20 Aralık 2018 Perşembe

Bu gün öne çıkan bazı yorumlar 2018-12-20 -3

================================

SERVET AVCI: "BENİM SEVDİCEĞİMDE DİN VAR İMAN YOK"

Spor Toto Teşkilatı'nın İslamî İlimler Fakültesi'ne sponsor olmasına ne kadar da hayret edildi değil mi? Öyle ya kumar oynatan bir müessese nasıl olurdu da hesapta 'dinî' bir okulun inşasına bir anlamda ortak edilirdi?

Başta dindarlık olmak üzere birçok kavramın birbirine girdiği içeriğinin boşaldığı yozlaştığı ve değersizleştiği yeni Türkiye'de neye şaşırıyoruz? Çelişkilerimiz kimliğimiz olmuş biz hâlâ başka çelişkilere hayret ediyoruz!. .

Her alanda durum böyle aslında...

İmam Suriyeli sığınmacı kadınla câmide basılıyor!. .

Milliyetçilik nutukları atan önderler 'bedelli' için sıraya giriyor!. .

Ömründe bir kere olsun içinde "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi" geçmeyen cümle kurmamış ahmak komünist Suriye'de ya Amerika'yı tutuyor ya da onunla aynı safta bizzat savaşıyor 'halklar' için!. .

Bu durumda suçlu kim? İmam Suriyeli kadınla câmide halvet olurken erketeye sağlam yatmayan müezzin mi? Kerkük'ten Afrin'e kadar coğrafyanın yanan her yeri için bulduğu kürsülerden sloganlarla tur atıp bedelli fırsatını yakalayınca soluğu kuyruğun başında alan vatansever mi? Mesele Türkiye düşmanlığı olunca bulduğu ilk Yanki'ye kendini öptüren devrimci mi?

***

Lütfen artık şaşırmayalım ve alıcılarımızın ayarlarıyla oynamayalım!. . Çünkü orijinali böyle!. .

Güvenlik kameraları vasıtasıyla gördük... Girdiği ofisi soyarken çekmecede Kur'an-ı Kerim bulan hırsızımız büyük bir hürmetle onu öpüp yerine koyuyor ve meslek ahlâkına uygun bir titizlikle işine devam ediyor!. .

Artık bu tablo karşısında "Bizim imanlımız bile hırsız" deyip üzülmek veya "Bizim hırsızımız bile imanlı" deyip sevinmek bizim takdir alanımıza düşüyor!. . Baktığımız yere bağlı tamamen!. .

Hangi çelişkiye şaşıralım: Düne kadar 'Fetullah Gülen' deyip de ardından 'hocaefendi'yi eklemeyenleri sopayla kovalayanlar şimdi hiç utanmadan FETÖ'yle mücadelenin erdemini anlatırken Emin Çölaşan'ın FETÖ'den yargılanmasına mı?

Terminaldeki ayakçılar gibi Pensilvanya'ya uçak kaldıranlar yırttı uçağın içindeki hacı ağalar hapiste!. . O ayakçının nasibine büyükşehir belediye başkanlığı düşüyorsa hangi çelişkiye şaşıracağız Allah aşkına? Karısının adına okul açılan başka büyükşehir belediye başkanına bu konuda tek bir soru adaletçe sorulmadıysa 'ham çökelek' şarkıcısıyla mı çözülecekti bu işlerin sırrı?

***

Spor Toto Teşkilatı 'İslamî İlimler Fakültesi'ne sponsormuş!. . Aslında buna 'sponsorluk' denmez her alanda yaşanan değişime daha doğrusu tefessühe 'ayna tutmak' denir!. .

Dün Apo ve adamlarıyla el sıkışan o el sıkışmaya karşı çıkan herkesi 'faşist ve ırkçı' olmakla suçlayan bugün ise kendisi gibi düşünmeyenleri yani 'o ırkçıları' 'o faşistleri' hafızalar silinmiş gibi 'PKK'yla bir olmak'la itham eden çelişkiye ne demeli? Absürt komedi mi?

Iğdır'ı ve benzerlerini kapsamayan 'beka mazereti'nin söz konusu İstanbul ve Ankara olunca birden depreşmesi gibi gerçekçi her şey!. .

calan ölmeyi değil yaşatmayı seçti" diyen o süreçte Türk bayrağını ve adını tartışmaya açan 'âkil kadın' Boğaz'da kendisine tahsis edilen yalıda hayat sürerken sıvasız evlerin çocukları şehit vermeye devam ediyordu!. . Zengin siyasetçiye "Allah'ım benim ömrümden al ona ver" diye dua etmek de fukaraya düşüyordu!. . Tabii bir de Halkbank'ın marka değerinin derdi!. .

Kara para işi ayyuka çıkınca Türk bayrağı fonu eşliğinde 'carî açığı kapatanlarımız' vardı ve birinci sınıf bürokratlarımız önüne yatıyordu... Ekonomiye katkılarından dolayı ödül bile alıyordu... O da prensip sahibiydi fahişeyle memurun parasını mutlaka peşin veriyordu!. .

Nerede şimdi? Şaşırıyor muyuz?

Spor Toto sponsormuş!. . Olacak tabii... Sonuçta var olan çürüme tablosunda fonu tamamlıyor...

İmam Suriyeli sığınmacı kadınla câmide basılıyor!. .

Milliyetçilik nutukları atan önderler 'bedelli' için sıraya giriyor!. .

Ömründe bir kere olsun içinde "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi" geçmeyen cümle kurmamış ahmak komünist Suriye'de ya Amerika'yı tutuyor ya da onunla aynı safta bizzat savaşıyor 'halklar' için!. .

***

Her şey Hatay türküsündeki o dize gibi: "Benim sevdiceğimde din var iman yok..." Yani çelişkinin dibi yok!. .

================================

RIFAT SERDAROĞLU: SONA YAKLAŞIRKEN

AKP iktidarının sonu iyice yaklaştı!

Bunu en iyi bir Reyiz anlar bir de çakma milliyetçi işlevsiz doçent!

Önüne gelene sokak kabadayısı gibi bağırmalarının kafasını kaldıranı tetikçi savcılar kanalıyla hapse attırmak istemelerinin esas sebebi budur…

Reyiz ve baston iktidarının Türk Milletini bu kadar uzuuun süre ezmesinin birinci nedeni muhalefet partileridir.

Görünen tablo şudur;

CHP-İYİ Parti-HDP hiçbir zaman iktidar olmak istemezler. Yanlışlıkla seçim kazanacaklar diye ödleri kopar.

AKP'nin ayağı her takıldığında "Aman koçum iyi misin? Yardıma ihtiyacın

var mı?" diye telaşa kapılır fedakâr çocuklar!

Reyiz deseniz o da iktidardan kaçmak istiyor ama koltuktan düşünce başına gelecekleri bildiğinden anayasa-yasa-yargı kararlarını ezmek pahasına koltuğa sıkı sıkıya yapışıyor…

Reyiz ve baston iktidarının 17 sene sürmesinin ikinci nedeni ise oy kaydırmaya müsait "Seçsis" denilen dijital sistem seçim günü oy kullanılırken yasalara aykırı olarak mühürsüz oy kullanımına izin veren ve seçim bitmeden muhalefet lideri ağzıyla sözüm ona kazananı ilan eden Yüksek Seçim Kuruludur…

Hesap günü geldiğinde AKP üst yöneticileri ve bu yan baskıcılar birlikte hesaba çekilecektir.

Kim Türk Milletinin verdiği emanete ihanet ettiyse kim rütbesini cübbesini satılığa çıkarıp kendi insanlarına kazık attıysa attıkları kazıklar misliyle kendilerinden çıkarılacaktır…

Halkın Filozofu Bergamus 'un yaptırdığı bir araştırmaya göre dünyada

"şeffaf-adil-eşit" seçimlerin yapıldığı ülkeler sıralamasında Azerbaycan sonuncu Türkiye ise sondan ikinci olmuş!

Azerbaycan'da yapılan genel seçim sonuçlarını "SEÇİMDEN BİR GÜN ÖNCE" yanlışlıkla açıklayan ve seçim sonuçları iki gün sonra kesinleşince tıpa tıp aynı sonuçları tekrarlayan Azeri Seçim Kurulu sonuncu ilan edildi…

Türkiye için anlatılan seçim fıkrası gibi gerçek bir olay ise bizi sondan ikinci yaptı!

"Adam oyunu kullandıktan sonra Sandık Kurulu Başkanına "Sayın Başkan benim eşim de oyunu kullandı mı" diye sorar?

Başkan adamın eşinin adını öğrenip listeye bakar ve "Evet eşiniz iki saat önce oyunu kullanmış" der.

Adam "Tüüh keşke iki saat önce gelebilseydim eşimi görmüş olurum" der.

Başkan şaşırmış ve sormuş; "Eşiniz ile ayrıldınız mı?"

Adam; Maalesef ayrıyız. Eşim on üç sene önce öldü de…

Bademler 17 senede tuttuklarını kuruttular bastıkları yerlerde ot bitmedi!

Sattılar savdılar çaldılar ceplerini doldurdular.

Kendileri zenginleştikçe şiştiler kulaklarından bile dolar fışkırmaya başladı.

Ya Türk Milleti?

Boğazına kadar borca batırıldı emperyalist devletlerin sömürüsüne terk edildi…

Türk Milletindeki merhamet duygusunu bitirdiler. Yarın bunlara kimse acımayacak!

Ne kendileri etti rahat ne alem buldu huzur

Yıkılıp gitti cihandan dayansın ehli kubur…

================================

YELİZ KORAY: SEMİH'İN SUÇU NE?

21 Haziran 1993'te Malatya'da dünyaya geldi.

Babası tanınan bir ticaret erbabı annesi ev hanımıydı.

İlkokulu ortaokulu liseyi başarıyla bitirdi.

"Büyüyünce ne olacaksın?" diyenlere hep aynı cevabı verdi;

-Asker olacağım dedi.

Kimsenin meslek seçimine de hayallerine de karışmasına izin vermedi.

Sık sık asker olan akrabasını ziyaret etti uzun uzun kıyafetlerini seyretti fotoğraflar çekildi.

"Bir gün ben de asker üniforması giyeceğim" dedi.

Dediğini de yaptı.

Çocukken kurduğu hayaline ilk adımı 18 yaşında; Balıkesir'de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu'na başlayarak attı.

Okulu bitirdi çakı gibi Jandarma Astsubay oldu.

*

Her yurtsever asker gibi canını ülkesine feda etmeye hazırdı ama sonu belirsiz bir karanlığa girdiğinde yapayalnız kalacağını bilmiyordu.

22 yaşındaydı Semih.

Rize'de görev yaparken annesinin kanser olduğunu öğrendi önce.

Hemen izin aldı arabasına bindiği gibi Malatya'nın yol tuttu.

Ailesini bir daha göremeyeceğini hatta seslerini bile duyamayacağını

üniformasını son kez giydiğini bilmeden çıktığı yol onu Tunceli'ye getirdiğinde takvimler

17 Eylül 2015'i gösteriyordu.

Pülümür yolunda PKK'lılar aracını durdurdu.

Sivildi Semih ama askeri kimliği de yanındaydı silahı da…

O an ne hissetti kimse bilmez…

Tam bin 498 gün önce aracını ateşe verip kopardılar Semih'i sevdiklerinden.

*

O dönem Malatya Ticaret Borsası'nın Başkanıydı babası. Sadece oğlu Semih için değil aralarında polis ve erlerin de bulunduğu PKK'nın kaçırdığı 12 can için çalmadık kapı aramadık insan bırakmadı.

Ne TSK'dan ne Cumhurbaşkanından ne Başbakandan ne de bakanlardan bilgi alabildiler.

Sanki Semih hiç yaşamamış gibi devletin askerinin hiç kıymeti yokmuş gibi. .

*

Yüreklerini ferahlatan haber tam 105 gün sonra yılbaşı gecesi geldi.

PKK'nın yayınladığı bir video ile oğullarının yüzünü gören aile "En azından yaşıyor"diye teselli buldu.

Yorgun ama dimdikti Semih.

Kanserle mücadele eden annesinin ağlayarak izleyeceğini biliyordu çünkü.

Kendini tanıttı devletten kendilerini kurtarmayı beklediklerini söyledi.

Aynı video PKK'nın kaçırdığı diğer asker ve polislerden de geldi.

Aileler yeniden toplandı çağrı yaptı TBMM'ye gitti yalvardı…

Semih'in kız kardeşi Malatya'ya gelen Tayyip Erdoğan'a ulaştı.

Çıktı karşısına "Kardeşimi ve kaçırılan askerleri kurtarın ne olur" dedi.

"Yapabileceğim bir şey yok sabredin" cevabı aldı.

Sanki herkes ağız birliği yapmıştı.

Çalınan her kapı 'sabır' 'sabret' 'sabredin' ile kapandı.

Velhasıl ne sevgilisinden şiddet gören Sıla kadar ne de Acun'dan boşanan Şeyma kadar gündem oldular.

Herkes sustu unuttu.

Sanki Semih hiç yaşamamış gibi sanki PKK'nın elinde 12 canımız yok gibi…

*

Dile kolay 3 yıl geçti.

Ne siyasiler ağızlarına aldı ne de basın yazdı çizdi.

Ve PKK 5 ay önce Semih'in bir videosunu daha paylaştı.

"Ben Semih Özbey. 21 Haziran 1993 Malatya doğumluyum. 17 Eylül 2015 tarihinde alındım. Yardımcı olacak herkesten yardım bekliyorum. 3 yıldır buradayım. Bizim için çabalanıyor mu bir çaba var mı bilmiyorum. Bizim için mücadele etsinler" dedi.

*

Bugün tam bin 498 gün geçti.

Bir anne evladını 22 yaşında bıraktı sarılamadı koklayamadı öpemedi…

"Ölmedim iyileştim seni bekliyorum" diyemedi.

Tam bin 498 gündür 12 canımız PKK'nın elinde. Açlar mı susuzlar mı nerede tutuluyorlar belli değil.

Ne Alman'ın gazetecisi ne de Amerika'nın rahibi kadar pazarlık konusu oldular.

Hatta konu bile olmadılar.

Sanki hiç yaşamamışlar gibi…

***

Velhasıl

Acun ve Şeyma'nın ayrılığı kadar konuşulur mu ya da Devlet Bahçeli af için bastırdığı kadar 12 canımız için bastırır mı bilmem.

Semih'in ailesinin tüm siyasilerden ricasıdır bu;

"Evlatlarımızı istiyoruz biz!"


27.11.2018

================================

ARSLAN BULUT: YENİ REJİMİN SEMBOLÜ SULAR ALTINDA!

"Yeni rejim" diyorum çünkü uygulamaya konulan Cumhurbaşkanlığı sistemi rejimi kökten değiştirmenin aracı olarak kullanılıyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin kendisi kurtuluş mücadelesi ile birlikte yeni bir rejim olarak doğmuştu. Yeni rejim Türk kimliğine dayanıyordu. İşte başından beri İslâm istismarıyla yıkılmak istenen budur. Türk tarihinin Türk kimliğinin hakkından gelmeyi Türkiye'yi Atatürk temelinden çıkarmayı hedefleyen yerli İslâmcılardan önce doğrudan doğruya ABD ve İngiltere'nin istihbarat servisleridir.

***

"Eski Türkiye" dedikleri aslında Atatürk'ün "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" diye tanımladığı Türk devletidir. Şimdilik "Yeni Türkiye" dedikleri devletin felsefesini ise CIA'nın ünlü Türkiye uzmanı Graham Fuller tespit etmiştir. Öyle ki Fuller de "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" diye bir kitap yazmıştır. Fakat Türk kimliğinde birleşen bir devlet değil etnik unsurların Osmanlı örneğinde olduğu gibi Sünni temelde birleştirildiği bir federasyon tasarımıydı bu.

İşte AKP döneminde sahneye konulan veya icra edilen program budur. Zaten kullandıkları kavramları önce Fuller yazmıştır!

***

Atatürk yeni devleti halkla birlikte ve Türk ordusuna dayanarak kurmuştu. Bu sebeple Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik Ergenekon Balyoz ve Casusluk gibi operasyonlar yapıldı. Bunun için Türkiye'deki Amerikan Gladyosu'nun kurduğu ve devletin bütün kurumlarına yerleştirdiği FETÖ kullanıldı. Maksat hasıl olup rejim değişikliğine geçmek gerektiğinde de 15 Temmuz senaryosu sayesinde ilk adım atıldı. Türkiye bir parti devleti haline getirildi.

Fakat partinin devlet kültürü yoktu. 17 yıl devleti idare etmek önemli bir tecrübedir ama ideolojinin esiri oldukları için kendilerini geliştirmediler. Zaten buna ihtiyaçları yoktu. Yıktıkları devletin yerine aceleyle yenisini inşa etmeye çalışırken aslında birkaç kişi dışında hiçbiri ne yapacağını bilmiyordu. Bu sebeple bütün işler bütün organizasyonlar bütün yatırımlar emirle talimatla sürdürüldü. Devlet ancak ehliyet ve liyakat sahibi kadrolarla yönetilebilirdi ama aranan tek nitelik lidere ve partiye bağlılıktı.

Sadık olan emirleri tartışmadan itiraz etmeden yerine getirenler ödüllendiriliyor memursa amir amirse müdür genel müdür milletvekili belediye başkanı veya bakan yapılıyordu. İş adamı ise bütün ihaleleri yüzde vermek kaydıyla kapatıyordu. Yeni sistemin kadroları bu kadar kolayca "başarı" kazandığı için "Türk'süz bir Türkiye" tasarlandığını hissetse de buna aldırmıyordu.

***

Yeni rejimin meşruiyet kazanması yeni köprüler yeni yollar yeni saraylar ve yeni havaalanları ile mümkün kılınmak istendi. Bunlar yapılırken Atatürk adının her yerden silinmesine de özen gösteriliyordu. Fakat rejimi değiştirmek için acele ettiklerinden ve zaten kendilerini denetleyecek hiçbir kurum ve güç bırakmadıklarından medyayı da ele geçirdiklerinden hiçbir eleştiriye uyarıya itibar etmediler. Bu sebeple büyük hatalar yapmaya başladılar. Aslında Pamukova'daki "hızlandırılmış tren kazası" "hızlandırılmış rejim değiştirme kazası" idi. Bu büyük bir uyarıydı ama algılayamadılar. Benzer kazalar devam etti. Soma'daki maden faciası bile akıllarını başlarına getirmedi. Ankara'daki son tren kazasına kendilerinin sebep olduğunu bildikleri halde suçu yine ehliyetsiz görevlilere yükleyip kurtulmaya çalıştılar.

Ve açılışı yapılmış yeni havaalanını da çalıştıramıyorlar. Çünkü sıkı bir yağmurda bütün zemin sular altında kalıyor. Çünkü maliyeti azaltmak için kod farkını aşağıya çektiler. Neredeyse yeni rejimin simgesi olan kobra yılanı şeklindeki kule bile "imdat" diyecek! Aslında sular altında kalan yeni havaalanı değil yeni rejim hevesleridir!

================================

RIFAT SERDAROĞLU: BADEM PAŞALARI

Türk Ordusuna kumpas kurulmasının "Asker Ayağını" oluşturan üç Badem Paşası ile de mahkemelerim var. Üstelik birine tazminat da ödedim.

Para mesele değil de Türk Yargısının kendilerinin terfi almaları pahasına

Türk Ordusunun komuta heyetinin çökertilmesine sebep olan Badem Paşalarından yana taraf olması bizim gibi vatanseverleri kahrediyor.

Yüce Yargı ülke güvenliğini ilgilendiren böyle eleştirel siyasi nitelikteki yazılarda karar verirken olayı iki komşunun kavga etmesi gibi basitçe algılayıp karara bağlamamalıdır.

Anayasamızı Yasalarımızı Türk Tarihinin binlerce yıllık imbiğinden süzülüp oluşan Milli benliğimizi altına imza koyduğumuz uluslararası antlaşmaları vatanımızı geleceğimiz olan gençlerimizi düşünerek karar vermelidir.

Çünkü yargı bizim gidebileceğimiz son kapıdır.

Eğer bu "Hak Kapısı" vatanseverlere kapanırsa ya da iktidarın etkisi altına girerse toplumda meydana gelebilecek tüm olaylardan sorumlu olacaktır.

Koyun değiliz ki boyumuzu emperyalistlerin uşağı olmuş tarikat-cemaat artıklarına uzatalım!

Gereğini elbette yaparız…

Bu üç Badem Paşası "Türk Tarihine" kendi ocağını satan birer ihanet sembolü olarak yazılacaktır.

Çünkü bunlar Türk Milletinin omuzlarına taktığı yıldızları gazoz kapağı Türk Milletinin üzerlerine giydirdiği üniformaları da belediye zabıtası giysisi seviyesine düşürdüler. Buna kimsenin hakkı yoktur haddi de değildir.

Bunların üzerlerindeki "devlet zırhı" çıktığında halkın arasına karışamazlar kimsenin yüzüne bakamazlar.

Vatansever subaylar için koydukları "Ordu Evi" giriş yasağı silah arkadaşları tarafından bunlara terbiye dahilinde uygulanacaktır…

Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın TBMM'deki halini görünce kendisi hakkında gram yanılmadığımı bir kez daha anladım.

AKP'li Bakan Akar kendisinin iddia ettiği konularda haklı olsa bile şimdi yazacağım suçlarını ne Allah ne de Türk Milleti affetmeyecektir!

-250 yıllık Askeri Okulların kapatılmasına sebep olmak!

-Askeri Okul öğrencilerinin ve acemi askerlerin 15 Temmuz tiyatrosuna karıştırılarak her birinin yedişer defa ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmeleri!

Sayın Akar

Başınızı iki elinizin arasına alın ve düşünün.

Sizin yaptıklarınızı Yunanistan Genelkurmay Başkanı kendi emrindeki ordusuna yapar mıydı?

Yapamazdı! İstifa eder yine de ordusuna ihanet etmezdi.

Tıpkı Komutanınız Işık Koşaner Paşa ve arkadaşlarının yaptıkları gibi!

Onlar Türk Milletinin gönlünde taht kurmuş gerçek kahramanlar olarak tarihe geçtiler bile!

Ya siz?

================================

YILMAZ ÖZDİL: HULUSİ BEYİN ARKADAŞLARI…

Çetin Altan öldü.

Hulusi bey genelkurmay başkanıydı.

Derhal taziye mesajı hazırlattı.

Asrın iftirasını manşet yapan bu memleketin Atatürkçü yurtsever subaylarını "cami bombalayan dinsiz katiller sürüsü fuhuşçu casuslar" şeklinde sunan Taraf gazetesinin kurucusu genel yayın yönetmeni başyazarı Ahmet Altan'a gönderdi.

"Duyduğunuz acıyı yürekten paylaşıyor size sabır ve başsağlığı diliyorum" dedi.

Aradan az geçti…

Hasan Karakaya öldü.

Genelkurmay başkanlarına "gizli yahudi" diyen Atatürk'e kin kusan karşıdevrimci gazetenin yayın yönetmeniydi başyazarıydı.

Akp politikalarına karşı çıkanlara "ulan pezevenkler kaltaklar orospular köpek oğlu köpekler embesiller kitapsızlar" diyordu.

Akp'nin akil'iydi.

Hulusi bey Atatürk düşmanı gazeteye derhal taziye telefonu açtırdı.

"Haksızlığa karşı en zor zamanlarda konuşmasını bilmiş ve dik duruşundan asla taviz vermemiştir Türk gazeteciliği açısından yeri doldurulmayacak bir boşluk oluşmuştur" denildi "genelkurmay başkanlığı adına başsağlığı" dilendi.

Aradan az geçti…

Nuri Pakdil hastalandı.

Atatürk'e "firavun" diyen 29 Ekim 1923'ü yani cumhuriyet ilan edilmesini "değerlerimizden kopma dönemi" olarak nitelendiren sanki biz Türkler budistmişiz gibi "ne mutlu Türküm diyene" demeyip "ne mutlu müslümanım diyene" diyen Türk kimliğiyle müslüman kimliğini karşıt kavramlarmış gibi gösteren dinci yazardı.

Hulusi bey koşa koşa evine ziyarete gitti.

Nuri Pakdil'i çocukluğundan beri okuduğunu filan anlattı.

Kısa süre önce de Atatürk'e ve Atatürkçülere kin kusan karşıdevrimci gazetenin kadın yazarını hastanede ziyaret etmişti.

Hulusi bey geçmiş olsun ziyareti yaparken bu kadın yazar "Atatürk'ün kız çocuklarına nargile ve alkol içirdiğini ırzına geçtiğini" yazıyordu "Atatürk'ün kendi manevi kızıyla yattığını" yazıyordu.

Aynı kadın yazar Fethullah Gülen'i eleştirenlerin "psikopatik düşmanlar" olduğunu yazıyordu kumpas tetikçisi bavulcu gazeteci Mehmet Baransu'nun "ruhu iyi adam" olduğunu yazıyordu.

Hulusi beyin kendisini ziyaret etmesini eleştirenler hakkında ise şunları yazdı: "Kuyruğuna bastıklarım rögar fareleri kurbağalar gibi vıraklıyorlar kuçu kuçular enik ciyaklaması tasmalılar. "

Ve şimdi bakıyoruz…

Hulusi bey mecliste kendisini eleştiren CHP milletvekillerine "dinleyin!" diye emrederek "arkadaşlarını ziyaret etmeyen alçaktır" diye bağırdı.

E haklı.

Arkadaşlarını ziyaret etme şerefi kendisine ait hakikaten.

================================

NECATİ DOĞRU: SÜREKLİ UZUN FARLARI YAKALIM!

Eksiksiz yanlışsız görebilmek için uzun farları sürekli açmaya ve bol ışıkla bakmaya mecburuz.

Suriye sınırı!

"Dalya yüz" dür.

100 yılını bitirdi.

1918-2018.

100 yıl öncesinde Birinci Dünya Savaşı'nın o karanlık günlerinde İngiltere Fransa ABD ve Rusya Suriye sınırına cetvel tutmuşlardı. 100 yıl sonra bugün; İngiltere Fransa ABD ve Rusya farklı rollerde yine Suriye sınırında birbirlerine cetvel gösteriyorlar. Altında petrolü de olan Suriye toprakları şimdi ipleri süperlerin elinde "üç ayrı butik devlete" bölünme günlerine itiliyor.

100 yıl önce:

Almanya dedemiz Osmanlı'ya "Suriye'yi daha iyi koruma akılları" vermiş bu arada Osmanlı ordusunu kaldıramayacağı kadar ağır yüklerin altına sokmuştu.

100 yıl sonra:

ABD aynısını yapıtı.

Ankara'ya "Suriye sınırını daha iyi koruma akılları" verdi ve çok yakın tarih 2015 yılında "her 3 metreye bir asker dikilmesini" bile önerebildi. ABD sözüm ona Ankara'nın yanında duruyor. Son laf: Trump ile konuşup olumlu cevap aldık. Tarihimiz yandaş duruşların gözyaşlarıyla doludur. Dedemiz Osmanlı da Fransa İngiltere Almanya ve bazen de Rusya'ya çok güvenmiş savaşlara girmişti.

★★★

"Mülteci bekçiliği" önerdiler ve başardılar. Büyük külfet. Yüksek maliyet. 3.5 milyon Suriyeli 40 milyar dolar harcama. Türkiye'yi AB'ye almayıp "mülteci bekçisi" yapanların oyaladığı ülke olduk. Bu yüzden diyorum ki "uzun farları sürekli yakalım" ve bakalım ne oldu:

ABD zaten yığmıştı.

Rusya da batarya yığdı.

İkisi birden IŞİD'i bahane edip Suriye topraklarında ve sınırımıza yapışık 400-500 yıldır yaşayan Türkmen Arap Yezidi Süryanileri vurup öldürüyor ölmeyenler de "mülteci olup" denizlerde kucaklarında bebek yaşta çocuklarıyla çırpınarak boğulmaya itildiler itiliyorlar.

Suriye'nin bütünlüğü gitti.

Geceler bizim için de belaya gebe kaldı. Soru "ABD'nin Fransa'nın İngiltere'nin ve de Rusya'nın Suriye'de ne işi var?" olmalıydı.

Olmadı.

Bu soruyu kendi kendimize sorma gücümüz var ama onlara da "çekilip gidin sınırlarımızdan" diyebilme gücümüz yok. Ordumuz görevini yapıyor. Anladığım kadarıyla "Mavi Kuşak" düşünüyor. Misak-ı Milli sınırına kadar olan bölgeyi korumayı ve mavi kuşak tutturmayı hedefledi. Politikacı ise ordunun hedefini seçimde oya dönüştürmenin hesabı içinde… Mavi Kuşak hedefi; "yaklaşan seçimin oy hesabına" ziyan olup gitmesin.

★★★

Yıllar aktı gitti.

Suriye'de Misak-ı Milli sınırımızda kendi öz topraklarında yaşamakta olan Türkmen Kürt Arap Suryani Ermeni Keldani Ezidi tümüyle birlikte "Türkiye ile dost çemberi" kuramadık. Kurulabilmiş olsaydık. Bugün ABD sınırımızda oynadığı kötü niyetli oyunu göze alamazdı.

SON DAKİKA NOTU: Dün akşam üstü ABD yönetimi askerini Suriye'den çekeceğini açıkladı. Bunun ne anlama geldiğini yakında görürüz.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

SAĞLIK İÇİN 1 DEĞİL 1000 FATİH PORTAKAL!

Sağlıklı bir demokrasi iyi işleyen kurumlar zenginleşen ve zenginliği adil bölüşen Türkiye için bir Fatih Portakal yetmez 1000 Fatih Portakal gerekli. İktidar olmuş liderlerin "ben demokrasiye saygı duyan bir liderim" diyebilmesi için Fatih Portakal gibi televizyon gazetecilerinin çoğalması gerekir. Fatih Portakal ne yapıyor? Gizleneni saklananı örtüleni bulup halka anlatmaya çalışıyor. Fatih Portakal'ı korkutup susturmaya çabalamak sağlık değil. Sağlık Fatih Portakal türü gazeteci sayısının artması.

================================

TOKMAK/RAHMİ TURAN: ADSIZ BİR MİLLET MİYİZ?

Sürekli olarak "Benim milletim" diyor…

Senin milletin kim?

Adı yok mu milletinin?

Neden "Türk milleti" demiyorsun?

Bu ifade şahsen benim çok gücüme gidiyor? Adsız bir millet miyiz biz?

İktidarın yerel seçimlerden büyük kuşkusu var ki hakaretler tehditler gözdağı vermeler havada uçuşuyor ortalık geriliyor!

Gerginlikten aşırı sert ve kırıcı sözlerden siyasi çıkar umanlar var. Oysa bu tutum ülkeye zarar veriyor halkı kutuplaştırıyor insanlarımızı düşman kardeşlere dönüştürüyor!

Muhalif olan herkes hakarete uğruyor küçük görülüyor aşağılanıyor!

Talimat verilir gibi "Zaten yargı bunlara gereken cevabı verecektir" "Bunun bedelini ağır öderler" gibi sözler sarf ediliyor.

Bir bedel varsa buna yargı karar verir. Daha soruşturma bile açılmadan "Bedelini ağır öderler" demek yargısız infaz anlamına gelmiyor mu?

Bu tür sözlerle hem muhaliflere hem de halka gözdağı verilmek isteniyor.

Böyle bir ortamda 31 Mart Yerel Seçimleri'ne gidiyoruz. Hiçbir belediye seçimi bu kadar kritik olmamış böylesine önem kazanmamıştı. İktidar endişe içinde!

"EKO-PARAZİT"

Ekonomi hayatımızın bir parçası…

Türk basınında ilk ekonomi sayfalarını 1970'li yıllarda yöneticisi olduğum efsane Günaydın Gazetesi'nde biz yapmıştık.

Bugün SÖZCÜ yazarları arasında olan ve yazıları ilgiyle okunan Necati Doğru o tarihte ekonomi servisi şefimizdi.

Günaydın'ın sayfaları büyük ilgi görünce bütün gazeteler ekonomiye önem vermek zorunda kaldı. Türk basınına ekonomi Günaydın'ın öncülüğünde girdi.

Artık televizyonlar da ekonomi haberlerine büyük önem veriyor ve programlar düzenliyor.

Dikkatle izliyorum… TV'lerin tamamına yakını iktidar yanlısı yayın yaparak ekonomimizi tozpembe göstermeye çalışıyor. Patronlarının devletle olan işlerini kolaylaştırmak istiyor ve izleyicilerini yanıltıyorlar!

★★★

Sevgili okurlar… Bugün TV dünyasında "bağımsız tek ekonomi programı" var.

Halk TV'de salı geceleri saat 21'den itibaren yayınlanan "Eko Parazit" programı.

Programı SÖZCÜ'nün sevilen ekonomi yazarı Murat Muratoğlu ile arkadaşı Erkin Şahinöz hazırlıyor. İkisi de beğeniliyor.

Herkesin kolayca anladığı memleket gerçeklerini dile getiren hiç kimseye yağcılık-yalakalık yapmadan doğruları anlatan güler yüzlü programı ben ilgiyle izliyorum.

★★★

Salı gecesi Murat Muratoğlu ile Erkin Şahinöz'ü her zamanki gibi dikkatle dinledim.

Mutluluk endeksinde Türkiye'nin yüzde 75'i mutlu çıkıyor.

Murat Muratoğlu tebessüm ederek nsanlarının dörtte üçü mutlu olan ülkenin hali böyle olur mu?" diyor.

Araştırmalar emir-komuta ile yapıldığı için maalesef yanıltıcı!

Erkin Şahinöz "Diğer kanallar gerçekleri açıklamıyor. Türkiye'nin bağımsız tek ekonomi programını biz yapıyoruz" diyor. Haklı.

Uzun süren programdan sadece birkaç satırbaşı nakledeceğim:

Uçurumun yanında gözü kapalı yürüyor gibiyiz.

İşsiz sayımız 3 milyon 330 bine yükseldi.

İnşaat sektörü felâket durumda…

Sanayide 32 bin iş kaybı var.

Ülkede korkudan doğru rapor yazılamıyor. Doğruyu söyleyenler derhal kovuluyor.

Vergi affı imar barışı bedelli askerlik dediler milyarlarca lira para topladılar. Fakat buna rağmen hâlâ 54 milyar lira bütçe açığı var. Paraları nereye harcadılar?

Sevgili okurlar… Ekonomide neler oluyor? Gerçekleri öğrenmek istiyorsanız her salı gecesi "Eko Parazit" programını izlemelisiniz. Diğer programlar lâfı güzaf!

AVM'LER NEDEN DOLUYOR?

Murat Muratoğlu ile Erkin Şahinöz'ün Halk TV'de hazırladığı "Eko-Parazit"programında öğrendim.

Dünyada AVM (Alışveriş Merkezi) en çok olan ülkelerden biriyiz. Avrupa'da birinciyiz.

İstanbul'da 118 tane AVM var.

Türkiye'deki toplam AVM'lerin sayısı 411.

Batı ülkelerinde AVM'ler şehir dışında inşa edilir. Bizde ise hepsi şehir içinde…

Büyük ekonomik sıkıntılara rağmen İstanbul'da özellikle hafta sonları AVM'ler dolup taşıyor. Neden?

Programda Murat Muratoğlu bunu şöyle açıkladı:

"Türkiye'nin en büyük kenti İstanbul'da yeşil kalmadı. 16 yılda yeşil düşmanı bir kent yaratıldı! Halkın gidecek yeri yok! Nerede gezecek nerede dolaşacaklar? Bu yüzden AVM'leri dolduruyorlar. Alışveriş yapan çok az. Halkta para kalmadı ki… Sadece ucuz yemek bölümleri iş yapıyor. AVM'ler doluyor ama kazanamıyor!"

TEBESSÜM

TEMEL'İN ECZANESİ!

Temel'in eczanesine genç ve güzel bir kadın girmiş. Tartının üzerine çıkmış. Parayı atmış. Çıkan sonucu beğenmemiş.

Genç kadın önce mantosunu sonra ceketini çıkartmış. Tartının üzerine çıkıp tekrar para atmış. Yine çıkan kilodan memnun olmamış.

Kadın kısa bir süre düşündükten sonra eteğini de çıkartınca Temel yerinden fırlamış tartıya parayı kendisi atmış:

"Devam edin hanımefendi bundan sonrası müesseseden!"

GÜNÜN SÖZÜ

Sen daha iyi bir fare kapanı yaparsan doğa da daha zeki fareler yaratır!



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder