı. Ürdün daha başından beri girdiği İngiliz hegemonyasına devam etmeyi tercih etti. Irak General Kasım ile kırdığı zincirlerin bedelini yıllar sonra ABD'nin hayali gerekçeler ile Irak'ı işgal etmesi ile ödedi ve petrol üzerindeki tüm hakimiyetini kaybetti.
Aradan geçen 55 yıldan sonra halk tabiri ile "Deniz bitti. " ABD Orta Doğu'daki mutlak hakimiyetinin neredeyse tümünü yitirme aşamasına geldi. Suriye'de konuşlanmış Rus Birlikleri askeri hava ve deniz limanları İrfan Birlikleri belini bükmüş durumda.
Türkiye ise ABD için bir başka baş ağrısı.
Geçmiş yıllarda neredeyse uzaktan ıslık çalarak yönettiği Türkiye artık yok. Yerine kendi silahının yüzde 60'ını ve geri kalan yüzde 40'ın önemli orandaki parçalarını kendi imkanlarıyla üreten yani savunma ve silah sanayini büyük ölçüde millileştiren dışa bağımlı olmayan sözünü dinlemeyen bir Türkiye var.
Öylesi bir baş ağrısı ki bu Türkiye artık ABD Orta Doğu'da Türkiye'nin onay vermeyeceği hiçbir planın gerçeklemeyeceğini çok iyi öğrenmiş durumda.
Rahip Brunson'un ABD'ye iadesi ne denli Trump için bir zafer ise Türkiye için de o denli büyük kazanımlar içeren bir zafer. Türkiye'nin kazanımları zirvesinde rahip Brunson'un oturduğu buz dağının gözle görülmeyen kısmında. İade perdesinin arkasında bir dizi Türkiye'nin taleplerini içeren ve ABD'nin de ister istemez onayladığı koşullar var. Bunlardan bir tanesi de Türkiye'nin Suriye sınır boyunca güvenli koridor oluşturması. PYD (Demokratik Birlik Partisi - Partiya Yekîtiya Demokrat) ve onun silahlı yapılanması YPG (Halk Koruma Birlikleri - Yekîneyên Parastina Gel) tamamen ABD'nin kurduğu vekil bir kuruluş ve silahlı birim. İşte Rahip Brunson olayının püf noktası da burada. Malikiye-Tirpe Sipiye-Kamışlı-Amude-Darbasiye-Serakanya-Ayn el Arap-Afrin hattında Türkiye'nin güvenli bölge oluşturacağı ve YPG'nin bu hattın güneyinde kalacağı.
ABD kerhen Türkiye'nin Fırat'ın Doğu'suna Harekat başlatacağını "Kabul edilemez" şeklinde açıkladı ama gerçekte Orta Doğu'da kalmaya devam etmesi Türkiye'ye bağlı olduğu için sesini daha fazla çıkarmamayı tercih ediyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh. ) Dr. (Ulus. İliş. ) Ata ATUN
Akademisyen Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
Facebook: AtaAtun1
================================
"Sinop merkezde Müslüman yok" diyen müftü durmuyor
"Merhaba" diyenleri Peygamber Hz. Muhammed'e "ölüm üzerinize olsun" diyenlere benzeterek hedef gösteren Sinop Türkeli müftüsü Hüseyin Gargı cami cemaatinin de tepkisini çekti.
"Sinop merkezde Müslüman yok" sözleriyle gündeme gelen Sinop Türkeli müftüsü Hüseyin Gargı yine çok tepki toplayacak bir vaaz verdi.
Müftü Hüseyin Gargı cami cemaatine verdiği bir vaazında "merhaba" diyenleri hedef alarak "Merhaba demenin peygamber Efendimizin dönemindeki müşriklerin selamından ne farkı var. Müşrikler gelir o gün Peygamber Efendimize 'Es sâmu aleyküm (ölüm üzerinize olsun)' derlerdi. Esselâmü aleyküm (Allah'ın selamı sizin üzerinize olsun) değil 'Es sâmu aleyküm (ölüm üzerinize olsun)' diyerek peygamber efendimize lanet okurlar" ifadelerini kullandı.
"Merhaba" diyenleri Peygamber Hz. Muhammed'e "ölüm üzerinize olsun" diyenlere benzeterek hedef gösteren Sinop Türkeli müftüsü Hüseyin Gargı cami cemaatinin de tepkisini çekti. Camiye gelen cemaat Müftü Hüseyin Gargı
Not: Es sâmu aleyküm "ölüm üzerinize olsun" ya da "erken ölüm başınıza gelsin" anlamında kullanıyor.
Odatv 13.12.2018
================================
AH ŞU DÜNYA'NIN ÖFKELİLERİ… Dr. Noyan UMRUK
Hessel sesleniyor: "Öfkelenin!"
Sistem karşıtı eylemlerin isim babası 94 yaşındaki diplomat Stéphane Hessel Türkçe'ye de çevrilen 32 sayfalık "Indignez-Vous" (Öfkelenin) adlı kitabında "Tüm adaletsizliklere barışçı yollarla isyan edin" diyordu. Tüm yaşamı direnişle geçmiş bir isim Hessel… Önce Nazilere karşı Fransız direnişçilere katılmış toplama kamplarından zor kurtulmuş… 1939'da Fransız vatandaşlığı alıp diplomat olduktan sonra
1948'de BM'de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yazarlarından… Yaşamı boyunca Cezayir Vietnam ve Filistin'i savunmuş.
Hessel kitabında gelir dağılımındaki adaletsizlik göçmen karşıtı politikalar ve basına yönelik baskılar nedeniyle Fransızların Nazi işgali dönemindeki kadar öfkelenilmesi gerektiğini savunuyor. Sadece Fransa'da 2 milyon okuyucu bulan kitabın ana fikri ve ismi İspanya'ya da uğrayınca "Los Indignados" (Öfkeliler) diye anılan hareketi doğurdu.
İtalya'da ise ücretsiz ve sansürsüz bilgi akışı şeffaf siyaset özgür medya sağlık ve eğitimin tamamen devletçe üstlenildiği sürdürülebilir toplu taşıma yenilenebilir enerji yatırımlarını öngören programı ile sivri dilli bir hiciv ustası Beppe Grillo'nun önderliğindeki "Movimento 5 Stelle- 5 Yıldızlı Hareket"i doğurdu. Kendisi seçimlerde aday olmadı. . Ama önderliğindeki hareket %25 oyla ülkenin en çok oy alan 2-3 partisinden biri oldu.
Bakın Hessel "İndignez-Vous-Öfkelenin" adlı kitabında neler diyor:
Hitler-Stalin bitti yeni tiran oligarşi…
"Şu anda neredeyse yüzyıldır şahit olduğum en tehlikeli oligarşide yaşıyoruz. Hitler ya da Stalin benzeri bir tiranlık yok artık. Öyle olsa tirandan kurtulunca problemler çözülürdü. Bugünkü tiranlık birkaç kişinin belirlediği ekonomi ve finans dünyasının oligarşisidir. 'Washington Uzlaşması' diye adlandırılan Milton Freedman doktrini geçerli yani "güçlü ve zengin insanlar güç ve zenginliklerini sürdürebilmek için devletin mümkün olduğu kadar küçültülmesini " istediler ve sağladılar. "İşte son 10 yıldır içinden bir türlü çıkamadığımız krizin temel nedeni…"
Vatandaşlar hükümetlere yasal yollarla baskı yapmalı…
"Maalesef yurttaşlar olarak meseleyi bir gecede çözemeyiz. Hükümetler aracılığıyla müdahale edebiliriz. Vatandaşlar daha cesur yöntemlerle tek amacı daha çok kar rant olan güçlere karşı yasalar yoluyla önlem alınması için hükümetlerine baskı yapmalılar ve barışçıl yollarla isyan etmeliler. "
Devletler durursa her şey kötüleşecek…
"Dünyada sözünü ettiğim gelişme son 10 yıldır tamamen bloke oldu. 21. yüzyıl insanlığın demokratik olarak gerilediği bir yüzyıldır. Irak Suriye ve Afganistan savaşı bu gerilemenin sonucudur...
Mesela başka bir IMF kurulmalı daha farklı amaçlı dayanışma amacı güden bir IMF. Sert özelleştirmeler yerine kamusal ekonominin istikrarı sağlanmalı. Devletler insanların temel ihtiyaçlarını garanti altına alacak müdahalelerde bulunmalı. "
Kapitalizmin en yüksek aşaması finans kapital egemenliğinde bütün çeşme başları tutulmuşken bu nasıl olacak gelişen yaygınlaşan protestolar yeterli olabilecek mi? O ayrı bir tartışma konusu…
Wallerstein: Bu eylemler 68'in devamı…
Diğer bir önemli düşünür Amerikalı sosyolog ve teorisyen Immanuel Wallerstein da sitesinde yayınladığı "Wall Street'i İşgal Et" Hareketi'nin Fantastik Başarısı" başlıklı makalesinde "Bu hareket 1968'de yaşanan isyandan beri ABD'deki en önemli siyasi vakıadır. Doğrudan 1968'in soyundan gelmekte ve onun devamı niteliği taşımaktadır" yorumunu yaptı. ABD'deki ekonomik dengesizliğin üstüne dünyada Öfkeliler gibi hareketlerin gelmesiyle ülkede sosyal patlamanın yaşandığını belirten Wallerstein hareketin yaygınlık ve saygınlığa ulaştığını ancak sönme veya aşırı genişleme gibi bir risk de taşıdığını belirtti. Düşünür hareketin kısa veya uzun vadeli değişimler sağlayabileceğini belirttikten sonra "Hiçbir şey başaramasa bile tıpkı 1968 gibi bir miras bırakacaktır. Bu yüzden şimdiden büyük bir fark yaratmıştır" diyor.
Artık küresel köyde işin bu tarafları da var... Kitlelerin demokratik talepleri başkaldırıları var... Ve de artık bunca adaletsizliğe özellikle uçurumlaşan gelir dağılımı adaletsizliği yaşam biçimine müdahaleler yargının bağımlılığına karşı Türkiye'nin de ağır ve yoğun baskılar altında kalan öfkelileri var...
Ağaçlara bakıp ormanı unutarak "Taksim-Gezi Parkı Öfke Şölenini" değerlendirmek ne mümkün... Aslında bu şölen sokaktaki insanı etik ve insani değerleri adaleti hiçe sayarak dünyaya kendi çıkarlarına göre zorbalıkla yön ve şekil vermekte olan küresel oligark ve işbirlikçilerine karşı esen rüzgarların Türkiye versiyonu... Öyle korktular ki bu ılık barışçı öfke rüzgârlarını iğrenç gazlarla vahşi cinayetlerle kirlettiler… Kir üzerlerine yapıştı kaldı… Yakışır…
Bunu idrak edemeyip meşrebine göre koşar adımlarla tek adam yönetimine gidenlere de bunu sezemeyip öncülük edemeyenlere de koskocaman bir yuh olsun…
İtalya'da ise ücretsiz ve sansürsüz bilgi akışı şeffaf siyaset özgür medya sağlık ve eğitimin tamamen devletçe üstlenildiği sürdürülebilir toplu taşıma yenilenebilir enerji yatırımlarını öngören programı ile sivri dilli bir hiciv ustası Beppe Grillo'nun önderliğindeki "Movimento 5 Stelle- 5 Yıldızlı Hareket"i doğurdu. Kendisi seçimlerde aday olmadı. . Ama önderliğindeki hareket %25 oyla ülkenin en çok oy alan 2-3 partisinden biri oldu.
Ve Fransa'da "Sarı Yelekliler"… Yüzbinlerce kişi 17 Kasım 2018'den itibaren akaryakıt fiyatlarında ek vergiler nedeniyle meydana gelen zamları protesto maksadıyla son yılların en büyük toplumsal eylemlerinden birisini düzenliyor. Eylemler Belçika Hollanda ve nihayet İngiltere'ye de sıçrıyor…
Her ne kadar akaryakıt fiyatlarındaki artış temel sebep olarak anlaşılsa da Fransızların düzenlediği bu kitlesel eylemin nedenleri altında birikmiş toplumsal sorunların çözülememesinin yer aldığı anlaşılıyor.
Her araçta bulunması zorunlu olan sarı renkli güvenlik yeleklerini giyerek bir araya gelen Fransız kitlesinin yapısı incelendiğinde; genellikle Paris banliyölerinde yaşayan 40-45 yaş aralığında orta sınıfa mensup oldukça geniş bir siyasi yelpazeden kişilerin mevcut olduğu sonucuna ulaşılabiliyor. .
Zaman zaman vandalizme dönüşse de Sarı Yelekliler'in Fransız tabanında büyük destek buluyor. BVA şirketinin düzenlediği ve belli başlı tüm büyük medya kuruluşlarına yansıyan ankete göre görüşülenlerin yüzde 72'si Sarı Yelekliler'in taleplerini onaylıyor. Eylemlerin kısa sürede sona ermesini arzulayanlar yüzde 40 mümkün olduğunca devam etmesini isteyenler ise yüzde 60'tı. France Info televizyonu ve Figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 Kasım'da yayınlanan anketin sonuçlarına göre halkın yüzde 84'ü Sarı Yelekliler'in taleplerini haklı buluyor. [1]
Sarı Yeleklilere katılımcı sayıları incelendiğinde Fransa'daki kitlesel hareketin büyüklüğü daha da iyi anlaşılıyor.
17 Kasım: 282.000 eylemci
24 Kasım:166.000 eylemci
1 Aralık: 136.000 eylemci
8 Aralık: 125.000 eylemci
Sarı Yelekliler Protestolarının Nedenleri
Mayıs 2017'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda %60'lık bir oy oranı ile Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron Nisan 2016'da "Yürüyüş" isimli hareketi kurmuş bu yapıyı tabana inen bir hareket olarak lanse etmiş seçim kampanyası süresince;
Çalışanların maaşlarındaki sağlık ve işsizlik fonu kesintilerini kaldırmayı
Haftalık 35 saatlik çalışma düzenini değiştirmeyi
Mesleklere göre farklı yaşta emeklilik düzeni getirmeyi
18 yaşına gelen her gence kültürel içeriklere erişim sağlaması için bir kerelik 500 avroluk çek vermeyi[2] vaat etmişti.
Seçilmesinin ardından Macron'un icraatları arasında yer alan Fransa'nın varlıklı kesimlerini kapsayan servet vergisinin kaldırılması ve temelde çalışanların işten çıkarılmalarını kolaylaştıran iş yasasının Fransız toplumunda büyük tepki topladığı belirtiliyor. Ayrıca maaşlardan vergi kesintisinin yaklaşık %37'ye yaklaşması işten çıkarmaların kolaylaştırılması kira yardımlarında kesinti yapılması gibi düzenlemeler de toplumda infiale neden olmuş gibi görünüyor. Nitekim seçimlerden bir buçuk yıl sonra yapılan anketlere göre; Fransızların yüzde 49'unun Macron'un seçim kampanyasındaki vaatleriyle hükümetteki faaliyetlerinin örtüşmediğine Fransızların yüzde 60'ının Macron'un performansını başarısız bulduğuna halkın sadece yüzde 19'unun Macron'u başarılı bulduğuna işaret ediyor. [3]
Sarı Yelekliler ise taleplerini 42 başlık altında topluyor. Bunlardan en önemlileri;
Asgari ücretin yükselmesi
Gelir vergisinin zenginden daha fazla alınması
Evsizliğe son verilmesi
Küçük esnafın AVM'lerin etkisinden korunması
Akaryakıt zammına son verilmesi
Kira artışlarına sınırlama getirilmesi
Özelleştirilen gaz ve elektrik idarelerinin tekrar kamusallaştırılması
Emeklilik yaşının 60 olması yaşlıların ve emeklilerin refahının yükseltilmesi. [4]
Günümüzde Toplumsal Olayların Karakteri.
Teknolojinin hızı hemen hemen her bir bireyin internete erişimi imkânı bulması yeni medya olarak da adlandırılan sosyal medyaya erişim kolaylığı bu mecranın kontrol edilebilmesindeki güçlükler kitle hareketlerinin eskisinden daha kolay örgütlenmesini ve bu hareketlerin etkisinin eskiye nazaran daha fazla olmasını sağlıyor. .
Örgütlenme kamuoyu oluşturma iç haberleşme enformasyon sempatizan bulma hareketlilik yaratma baskı grupları oluşturma etki sağlama gibi amaçlar için sosyal medya yeni toplumsal hareketlerin en güçlü silahları olarak kabul ediliyor.
Fransızların %67'si Facebook platformunu kullanıyor. 22 milyon Fransız her gün Facebook'a giriş yapıyor. Fransa'daki gösteriler kendilerine "öfkeli grup" adını veren bir grup tarafından örgütleniyor. Örneğin; Yelekli Adam takma isimli Coutard'ın akaryakıt vergi artırımını protesto için sarı yelek giyilmesine çağrısını içeren videosu 5 4 milyon kez izlenmiş. [5]
Sosyal medya sayesinde toplumsal eylemlerin çok hızlı bir biçimde önce Fransa geneline ardından da Belçika ve Hollanda'ya yayıldığı görülüyor. Açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre Kanadalılarda benzer bir protesto gösterisi için kamuoyu oluşturmaya başlamışlar. İtalya ve Yunanistan için de benzer gösterilerin başlayabileceği ifade ediliyor.
Sonuç yerine…
Sarı Yelekliler Hareketi için şu anda vardığı nokta açısından bir değerlendirme yapılırsa; hareketin uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardığını göstericilerin en azından bir takım taleplerinin şimdilik yerine getirildiğini Fransız hükümetinin toplumla diyaloga geçmesini sağladığı taleplerinin takipçisi olarak Macron üzerinde ciddi bir baskı grubu olmak niteliğini sürdüreceği izleniyor…
Gelir dağılımındaki adalet bütün dünyada öylesine çöktü ki... Sistemin kaçınılmaz ihtiyacı olan kitlesel tüketim de imkânsızlaşıyor... Tarihin her döneminde olduğu Fransa'dan başlayarak yayılan tepkilerle 68'den yarım asır sonra kitleler bütün dünyada mevcut siyasi yapıları da aşan istem ve arayışlara yöneliyorlar ve de yönelecekler gibi görünüyor…
Tabii işgücünün dünyanın güney ve doğusundan kuzey ve batısına sermayenin ise tamamen ters yönde göç etmesiyle Emmanuel Samir Amin gibi yazarların zengin dünya emekçilerinin refahının yoksul ülkeler emekçilerinin sırtından sağlandığını vurgulayan "Eşitsiz Bölüşüm" "Eşitsiz Mübadele" tezleriyle yoksul ülke emekçilerine önerdikleri "Az gelişmiş ülkelerin emekçileri birleşiniz" önermesi bu göçlerle hayatın doğal akışı içerisinde yanıtını bulmuş oldu. Kısaca artık zengin ülkeler emekçilerinin yoksul ülkeler emekçilerinin sırtından sağladıkları refahın alanının da giderek daraldığı izleniyor…
Varılan bu dönemeçte dileyelim birileri menba suyuna kanalizasyon pisliği bulaştırmasın. . Bu olasılığa karşı yeterli dikkat ve özen gösterilsin...
[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/fransada-neler-oluyor-sari-yelekliler-kimdir-215315h.htm
[2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/fransada-cumhurbaskani-adaylarinin-secim-vaatleri/737614
[3] http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/fransizlarin-cogu-macrondan-eskisi-gibi-memnun-degil-40959324
[5] https://edition.cnn.com/2018/12/07/europe/who-are-gilet-jaunes-intl/index.html
================================
DİKKAT! TÜRKİYE İÇİN KIRMIZI ALARM!
http://www.turkererturk.com.tr/dikkat-turkiye-icin-kirmizi-alarm/
15 Temmuz Darbesini çok önceden yazan Amerikalı Neo-Con (Yeni Muhafazakâr) Michael Rubin darbe girişimi sonrasında "Türkiye bölünme sürecinin psikolojik aşamasını tamamladı ve Erdoğan tarihe 'kibri uğruna Türkiye'yi yıkan kötü adam' olarak geçecek. Türkiye parçalara ayrılmış durumda. Sınırları yakında değişecek. Tek mesele; bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'nin de dâhil olduğu bir federasyon mu henüz belli değil" değerlendirmesini yapmıştı.
Rubin'in değerlendirmesinin kışkırtıcı (provokativ) ve kurgusal (spekülatif) yönlerini yok sayabiliriz ama içindeki bir gerçeği gözden uzak tutamayız tutmamalıyız. Rubin değerlendirmesinde; "bölünme sürecinin psikolojik aşaması" derken; toplumun kutuplaştırılması (polarizasyon) ve ayrıştırılmasından bahsetmeye çalışmış. Biliyoruz ki tarihteki tüm iç savaşların ve çatışmalı bölünme ve parçalanmaların öncesinde toplum mutlaka psikolojik olarak bölünmüş kutuplaştırılmış ve birbirine karşı kamplaşmış duruma gelmiştir veya getirilmiştir. Yani durup dururken dış dinamikler istedi diye hiçbir toplum birbiriyle çatışmaz bölünüp parçalanmaz!
Dış Güçler Durumdan Memnun!
Demem o ki; AKP iktidarları bugüne kadar sürdürdüğü ama bilinçli ama bilinçsiz politikalarla toplumun kutuplaşmasına ve ayrışmasına neden olmuştur ve neden olmaya da devam etmektedir. Bu çok tehlikeli rotadan bir an önce dönülmesi; ülkemizin güvenliği ve bekası açısından yaşamsaldır! Türkiye üzerinde emelleri ve planları olan dış güçlerin halen seyrettiğimiz rotadan pek memnun olduklarını söyleyebiliriz.
Geçenlerde Amerika'da yaşayan ve düşünce kuruluşları ile yakın bağlantısı olan bir Türk dostum anlattı. Üst düzey bir ABD yetkilisi; "Türkiye'deki iktidar şu an kafamıza yapsa sesimizi şimdilik çıkarmayız. Çünkü Türkiye'yi planlarımıza yönelik olarak istediğimiz rotada seyrettiriyor" demiş ve "Türkiye'deki iktidar da lideri burada yaşayan cemaat de bizim maşamız. Bugün bu maşanın uçlarının birbirinden uzaklaşmış olması hatta birbiriyle kavga ediyor olmaları bizim amaçlarımıza hizmet etmedikleri anlamını çıkarmaz" diyerek durumu açıklamış kendisine. Bilmem siz katılır mısınız?
Sekülerizm ve Laiklik
Türkiye'nin hızla ayrışmasının kutuplaşmasının ve çağdaş uygarlık rotasından uzaklaşmasının başat nedenlerinden birisi de laikliğin iktidarın dilimleme siyaseti ile aşındırması ve sulandırmasıdır. Laiklik; bir toplum için özellikle de ezici nüfusu Müslüman olan toplumlar için adeta bir güvenlik konseptidir ve yaşamsaldır. Laiklik yoksa; iç barış modern anlamıyla insan hak ve özgürlükleri kadına saygı akıl bilim felsefe (sorgulayıcı düşünce) sanat ve refah toplumu da yok demektir. Laiklik; aynı zamanda antiemperyalist tavır demektir. Çünkü dünya tarihi göstermiştir ki; emperyalizm kitleleri din yoluyla bölüp parçalamış ve sömürmüştür. Laiklik; aydınlanmanın ve Ortaçağdan çıkışın işaretidir.
O zaman en önemli soruya geliyoruz; laiklik nedir ne değildir? İşin kötüsü anti laik tavır içinde olmayanlar bile ülkemizde tam olarak laikliğin ne olduğunu doğru dürüst bilmezler. Alacağınız yanıt genellikle "din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır" şeklinde olur. Bu doğrudur ama yeterli değildir. Bazıları da kimisi cehaletten kimisi art niyetten sekülerizm ve laiklik ayrımı yapmaya çalışır. Beyhudedir aralarında milim fark yoktur!
Laiklik Nedir?
Laiklik; en özet anlatımıyla dini sınırlandırmaktır. Bu sınır; inanç ve itikattır. Yani dinin insanların bireysel ve öznel alanın dışına çıkmasına müsaade etmemektir. Laikliğin en önemli özellikleri olmaz ise olmazları;
-
Dinin;
-
Devleti
-
Siyaseti
-
Hukuku
-
Eğitimi
esir almasının ve hükmetmesinin önüne geçilmesi ve engellenmesidir. Devletin dini olmaz; din mezhep veya dinsizlik insanların özgür iradelerinin bir sonucudur. Devlet bunlara karışmaz yönlendirme ve baskı yapmaz. Bu sistemde her türlü inanç ve ibadet özgürlüğü güvence altındadır. Laik bir toplumda toplumsal yaşamın referansı akıl ve bilimdir din değildir. Bugün dünya yüzünde dinin devleti siyaseti hukuku ve eğitimi esir aldığı ama ileri gidebilmiş tek bir ülke veya toplum yoktur.
Laiklik Yoksa Ahlak da Yoktur!
Farklı farklı laiklik tanımı yoktur. Tek fark; zaman içinde dinsel reformlarla dini sınırlayan toplumlar (İngiltere gibi) dine daha yumuşak sınırlar çizmiş dinde reform yapamayan Fransa ise 1789 Devrimi sonrası daha sert sınırlar çizmek zorunda kalmıştır. Bu fark tarihi gelişimin doğurduğu farktır özde bir fark yoktur.
Hala Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkesi laiklik olmasına rağmen iktidar arka bahçesini büyütmek ve hiç iktidardan gitmemek için laikliği adım adım yok ederek ve dinin devleti siyaseti hukuku ve eğitimi esir alması için elinden geleni ardına koymayarak ağır bir anayasa ihlali yapmaktadır. Laikliğin yok edilmesinin bırakın iç barışımızı dinamitleyişini bizi çağdaşlıktan üretimden akıldan ve bilimden nasıl uzaklaştırdığını ve bu gidişin ahlaklı bir toplum yaratmayacağını ve yaratmadığını sanıyorum görüyorsunuzdur!
Düşünüyorum Öyleyse Varım!
Günümüzden 400 yıl önce yaşamış olan Fransız filozof René Descartes'in; Latincesi ile "Cogito ergo sum" Türkçesi ile "Düşünüyorum öyleyse varım" sözlerinde kastedilen düşünce kurgusal değil sorgulayıcı bilimsel düşüncedir. Sorgulayıcı ve bilimsel düşünce ise ancak ve ancak bağımlı olmayan biat kültürü ile yetiştirilmeyen özgür akıllar tarafından yapılabilir. Bu da laik eğitim sistemi ile sağlanabilir. Laik olmayan eğitim ise düşünmeme disiplinini topluma kurgular!
Descartes'den 300 yıl sonra günümüzden ise yaklaşık 100 yıl önce doğan yine Fransız bir filozof olan Albert Camus bir adım daha ileri gidiyor ve "Düşüncesini eyleme çeviren itiraz eden hayır demesini bilen ve başkaldıran insandır" diyor. Ne diyorsunuz bugün Fransa'da direnen "Sarı Yelekliler" bu filozoflardan ilham mı almışlardır?
Türker Ertürk
RESMİ İNTERNET SİTESİ:
http://www.turkererturk.com.tr
Facebook:
https://www.facebook.com/turker.erturk.5
https://www.facebook.com/pages/T%C3%BCrker-Ert%C3%BCrk/556317261057681?ref=profile
Facebook Grup:
https://www.facebook.com/groups/797431790326056/?fref=ts
Twitter:
https://twitter.com/Orsatramola
Instagram:
https://www.instagram.com/turkererturk
Linked-in:
https://tr.linkedin.com/in/t ürker-ertürk-68815724
================================
MÜTHİŞ BİR İDDİA!. . GİRİT ADASI'NIN DÖRTTE ÜÇÜ TÜRKİYE'YE AİTTİR!
Türkiye Cumhuriyetinin tapusu olan ve bütün hükümleri mutlaka uygulanması zorunluluk arz eden 1923 Lozan Antlaşması'nın 12. Maddesi ile başta Türkiye Yunanistan ve İngiltere olmak üzere toplam sekiz devlet tarafından Girit Adası'nın sadece dörtte birinin Yunanistan'a ait olduğu teyit edilmiştir.
HABER. MAKALE: Ümit YALIM
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri (7.12.2018 02:00)
Girit Adası üzerinde Bulgaristan Yunanistan Sırbistan ve Karadağ olmak üzere toplam dört devletin paylı mülkiyet hakkının olduğu bir kez daha kayıt altına alınmıştır
Girit Adası'nın hukuki statüsü hakkında tarihçiler tarafından kullanılan iki tez vardır. Birinci tez "Girit Adası'nın 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ile hukuken Yunanistan'a terk edildiği ve 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ile de kesin olarak Yunanistan'a verildiği" tezidir. İkinci tez ise "Girit Adası'nın 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ve 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması ile kesin olarak Yunanistan'a bağlandığı" tezidir. Ancak tarihçiler tarafından kullanılan her iki tez de tarihi coğrafi ve hukuki gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Girit Adası'nın hukuki statüsü 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması olmak üzere toplam dört antlaşma ile belirlenmiştir. Anılan antlaşmalara göre Girit Adası'nın sadece dörtte biri Yunanistan'a aittir.
30 MAYIS 1913 LONDRA ANTLAŞMASI
Birinci Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan Bulgaristan Karadağ ve Sırbistan arasında 30 Mayıs 1913'te Londra Antlaşması imzalandı. Girit Adası 1913 Londra Antlaşması'nın 4. Maddesi ile Müttefik Devletlere (Yunanistan Bulgaristan Karadağ Sırbistan) verildi. Antlaşmaya göre Girit Adası üzerinde dört devletin paylı mülkiyeti vardır. Yunanistan'ın Girit Adası üzerinde tek başına ferdi mülkiyeti yoktur. 1913 Londra Antlaşması ile Yunanistan'a Girit Adası'nın dörtte biri verilmiştir. Girit Adası'nın sadece dörtte biri Yunanistan'a aittir. Girit Adası'nın etrafındaki 14 ada ile adacık ve kayalıklar Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kalmıştır.
10 AĞUSTOS 1913 BÜKREŞ ANTLAŞMASI
İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra Romanya Yunanistan Karadağ Sırbistan ve Bulgaristan arasında 10 Ağustos 1913'te Bükreş Antlaşması imzalandı. Bulgaristan 1913 Bükreş Antlaşması ile Girit Adası üzerindeki dörtte birlik hakkından feragat etti. Bu antlaşma Yunanistan'ın Girit Adası üzerinde tek başına ferdi mülkiyetinin olmadığını gösteren somut bir belgedir. Bulgaristan Antlaşmanın 5. Maddesi ile Girit Adası üzerindeki dörtte birlik hakkından feragat etmiştir. Yani Bulgaristan Girit Adası üzerindeki hakkından vazgeçmiştir. Ancak bu feragat Yunanistan lehine yapılmamıştır. Üstelik bu antlaşma Yunan Başbakanı Venizelos tarafından da bizzat imzalanmıştır. Yunanistan lehine feragat (vazgeçme) yapılmadığı için Bulgaristan'ın Girit Adası üzerindeki dörtte birlik payı aslına rücu olmuştur. Yani anılan pay Osmanlı Devleti'ne geri dönmüştür.
14 KASIM 1913 ATİNA ANTLAŞMASI
Bükreş Antlaşması'ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913'te Atina Antlaşması imzalandı. 1913 Atina Antlaşması'nın 15. Maddesi ile Osmanlı Devleti ve Yunanistan 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması hükümlerini 5. Maddesi de dâhil olmak üzere uygulayacakları konusunda anlaştı. Bu antlaşma ile Girit Adası'nın dörtte birinin Yunanistan'a ait olduğu bir kez daha teyit edilmiştir. Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra Türkiye ile İngiltere Fransa İtalya Japonya Yunanistan Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Devleti arasında 24 Temmuz 1923'de Lozan Antlaşması imzalandı. 1923 Lozan Antlaşması'nın 12. Maddesi ile antlaşmaya taraf olan toplam sekiz ülke tarafından 1-14 Kasım 1913 Atina Antlaşması'nın 15. Maddesinin uygulanacağı teyit edildi. Anılan teyit ile 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşmasının uygulanacağı kayıt altına alınmıştır. 1913 Londra Antlaşması ile Yunanistan'a Girit Adası'nın dörtte biri verilmişti. 1923 Lozan Antlaşması'nın 12. Maddesi ile başta Türkiye Yunanistan ve İngiltere olmak üzere toplam sekiz devlet tarafından Girit Adası'nın sadece dörtte birinin Yunanistan'a ait olduğu teyit edilmiştir. Girit Adası üzerinde Bulgaristan Yunanistan Sırbistan ve Karadağ olmak üzere toplam dört devletin paylı mülkiyet hakkının olduğu bir kez daha kayıt altına alınmıştır.
LOZAN ANTLAŞMASI
Bulgaristan Lozan Antlaşması'na taraf değildir. Ancak 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması ile Girit Adası üzerindeki dörtte birlik hakkından yazılı olarak feragat eden Bulgaristan Lozan Antlaşması sonrasında da Girit Adası üzerindeki hakkından fiili olarak feragat etmiştir. Sırbistan ve Karadağ da Lozan Antlaşmasından sonraki süreçte Girit Adası üzerindeki dörtte birlik haklarından fiili olarak feragat etmişlerdir. Bulgaristan Sırbistan ve Karadağ tarafından yapılan feragat (vazgeçme) Yunanistan lehine yapılmamıştır. Yunanistan lehine feragat (vazgeçme) yapılmadığı için Bulgaristan Sırbistan ve Karadağ'ın Girit Adası üzerindeki toplam dörtte üçlük payı aslına rücu olarak Türk toprağı olmuştur. Girit Adasının hukuki statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuka göre Girit Adası'nın dörtte üçü ve adanın etrafındaki 14 ada ile adacık ve kayalıklar Osmanlı Devleti'nin küllî halefi olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne aittir.
ADALAR DERHAL BOŞALTILMALI
Yunanistan Girit Adası'nın dörtte üçü ile hâlihazırda Adanın etrafında işgal altında tuttuğu Gavdos Dhia Dionisades Gaidhouronisi ve Koufonisi olmak üzere toplam 5 Türk Adasını derhal boşaltarak Türkiye'ye teslim etmelidir. Ayrıca yine Ege Denizi'nde işgal ettiği diğer 13 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığını da derhal boşaltarak Türkiye'ye teslim etmelidir.
Yunanistan Girit Adası'nın Türk bölgesinde kalan Heraklion Hava Üssü dahil olmak üzere bütün askeri birliklerini ve 1999 yılında Adanın Türk bölgesine yerleştirdiği S-300 hava savunma füze bataryalarını da derhal tahliye etmelidir.
https://ulusalhaber-ulusalajans.blogspot.com/2018/12/girit-adasnn-dortte-ucu-turkiyeye.html
================================
AHMET KILIÇASLAN AYTAR : DERS VAR
TSK Türkiye sınırına 170-180 kilometre uzaklıkta Irak Sincar ve Karacak dağlarında Kürt hedeflerine hava harekâtı düzenledi.
Erdoğan " Biz bu terör örgütüyle çok etkili şekilde mücadele ediyoruz. Aslında tüm İslam dünyasının bu örgütle mücadele etmesi gerekiyor" açıklaması yaptı.
Bu cümleye yerleştirdiği "İslam dünyası" ibaresi;
Erdoğan Türkiye'sinin Osmanlı'nın eski toprakları Irak ve Suriye'de;
Ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanan stratejisini açıklıyor...
*
Erdoğan ABD'ye yönelik birtakım uyarılarda da bulundu.
"Münbiç Arapların yaşadığı bir bölgedir. Ama bu bölgeyi terör örgütlerine verdiler.
Şimdi diyoruz ki temizlediniz temizlediniz çıkarmadığınız takdirde Münbiç'e de gireceğiz.
Türkiye Fırat'ın doğusundaki terör batağına müdahalede yeterince zaman kaybetmiştir" dedi.
*
Halbuki ABD'nin Rusya ve İran teminatındaki Suriye'de kalmakla ilgili merkezi politikası;
1- Birleşik Krallık ve Fransa ile birlikte Kuzey Suriye'de petrol gaz ve taşımacılık için oluşturdukları koridorda
Kürt tabanı üzerinde kurulacak çokuluslu bir şirketler devleti ile Suriye Federasyonunu oluşturmaya
2- İran' ı Suriye'den terk etmeye zorlamaya
3- İŞİD'i bitirmeye
4- Türkiye'nin taleplerini dengelemeye
5- Körfez ülkelerin desteğini sağlamaya
6- Pentagon'un Rusya'ya Suriye'nin geleceğine dair tek başına söz hakkı tanımamak için askerlerini bu ülkede muhafaza etmek ısrarına dayanıyor.
*
Ama Erdoğan son zamanda Türkiye'nin ABD ile stratejik ortaklığını;
İslam Birliği başlığında Suriye'de bir Sünni koridor üzerinde "bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak-ı Millî topraklarını da kazanırız" hayali üzerinde değerlendiriyor.
Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin değil Osmanlı Devleti son meclisinin "Misak-ı Milli'sini gerçekleştirmek istiyor.
Bu nedenle artık Türkiye- ABD arasındaki stratejik ortaklık bir sözden ileri gitmiyor.
*
Erdoğan Pentagon'un "kabul edilemez" olduğuna dair uyarılarına rağmen işgalde ısrar ediyor.
Türkiye ordusuna ek olarak Suriye'de isyancı Özgür Suriye Ordusu da 15 bin militanıyla işgale katılmaya hazırlanıyor.
Kürtler ise bulundukları Doğu Fırat topraklarından gidecekleri başka bir yer olmadığını herhangi bir Türk işgaline karşı savaşacaklarını söylüyor.
Kuzey ve Doğu Suriye Kürt Özerk Yönetimi Erdoğan'ın saldırı tehditlerini kınarken bölgede seferberlik ilan etmiştir.
*
Aynı zamanda Kürtlerin hâkimiyetindeki Suriye Demokratik Güçleri ve ABD işgali engellemek için son dakika diplomasisini zorluyor.
Ancak Erdoğan işgalin önümüzdeki birkaç gün içinde başlayacağını açıklamıştır.
Bu yüzden bu mücadeleyi yürütmek için çok az zaman var gibi görünüyor...
*
Türkiye'nin Washington konsensüsü Barack Obama'nın başkanlığının son iki yılında çatlaklar göstermeye başladı.
Önce Suriye'de İŞİD'le nasıl savaşılacağı konusundaki farklılıklar oluştu.
Türkiye hükümetinin Gezi Parkı protestocularına ve basın üzerindeki baskısı
Ermenistan'a Kıbrıs Yunanistan ve İsrail ile bunların lobilerine karşı hoyrat politika izlemesi
Erdoğan Fidan Akar liderliğinin 15 Temmuz 2016 FETO darbesini akim kılıp 20 Temmuz'da kendi sivil darbesini yapması;
Türkiye-ABD stratejik ortaklığında kırılmaya yol açtı.
Fethullah Gülen'in kaçırılmasına yeltenmek
ABD'nin Suriye'de Kürtlerle işbirliğini kesinlikle sıfırlama niyetinde ısrarcı olmak
Nihayet Donald Trump yönetimine saldırganca ulaşmaya çalışılması;
Türkiye'nin hızla "Altın çocuk " statüsünü kaybetmesine yol açtı...
*
Hükümetin kendi meşruiyeti için Fethullah Gülen'e pervasızca odaklanması Trump yönetiminin gözünde belki de en büyük günaha yol açtı.
Tutuklu Rahip Andrew Brunson üzerinden sürdürülen rehin diplomasisinde Erdoğan'ın pazarlıkları Başkan Trump'ı Türkiye'ye karşı yaptırımlara zorladı.
F. Gülen Türkiye'ye iade edilmedi böylece Erdoğan ve siyasetine meşruiyet verilmedi.
*
Erdoğan'ın taktikleri Türk Milletini transatlantik ittifaktan ve değerlerinden çekip-çıkaramadı
Ama ABD Kongresi'nin her iki tarafındaki Erdoğan şüpheciliğini körükledi...
Erdoğan'ın Batı karşıtı politikalarından gelen zararları geri almak gelecekteki Türk hükümetlerini çok zorlayacaktır.
*
Nitekim Türkiye-ABD ilişkilerinde hasar büyüktür.
ABD hükümeti Türkiye ile olan sorunları özel olarak ele alma alışkanlığını terk etmiş
Giderek daha fazla künt ve sert bir retoriğe başvurmaktadır.
*
ABD'nin bu tutumu ;
1- Rum Yunan Ermeni İsrail lobileri üzerinden tüm dünyaya yayılıyor.
2- ABD ve Türkiye arasında bir konsensus ve mutabakat kalmıyor.
3- Artık bir çok ülke Türkiye'yi güvenilir bir müttefik olarak görmüyor.
4- Her geçen gün gelecek vaad eden bir işbirliği için çok uzun bir süre ihtiyacı doğuyor.
*
Türkiye'nin Suriye ve Irak ile ilgili duruşunda Erdoğan'ın şahsi düşünceleri ve çıkarları değil
Bölgesel bir aktör olarak "Yurtta Barış Dünyada Barış" ilkesi doğrultusunda kendi hedef ve çıkarları peşinde olması gerekiyor.
Erdoğan "Emperyalizm" ile mücadele etmiyor sadece "İslamcı Cihad" çağrıları ya da eylemleriyle Türkiye'nin enerjisini tüketiyor.
Şimdi Türk Milleti'nin değil ama işte o; İslam'ı üst kimlik kabul eden halkın gelmekte olan dersi bir güzel özümlemesi gerekiyor...
15.12.2018
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
================================
FAŞİST EVREN'İN ARŞİVİNDEN ÇIKAN TÜYLER ÜRPERTİCİ MEKTUP...
TBMM Komisyonu'na gönderilen belgeler arasında 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü Küçüktiryaki'nin imzasını taşıyan bir mektup da yer aldı. Mektupta Küçüktiryaki "Türkiye'de Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim" diyor. Küçüktiryaki imzalı mektubun kendisine ait olmadığını ileri sürdü.
Cumhurbaşkanlığı'nın talep üzerine TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderdiği darbe dönemlerine ilişkin bilgi ve belgeler arasından 12 Eylül dönemine ilişkin tüyler ürperten itiraflar içeren bir mektup da çıktı. Kenan Evren'in resmi arşivinde tutulan mektupta 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki'nin "Yavuz Sultan Selim'den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım" "Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi'ye kan kusturdum" "Türkiye'de ilk defa resmi olarak Alevi soykırımını devlet adına başlatan benim" ifadeleri dikkat çekiyor.
Komisyon Başkanı Nimet Baş 20 Ekim'de İstanbul'da basına kapalı bir şekilde görüştüğü Küçüktiryaki'ye bu mektubu sordu. Baş görüşme sırasında hakkındaki tüm işkence iddialarını reddeden Küçüktiryaki'nin yüzüne altında imzası bulunduğunu anımsatarak mektubu okudu. Baş'ın yöneltilen sorulara "bilmiyorum" "duymadım" diye yanıt veren Küçüktiryaki'ye "Rahatlıkla konuşmanızı gerektirecek bir yazı okumak istiyorum size. 7/10/1980 tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşan altında sizin imzanız olan bir belgeyi okumak istiyorum. Sizin kendi ifadeleriniz" diyerek okuduğu mektup şöyle:
ABD TAVSİYESİYLE ATANDIM: Beni Emniyet Genel Müdürü yapan Başbakan Süleyman Demirel değildir. Ben beni keşfeden Amerikan Hükümetinin Ankara temsilcilerince tavsiye üzerine bu göreve atandım.
ALEVİ SOYKIRIMINI DEVLET ADINA BAŞLATTIM: Türkiye'de ilk defa resmi olarak Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim. 1976 yılının Ocak ayında Malatya Beylerderesi olayından sonra Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi Kızılbaş'a kan kusturdum.
DÜŞMANLIĞIMI İSPAT ETTİM: Yavuz Sultan Selim'den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanı benim bunu ispat ettim ve ispat etmeye de devam edeceğim. Ben Beylerderesi olayları sırasında yanımda Malatya İl Jandarma Komutanı Albay olduğu hâlde 'Malatya'daki tüm Alevi-Kızılbaş köyleri ortadan kaldırılmalı' dedim. Benim sözlerimi Mayıs 76 tarihli Halkın Kurtuluşu adlı dergi yazdı.
AKSU ALEVİ KASABI: Şu anda Emniyet Genel Müdürüyüm. 76 yılında ben Malatya'da Valiyken Malatya Emniyet Müdürü olan - ki o da en az benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır- Abdülkadir Aksu'yu yardımcım yaptım. Ankara'da Alevi-Kızılbaşların oturduğu "Kurtarılmış Bölge" adlı semtlere kan kusturan Reşat Akkaya'yı Ankara Emniyet Müdürü yapan benim. Sıkıyönetim Komutanının emriyle görevden alındı. Zannedilmesin ki pasivize oldu gölgede kalarak gerçek Ankara Emniyet Müdürü yine o olacaktır.
KİMSE YERİMDEN SÖKEMEZ: Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz ne Başbakan ne Cumhurbaşkanı ne de bir başkası. 1981 seçimlerinde Adalet Partisi'nden Malatya milletvekili adayıyım. Beni silah kaçakçılığıyla suçlayanlara şunu söylemek isterim ki; Ben Bulgaristan üzerinden gelen komünist silahlarla Alevi kasaplığı yürütmüş adamım.
İmzalı mektubu reddetti
Komisyon Başkanı Nimet Baş "Kenan Evren'in resmi arşivinde tutulan Cumhurbaşkanlığı belgelerinden okuyorum" diyerek açıklama yapmasını istediği Küçüktiryaki imzalı mektubu "Haberim yok bu mektup benim değil. Ben Eskişehirliyim. Eskişehir'de böyle şey yoktur. Alevi-Sünni hikayesi yoktur" diyerek reddetti. Baş komisyon üyelerine sözkonusu mektubun 1979 yılında bir senatörün odasında yapılan arada sonucu elde edilmiş bir belge olduğu bilgisini iletti.
Dal'ı duymamış!
Küçüktiryaki ile yapılan görüşmenin diğer çarpıcı diyalogları komisyon tutanaklarına da yansımıştı. BDP'li Sırrı Süreyya Önder'inAnkara Emniyeti'nde DALadlı bir bölüm olduğunu ve 12 Eylül'de burada işkence yapıldığını hatırlatması üzerine Küçüktiryaki şunları söylemişti:
Söylemiş olduğunuz şeyleri ilk defa duyuyorum. Ben Emniyet Genel Müdürlüğü'nde çok az kaldım. Benim kaldığım müddette Türkiye'nin her yerinde sıkıyönetim vardı. Bizim Emniyet Genel Müdürü olarak görevimiz orada sadece lojistikti... Böyle bir şey varsa ya benden evveldir ya benden sonradır ama burada Emniyet Genel Müdürünün filan hiçbir dahli yok tamamıyla sıkıyönetimin komutasında bir teşkilat oldu o zaman.
O zaman Ankara'da sıkıyönetim komutanı var komutan yardımcısı bir general var. Onun için ne bize ne emniyete ne şuna buna hiçbir şekilde bir şey intikal etmezdi edemezdi zaten çünkü tamamıyla ayrıydık.
'Emniyet müdürü olduğunuzdan emin misiniz?'
Küçüktiryaki Meclis komisyonunun sorularını Dolmabahçe'de yanıtlamıştı. Eski emniyet müdürü 12 Eylül döneminde işkence yapılmadığını söylemişti. BDP'li Önder'in "İşkenceyle ilgili soruları ısrarla orumluluğunuz altındaki bir birimde işkence yapılıyor olması -insanlık adına soruyorum elinizi vicdanınıza koyun- hiç mi kulağınıza gelmedi?" sorusunu Küçüktiryaki "Hiç gelmedi" diye yanıtladı.
Komisyon başkanı Nimet Baş Küçüktiryaki'nin Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde yazılmış resmi bir yazıyı okudu ve yazıda geçen DALgrubunu sordu. Eski Emniyet Müdürü "Hayır efendim böyle bir oluşum yok" dedi. Küçüktiryaki'nin o döneme ilişkin soruların çoğuna hatırlayamadığını söylemesi işkence iddialarını yalanlaması üzerine BDP'li önder "Siz Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığınızdan emin misiniz?" demişti.
-- a45UyF587661
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder