29 Aralık 2018 Cumartesi

Bu gün öne çıkan bazı haber ve yorumlar 2018-12-28 2


MUSTAFA SOLAK : KÖŞE YAZISI

İslam tarihi alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Aydın Tonga'nın beşinci kitabı eriatın Kestiği Parmak" geçtiğimiz günlerde okuyucularla buluştu. Yazar kitabın varoluş sebebini şöyle ifade etmektedir:

"İktidar odaklı dini örgütlerin amaç edindikleri devlet nasıl bir yargı düzenine sahip olacaktır? Bu devletin hukuk anlayışı yani şeriat yapısı nasıl şekillenecektir? Bu düzende özelde kadın hakları genelde insan hakları düşünce ve ifade özgürlüğü nasıl sağlanacaktır? Sözüm ona bir slami devlet" kurulduğunda bizi bekleyen nedir? İşte bu kitap bütün bu soruların cevabına kapı aralamak adına kaleme alınan yazıların derli toplu biçimde okunması amacıyla oluşturuldu. "

Yazarın da belirttiği üzere kitap "şeriat" olarak ifade edilen İslam hukukunun farklı alanlarda nasıl uygulandığını güncel olaylardan yola çıkarak yanıtlamaya çalışmakta. "Şeriatın Kestiği Parmak Şeriat Bize Vaat Ediyor Güne Damgasını Vuran Söylemlerde Bağnazlık Güncel Olaylar Din-Siyaset İlişkisi" başlıklı bölümlerden oluşan kitabın son bölümünde ise yazarın farklı yerlerde yayınlanan röportajları yer almakta.

Dini esaslara dayalı bir devlet kurulduğunda uygulanması muhtemel yasaları bilmek elbette oldukça önemlidir. Zira bu doğrudan hepimizin hayatını ilgilendiren bir konu. Tonga'nın kitabında işte bu çarpıcı örneklerle de karşılaşıyoruz. Bu örneklerden birisi hiç şüphesiz namaz kılmayanların durumu ile ilgili. Kitaptan öğrendiğimize göre "şeriat kurallarına" göre namaz kılmayanlar üç mezhebe (Hanbeli Şafi Maliki) göre öldürülmekte Hanefi mezhebine göre ise hapsedilmekte. Belirttiğimiz üzere kitapta bununla ilgili ibretlik bilgiler mevcut. Örneğin Osmanlı'da namaz ile ilgili soruların nasıl yanıtlandığı yazar şöyle aktarmakta:

Mesele: Bazı Müslümanlar "çıbanlarım vardır" bazıları da "yaralarım vardır" diye özür gösterip namaz kılmasalar şeran özür olur mu?

Ebu Suud: Namaza özür olmaz kanı akarken dahi kılmak lazımdır.

Mesele: Bir kişi namazı inkâr edip "inanana namaz gerekmez" derse ona ne yapmak gerekir?

Ebu Suud: Öldürülmesi gerekir.

Mesele: Bir topluluk namaz kılmayıp Ramazan orucunun da farz olduğunu inkâr ederse ne yapmak gerekir?

Ebu Suud: Kâfirdirler ortadan kaldırılmaları gerekir.

Din olgusunu tarihsel koşullar ve ilgili dönemin sosyal siyasal ekonomik üretim yapısıyla birlikte yorumlayan tam bu noktadadini yaşanan toplumsal gerçekliğin tezahürü olarak ifade eden Aydın Tonga eriatın Kestiği Parmak"la bu söylemini sürdürmeye devam ediyor. Kitabın bütününde dinin yaşama içkin yanını işaret etmekten çekinmeyen yazar aynı zamanda iktidar odaklı din anlayışı ileyaşamı kuşatan "şeriat" yasalarını dacesaretle gözler önüne seriyor. Nihai olarak şunu söyleyebiliriz ki; "Şeriat Kestiği Parmak" gerek güncel gerekse de tarihsel olarak yaşanan İslamcı anlayışı öğrenmek isteyen okurlar açısından başucu eserlerden biri olarak değerlendirilebilir.

Not: Yazarın "Emeviler" "Muaviye" "Derin İslam" "Kadızadeliler" adlı 4 kitabı daha vardır.

================================

ÖL EMEKLİ ÖL DİYORLAR

Neden yaşıyorsunuz ki?

Ölün artık diyorlar.

Yıllarca çalıştınız. Maaş aldınız.

Belki yalnızlığı tercih ettiniz belkide evlendiniz.

Dişinizden tırnağınızdan eksik ederek evlat büyüttünüz. Okuttunuz ve daha sonra evlendirip mürüvvetini gördünüz.

Artık ölmek için neyi bekliyorsunuz?

Bunu ben söylemiyorum.

Elinden Kuranı dilinden Allahı düşürmeyen Ehli Müslim iktidar ve onun başında ki beyefendi söylüyor.

Bunu söyleyen beyefendiye oyları ile destek veren oğlun kızın damadın bir parça ekmeği bölüştüğün yıllarca bir yastığa baş koyduğun eşin söylüyor.

Daha da vahim olanı sandık başına giderek bu iktidara halen daha oy vermeye devam eden sen söylüyorsun.

HATIRLA

Payitahtda ki sarayında oturan ağzı Kuranlı ve imanlı liderimiz ne demişti?

"Emekli olacaksın çalışmaya devam edeceksin. Yani çift dikiş maaş alacaksın. Yok öyle yağma…"

Özetle: Emekli olduktan sonra çalışamazsın da arkadaş diyor.

Sana açlık sınırı altında maaş veriyorum. Sen hala neden direniyor ve ölmüyorsun diyor.

Bir derneğin var ama eylem yok.

Bir ağzın var ama dilin yok.

Bir ailen var ama sahibin yok

Bir cismin var ama ismin yok

İtirazın yok. Tepkin yok.

Tepki koymaya Mecalin yok

Sen böyle olunca ihlas sahibi iktidarımıza göre yaşaman için herhangi bir sebebinde yok…

BU ZULMETMEK DEĞİL MİDİR?

Eşi solunum makinasına bağlı olan emeklinin son ödeme tarihini 3 gün geçen faturası yüzünden elektriğini kestiler. Son bir umut ile elektrik kurumunu aradı ve durumunu izah etti. Beş gün sonra maaşını alacağını ve borcunu ödeyeceğini söyledi. Kesilmiş olan elektriğinin bir defaya mahsus olmak üzere bağlanmasını istedi.

Borcunu öde sonra açarız dedi ve telefonu yüzüne kapattılar.

Emeklinin eşi komaya girdi ve bugün itibarıyla yaşam mücadelesi veriyor.

Olsun…

Abdesli namazlı ve ağzı Ayetli bir Reis-i Cumhurumuz var ya.

2019 yılı ilk 6 ayı için alacağın zam belli emeklim

Ortalama 180 ile 280 Lira arası

İtikatlı iktidarın kendi açıkladığı enflasyon oranı %26

Gerçekte ise % 40 ve üzeri

Sana verilecek zam oranı %10 11

Bozdur bozdur harca.

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/26/ol-emekli-ol/

================================

ALAEDDİN YALÇINKAYA : ERMENİSTAN ÖNKOŞULSUZ OLARAK SALDIRGANLIĞA SON VERMELİDİR

Ermenistan başbakanı birtakım çıkmazlarından Türkiye'yi karalayarak çıkış yolu arıyor: "Türkiye ile önkoşulsuz ilişkiye hazırız".

Yani Ermenistan barış dostluk işbirliği taraftarı olduğu halde Türkiye yanaşmıyor.

Paşinyan başta 1915'te Ermeni çetelerinin katliam vahşet ve tecavüzlerini çarpıtması olmak üzere Türkiye ve diğer komşularına karşı karalama ile KGAÖ ve Avrasya Birliği zemininde yeni fırsatlar kollamayı sürdürmektedir.

Ankara'nın Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü seviyesinde de olsa bu çarpıtmalara gereken cevabı vermesi beklenmektedir.

1995 Ermenistan Anayasası (Constitution of the Republic of Armenia) 2015'te değiştirilen haliyle de saldırgan hükümleri korumuştur.

Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi'nde (Declaration on the Independent of Armenia) yer alan hedefler esastır.

Bildirgenin birçok maddesi komşularına yönelik saldırı hükümleridir.

11. Madde Doğu Anadolu'dan "Batı Ermenistan" diye bahseder ve soykırım yalanlarının tanınmasını görev sayar.

Öte yandan Ermenistan devlet armasında yer alan Ağrı Dağı ile soykırım iftiraları kapsamındaki beyanları her fırsatta Trabzon'dan Mersin'e "Batı Ermenistan" aptallıklarına destek oluşturmaktadır.

Belirtmek gerekir ki Batı Trakya Kerkük Kırım Güney Azerbaycan gibi eskiden Türk yurdu olup bugün başka ülkelerin egemenliğinde olan nice illerimiz vardır.

Tarihi kültürü etnik yapısı mimarisi dili ve edebiyatıyla bizden olan bu topraklar bugün bizden çıkmıştır.

Buradaki soydaşlarımızın dini ve kültürel haklarıyla tarihi eserlerin muhafazası restorasyanu için yetersiz de olsa teşebbüsler sözkonusudur.

Ancak hiçbir resmi belge bu topraklardan T. C. diye bahsetmez.

Böyle bir ifade barış ve huzura karşı saldırı anlamına gelir.

Antik çağlarda kısa ömürlü bir Ermenistan Krallığı dışında bölgede bağımsız bir Ermeni devleti bilinmemektedir.

Bu coğrafyanın hiçbir kısmında Ermeni nüfusu yüzde 20'yi geçmemiştir.

Bağımsız krallık ise önce Roma daha sonra Abbasi halifelerine bağlı özerk yönetim olarak birkaç asır ayakta kalabilmiştir.

Bugünkü Ermenistan ise iki asır öncesine kadar Revan merkezli medreseleriyle camileriyle minareleriyle dopdolu bir Türk yurdudur.

Bunlardan günümüzde hiçbir eser kalmamıştır.

Halbuki bin yıllık anayurtta Ermeni kiliseleri aynen ayaktadır.

Paşinyan Çarlık sonrası bağımsız Ermenistan'ın ilk başbakanı Kaçaznuni'nin yazdıklarına (Taşnak Partisinin Yapacağı Bir şey Yok) baksaydı sürekli kaybetme emperyalist stratejilere körü körüne pisi pisine alet olarak yok olma nesiller boyu kin düşmanlık ve iftiralarla ömürlerini geçirme bahtsızlığına son vermeyi düşünebilirdi.

Gerçi bunun şuurunda nice Ermeniler var ancak gerek diyasporada düşmanlıktan beslenen çevreler gerekse kullanıma hazır mal arayan güçler buna engel olmaktadır.

Bununla beraber sosyal medyanın sunduğu imkanlarla saldırgan işgalci kindar iftiracı tarihten kaçmayı ve tarihi çarpıtmayı hukuktan kaçmayı ve hukuku çarpıtmayı ilke edinmiş ilkel toplumdan kurtulma şansı her zaman vardır.

Yakın dönemde komşu ülke topraklarını işgal ettiği halde bunu sürdürmeyi başaran fazla örnek bulunamaz.

Azerbaycan'a ait Yukarı Karabağ ve civar rayonların işgalinin bedeli olarak Ermenistan devleti ve toplumu yok olma sürecine girmiştir.

Yaklaşık çeyrek asırda ülke nüfusu yüzde 30 azalmıştır.

Ermenistan'da kalanlar ise daha çok yaşlılar ve güçsüzlerdir.

Çünkü komşularıyla kavgalı ve işgalci bu ülke yöneticileri kalkınmayı halkının refah ve huzurunu unutmuşlardır.

Diaspora liderlerinden Sassonian Türkiye'nin etnik çatışmaya sürüklenerek veya büyük bir savaşa sokularak tüketileceğini ve Batı Ermenistan'ın (Doğu Anadolu) alınacağını daha altı yıl önce söyledi.

Yunanistan'la birlikte Ermenistan da bir ABD-Türkiye savaşını heyecanla bekliyor.

Bu aşamada Ebussuud Merhum üzerinden çatışma çıkarmak isteyenlerin kimliklerine dikkat edelim.

40 yıl önce Maraş olaylarında hayatlarını kaybedenleri anarken birileri yine bu tür tezgâhların peşinde.

Azerbaycan'ın yüzde 20'sini işgal eden Rusya destekli Ermenistan başbakanı Dağlık Kararbağ Ermenilerinin self-determinasyon hakkından bahsediyor.

Bunların da temelinde Ermenistan Bağımsızlık Deklarasyonu bulunmaktadır.

Hatırlatalım yurtlarına sokulmayan bir milyon Türkün hakları niçin gündeme getirilmiyor?

Mevcut sınırları tanımayan hatta anayasasında ülkemiz toprağını kendi ülkesi sayan bir devlet ile savaş halinde olduğumuz açıktır.

Ermenistan öncelikle Uluslararası Hukukun temel ilkelerinden olan bir başka ülkenin topraklarını Dağlık Karabağ ve civar rayonları işgale önkoşulsuz olarak son vermelidir.

Bu aşamda Rusya veya diaspora baskısını aşacak iradesini kullanamazsa yok olma sürecinde ilerleyecek demektir.

Türkiye topraklarından Batı Ermenistan diye bahseden cümleleri yok etmeli sözkonusu deklarasyondaki ifadeyi tashih eden saldırgan anlamı ortadan kaldıran yeni anayasal düzenlemeler yapmalıdır.

Mevcut sınırları tanıyan sözleşmeyi imzalamaya hazır olduğunu diplomatik yolla (ayak üstü laflarla değil) beyan etmelidir.

Soykırım iddiaları konusunda Haçlı yalanları yerine tarih bilim ve hukuk hakemliğini tanımalıdır.

2005'de KAÇTIĞI masaya (Viyada Ermeni-Türk Platformu) yeniden dönmelidir.

Başta AİHM AB Adalet Divanı Fransa Anayasa Mahkemesi Malta Sürgünleri hakkında İngiliz Kraliyet Başsavcılığı vb nice uluslararası veya ulusal mahkeme kararlarını yetersiz görüyorsa doğrudan Milletlerarası Adalet Divanı'na başvurmalıdır.

I. Dünya Savaşı'nda Rus destekli kuvvetlerle Müslümanlara bugünkü anlamda soykırım uygulayan Ermeni çetelerini Türkler unutuyorsa Ermenistan da bir daha saldırgan mütecaviz işkenceci vahşiyane işlem ve uygulamalara geri dönmemek üzere yaptıklarından pişman olmalı komşularıyla dostluk işbirliği ve saygı temelli politikalara yönelerek huzur refah ve güven içinde yaşamanın çaresine bakmalıdır.

Paşinyan'ın baştan sona iftiracı ve yalancı beyanları tarihi ve hukuk gerçekleriyle kendisine diplomatik yolla hatırlatılmalı Uluslararası Hukukun gerektirdiği adımları atması istenmelidir.

Makul bir süre içinde işgalci ve saldırgan politikalara son vermediği takdirde Türkiye bu ülke ile hava ulaşımını kesinlikle kapatmalıdır!

Esasen hava köprüsünün 2004'de açılması yanlıştı.

Unutmayalım ki Ermenistan Suriye'den askerini çekmeyi telaffuz etmek zorunda kalan Beyaz Saray'dan daha güçlü değildir.

Arkasında Rusya veya batının olması bu gerçeği değiştirmez.

Öncevatan 25.12.2018

alaeddinyalcinkaya@gmail.com

================================

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : TÜRKİYE VE İSRAİL İLİŞKİLERİ

19 Aralık'ta Başkan D. Trump "Koalisyon IŞİD'in elindeki toprakları özgürleştirdi ancak IŞİD'e karşı kampanya bitmedi.

IŞİD karşıtı kampanyanın yeni aşamasına geçerken Suriye'den askerlerimizin eve dönüş sürecini başlattık" dedi.

*

21 Aralık'ta İsrail/ Beer Sheva'da Kıbrıs Rum Kesimi Yunanistan ve İsrail liderleri

Üç ülkeyi birleştirmeyi amaçlayan " Boru Hattı Enerji Altyapısı ve Güvenliği Anlaşması" için 5. zirvedeydiler.

Üç ülke Zirve Deklarasyonunda Kıbrıs'ta çözüm müzakerelerinin başlamasına

Kıbrıs Rum Kesiminin Münhasır Ekonomik Bölgesi'nde egemenlik haklarını kullanmasına tam destek verdi.

*

Zirvenin ardından İsrail Başbakanı B. Netenyahu sosyal medyada yaptığı açıklamada

"Kuzey Kıbrıs'ın işgalcisi ordusu Türkiye'nin içindeki ve dışındaki Kürt köylerinde kadınları ve çocukları katleden Erdoğan İsrail'e vaaz vermesin" ifadesi kullandı…

*

Erdoğan'ın yanıtı da hayli sertti.

"İsrail'in kendi günahlarının insanlık suçlarının katliamların yıkımların hesabını vermeden kimseye ithamda bulunmaya hakkı yoktur.

Bizim Filistinli mağdurlara karşı çıkmamızdan rahatsız olan İsrail Başbakanı iftiralarla alçak ifadelerle saldırdı.

Netanyahu denilen adam bizi Kıbrıs'ta işgalci olmakla suçluyor. Herhalde dili sürçtü. Kendilerinin Filistin'de işgalci olduklarını söyleyecekti "dedi. .

*

O sırada İsrail'de koalisyon ortağı partiler arasında Ultra-Ortodoks Yahudilerin dini okullarında eğitim gören öğrencilerin askere alınmasını öngören yasa tasarısı

Koalisyon ortakları arasında krize yol açmıştı ki;

Liderler Parlamento'yu feshetme ve Nisan'da erken seçime gitme kararı aldılar…

*

B. Netenyahu Başbakanlık görevinde ABD Başkanı D. Trump ile işbirliği yaptı.

Böylece Ortadoğu'da çok çalkantılı bir dönemde büyük oranda ülkesinin istikrarını koruyan bir profil çizdi.

*

Öncelikle Trump'ın "Herhangi bir bölgede sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun sağlanabilmesi sonra bunun korunması için;

Yapısal kapasitenin çatışmaları diplomasi yoluyla çözebilme esnekliğinde olması gerekir" düşüncesini destekledi.

Böylece barış ve istikrarın korunması için ilgili tüm oyuncuların sahip oldukları şeyleri elde etmiş olmalarının en iyisi olduğunu anlamasına

Bu noktada fikir birliğine varılması ve bu birliğin geliştirilerek daha çok iyileştirilmesi için atılan adımlara katkı verdi.

*

Oysa eski Başkan Obama ABD'nin dengeleyici rolünü bu yöntemle değil belirli limitlere ve kırmızı çizgilere indirgeyerek azaltmıştı.

Böylece hem iyileştirme çabalarını engelleyen kesimleri cesaretlendirmiş

Hem de bölgedeki vekillerini yanlış zaman ve yanlış yerlerde silahla destekleyerek Ortadoğu sorununun kontrolden çıkmasına neden olmuştu.

*

Başbakan Netenyahu belli bir coğrafyada birbirleriyle ortak noktalar ve bütünleyici unsurlar ile ilişiklendirilmiş ülkeleri kümeleştirmeye dayandırılan ABD dış politikasına;

Aynı zamanda ülkesinin güvenliği için bölgedeki Rusya ile stratejik bir ittifakı dizayn ederek ek bir destek daha verdi.

Bu ittifak ile Rusya'nın Suriye içerisindeki etkisini ve ittifakın içeriğini İran'a karşı kullanmanın yolunu oluşturdu…

*

B. Netenyahu ayrıca Başkan Trump'ın Aralık 2017'de

Ortadoğu'daki çok fazla sorunun temelini oluşturan Filistinsrail sorununun çözümü yolunda;

Kudüs'ün başkent yapılması

İsrail'in Arap Dünyası ile ilişkilerini geliştirerek İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması amacını paylaştı.

*

İsrail'in yakın gelecekte HAMAS'la sonra İran'la doğrudan bir savaş yaşayabileceğini hep ihtimal dahilinde tutarken

Askeri Doktrini'ni sarsılmaz bir kararlılıkla yürüttü.

Doktrine göre güvenliğin bir esası da İsrail'e tehdit oluşturan en uzak mesafedeki füzeleri bertaraf etmeye dayanıyor.

Bu yüzden İsrail Füze tehdidini nötralize etmek için düşman devletler sınırları ötesinde Güney Sudan gibi koruma daireleri oluşturmaya çalışırken

Bu stratejinin bir ürünü olarak çözüm bekleyen Suriye ve Irak Kürdistan'ı oluştu.

*

Netenyahu HAMAS'ın arkasındaki Müslüman Kardeşler örgütünün İslamcı Cihad ideolojisinin kaynağı olduğu

Bu kaynaktan neşet eden İslamcı terörle yapılacak mücadelenin ortağı

Bölgesel rakipler Suudi Arabistan ve İran arasında estirilen soğuk savaşla Ortadoğu'daki gücün bu iki ülke arasında dağıtılmasının da partneri oldu.

*

O sırada Suudi gazeteci C. Kaşıkçı'nın İstanbul'da talihsiz ölümünde

Erdoğan Suudi Veliaht Prensi M.bin Salman'ın uluslararası duruşuna baskı ve zarar vermek için yapılan sızıntılara ve göstergelere güvendi.

Prens Salman Başkan Trump ve Başbakan Netenyahu'nun Ortadoğu vizyonunda önemli bir karakterdi.

Sonuçta Erdoğan İsrail-Filistin Barışı'nın beklemeye bıraktı sürece zarar verdi.

Bugün Prens pozisyonunda sağlamdır ve babasından sonra Suudi Arabistan Kralı olacaktır.

Ama Türkiye ile olan gergin ilişkilerin yeniden düzelmesi umudu yitirilmiş gibidir…

*

Halbuki Suudi Arabistan Erdoğan ile iktidara geldiğinden beri yakın ilişkideydi.

Suudiler Sünni Türkiye'nin Orta Doğu'daki yükselişini Şiî İran'a karşı dengeleyici bir hareket olarak görüyor

Ayrıca Erdoğan hükümetinin İslamcı yönelimini memnuniyetle karşılıyordu.

*

Ne ki İran'ın Başkan Obama döneminde Körfez ve Ortadoğu'nun diğer bölgelerine hakimiyetiyle artan tehditi ve İslamcı terörün yükselişi;

Bununla birlikte Katar ve İran'a uygulanan uluslararası yaptırımlarda Türkiye'nin tereddütlü duruşu Suudi Arabistan'ı bu ülkelere karsı ters yönde değiştirdi.

Suudi Arabistan'ın Mısır'daki 2013 darbesini desteklemesi de Türkiye ile olan ilişkilere zarar verdi.

Bugün Türkiye Katar rejimi ile birlikte Ortadoğu'da Müslüman Kardeşler ideolojisinde siyasal İslamcıları iktidarlara getirme arzusunu paylaşıyor

İsrail-Filistin Barışı reddediliyor bunun yerine HAMAS'ın ve Filistin idaresinin antisemitizmi alkışlanıyor.

Ama Suudi Veliaht Prens bölgenin gergin tarihinin bilincindedir ve Ortadoğu barışı için güvenilir bir ortak olmayı sürdürüyor…

*

ABD ve Avrupa'nın NATO üyesi olan Türkiye'nin bir müttefik olup olmadığını değerlendirdiği bu sırada

Bugün çok fazla İsrailli Türkiye'yi davranışlarından dolayı bir müttefik olarak kabul etmiyor

Bazıları hükümetin ekonomik ticari ve kültürel bağlarına vurgu yaparak Türkiye ile ilişkilerinde neler yapabileceğini tartışıyor.

Bazıları Erdoğan'ın görevde kaldığı süre boyunca Türkiye'yi kapatmayı öngörüyor.

*

Sorun İsrail'in ne yapması gerektiğinde odaklanmıştır.

Çünkü Erdoğan'ın Türkiye'nin lideri olduğu sürece Kudüs ile Ankara arasındaki bağların bozulmaya devam edeceği

İki halk arasındaki ilişkilerin zehirlenmeye davam edeceği öngörülüyor. .

Gerçi Erdoğan'ın görevinden ayrıldığında ne olacağı bilinmiyor

Ama İsrailliler dikkatlerini ve kaynaklarını birlikte çalışabilecekleri bir hükümete odaklamaya başlamıştır.

*

Artık ABD'nin çekildiği bir coğrafyanın bilinmezleri çerçevesinde

Türkiye'nin geride bıraktığı Türkiye gibi zehirlenmemesini sağlamanın sırasının geldiğine inanılıyor…

27. 12. 2018

================================

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : TRUMP'IN ACIMASIZLIĞI VE FRANSA'NIN SURİYE' DEKİ İŞİ

ABD Başkanı Trump'ın birliklerini Suriye'den çekeceği açıklaması ardından

Kürtler Türkiye'nin Suriye Kürt bölgelerine büyük bir saldırı yapmasından

IŞİD'in çoğunluğunu kaybetmiş olsa da ABD'den çekilmesiyle bir nefes alması durumunda Suriye'de yeniden canlanabilme potansiyelinden endişelendiler.

Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçlerinin temsilcileri Paris'i ziyaret ettiler.

Fransa İngiltere ile birlikte Suriye'deki askeri varlığını koruyacağını bildirdi.

Ve Suriyeli Kürtlere çok ihtiyaç duydukları acil güvenceyi verdi…

*

Kürtler bununla yetinmediler.

Erdoğan Türkiye'sinin Suriye'nin kuzeyine yönelttiği tehditlere karşı Suriye hükümetine çağrı yaptılar.

Suriye Demokratik Güçleri Cerablus Azez El Bab ve Afrin'in geri alınması Menbiç'in de korunması için Şam'ın asker göndermesini istedi.

Ve bugün Suriye ordusu Menbiç'e girdiğini ve bayrak diktiğini açıkladı.

Suriye ordusu sözcüsünden gelen açıklamada

"Askerlerimiz Menbiç'e girdi ve bayrağı göndere çekti. Menbiç'teki tüm Suriye vatandaşları ve diğer tüm kişilerin tam güvenliğini garanti ediyoruz" denildi.

Rusya Suriye ordusunun Menbiç'e girmesini memnuniyetle karşıladığını açıkladı…

*

Bakınız neler oldu?

Batı'nın İsrail aracılığı ile kurduğu Rusya koalisyonu ile Suriye'de hangi hedeflere ilerleniyor?

*

27 Mart 2018'de ABD Başkanı D. Trump Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron'la bir telefon görüşmesi yaptı.

Suriye'deki ortak stratejik sorunlara değindiler.

Türkiye ile işbirliğini artırma gereğinden konuştular!

*

Bu tarihten birkaç gün sonra Trump Ohio'da ABD'nin Orta Doğu'da trilyonlarca dolar harcadığından fakat karşılığında hiçbir şey almadığından şikayet etti.

Suriye'den çok yakında çıkılacağını böylece diğer bölge ülkelerinin daha büyük roller üstleneceğini

Ancak İran'ın Suriye'de askeri varlığını tesis etmemesi için birkaç yıl boyunca az sayıda ABD kuvvetinin bölgede kalacağını açıkladı.

*

Aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron aralarında YPG'lilerin de bulunduğu bir heyetle Elysée Sarayı'nda bir araya geldi.

Fransa'nın ABD ile anlaştığı:

IŞİD'in yeniden güçlenmesinin önüne geçmek:

YPG dahil Kürt yetkililerle Suriye'nin kuzeyinde istikrar sağlamak:

Demokratik Suriye Güçleri ile Türkiye arasında arabuluculuk yapmak :

Menbiç'e asker göndermek konularıyla ilgili açıklama yapıldı.

Fransa'nın Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'le savaş koalisyonunu faaliyetlerinden başka yeni operasyon düzenlemeyi öngörmediği

Ancak var olan rolünü güçlendirebileceği ifade edildi…

*

Erdoğan Elysée Sarayı'ndan yapılan bu açıklamadan beri Fransa'nın Suriye'ye tamamen yanlış yaklaştığını savunuyor.

"Dost ve müttefik kabul ettiğimiz ülkeler terörün her türüne karşı açık ve net bir tavır sergilemelidir.

Türkiye ile bu tür terör yapılanmaları arasında "diyalog temas arabuluculuk" gibi ciddiyetten uzak yaklaşımları reddediyoruz" itirazındadır.

Bu itiraz Türkiye'nin Fransa'dan hareketle Batı ve NATO müttefikleriyle yaşadığı bir diğer krizdir.

*

Halbuki Erdoğan'ın Suriye Kuzeyinde ve Türkiye'deki Kürtlerle ilgili olarak Fransa ile kurduğu diyalog daha eskiye dayanıyor…

31 Ekim 2014'te Fransa'da yine Elysée Sarayı'nda Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile bir toplantı yaptılar.

Ardından dönemin Dışişleri Bakanları Alain Juppe ve Ahmut Davutoğlu arasında bir mutabakat imzalandı.

Mutabakat Fransa'nın gelecekteki çıkarlarını sağlayacaktı ve Türkiye'deki PKK'lı Kürtleri sürmek üzere Suriye'de yeni bir devletin kurulmasıyla ilgiliydi…

*

Nitekim Erdoğan hemen kollarını sıvadı.

Suriye'de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye'deki Kürtleri sürmek stratejisini yürütmeye başladı.

Erdoğan'ın talimatıyla Türk Ordusu ve polisi PKK'lı Kürtlere karşı yoğun operasyonlar yürüttü.

Birçok köy yok edildi diğer birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlandı.

Erdoğan'ın stratejisi doğrultusunda Türkiye'deki Kürtler kıskaca alındı ve Suriye sınırındaki halklarla takas edildiler.

Suriye sınırındaki birçok Türk köyüne Kürtler yerleştirildi

Türkiye'deki yerleşimler ise Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Suriyeli Sünni Arap sığınmacılara verildi.

Erdoğan Arap göçmen politikasıyla Güneydoğu Anadolu'nun demografisini kırmaya çalışıyordu.

*

Bir süre sonra 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararının tanımladığı üzere Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde yürütülecek

Kapsayıcı özgür adil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata geçirilmesine yardımcı olmak hususunda;

Rusya Türkiye ve İran öncülüğünde Astana toplantıları yapılmaya başlandı.

*

Suriye'de güvenlik tesis edilmeden reformların yapılamayacağı esasında bir ateşkes süreci sağlandı.

Güvenliğin tesis edilmesinden anayasal kanuni ve meşru sorumluluğu olan Esad hükümeti sorumlu tutuldu.

Suriye'nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü başlığında BM garantisiyle savaşan muhalif silahlı güçlere lojistik kesildi ve sınırlarda denetim kuruldu.

*

Bu paralelde Soçi Zirvesinde Rusya Türkiye ve İran;

Suriye İç Savaş'ına siyasi çözüm noktasında Kürtlerin katılımının sağlanması

Şam'ın meşru izni olmadan uluslararası güçlerin Suriye'de bulunmasının hiçbir nedeninin olmadığı

Yabancı askerlerin varlığının yalnızca Suriye hükümeti onları davet ettiyse kabul edilebilir bir durum olduğu

Suriye krizinin çözümüne yönelik hiçbir siyasi inisiyatifin ülkenin egemenliğini birliğini ve bütünlüğünü hiçbir halükarda bozmaması konularında anlaştılar…

*

Arka planda ise BM teşkilatı; Suriye İç Savaşı siyasi çözümün hukuki yapısını oluşturmaya yönelik "muhalif-terörist" ayrımını keskin bir şekilde yapma mesaisinde sona gelmişti.

BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu tüm taraflarca Suriye'de işlenen Savaş Suçları'yla ilgili ilk raporunu yayınladı.

Her tür zulüm teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeler Suriye'de insani durumu ahlaksız ticarete dönüştürenler belgelenmişti…

*

Eski Fransız yargıç Catherine Marchi-Uhel liderliğindeki ekibin dava dosyalarını hazırladığı

Bu suretle mahkemelerin yargılamak için evrensel yargı yetkisini kullanabileceği

Ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da Suriye için yeni bir mahkemeye yetki verilebileceği açıklandı.

*

Süreç bu perspektifte ilerlerken Avrupa'nın gelecek vizyonunda çok önemli olan Suriye'de Türkiye'nin genişlemeye açık askeri tırmanışı

Avrupa egemen sınıfının güçlü hizipleri arasında "savaş politikası" üzerinde tartışmalara yol açtı.

Fransa Cumhurbaşkanı E Macron ilgili planlarını Alman hükümeti yetkilileri ile görüşmeye açtı ve onay aldı.

*

Bu plan başta Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin Suriye'ye karşı oynadığı askeri role ilişkin tanıklıkların silinmesine yöneliktir.

Bunun için Kosova örneğinde olduğu gibi bu kez Fransa Kürtlerin Paris'te bir temsilciliği olan Rojava'yı ;

Suriye Arap Cumhuriyetinin yargı kararlarını Suriye topraklarındaki tek meşru karar olarak kabul eden Fransız-Suriye Anlaşması'nı

Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'yi

Fransız Anayasa'sını ihlal etmek pahasına geleceğin Suriye Federasyonunda özerk bir devlet olarak tanıyacaktır.

*

Rojava'nın özerk bir devlet olarak tanınmasından sonra kurulacak ve evrensel yargı yetkisini kullanacak bir mahkemede Avrupalı İŞİD cihadçileri yargılanacak

Onların temsil ettiği ülkelerin Suriye'ye karşı oynadığı askeri role ilişkin tanıklıkları silinirken

İlgili Rojava Mahkemesi BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı dava dosyalarını

Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mevcut bir organa ya da Suriye'de başka bir mahkemeye aktararak yetki verecektir.

*

Nitekim 14 Nisan'da ABD İngiltere ve Fransa bir askeri operasyonla Suriye'de Beşar Esad'ın sözde kimyasal silah potansiyelinin altyapısını vurarak

Kuzey Suriye' de bir koridor oluşturdu ve bölgeye NATO'yu getirdiler.

Bu koridorda bulunan hidrokarbon kaynaklarını dev şirketleri ve Kürtler üzerinden uluslararası hukuka taşımanın sözünü verdiler.

*

Zaten Fransız ordusu Suriye'nin kuzeyinde YPG' nın bulunduğu bölgede 5 askeri üste varlık gösteriyordu.

Ayrıca kayıtlarda Irak'ta konuşlu görünen fakat Simelka üzerinden Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine giren Fransa Özel Kuvvetlerinin dışında

1. Deniz Piyade Paraşütçü Piyade Alayı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı 10. Paraşüt Komando birlikleri de faaliyetteydi.

Şimdi bu bölgede Birleşik Krallık askerleri de bulunuyor…

*

Demokratik Suriye Güçleri ise Ayn İssa kasabasında yedi farklı hapishanede bin 100 IŞİD mensubunu tutsak tutuyor.

İkibin 80 militan yakını ise kasabanın yakınındaki toplama kampında yaşıyor.

41 farklı ülkeden gelen bu tutsakları ülkeleri geri kabul etmiyor!

*

İşte bu noktada ABD Başkanı D. Trump'ın İŞİD'i sona erdirmek için potansiyel bir Türk askeri kampanyası konusundaki iyimserliği çok acımasız görünüyor.

Erdoğan'ın eski İslamcı müttefiki olan "İŞİD'den ne kaldıysa yok etme" taahhüdünün;

Yalnızca İdlib'te El Kaide üyelerinin yönettiği El Nusra Cephesi [ Hayat Tahrir elam (HTS)] ile sınırlı olacağı

O sırada Türkiye'nin Suriye'de işgalci bir güç olup olmadığının tartışılacağı anlaşılıyor…

29. 12. 2018

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/28/trumpin-acimasizligi-ve-fransanin-suriye-deki-isi-ahmet-kilicaslan-aytar/

================================

PROF. DR. ATA ATUN : ORTA DOĞU YENİ OLUŞUMLARA GEBE

Orta Doğu yeni oluşumlara gebe

1914 yılında yaşanan I. Dünya Savaşında emperyalist (yayılmacı) Avrupalıların bitmeyen hırsları ve açgözlülükleri nedeni ile asırlardır huzur ve barış içinde yaşayan Orta Doğu'da uzun zamandan bu yana kan akmakta. Akan kana ilaveten de huzursuzluk düşmanlık katliamlar ve göçmenlik hat safhada insanlığın doğduğuna inanılan bu coğrafyada.

Batı dünyasında ve Doğu'da Orta Doğu derken akla gelen ülkeler Lübnan Suriye Irak Ürdün Mısır Suudi Arabistan Birleşik Arap Emirlikleri Katar ve Kuveyt. Sudan duruma göre bazen Orta Doğu'nun bir parçası bazen de değil. Bu devletlerin tümü de I. Dünya Savaşından sonra emperyalist Avrupalıların kurdukları ve sınırları dönemin İngiltere'nin Orta Doğu'dan sorumlu personeli MI5 ajanı Gertrude Bell adlı kadın ajan tarafından cetvelle çizilmiş Arap kabilelerinden oluşan yapay devletler. Bu sınırları harita üzerinde çizerken Gertrude Bell'in hedefi Filistin kıyılarından Orta Doğu'ya ayak basan İngiliz Kuvvetlerinin Basra Körfezine kadar karadan İngiltere'nin kontrolü altındaki (yapay) devletlerin topraklarından kolayca geçebilmeleriydi. Nitekim de istedikleri aynen gerçekleşti.

İsrail Türkiye ve İran Orta Doğu kapsamının dışında bırakılmış Arap olmadıkları için. Nedense Batılı Doğulu ve Afrikalılara "Türkiye İran veya İsrail Orta Doğu'da mıdır" diye sorarsanız yanıtı ezici çoğunlukla "hayır" olmakta zira akıllarda Orta Doğu hep Akdeniz'in doğusunda Arapların yaşadığı bölge olarak yer etmiş.

Biraz tarihe göz atacak olursak;1914 yılından 1956 yılındaki Arapsrail ve baryaları (Kıbrıs Türkçesinde yakın dost demektir) Süveyş Krizi savaşına kadar Orta Doğu'daki hakimiyetlerini keyifle sürdüren İngiltere ve Fransa bu savaştan sonra İsrail ile birlikte Mısır ordusunu hezimete uğratmış ve savaşı kazanmış olmalarına rağmen ABD'nin baskısı ile boyunları bükük olarak bölgeden ayrıldılar. Orta Doğu'nun hakimiyeti de bu tarihten sonra ABD'nin eline geçti.

Günümüzde Orta Doğu'nun kaderini belirleyen emperyalist güç İsrail. Tüm Yahudilerin kalplerinde ve akıllarında "Hittin Sendromu" adeta genetik bir olgu gibi Yahudilere sirayet etmiş. (1187 yılında Salahaddin Eyyubi' nin haçlı ordusunu çembere alıp kelime anlamıyla "yok ettiği" Kudüs kralını esir aldığı Haçlıların tümünü de denize döktüğü savaşın gerçekleştiği yerdir "Hittin. " Bu savaşın adı da "Hittin Savaşı"dır. ) Bu sendromla Yahudiler birgün Arapların gene bir komutanın liderliğinde birleşeceği ve İsrail ordusunu yenerek tüm Yahudileri denize dökeceği korkusunu içlerinde taşımaktalar.

1948 ve 1967'de yaşanan Arapsrail savaşlarında İsrail galip gelmiş olmasına rağmen 1973 yılında yaşanan Yom Kippur savaşında İsrail ordusu hezimete uğramış ve Tel Aviv'e doğru çekilmeye başlamışken İsrail son çare olarak nükleer silah kullanmak kararını alınca ABD savaşa müdahale etmiş bir hava köprüsü kurmuş ve İsrail'e her tür askeri yardımı yaparak Suriye Mısır Ürdün ve Irak'ın birlikte oluşturdukları "Arap Ordusu"nu yenmesini sağlamıştı.

Belli ki Yom Kippur Savaşı ABD ve İsrail yöneticilerine büyük bir ders verdiğinden şimdilerde Orta Doğu'ya hakim olma hedefleri biraz farklılık içeriyor. Bu ülkeler Arap Orduları ile hiç bir zaman bitmeyecek savaşlar yapmak yerine Arap ordularını yönetmeyi ve ellerine ABD'ye ve İsrail'e karşı kullanamayacakları silahlar vermeyi planlamışlar. Bu dahiyane plan uzun vadeli ve 7 aşamalı.

Yapılan uzun vadeli stratejik planın birinci aşaması gerçekleşti ve kadife bir darbe ile Suudi Prens Muhammed Bin Salman Suudi Arabistan'ın başına getirildi.

İkinci aşama Arap NATO'su olarak anılan Orta Doğu Stratejik İttifakı'nı ODSİ'yi (Middle East Stratejic Alliance-Orta Doğu Stratejik İttifakı ) kurmak ve parasal gücünü kullanarak bu örgütün yönetimin başına Genel Sekreter olarak Muhammed Bin Salman'ı getirmek.

Üçüncü aşama ise ODSİ Genel Sekreteri olarak Muhammed Bin Salman'ı Filistinsrail sorununu çözmekle görevlendirmek ve parasal gücünü kullanıp Filistinlilerinin bazılarını paraya boğarak bazılarını satın alarak Filistinsrail Barış Planını kalıcı olarak sonuçlandırmasını sağlamak. Barış Anlaşmasından sonra da Muhammed Bin Salman'ı Arap dünyasının lideri yapmak.

Dördüncü aşamada ODSİ'ye üye ülkelerden oluşan ve adı slam Ordusu" olacak bir orduyu kurdurmak ve bu ordunun Başkumandanlığına da Muhammed Bin Salman'ın getirilmesini sağlamak.

Beşinci aşamada İslam Ordusu'nun tüm silahlarını -Başkomutan vasıtası ile- çoğunlukla ABD ve İsrail'den istihbarat yazılımları ve malzemelerinin tümünün İsrail'den alınmasını sağlamak. İslam Ordunun kullanacağı vurucu gücü yüksek olan savaş uçağı tank balistik füzeler ve benzeri silahların yazılımlarında İsrail ve ABD dost ülke olarak yer almasını ve İslam Ordusunun hiçbir zaman ve koşulda İsrail ve ABD'ye karşı kullanılamamasını sağlamak.

Altıncı aşamada Türkiye'nin güçlenmesi ve Orta Doğu'da söz sahibi olması yaptırımlarla önlenirken İran'ın da ambargo ile pasifize edilerek ses çıkarmamasını sağlamak.

Yedinci ve son aşama ise İsrail'in güvenliğini daha da pekiştirebilmek için sınırlarını büyütmesini gerçekleştirmek.

Bu planın gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel Türkiye ve Suriye. ABD ve İsrail için Ankaraam yakınlaşması bölgede yeni bir denge ve cephe oluşmasına yol açacak devamı olarak da Türkiyeran-Rusya ve Suriye'den oluşacak dörtlü cephenin belki de Sudan ve Katar'ın katılımıyla da "Altılı Cephe"nin ortaya çıkmasına yol açacak ve İsrail'in büyük Kürdistan projesi ile sınırlarını genişletmek planının suya düşmesine neden olacaktır.

Tüm bu hesapları bozacak tek durum Ankara ile Şam'ın yakınlaşması. Ankara ile Şam yeniden yakınlaşırsa Orta Doğu'daki dengeler alt üst olacak ve uzun vadede kazananların başında da Türkiye ve Suriye gelecek gibi görünüyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh. ) Dr. (Ulus. İliş. ) Ata ATUN

Akademisyen

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/28/orta-dogu-yeni-olusumlara-gebe-prof-dr-ata-atun/

================================

SAİT BALCI. : BİRİLERİ İSRAİLDURDURMALI

Birileri Ortadoğu'nun şımarık çocuğu İsrail'i durdurmalı. Yoksa bölge sanki yeteri kadar karışmamış gibi bir de İsrail karıştırır ise Ortadoğu tam anlamıyla kan gölüne döner. Bu durum Ortadoğu ülkelerinin yararına olacak ise buna itirazım yok. Ancak İsrail'in Filistin'i sürekli bombalamasının yanında iki de bir de İran tehdidi bahanesi ile Suriye'yi bombalaması bardağı taşırıyor.

ABD'nin Suriye'den çekilme kararı almasından sonra yeni gelişmeler yaşandı. Meşru Suriye Ordusu YPG'nin bulunduğu bölgelere girdi. Suriye'nin sınırları içinde ele geçirilen bölgeleri geri almak istemesi kadar zaten doğal bir şey olamaz. Sonuçta Suriye'de askeri gücü bulunan her bir ülke Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyor. Eğer Suriye Ordusu YGP'nin bulunduğu bölgelerde ilerleme kaydedemeyecek ise toprak bütünlüğünü nasıl koruyacak? Suriye Ordusu yarından sonra İŞİD'i de bölgeden çıkarma hakkına sahiptir. Şu an bizim ülkemizin elinde olan bölgeleri de geri alma hakkı vardır. Bu konu da ülkemizin herhangi bir sebeple itirazı zaten olamaz. Önemli olan sınırlarımızdaki terör örgütlerinin bertaraf edilmesidir. Ancak Suriye Ordusu'nun egemen olamadığı bölgelerde sınırlarımızın güvenliğini almak Türk Ordusu'nun meşru görevidir. Bu görev Suriye Ordusu'nun ülkesinin güvenliğini tam olarak sağladığı anda tamamlanır.

Suriye'de terör örgütlerinin temizlenme süreci devam ederken İsrail'in İran tehditti bahanesiyle Suriye'yi vurması ise kabul edilemez. Eğer İran İsrail'e karşı gözle görülür bir saldırı gerçekleştirir ise bu durumda İsrail kendini savunma ve saldırma hakkını elde eder. Ancak ortada fol ve yumurta yok iken durduk yerde Suriye'nin bombalanması meşru Suriye Devleti'ne karşı yapılmış bir saldırı anlamına gelir. Bu durumda Birleşmiş Milletler Örgütü toplanıp İsrail'e uyarı yapması gerekir. İsrail'in Suriye'den özür dilemesi gerekir. Aksi takdirde Suriye Devleti'nin de İsrail'i vurma hakkı doğar.

Suriye'de iç kargaşanın çıktığından bu yana İsrail aralıklı olarak İran tehdidi bahanesiyle birçok defa Suriye'yi vurdu. Suriye ise bu saldırılar karşısında bugüne dek savunma yapmak zorunda kaldı. Eğer Suriye bugün işgal altında olmamış olsaydı İsrail'e karşı şimdiye kadar ciddi anlamda bir karşılık verirdi. Birleşmiş Milletler Örgütü işte tam da bu anlamda İsrail'i durdurmalıdır. Savunmasız ve terörle mücadele etmek durumunda olan yaralı Suriye Devletine sahip çıkılmalıdır.

İsrail'in bu aşamada İran tehdidi bahanesinin yanında Suriye'yi vurmasının bir anlamı daha var. O da ABD'nin Suriye'den çekilme kararı almış almasıdır. Çünkü İsrail ABD'nin olmadığı bir yerde kendisini güvende hissetmiyor. İsrail bu konuda haklı olabilir. Ancak bunun karşılığı Suriye'yi vurmak olmamalıdır. İsrail bu konuyu Birleşmiş Milletlerin gündemine taşıyabilir. Birleşmiş Milletlerden yardım isteyebilir. Ancak her ne olursa olsun Suriye'yi vurma hakkı olamaz. Aksine şimdi Suriye'nin İsrail'i Birleşmiş Milletlere şikâyet etme hakkı doğdu. Suriye Devleti bu konu da herhangi bir adım atmasa dahi Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye ülkeler konuyu değerlendirmelidirler. İsrail'e bir nota vermelidirler.

Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye ülkeler toplanıp İsrail'e bir nota verirler mi bilemem. Şu an gördüğüm kadarı ile böyle bir gelişmenin olacağını sanmıyorum. Ancak bölge üzerinde söz sahibi olan ülkeler böyle bir adım atmak zorundadırlar. Çağdaş ve uygar bir ülke olmanın bir kriteri de işgal edilen bir ülkenin çıkarlarını korumak olmalıdır.27.12.2018

================================

NECDET BULUZ : SURİYE'DE KİRLİ İŞBİRLİĞİ

Geçenlerde Suriye ile ilgili yazdığımız bir yazıda "Al birini vur ötekine" demiştik. Bu başlıkta Suriye'de Amerika ve Rusya'nın PYD/PKK konusunda aynı çizgide hareket ettiğini vurgulamaya çalıştık.

Suriye'deki şekillenmede düşman gibi görünseler de Amerika ile Rusya'nın ortak hareket ettiklerini yazmaya çalıştık. Haritaya baktığımız da bu iki süper gücün adeta Suriye'yi paylaştıklarını görebiliyoruz.

Şimdi dikkat:

Amerika Suriye'den askerlerini çekeceğini açıkladı. Menbiç'teki PYD'liler için şimdi "Esad'a sığındılar" açıklamaları geliyor.

Türkiye Suriye'ye operasyona hazırlanırken Esad güçlerinin Menbiç'e girdiği burada terörist grupları koruma tamponu oluşturulduğuna dikkat çekiliyor.

Son bir haber daha:

Suriye'de Esad güçlerince Arimah bölgesine takviye güçlerinin gönderilmesi rejimin Menbiç'e doğru hareketleneceğini gösteriyor. Suriye ordusunun Menbiç ile el Bab arasındaki yolu kapatmış olması da böyle bir olasılığı güçlendiriyor.

Yukarıda da vurgulamaya çalıştığımız gibi Rusya'nın bilgisi ve desteği olmadan Esad'ın böyle bir adımı atması mümkün değil. Bu gelişmelere özellikle dikkatlerinizi çekmek istedik.

Kirli bir işbirliği ile karşı karşıyayız.

Hemen vurgulayalım:

Rusya'nın onayı olmadan Esad'ın burada adım atması mümkün değil. Esad güçlerinin Menbiç'e girip burada terörist gruplar için tampon oluşturmasında Rusya'nın onayının ve perde arkasındaki oyunu görmemiz gerekiyor.

"Al birini vur ötekine" yazımızın içeriği bu noktada önem kazanmış oluyor.

Baştan bu yana Suriye'de ve bölgemizde oynanmakta olan oyunda Amerika'ya olduğu kadar Rusya'ya da güvenmememiz gerektiğini hep anımsattık.

Menbiç'teki son gelişmeler bunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Öyle görünüyor ki yanı başımızda daha çok oyunlar oynanacak.

Şimdi gelelim asıl konuya:

PYD/PKK'yı bölgede destekleyen sadece Amerika değil Rusya'nın da bu örgütlerle sıkı bağları bulunuyor. Moskova'da bu örgütlerin temsilcilikleri halen kapatılmadı.

Fırat'ın doğusunda özerk bir Kürt oluşumunda Amerika ile Rusya'nın anlaşma içinde oldukları biliniyor.

Bölgede her şeyi oldu-bittiye getirmek isteyenlerin bu tuzağını Türkiye gördü ve gereken her türlü önlem de alındı. Bu terör yuvalarını dağıtmaktan başka bir çözüm yolu da bulunmuyor. Kaldı ki adı geçen örgütler IŞİD'lı tutuklu militanları da serbest bırakarak yanlarına almaya başladı.

Suriye bataklığı bizim için de sorun olmaya devam edecek.

Biz beka sorunumuz ve teröristlerin tehditleri nedeni ile gereken her türlü adımı atmaya kararlıyız.

Bu kararlılığımız Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Akar tarafından sıkça dile getiriliyor.

MHP Genel Başkanı Bahçeli de son açıklamasında "Menbiç'e askeri operasyonun sonuna kadar arkasındayız" dedi.

Muhalefetin de olası bir operasyona destek verdikleri mesajlarını daha önce görmüştük.

Halen Amerika'nın askerlerini nereye çekeceği konusu da tartışılıyor. Daha her şey netleşmiş değil. Bölgede her an dengeler değişebilir. İlk etapta çekilen Amerikalı askerlerin Irak sınırında konuşlandırıldığı belirtiliyor.

Bundan sonra İran'ın ve özellikle de İsrail'in nasıl hareket edeceği de belirsizliğini koruyor. İran'ın Suriye'deki mevzilerini güçlendireceği İsral'in füze saldırılarını artırabileceği de düşünüyor.

Özetleyelim:

Fırat'ın batısına bir askeri operasyon artık kaçınılmaz görülüyor Bunun zamanlaması önemli. Zaten yetkililer de "Zamanı gelince gerekenler yapılacak" diyerek bu konuda geri adım atılmayacağının mesajlarını veriyorlar.

necdetbuluz@gmail.com

www.facebook.com/necdet.buluz

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/27/suriyede-kirli-isbirligi/


================================

ARZU KÖK : 2018'DEN MEKTUP

"Sevgili 2019

Geçen yıl tam bu vakitler ben de senin gibi büyük bir heyecan ve mutlulukla çıkmıştım yolculuğa. Dünyanın her tarafında tanımı olanaksız sevinç ve şölenlerle karşıladılar beni. Sonrasında ise yılın ilk günleri birer birer geçip giderken yılbaşı gecesinin aslında çok güzel bir serap olduğunu anladım. Oysa nasıl da umutluydum.

365 gün boyunca onlara pembe rüyalar gördüremesem de en azından 2017 'den daha yaşanılır ve huzurlu bir yıl sunacağıma inanmıştı insanlar. Ama çok üzgünüm ki ben bunu başaramadım. Hani derler ya 'gelen gideni aratır' diye işte benim görev sürecimde maalesef bu deyim o kadar çok kullanıldı ki anlatamam. Bugün kendimi takımını küme düşürme hattına indiren bir kulüp başkanı ya da girdiği her seçimi kaybeden parti lideri gibi hissediyorum. Nasıl böyle hissetmeyeyim ki? Hemen her günün sabahına acı bir haberle uyanmak kolay mı?

'Yurtta barış dünyada barış' ilkesini baş tacı etmemizi isteyen Atatürk'ün isteğinin tam tersi yapıldı. Hem ülkede hem dünyada barış inşa edilemedi. Komşuların neredeyse hepsi ile ilişkilerimiz kötü durumda. Barış söylemlerinin yerini savaş çığırtkanlığı aldı. Bir de Suriye'deki varlığımız devam ediyor hâlâ. Hatta yeni bir operasyondan bahsediliyor. Umarım sen varken büyük bir savaşın eşiğine gelmez Türkiye. Çünkü durum onu gösteriyor…

Açıkçası bu yıl gelişen güzel diyebileceğim göğsümü kabartacak çok bir şey yaşanmadı. Hep üzüntü hep keder… Kısaca sana önce kötü olanları aktarayım istersen:

Üniversiteler büyük oranda bitti… Binlerce akademisyen işten atıldı. Bilim üst sıralardaki yerini cehalete bırakma yoluna girdi…

Son açıklanan rakamlara göre asgari ücret bir ailenin açlık sınırının bile altında kaldı; 1603 TL. İnsanlar açlık ve yoksullukla mücadele verdi. Gerçi senin döneminde 2020 TL olacakmış ama yine de yeterli değil…

Dolar euro sürekli yükseldi. Ekonomi giderek kötüleşti. İşsiz sayısı giderek artıyor.

Türkiye ekonomisinin belki de can damarı olan Şeker Fabrikaları özelleştirilmeye başlandı. Binlerce çiftçi ve işçi mağdur edildi…

Tabii bir de Suriyeli göçmenler meselesi var. Türkiye'li gençlik işsiz dolaşırken işverenler sigortasız ve üç kuruşa Suriye'lileri çalıştırır oldu. Bir de sokaklarda dilenleri kavga çıkaran suç işleyenleri de cabası…

Yargı çöktü adeta. Halkın yargıya adalete zerre kadar güveni kalmadı. OHAL devam ediyor hâlâ. FETÖ ile ilgisi olmadığı bilinenler bile FETÖcülükle suçlanır oldu. En büyük suç cumhurbaşkanına hakaret kabul edilir ve en büyük cezalar buna kesilir oldu. Türk sinema ve tiyatrosunun iki duayeni Metin Akpınar ve Müjdat Gezen de bu suçtan tutuklandılar adli kontrol şartıyla salıverildiler…

Çorlu ve Ankara'da iki tren faciası yaşadık. En güvenli ulaşım kabul edilen trenler riskli duruma gelmiş yazık ki. Onlarca insan yaşamını yitirirken onlarcası yaralandı.

Kadınlar çocuklar yine bu yıl da artan oranda tecavüze maruz kaldı. Ardından da öldürüldü birçoğu. Yine pek çok kadın cinayeti işlendi. Çocuklar katledildi…

Sadece haber yaptıkları için gazeteciler suçlu sayıldı. Onlarca gazeteci şu an hapis yatıyor. Gazetelere televizyon kanallarına saldırılar düzenlendi saldırıyı yapanlar adeta ödüllendirildi. Pek çok televizyon kanalı gazete dergi kapatıldı…

Bütün bunların yanında yüz binlerin sevgilisi olmuş Aydın Boysan Münir Özkul Yılmaz Onay Turan Özdemir Aliye Akkılıç Nuray Hafiftaş Tuna Huş Prof. Dr. Engin Geçtan Ali Teoman Germaner Ayten Gülçınar Nur Subaşı Ercüment Balakoğlu Mükerrem Kemertaş Ülkü Tamer Dursun Ali Sarıoğlu Prof. Dr. Sevda Aydan Cemal Safi Arda Öziri Prof. Dr. Semavi Eyice Hacı Kamil Adıgüzel Prof. Dr. Fuat Sezgin Sıtkı Sezgin Prof. Dr. Tevfik Güngör Uras Toron Karacaoğlu Aram Gülyüz Mahmut Makal Oytun Şanal Ferdi Merter Yakup Yavru Mehmet Uslu Kemal İnci Yıldırım Öcek Ara Güler Yaşar Gaga Harun Kandemir Ercan Yazgan Galip Kayıhan Refik Durbaş kadar önemli değerleri kaybetmeme ne dersin 2019? Bir de bunlar yetmezmiş sırf eleştiri yaptığı için yargılananlar var.

Kısacası 2018 yılı içerisinde kapitalizmin kirli vahşi yüzü daha bir görünür hale geldi. Kapitalizmin çarklarını döndürebilmek için olmazsa olmaz hırsızlıklar yolsuzluklar işçi katliamları doğa talanı ırkçılık ayrımcılık savaş ve şiddet yaşamın her alanında yerini aldı bir şekilde. Bu sistemin insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğu daha geniş kitlelerce fark edilmeye başlandı. Buna karşılık sistemin uygulayıcısı olan siyasi iktidarlar kapitalizmin ve kendilerinin kaybolmaya başlayan ideolojik meşruiyetlerini korumak için baskı ve şiddet politikalarına ağırlık verdiler.

Hiç mi iyi şeyler olmadı dersen bir bakalım: Fatih Akın'ın son filmi "Paramparça/ In The Fade" ile 75. Altın Küre Ödül Töreni'nde "Yabancı Dilde En İyi Film" Altın Küre Ödülü'ne layık görüldü. Dünyanın en prestijli festivallerinden biri olan bu yıl 32'si düzenlenen Sundance Film Festivali'nde yönetmen Tolga Karaçelik'in yazıp yönettiği Kelebekler filmi Dünya Sineması Büyük Jüri Özel Ödülü'nü aldı. Türkiye'de bu ödülü kazanan ilk yönetmen. Rusya'nın Sochi kentinde düzenlenen Yıldızlar ve Gençler Avrupa Eskrim Şampiyonası'nda yıldız kadınlar kılıç kategorisinde Deniz Selin Ünlüdağ Avrupa Şampiyonu oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konsevatuvarı öğrencisi 14 yaşındaki Arya Nur Güneş 590 müzisyenin katıldığı II. LUTHIERS CLAR Uluslararası Viyolensel Yarışmasında kendi yaş kategorisinde birinci oldu. Avrupa Engelliler Yüzme Şampiyonasında Sümeyye Boyacı birinci oldu. Gördüğün gibi en az değer verilen sanat ve spor dallarından geldi beni sevindirecek haberler…

Demem o ki iyisiyle kötüsüyle ben görevimi tamamladım. Artık görevi sana devretme zamanı geldi. Açıkçası sana öyle güzel bir ortam bırakmıyorum. Ama yine de umutsuzlukla görevi devralmanı istemem. Önündeki koskoca 12 ayın benimkinden daha sevimsiz olmayacağını umuyorum. Umarım benim başaramadığımı başarır tüm insanlığa barış kardeşlik ve huzur getirirsin.

Umarım sen:

Cephaneleri yakıp yerlerine kütüphaneler kurulmasını sağlayabilirsin…

Komşusu aç uyuyanların uykularından uyanıp paylaşmanın çoğaltıcı etkisine inanmalarını sağlayabilirsin…

Hangi siyasi görüşten hangi dini inanıştan olursa olsun aynı fikre ve inanışa sahip olmayanlara saygı duymanın gerekliliğini gösterebilir empati kurdurabilirsin…

İnsanların çevrelerinde olup bitenlere duyarlı olmalarını sağlayabilirsin…

Kadınlara hak ettikleri saygının gösterilmesini atık tecavüze uğramamalarını ve öldürülmemelerini sağlayabilirsin…

Ve çocuklarınızı daha iyi koruyabilirsin...

Sorunların kalp kırarak şiddetle değil tatlı dille halledilmesini sağlayabilirsin…

Dünyayı ve ülkemizi sevgiye ve barışa inana insanlarla doldurmayı başarabilirsin…

Farkındayım çok şey istedim senden. Bunlar aslında benim gelirken hayal ettiklerimdi başaramadım. Belki bencillik bu yaptığım ama senden istiyorum bu sefer bunları…

Benden bu kadar.

Hadi bana eyvallah…"

Barış içinde insanların ölmediği bir yıl dileğiyle…

Mutlu yıllar…

https://arzu-kok.blogspot.com/2018/12/2018den-mektup-arzu-kok.html

================================

BANA ARTIK LİBERAL BESİM DEMEYİN JAKOBEN BESİM DEYİN

LDP onursal başkanı Besim Tibuk 2015'te katıldığı bir televizyon programında Müslümanlık ve demokrasinin bir arada yürümeyeceğine inandığını söylemiş.

27.12.2018

Liberal Demokrat Parti'nin (LDP) onursal başkanı Besim Tibuk 2015'te katıldığı bir televizyon programında Müslümanlık ve demokrasinin bir arada yürümeyeceğine inandığını söylemiş.

Tibuk fikirlerinin son yıllarda değiştiğinden bahsederek "bir Müslüman ülke demokrasiyi uygulayacaksa orada politikada dinin eseri olmaması lazım. " diyerek demokrasi anlayışını anlattı.

Bu durumun Türkiye için de geçerli olduğunun altını çizen Tibuk "Cumhurbaşkanı elinde Kuran dolaşmayacak ayetler okunmayacak. İmam Hatip okulları mezunları en yüksek mevkilere gelmeyecek. İmam Hatip okulunda okuyorsan imam hatip olacaksın" diyerek daha önceleri bu duruma toleranslı baktığını da sözlerine ekledi.

Tibuk sözlerine şöyle devam etti:

"Bunu bir öz eleştiri olarak söyleyeyim. Liberal demokrat olarak doksanlarda dini kesimin ezilmemesi gerektiğini bunlar yumuşak davranılırsa sosyal hayata ve politikaya entegre olacaklarını ve entegre olacakları zaman yumuşayacaklarını düşündüm. Yani batılılaşacaklarını düşündüm yanılmışım. "

Odatv


================================

OSCAR WİLDE : SOSYALİZM VE İNSAN RUHU

1. Baskı Şubat 2018 İstanbul

OSCAR WILDE

Oscar Fingal O'Flahertie Wills Wilde (16 October 1854 30 November 1900) was an Irish poet and playwright. After writing in different forms throughout the 1880s he became one of London's most popular playwrights in the early 1890s. He is best remembered for his epigrams and plays his novel The Picture of Dorian Gray and the circumstances of his imprisonment and early death.

At the height of his fame and success while The Importance of Being Earnest (1895) was still being performed in London Wilde had the Marquess of Queensberry prosecuted for criminal libel. The Marquess was the father of Wilde's lover Lord Alfred Douglas. The libel trial unearthed evidence that caused Wilde to drop his charges and led to his own arrest and trial for gross indecency with men. After two more trials he was convicted and sentenced to two years' hard labour the maximum penalty and was jailed from 1895 to 1897. During his last year in prison he wrote De Profundis (published posthumously in 1905) a long letter which discusses his spiritual journey through his trials forming a dark counterpoint to his earlier philosophy of pleasure. On his release he left immediately for France never to return to Ireland or Britain. There he wrote his last work The Ballad of Reading Gaol (1898) a long poem commemorating the harsh rhythms of prison life. He died destitute in Paris at the age of 46.

***

Sosyalizmin inşasının getireceği başlıca avantaj hiç kuşku yok ki mevcut koşullarda hemen herkesi baskılayan aşağılık bir gereklilikten başkaları için yaşamaktan kurtaracak olmasıdır.

Gerçekte de bu baskıyı yaşamayan insan sayısı yok denecek kadar azdır.

Yüzyılın akışı sırasında arada Darwin gibi büyük bir bilim adamı Keats gibi büyük bir şair M. Renan gibi ince ve eleştirici bir ruh Flaubert gibi yüce bir sanatçı; üzerinde başkalarının yaygaracı hak iddialarından kendisini yalıtabilmiş uzak tutabilmiş Plato'nun (Eflatun) söylediği gibi "duvarın sundurmasında" durabilmiş ve nihayet kendinin eşsiz kazanımı ve de tüm dünyanın eşsiz kalıcı kazanımı adına kendi içindekinin mükemmelliğini gerçekleştirebilmiştir; ancak bunlar istisnadır.

İnsanların büyük bir bölümü sağlıksız ve abartılı bir özveri anlayışıyla hayatlarını berbat eder berbat etmeye zorlanır. Onlar kendilerini korkunç bir yoksulluk korkunç bir çirkinlik korkunç bir açlıkla dört bir yandan çevrelenmiş bulur. Onların tüm bunlar nedeniyle yüreklerinin şiddetle sızlaması kaçınılmazdır.

İnsanın duyguları aklından çok daha hızlı karışır ve bir süre önce eleştirinin işlevi konusunda yazdığım makalede de işaret ettiğim gibi acının paylaşımı düşüncenin paylaşımından çok daha kolaydır.

Dolayısıyla insanlar kendilerini; yanlış yönlendirilmiş de olsa takdire değer niyetlerle çok ciddi olarak ve büyük duygusallıkla gördükleri kötülüklere çare bulma görevine hazırlar.

Ancak buldukları çareler hastalığı tedavi etmez sadece süreyi uzatır.

Onların bulduğu çareler gerçekte bu hastalıkların bir parçasıdır.

Örneğin açlık sorununu yoksulu hayatta tutarak çözmeye çalışırlar; ya da ileri bir ekolün yaptığı gibi yoksulu oyalayarak.

Ancak bu bir çözüm değildir zorluğu ağırlaştırıcıdır.

Doğru amaç yoksulluğun imkânsız olacağı bir temelde toplumu yeniden inşa etmektir.

Ve özveri erdemleri bu amacın gerçekleşmesini kesinlikle engellemişlerdir.

Nasıl ki en kötü efendiler kölelerine iyi davrananlardı ve bu yüzden mağdur olanların sistemin korkunçluğunu fark etmesine ve bunun üzerinde kafa yoranlar tarafından da görülmesine engel olmuşlardı bugün İngiltere'deki mevcut durumda da en çok zarar veren insanlar en iyiyi yapmaya çalışanlardır; ve nihayet ortaya çıkıp yardımseverlik bağış ve benzeri dürtülerini dizginlemeleri için halka yalvaran konu üzerinde gerçekten çalışmış hayatı bilen ve Doğu Yakası'nda yaşayan eğitimli insanların gösterisi sahnelendi.

Onlar bunu bu tür yardımların onur kırıcı ve ahlak bozucu olduğu savıyla yapıyorlar.

Bu insanlar çok haklıdırlar. Bağış-sadaka pek çok günah yaratır.

Söylenmesi gereken bir şey daha var.

Özel mülkiyet kurumundan kaynaklanan korkunç kötülükleri azaltmak için özel mülkü kullanmak ahlaklı değildir.

Bu hem ahlaklı değildir hem de adil değildir.

Sosyalizmde tüm bunlar tabii ki değişecektir.

İğrenç kokular içinde yaşayan ve iğrenç kokulu eski püskü elbiseler giyen insanlar ve imkânsız tiksindirici çevrelerde sağlıksız büyüyen açlıktan sıskası çıkmış çocuklar olmayacaktır.

Toplumun güvenliği şimdiki gibi havanın durumuna bağlı olmayacaktır.

Don geldiğinde işten çıkıp korkunç bir sefillikle sokaklara düşen veya yardım için komşularına sızlanan veya bir ekmek parçası ve sağlığa elverişsiz kalacak bir yer temin etmek için iğrenç barınakların kapılarına doluşan insan kalabalıkları olmayacaktır.

Her bir fert toplumun genel refah ve mutluluğundan pay alacak ve eğer don gelirse gerçekten hiç kimseye daha kötü bir şey olmayacaktır.

Diğer yandan sırf Bireyselliğe götüreceği için sosyalizmin kendisi değerli olacaktır.

Sosyalizm komünizm ya da kim ne ad verirse versin özel mülkiyeti kamunun servetine dönüştürerek ve rekabet için işbirliğini ortaya koyma eylemine devam ederek toplumu bütünüyle sağlıklı bir yapının uygun koşullarına geri döndürecek ve halkın her bireyinin maddi refahını sağlayacaktır.

Gerçekte sosyalizm Yaşama onun için uygun olan prensipleri ve uygun ortamı sunacaktır.

Ancak Yaşamın en mükemmel biçimine ulaşmak üzere tümüyle gelişimi için bir şeye daha gereksinim vardır. Gereksinim duyulan bu şey Bireyselliktir.

Eğer sosyalizm otoriter ise; eğer —şimdi politik güçle olduğu gibi— ekonomik güçle donanmış yönetimler işbaşında ise; tek kelimeyle eğer endüstriyel tiranlarımız olacaksa o zaman insanın son durumu ilk durumundan çok daha kötü olacaktır.

Halihazırda özel mülkiyetin varlığının sonucu olarak pek çok insana ancak çok sınırlı ölçüde Bireyselliğini geliştirebilmesi olanağı sağlanmaktadır.

Bunlar ya geçinmek için çalışmaya gereksinim duymayanlardır ya da kendilerine gerçekten uygun zevk aldıkları bir faaliyet alanını seçme olanağı tanınanlardır.

Bunlar şairler filozoflar bilim adamları kültür adamları -tek kelimeyle gerçek insanlar kendilerini gerçekleştirmiş insanlardır ve tüm insanlık kısmi gerçekleşmesini bu insanlarda sağlar.

Diğer yandan kendisine ait hiçbir mülkü olmayan ve sürekli açlık sınırında yaşayan yük hayvanlarının işini yapmaya kendi için gerçekten tatsız olan işleri yapmaya mecbur edilen pek çok insan var ve buna buyurgan mantıksız aşağılayıcı talep zulmüyle mecbur ediliyorlar.

Bunlar yoksul insanlardır ve ortamlarında hiçbir şekilde zarafet veya konuşma cazibesi veya uygarlık veya kültür veya ince zevk veya yaşam sevinci yoktur.

İnsanlık onların kolektif gücü sayesinde maddi refah elde eder.

Ancak burada insanlığın kazandığı yalnızca maddi bir sonuçtur ve yoksul adamın kendinde hiçbir önemi yoktur.

Yoksul adam onu hesaba katması şöyle dursun onu ezen gücün yalnızca sonsuz küçük atomudur bu güç gerçekten de onun ezik olmasını ister çünkü bu takdirde çok daha itaatkâr olur.

Tabii ki özel mülkiyet koşullarında ortaya çıkan Bireyselliğin her zaman veya bir kural olarak iyi veya mükemmel örnek olmayacağı ve yoksulların kültür veya cazibeden yoksun olsalar bile yine de pek çok erdeme sahip oldukları söylenebilir.

Bu iki ifade de oldukça doğrudur.

Özel mülkiyet sahibi olma genellikle ahlakı aşırı bozucudur ve bu da tabii ki sosyalizmin yerleşik uygulamadan kurtulmak istemesinin nedenlerinden biridir.

Aslında mülk gerçekten bir sıkıntıdır.

Birkaç yıl önce insanlar taşrada mülkün vecibeleri var diye dolaşıyorlardı.

Bunu o kadar sık ve bıktırıcı bir şekilde söylediler ki sonunda kilise de söylemeye başladı.

Artık insan her vaazda bunu duyuyor. Bu tümüyle doğrudur.

Mülkün miktarı biraz büyütüldüğünde baş belası olacak kadar çok vecibesi vardır. İnsanın üzerinde ardı arkası kesilmeyen hak taleplerini işe sonsuz dikkati ve sonsuz sıkıntıyı kapsar.

Mülkün sadece keyif tarafı olsaydı katlanabilirdik ancak vecibeleri onu çekilmez yapıyor.

Zenginin lehine ondan kurtulmalıyız.

Çok yazık ki yoksulların kabul edilebilir erdemleri vardır.

Bize hep yoksulun yardımlar için minnettar olduğu söylenir.

Kuşkusuz bazıları öyledir fakat onların en iyileri asla şükran duygusu taşımaz.

Onlar iyilikbilmez hoşnutsuz itaatsiz ve asidir. Öyle olmakta hayli haklıdırlar.

Onların hissettiği hayır işlerinin genellikle duygusal kişilerin özel yaşamlarına tahakküm etmek için yaptığı bazı küstah girişimlerin eşliğinde gülünç derecede yetersiz bir kısmî telafi biçimi ya da duygusal bir tazminat olduğudur.

Zengin adamın masasından düşen kırıntılar için neden minnettar olmaları gereksin ki?

Onlara sofrada yer verilmesi gerekiyor ve onlar bunu anlamaya başlıyor.

Hoşnutsuz olma durumuna gelince böyle bir çevreden ve bu kadar düşük seviyede bir yaşam tarzından hoşnut bir adam tam bir vahşi olurdu.

Tarih okumuş herkesin gözünde itaatsizlik insanın özgün erdemidir.

Kaydedilen ilerleme itaatsizlik yoluyla itaatsizlik ve isyanla elde edilmiştir.

Bazen yoksullar tutumlu oldukları için övülür.

Ancak yoksullara tutumlu olmalarını tavsiye etmek hem gülünç hem de aşağılayıcıdır.

Bu aç insana daha az yemesini tavsiye etmek gibi bir şeydir.

Bir işçi ya da köylünün tasarruf yapması kesinlikle ahlak dışı olurdu.

İnsan kötü beslenen bir hayvan gibi yaşayabileceğini göstermeye hazır olmamalıdır.

Öyle yaşamayı reddetmeli veya çalmalı ya da pek çok kişi tarafından bir çalma şekli olduğu düşünüldüğü üzere yaşamını sürdürmek için para versinler diye topluma bel bağlamalıdır.

Yalvarmak konusuna gelince yalvarmak almaktan daha güvenlidir ancak almak yalvar maktan daha iyidir.

Hayır; nankör tutumsuz hoşnutsuz ve asi bir yoksul adam muhtemelen gerçek bir kişiliktir ve kendi içinde çok şeye sahiptir.

Her halükârda o sağlıklı bir itirazcıdır.

Erdemli yoksullara gelince insan elbette onlara acıyabilir ancak muhtemelen onları takdir etmez.

Onlar düşmanla özel şartlar belirlemiştir ve doğuştan kazandıkları haklarını çok kötü bir çorbaya satmıştır.

Ayrıca fazlasıyla aptal olsalar gerektir.

Kendisi de o koşullar altında bir tür güzel ve entelektüel bir yaşam gerçekleştirmeyi başarabilmişse özel mülkiyeti koruyan ve birikmesine imkân veren yasaları kabul eden bir adamı anlayabilirim.

Ancak böyle yasalarla hayatı gölgelenmiş ve berbat edilmiş bir insanın bunların devam etmesine razı olabilmesi benim için inanılmazdır. Yine de buna bir açıklama getirmek pek zor değildir.

Bu basitçe şudur: Sefalet ve yoksulluk kesinlikle aşağılayıcıdır ve insanların doğası üzerinde öylesine felç edici bir etki yapar ki hiçbir sınıf kendi acılarının farkına varmaz.

================================

RIZA ZELYUT : AKP'NİN TAKSİMİ 'ALLAH'IN TAKSİMİ' GİBİ

Aydınlık Gazetesi 27.12.2018

AKP Lideri Erdoğan geçenlerde övünürken "Milli geliri kişi başına 11 bin dolara çıkardık!" dedi. Bu hesabı acaba dolar 3 lira iken mi yoksa 7 lira iken mi yaptı bilmiyorum. Ne ise sorun bu değil de sözünü ettiği o para... Dağdaki çobanın beşikteki bebeğin gecekondularda yaşayan her çocuğun yıllık geliri 11 bin dolar imiş... Gel gör ki evine ekmek götüremediği için oğluna pantolon alamadığı için intihar eden babalar var. Onların 11 bin dolarlık payları nereye gitti? Bu adaletsizliği yazarken aklıma bir fıkra geldi. Tam bugüne uygun: Bektaşi babalarından birisi yaz sonu tarladan geçerken ceviz ağacı altındaki çocukların bağırarak çekiştiklerini görmüş. Yanlarına yanaşıp "Derdiniz ne?" diye sormuş. Çocuklardan birisi ortaya toplanmış ceviz yığınını göstererek "Ceviz topladık ama paylaşamıyoruz. Bazıları çok alınca kavga çıktı. " demiş. Baba erenler gülerek demiş ki: "Çocuklar bu iş çok kolay... Bırakın ben bölüştüreyim. Amma sorum var size: Allah'ın taksimi gibi mi istersiniz yoksa bu kulun taksimini mi istersiniz?" Çocuklar "Allah'ın taksimi gibi isteriz!" diye bağırmışlar. Baba erenler çocukları çevresine dizmiş; sonra başlamış dağıtmaya... Kimisine 1 ceviz kimisine 10 ceviz kimisine de 50 ceviz vermiş. İşini bitirince "Bakın oldu işte!" demiş. Ama az alan çocuklar bağırmışlar: -Hiç böyle olur mu? Bana bir ceviz verdin yanımdakine 20 ceviz... İtirazlar yükselince Baba Erenler konuşmuş: ocuklar siz Allah'ın taksimini istediniz... Allah da böyle yapmıyor mu? Bakın şu köye... Kimisinin bir cevizi bile yokken kimisinin tarlalar dolusu cevizi var... Kimisi kuş tüyü yatakta yatıyor kimisi ise mısır hasırında... Madem ki Allah taksimi istediniz hadi şimdi kaderinize razı olun bakalım... Bugüne bakın bir de... Aynen böyle değil mi? Bizim gibi işten atılan gazeteciler ayda 500 dolara ev geçindirmeye çalışırken AKP'nin gazetecileri ayda 5 bin doları sadece çekirdek parası olarak harcıyor... Söyleyin şimdi: AKP'nin taksimi ile Allah'ın taksimi tam uyuşum içinde değil mi?... AKP düzenini Allah'ın düzenine benzettiğim bu yazım nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan takdir beratı beklediğimi de özellikle belirtirim... (Dünkü ve bugünkü fıkraların kaynağı "Alevi-Bektaşilerde Mizah" (Kaynak Yayınları) adlı kitabımızdır. Tarihimizde adaletsizliğe gericiliğe cehalete karşı verilen savaşın mizah üstünden yürütüldüğünü fıkralarımız çok açık gösteriyor...)

YERLİYİ DEĞİL YABANCIYI SEVEN HÜKÜMET

Başımızdaki hükümet kendisini "Yerli ve milliyiz!" diyerek övüyor. Gel gör ki işler bunun tam tersinden gidiyor. Hele hele söz konusu para ise yerli halkı düşünen yok. Bunun çok açık bir örneği var: Hükümet dolar ve avro bulmak için devlet kağıdı çıkardı. Eğer Türk vatandaşı gidip dolar vererek hükümetin bu kağıdından alırsa kendisine yıllık yüzde 4 dolar faizi verilecek... Ama bir İngiliz vatandaşı aynı miktarda kâğıt alırsa ona ödenecek faiz yüzde 7 5... Yani yabancıya yüzde 3 daha fazla para veriyor AKP iktidarı... Demek ki lafa gelince yerli ve milli... Para dağıtmaya gelince gayri milli... Bizim millet ikinci sınıf insan sayılmayı seviyor olmalı ki 16 yıldır bu AKP'yi tek yönetici olarak seçip duruyor...

Reklamdan sonra devam ediyor

NİHAYET DOĞRU YAPTI

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran liderlerden İsmet İnönü'ün 45'inci ölüm yıl dönümü dolayısıyla bir mesaj yayınladı. Erdoğan mesajında "Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü vefat yıl dönümünde saygıyla anıyorum. " dedi. Şimdiye kadar İsmet Paşa'ya çok sert ve haksız hücumlarda bulunan Sayın Erdoğan'ın bu son yaklaşımı doğrudur. İsterse takıyye yapsın... Çünkü İsmet İnönü herkes tarafından saygıyla anılması gereken bir kahramandır. Kurtuluş Savaşı'ndan önce Yemen'de Kafkas cephesinde Suriye cephesinde çarpışan bu büyük asker 14 yıldan fazla başbakanlık yapmasına karşın çocuklarının eğitim masrafını karşılayacak kadar para biriktirememişti... Sadece bu bile saygıyı hak etmiyor mu? Bilmeliyiz ki herkes saygıyı kendisine gösterir... Hz. Ali ne demişti: İstemediğin bir söz duymak istemiyorsan istenmeyen bir söz söyleme...

YA BİZİM KİTAPLAR KILIÇDAROĞLU?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Meclis'teki konuşmasında Nurcuların lideri Said-i Nursi'nin kitaplarına getirilen yasağın kaldırılması için mücadele ettiklerini söyledi. Amerikancı ve Papa'cı bu tarikat adamı için gösterilen duyarlılığı anlıyorum... Fikir özgürlüğü savunuluyor... Said-i Nursi gibi cumhuriyet ve Atatürk düşmanı birisinde bulunsa bulunsa Orta Çağ'a özgü sabit fikirler bulunur ama neyse...Peki Sayın Kılıçdaroğlu Atatürk devrimlerini savunan Osmanlıcı gericiliğe ve AKP dayatmalarına karşı çıkan yazarları böyle savunuyor mu? Örneğin bizim Osmanlıda Oğlancılık kitabımız sansür edilirken biz de provokatör Akit örgütünce tehdit edilirken niçin akıllara gelmedik? FETÖ'cü yargı hapis cezası verince... Aynı ekip Güneş Gazetesi'nden ilkin bizi atınca... Hiç hatırlanmadık... Çünkü biz sadece 4 mezhepçi fanatizm tarafından değil Kılıçdaroğlu tarafından da Rafızi ilan edilmiş bir yazarız... O Mustafa Karahasanoğlu gibi Akit'çiyi bile arar ama bize karşı kökten düşmandır. Olsun; biz Kılıçdaroğlu'na rağmen 6 OK başta olmak üzere Kemalist ilkeleri savunmaya devam edeceğiz.

================================

ORHAN UĞUROĞLU : RTÜK KİME BAĞLI: CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A

Tarih : 28 Aralık 2018

Peki bu RTÜK'ün AKP ve MHP'li üyeleri çok açık ve net şu ihlallere neden ceza vermiyorlar?

- 24 Televizyonu: 09 Kasım 2018 tarihinde Ersoy Dede'nin "Esas Mesele" programında Taceddin Kutay CHP Milletvekili Dr. Ali Şeker için ov Yapıyor Pezevenk" dedi sunucu Dede de "Oha" diye destek verdi. Şeker 21 Kasım'da yazılı şikayette bulundu. RTÜK gündemine dahi almadı

- TRT Çocuk'ta yayınlanan stanbul Muhafızları" isimli çizgi filmde kötü adamların çocuklara yapacakları işkence listesinin altında "Gazi Mustafa Kemal Atatürk" imzası atıldı. RTÜK gündemine dahi almadı

- TRT 1'de yayınlanan Payitaht Abdülhamit adlı dizide Atatürk ve Atatürk devrimlerine hakaretler yağdırıldı. RTÜK gündemine dahi almadı

- RADYO TON'da Atatürk "Camileri genelev yapmakla" suçlayan yayın yapıldı. RTÜK gündemine dahi almadı

- AKİT TV'de yayınlanan "Harekât Ordusunda zurnanın son deliğiydi Mustafa Kemal. Rütbesi Yüzbaşıydı. Kim ki o harekât ordusunun başına atasınlar! Gel gel git git yapan bana su getir sırtımı kaşı bacağıma masaj yap emirlerini uygulayan emir subayı Mustafa Kemal'di. Orduda zurnanın son deliğiydi. Komutanın gel git subayıydı. Hiçbir özelliği yoktu" şeklindeki yayına milletvekilleri şikayet yağdırdı ancak "ihlal raporu" dahi düzenlenmedi. RTÜK gündemine dahi almadı

- AKİT TV'de Ahmet Maranki "Seçimlerin kaybedilmesi halinde Belgrad Ormanlarına gömdüklerimizi alıp sokağa çıkacağız" diye iç savaş tehdidinde bulundu 2 milletvekili şikayet etti "ihlal raporu" dahi düzenlenmedi. RTÜK gündemine dahi almadı

- A HABER'de Metin Külünk Kemal Kılıçdaroğlu'na "Haysiyet Yoksunu Haysiyetsiz Şahıs" diye hakaretler yağdırdı. RTÜK gündemine dahi almadı

- TGRT HABER'de Fuat Uğur Kemal Kılıçdaroğlu için "Saf Gel Git Akıllı Akılsız" diye hakaretler yağdırdı RTÜK gündemine dahi almadı

- AKİT TV'de haber bültenlerinde "ABD metresi CHP ve Amerika'nın kucağına oturan CHP" denildi. RTÜK gündemine dahi almadı

- CHP Milletvekili Mahmut Tanal için "Sirk Şebeği" ve "FETÖ yalaması" denildi. RTÜK gündemine dahi almadı

- CHP Milletvekili Aytuğ Atıcı için "Kilise Firarisi Karakter Yoksunu At Hırsızı" denildi. RTÜK gündemine dahi almadı...

Değerli okurlarım; yandaş radyo ve televizyonlarda başta Atatürk olmak üzere muhalefet temsilcilerine gazetecilere çığ gibi hakaret küfür iftira ve tehdit yağdırılıyor.

Kaynak : https://www.yenicaggazetesi.com.tr/rtuk-su-enseleri-neden-patlatmaz-50176yy.htm

================================

DR. NOYAN UMRUK : "YERLİ-MİLLİ" YENİ YILIMIZ KUTLU OLSUN DOSTLAR

Bizde her bir şey "Yerli-Milli"… Mesela 10'ar yıl süren etnik(PKK) ve ümmetçi(Cemaat) ve nihayet birden milliyetçi kesilip de MHP ile koalisyon modelleri de "Yerli-Milli"

Mesela ekonomi "Yerli Milli"

Mesela bir cep telefonu alabilmek için 2 ton domates üreten ve satan ekonomi "Yerli-Milli"

Yıllardır yabancının parası ile ayaktayız. Yıllardır yabancının parası ile büyüyoruz. Yıllardır yabancının malı ile refah yaşıyoruz. Ürettiğimizden çok fazlasını tüketiyoruz. Açığımızı da yabancı kapatıyor… Ama yine de kanlı dolar yerine Türk parası da "Yerli- Milli"

Rant dağıtım-haksız servet transferi modeli de "Yerli-Milli"

Kentsel dönüşüm ucuza kapatılan gayrimenkullerin birden yükseltilen kat müsaadeleri emsallerinden çok yüksek meblağlara ödemeleri hazineden garanti edilerek yap-işlet-ödet yöntemiyle ihale edilen yollar Deli Dumrul köprüleri hastaları müşteriye dönüştüren şehir hastaneleri hava alanları dereler madenler haraç mezat satılan Cumhuriyetin fabrikaları…Batan geminin malları "Yerli- Milli"

Mesela sanayi "Yerli-Milli"

1nci Ana Bakım Merkezi Sakarya ili Arifiye ilçesinde 1milyon 804 bin metrekarelik çok değerli(!) bir arazide 1975 ten itibaren yarım asırda oluşmuş bir savunma sanayi kompleksi...

Bu kompleks halen 30 subay 50 astsubay 22 uzman çavuş 112 memur 714 işçi çalıştırmakta...

Böyle bir kompleksin bu gün yeniden kurulması 20 milyar dolarlık bir yatırımı gerektiriyor...

* Bu gün büyük ölçüde ulusal bilgi teknoloji ve mali kaynakla sıfırdan başlayarak üretilen TSK'nın elindeki en orijinal silahlardan biri olan ihraç da edilebilen ünlü FIRTINA OBÜSLERİNİ seri olarak üretmiş ve üretmekte.

Ayrıca;%100 milli imkanlarla

*Gündüz ve gece görüş dürbünleri

*Tank ve zırhlı araç paleti üretimi

* Leopard 1 ve 2 başta olmak üzere tank modernizasyonu

devam etmekte.

*Savunma Sanayi Başkanlığına bağlı(ASFAT) Askeri ve Fabrikalar A. Ş ile birlikte 500-700 milyon dolarlık bir yatırımla 6 ay içerisinde milli ALTAY tankı seri üretimine geçebileceği bizzat MSB.lığınca deklare ediliyor...

Şimdi ülke sanayi ve güvenliği açısından böylesine hayati ve stratejik öneme sahip sanayi kompleksinin söylenildiği üzere Ethem Sancak ve Katar girişimine sunularak özelleştirilerek "Yerli-Milli" yapılacak ve tıpkı Cumhuriyetin Uçak Fabrikalarının kapatılması gibi büyük aymazlıklarından biri olarak tarihin dramatik sahifeleri arasında yerini alacak…

Buyrun buradan yakın! 2019 yılında geçerli olacak asgari ücret de "Yerli-Milli"

Asgari ücret 2019 yılında asgari geçim indirimi dahil (AGİ) brüt 2.558 lira net 2.020 lira(381 dolar ya da 336 avro)… Net asgari ücret 417 TL(%26) artırılmış oldu. Fransa'da Sarı Yeleklilerin beğenmediği asgari ücret 1386 avro idi.

Avrupa Birliği Ülkelerinin Asgari Ücretlerine baktığımızda ise ortalama asgari ücret 876 Euro. Listenin en üst sırasında 1 687 Euro net asgari ücret ile Lüksemburg'u görüyoruz Lüksemburg'u 1430 Euro ile Hollanda takip ediyor. İrlanda'da 1 509 Euro Belçika'da 1516 Euro Fransa'da 1 386 Euro Almanya'da ise 1 102 Euro net. (https://egezegen.com/ekonomi/avrupa-birligi-ulkelerinin-asgari-ucretleri/ )

Böylece gelir dağılımındaki ciddi adaletsizlik aynen sürdürülerek bu konuda da"Yerli- Milli" olmaya devam edildi…

Oysa TÜİK'in bile önerdiği asgari ücret 2213tl. idi.

Bir yil önce 400 dolar olan asgari ücret şimdi 381 dolar oldu... İşverenler mutlu ama siz şimdi asgari ücretin artırıldığına ciddi ciddi inananlardan mısınız???

AsgariÜcret 2.020TL

4 kişilik bir aile günde 3 öğün sadece 1 simit 1 çay içse ayda 990TL

1000TL kira

30TL su

Para bittiiii…

Doğalgaz Yok

Elektrik Yok

Telefon Yok

Sağlık Yok

Giyim Yok

Gıda Yok

Servis Yok

Okuyan çocuğa para Yok

Yol parası Yok

Gezme Yok

Benzin Yok

Dört kişilik ailenin kasım ayı açlık sınırı 1.943 tl yoksulluk sınırı 6.328 tl –( http://www.turkis.org.tr/kas ım-2018-aclık-ve-yoksulluk-sını…)

Böylece asgari ücret açlık sınırına teğet geçmiş oldu...

Şimdi maaşı 4000 tl olan imamlardan bazıları asgari ücretlilere sabrın sonunun selamet olduğunu bu ücreti kendisine layık görenlere şükretmeleri gerektiğini falan anlatacaklar. .

*Mesela; yargı da "Yerli-Milli "

Önce talimat yüksek yerden geliyor; medya suçluyor çanta taşıyor kamuoyu oluşturuyor; tutuklatıyorsun "hele bi" içeride yatsın diyorsun sonra delil arıyor ya da yaratıyorsun… Bu işi eski ortak dış mihrakların da katkısıyla daha iyi beceriyordu ya şimdilerde pek bi yüze göze bulaştırılıyor… İnsanlar aylarca yıllarca iddianamesiz içeride yatıyor… Sonra ya 17- 25 Aralık falan gibi "bi şi'ler" oluyor; Anayasa mahkemesi ortaya çıkıyor birden yıllarca süren adaletsizliği keşfediveriyor…

Ve de aynı süreç elde edilen tecrübelerle istim arkadan gelsin mantığı ile eski ortaklara uygulanıyor… Bu arada kafanızı bozanları da atıyorsunuz bu cadı kazanının içine mesele halloluyor… İşte size "Yerli-Milli adalet"

*Mesela eğitim kültür-sanat falan da "Yerli- Milli"

Alttan alta ümmileştirilme süreci devam ederken giderek ihvanlaşıp selefileşmeye doğru koşar adımlarla gidişat da "Yerli-Milli"

Aleyküm selam bu ne güzel kelam. . Disleksi öğrenme özürlü çocuklar yetiştirmeye devam…

Kültür sanat da soruşturmalara ağır hakaretlere maruz bırakılan sanatçı ve aydınlarla "Yerli-Milli"

*Mesela; hayırsever iş adamları da "Yerli_Milli"

Ülkenin ve cumhuriyet boyunca bin bir emekle oluşturulan tüm kurumlarının köküne kibrit suyu ekildikten sonra ortaya çıkan cukka ittifakı da "Yerli-Milli"… Pek revaçta zat-ı muhteremler… Milletin orasına burasına meraklı Cengiz-Mengiz'lerden cari açığı kapatma kahramanı Reza-Meza'lara kadar bissürü…

*Mesela neresi doğru olduğu bir türlü anlaşılamayan uluslararası ilişkiler süreci de "Yerli-Milli"

Ülkeyi her geçen gün Ortadoğu bataklığının içine çeken milyonlarca envai çeşit sığınmacıyla Avrupa'nın tampon bölgesi toplama kampı haline getiren "0" sorundan başlayarak her Allahın günü her önüne çıkan yeni durumla adeta labirente düşmüş gibi içinden çıkılmaz sorunlar üreten dış politika faciası da "Yerli-Milli"

*Mesela; kadınlarımız da"Yerli-Milli …"

Kadınların kızların fazla masraf etmeden bir an önce küçücük yaşta everilmesine kaç yaşından itibaren elinin dizinin tutulup tutulamayacağına ölümünden kaç saat sonraya kadar öpülebileceklerine kimin kiminle everilebileceğine kaç çocuk doğurmaları gerektiğine çalışan kadınların nasıl namuslu sayılabileceklerine kadınların en iyisi hiç çalışmayıp evlerinde oturup çoluk-çocuk falan bakmasına falan en üst makamlar ya da ulema karar vermesi "Yerli-Milli"

* Mesela; anayasa da "Yerli-Milli"

Nasıl mı? Ahalinin efsunlanmış bölümünün umurlarında değil…Ne önemi var ossunda nassı ossa ossun… Altı kaval üstü şişhane ossun mu?… Ossuuuun yeter ki sonunda şapkadan tavşan çıkacağına başkan çıksın…

Ammaaa başkan da "Yerli-Milli" başkan ossun haaa…

Başkan sarayda otursun…

Sarayı eş ahbap yakın dost ve dalkavuklarıyla doldursun…

Her naneye maydanoz ossuuun…

İhale mihale neyim kupon arazi hazine varlık fonu enflasyon resesyon stagflasyon falan filan da damattan başkandan sorulsun…

Memur-müdür hakim-makim rektör-mektör vali-mali mıhtar-dindar- kindar neyim hebisinin nefes alışlarından bilem habarı ossun…

Ezcümle kodu mu oturtsun…

İleride halife falan da ossa ossun

Haaa bi de medya "Yerli Milli"

Tek merkezin sesi Ööle ulu orta her bi şeyi yazmayacak göstermeyecek… Başkan'ı yakinen takip edecek aslanlar gibi kükremelerini ekranlardan eksik etmeyecek… Çıkıntılık edenleri hedef gösteriverecek… Ahali de Alis Harikalar Diyarında yaşadığını algısını yaratıpi millet bahçelerinde yuvarlanmasını sağlayacak…

Ohh be… Ne diyelim? 2019 hoş gelsin de boş gelmesin… Dileyelim millet aklını başına toplasın da tam bahara girerken laik demokratik sosyal hukuk devleti ve ne yaptığını bilen planlı- sürdürülebilen bir kalkınma hızı ile büyüyen ve refahın adil olarak paylaşılacağı bir süreç için ilk adımlarını atsın…

================================

ZAHİDE UÇAR : İÇİMİZDEKİ YUNAN LOBİSİ

Tarih: 27-12-2018 07:11

Garip şeyler oluyor. Perde önünde kayıkçı kavgası perde gerisinde karanlık satış!!. Devlet ağacına kurt işlemiş içten içine kemiriyor. Perde önünde kayıkçı kavgasına tutuşanlar bu gerçeğin görülmesini tartışılmasını TEDBİR ALINMASINI engelliyor. Ve millet Karagöz-Hacivat gölge oyunu seyrederken vatan her tarafından kemiriliyor.

2005 yılıydı. Yunan askerleriyle işbirliği yapan Hüsnüdiyanis'in yeğeni Kubilay'ı şehit eden yobaz Derviş Mehmet'in torunu Arınç;

"Ege kıta sahanlığı savaş nedeni olmamalıdır" demiştir.

Sonra öğrendik ki 2004 yılından beri Ege adalarımız kıta sahanlığı ile birlikte Yunan'a peşkeş çekilmiş. Yani "VATANA İHANET SUÇU" işlenmiştir.

Bu ihanetten; dönemin Başbakanı Dışişleri Bakanı İçişleri Bakanı Balıkesirzmir-Aydın Valileri 2004 yılından beri Genelkurmay Başkanlığı yapan isimler sorumludur!!. Konu yazılıp çizildiği halde soruşturma başlatmayan yetkili Cumhuriyet Baş Savcıları da sorumludur!!.

İşgal edilen adalarımız ve karasularımız için mücadele eden emekli Albay Ümit Yalım şimdi de Akdeniz kıta sahanlığımız içinde bulunan karasularımızı Yunanistan'ın küresel petrol şirketlerine satışa çıkardığını belgeleriyle açıklıyor.

Anlaşılan o ki içimizde bir Yunan lobisi var. Yunan tezlerini hayata geçirmek için çalışıyor.

-AKP'nin Afyon Belediye başkanı Burhanettin Çolak Yunan şehitleri(!) adına anıt yapmaya kalkmıştı. Toplumsal baskı amacına ulaşmasını engelledi. İşgalci tecavüzcü Yunan askerlerini şehit ilan eden Çolak'a 2017 yılnda ADD Genel Başkanı Süheyl Batum teşekkür plaketi verdi iyi mi(!)?

-Atatürk'ün hain ilan edip 1925 yılında mübadelede Yunanistan'a gönderdiği Rum papaz 6. Konstantin'in kemikleri 86 yıl sonra 2011 yılında AKP'nin verdiği izinle İstanbul'a getirildi. AKP'nin Fener Rum Kilisesine hizmeti Kurtuluş Savaşı veren Atatürk ve silah arkadaşlarına Türk Milletine meydan okumak değil de nedir?!…

-Kurtuluş Savaşında ihanet içinde olan ve dini siyasete alet eden Fener Rum Patrikhanesine karşı mücadele veren ve müstakil Türk Ortodoks Patrikhanesini kuran Papa Eftim'in torunu Sevgi Erenerol'dan Ergenekon kumpasıyla intikam alındı. "Ben Türk dostu değil Türk oğlu Türküm" diyen Papa Eftim'in torunu Sevgi Erenerol CİA'nın önüne atıldı. Fener Rum Patriği Bartholomeos o dönemde bir gazeteye verdiği beyanatta;

"'Sevgi Erenerol bizi çok incitiyordu. Çok aleyhimizde konuşuyordu. Şimdi ortaya çıktı ki orada (Türk Ortodoks Patrikhanesi Kilisesi) Ergenekon toplantıları yapılıyormuş. Devlete hükümete AK Parti'ye bize karşı toplantılar yapılıyormuş. Bunların bir ibadet mekanında yapılıyor olması daha da üzücü" demiştir.

Bu beyanat üzerine Sevgi Erenerol adil yargılamayı etkiledikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur.

Yani geçmişin hesabı bugün tek tek kapatılıyor. İçimizdeki Yunan lobisi çalışıyor.

-Müze olarak kullanılan Sümela Manastırının Fatih'in Trabzon'u fethettiği gün ayine açılması da bir mesajdır. Emperyalizm mesajını simgeler üzerinden verir. Ve o gün Sümela'ya ayine gelenler Rum-Pontus Devleti haritası bulunan tişörtler giyerek Türk Milleti'ne meydan okudu. O gün müzede görevli memur bir bayanı darp ettiler. Peki kim göz altına alındı? Türk Bayraklı tişört giyerek durumu protesto eden Türkler…

-Hatırlayın Sümela'ya ilk çıkışı bir gemiyle "Fetullah+Rahmi Koç+Bartholomeos" üçlüsü yapmaya kalkmış büyük bir dirençle karşılaşmışlardı. AKP geldi bütün engelleri ortadan kaldırdı.

-Dönemin Başbakanının Yunanistan ziyareti sırasında Selanik'e Rum Pontus Soykırım anıtı dikildi. Başbakan tepki vermediği gibi ziyaretini de kesmedi. Bugün bu tepkisizlikten cesaret alan bazı ülkeler parlamentolarında Rum Pontus Soykırımı yalanını kabul ediyor.

-2011 yılında AKP Ordu Milletvekili ve İnkilap tarihi doktoru İhsan Şener Yunan Ordusunun Ege'de savaşmadığını ve Türk şehitliklerinin sembolik olduğunu söyleyerek bütün bunlar Ankara'daki yönetimin meşruluğunu göstermek için yapıldı iddiasında bulundu. (Yeniçağ Gazetesi)

-Deli raporunun korumasına sığınarak "keşke Yunan kazansaydı şeriat kalırdı" diyen püsküllü Kadir mi bu zihniyeti doğurdu yoksa bu zihniyet mi püsküllüyü doğurdu? Ya da bunlar "Yunan Ordusu bizim ordumuzdur. Yunan Ordusunun başarısı için dua ediniz. Yunana Ordusu Mustafa Kemal'e ceza verme işini yapıyor. " Diyen Vahdettin'in Adalet Bakanı Rüştü Efendilerin varisleri mi?

Sanki Kuva-i İnzibatiye güncellendi de Kuva-i Milliye'ye karşı savaşıyor…

*** *** ***

-Bir de Ayvalık ve Ayvalık Belediye Başkanı var. Başkan CHP'li. İddia o ki bu ismi Kılıçdaroğlu'na Rahmi Koç tavsiye etmiş. Başkan'da AKP gibi kilise sevdalısı. Ayvalık'ta 6-7 kilise onarmış(!). . Cemaat yok ama kilise onarılıyor. Bu neyin hazırlığı acaba?. . Ve Ayvalık'ta tarihte olmamasına karşın Bartholomeos metropolit atıyor. Ayvalık Patrikhaneye bağlı din adamlarınca kapı komşusu yapılıyor.

Alaçatı'da sohbet ettiğimiz Özcan Pehlivanoğlu Ayvalık hakkında çok şey anlatıyor. Ayvalık mutlaka mercek altına alınmalı gelişmeler takip edilmelidir.

Pehlivanoğlu diyor ki;

"Başta Rahmi Koç Muhtar Kent olmak üzere tanınmış iş adamlarımız kiliselerin ve şapellerin ihyası için destek olmaktadır. Ayvalık'ın herkes için bir 'açık şehir' olarak kabul edilmesi uzun süredir dillendirilir olmuştur. Nedir 'açık şehir' olmak? Herkesin gelip yerleşebileceği bir yer olmasıdır Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümranlık alanından çıkması demektir. Türk olanların 1773-1923 arasında olduğu gibi Ayvalık'tan gitmesi demektir... " Bu konuda bir yazı da yazmış. Yazının linki;

https://odatv.com/ayvalik-elden-gidiyor-mu-1610171200.html

Özcan Bey Midilli Adası Belediye Başkanının yayınladığı turizm rehberinde Ayvalık'ı kendi turizm beldeleri içinde gösterdiğini söyledi. .

Ülkede kimin eli kimin cebinde belli değil de… Bir Yunan Lobisinin varlığı açıkça ortaya çıkıyor. Ve AKP Ege adaları ve kıta sahanlığı konusunda Yunan tezlerini savunuyor. AKP'nin savunduğu tezleri yıllardır Yunan devleti Türk Devletine karşı savunuyordu. Artık gerek kalmadı. Yunan adına AKP savunuyor.

-Biz Doğu ve Güneydoğu'ya odaklandık. Belli ki Batıda da ayrı bir proje yürütülüyor.

ddia ediyorum!! Yunanistan Türkiye ile savaşa hazırlanıyor. Bu gerçeği yıllardır iddia ediyorum. Bazıları küçümsüyor. Yunan bize saldıramaz iflas etti diyor. Oysa iflas eden bir ülke için savaş bir çıkış yoludur. Dün Yunan'ı Anadolu'ya yollayanlar aynı vaatler ile bugün de Anadolu'ya yollayamaz mı?

Yunanistan işgal altındaki adalarımız dahil bütün Ege adalarında Lozan Anlaşmasını ihlal ederek silahlanıyor. Neden? Yunan istihbaratı Kurtuluş Savaşında neden yenildiğini yenildiği yerlere gelerek inceliyor. Resimliyor. Raporluyor. NEDEN??? Herhalde piknik yapmak için değildir.

imdi gene bir avuç Yunan diyeceksiniz. Unuttuğunuz bir şey var. Sadece bir avuç Yunan ile savaşacağımızdan emin misiniz? Bir file 100 çakal saldırırsa ne olur? Bu ülke içimizdeki etki ajanlarına yabancı devletlere çalışan binbir kılıklı ajanlara maaş ödeyen tek ülkedir.

-Güneydoğu'ya atanan melelerden bazılarının yabancı istihbaratlar ile çalıştığı haberleri geliyor. Birçok tarikat ve cemaat şeyhleri aynı durumdadır. Karabağ'da Türkleri kesenler içinde ASALA kurucuları içinde Suriye Ermenileri de vardı. Ve onlar Suriye'den bu ülkeye gelirken "dedelerimizin topraklarını geri almaya gidiyoruz" diyerek geldi. Talibanından tutun El Kaidesinden Hizbullahına İŞİD'ine kadar bu ülkede. Hepsi yabancı istihbaratlarla bağlantılıdır. Herhalde tatil yapsınlar diye bu ülkeye sokulmadılar değil mi?

-Ve bugün Türk Ordusuna silah üreten Sakarya'daki fabrika satışa sunuluyor. Neden??

-MİLGEM gibi projeleri yürüten asker mühendisler de casusluk ve benzeri kumpaslarla içeri tıkılmıştı. Yani esir alınmıştı.

-Balyoz kumpasında tek tutuklu sivilin HAVELSAN Genel Müdürü Ömer Faruk Yarman olması çok şey ifade etmiyor mu?

stihbaratı elinden alınmış okulları kapatılmış parçalara ayrılmış hastaneleri elinden alınmış yüzlerce kumpasla içi boşaltılmış casusluk-fuhuş gibi alçakça suçlamalar ile aşağılanmış psikolojik operasyon birimi kapatılmış bir ordumuz var farkında mısınız?

Ordumuzun bu durumu düşmana caydırır mı yoksa cesaretlendirir mi?

İçimizdeki YUNAN LOBİSİNE dikkat edin. Adları Ahmet Mehmet Ayşe olabilir. Tıpkı Kuva-i İnzibatiye(saray+İngiliz) ordusundakilerin adı gibi… Ad önemli değildir. Önemli olan nereye çalıştıklarıdır.

Karagöz ile Hacivat'ı aynı el oynatıyor. Bu gerçeği daima aklında tut!!

UYUMA!! UYURSAN ÖLÜRSÜN!!

Zahide UÇAR

27.12.2018

================================

HÜSEYİN MÜMTAZ : 2018 BİTERKEN SURİYE

2019'da da Suriye ile hayli uğraşacağımız anlaşılıyor.

1968'de babası sayesinde aldığı bir raporla Vietnam'a savaşına gitmekten yırttığı ortaya çıkan Trump bir sabah ansızın Suriye'den çekildiğini tweetledi ertesi gece de ansızın Irak'ta ortaya çıktı.

"Suriye şayan-ı merhamet hâle gelmiştir vali yok kumandan yok İngiliz propagandası çok İngiliz teşkilât-ı hafiyesi her tarafta faaliyette ahali hükümetten tiksiniyor İngilizlerin yolunu gözlüyor".

Atatürk 100 yıl öncesinin Suriye'sini böyle anlatıyor.

("MUSTAFA KEMAL". Yılmaz Özdil. Kırmızı Kedi Yay. İstanbul Ekim 2018. Sayfa 81)

Suriye ahalisinin "tiksindiği" hükümet Osmanlı hükümetidir. "Yolunu gözledikleri" ise o zaman İngilizler idi şimdi Rusya İran Fransa Çin…Şimdiyi bilmem.

Trump Amerikan askerlerinin Noel'ini kutlamak için gittiği Irak'ta şöyle dedi;

"Türkiye Suriye'deki teröristlerin canlarına okuyacak. Diğerleri de yapacak. Çünkü orası onların bölgesi. Maliyetin külfetini paylaşmak durumundalar ve paylaşmıyorlar".

"Maliyetin külfeti?"

Trump bir iş adamı hesap adamı.

Daha önce de; "Suriye'den çıkmamız sürpriz değil. Suriye'den çıkmamız için yıllardır kampanya yürütüyorum ve 6 ay önce bunu yapmak istediğimi açıkça ifade ettim. Artık Ortadoğu'da başkalarının savaşmasının zamanı geldi" demişti.

"Başkaları" savaşmalı ve "maliyetin paylaşmadıkları külfetini paylaşmak durumundalar"

Esad'ın danışmanı Buseyna Şaban ise: "Amerika Suriye'den çekilmiyor kaçıyor" diyor.

"Güney komşumuz" ve müttefikimiz Rusya'nın olaya bakışı da ilginç.

Dışişleri Bakanı Lavrov "Türk askerlerinin İdlib'teki varlığı" konusunda "Suriye'nin mutabakatının bulunduğunu" söylerken sözcüsü Zaharova Suriye'den çekilen ABD'li askerlerden boşalan toprakların Şam'ın kontrolüne bırakılması gerektiğini ifade ediyor.

Ve "chuwall"ı karıştırdıkça bakın içinden daha başka neler çıkıyor…

"Bir müttefikin omuza omuza mücadele etmesi ve güvenilir olması gerektiğini" söyleyen Macron "ABD'nin temel gücü olduğu uluslararası koalisyonun SDG'nin (YPG-PKK) desteğiyle Suriye'de operasyon yürüttüğünü unutmamalıyız. Sahada teröristlere ve Paris'te ve diğer yerlerde terör saldırıları düzenleyenlere karşı mücadele edenler SDG ve Suriye'deki Kürtlerdir. Dolayısıyla herkesi sorumluluğa çağırıyorum ve onlara borçlu olduğumuzu unutmamalıyız" derken Fransa'nın Avrupa Birliği Bakanı "ABD çekilse de şimdilik bölgede kalacaklarını" ifade ediyor.

Almanya Dışişleri Bakanı Maas ABD'nin askerlerini Suriye'den çekme kararını eleştiriyor ve "Bu kararın beraberinde getireceği sonuçların IŞİD ile mücadeleye zarar verecek ve şu ana kadar elde edilmiş olan başarıları tehlikeye atacak tehdidi sahiptir" ifadelerini kullanırken Alman meclisinde hazırlanan bir raporda Türkiye için "Suriye'de işgalci güç" tanımı kullanılıyor ve "Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığının uluslararası hukuk açısından işgal kriterlerini karşıladığı" tespitinde bulunuluyor.

Netanyahu ki bin Amerikan askerini Suriye'den çekme kararı bizim tutarlı politikamızı değiştiremez. İran'ın oraya askeri anlamında yerleşme çabalarına karşı hareket etmeye devam edeceğiz ve hatta gerekirse operasyonlarımızı genişleteceğiz" diyor.

Ve bombayı Anadolu Ajansı patlatıyor "Suriye birlikleri YPG ile koordinasyon içerisinde Amerika'nın boşalttığı Menbiç bölgesine girdi" diyor.

Amerika Suriye'den çekiliyor ama Irak'ın batısında Suriye sınırına yakın stratejik bölgede iki yeni askeri üs inşa ediyor.

Ediyor çünkü Baba Bushzal zamanında temeli atılan "4 parçalı Kürdistan"ın bağımsızlık kazanan ilk parçasına bu coğrafyada ihtiyacı var.

Biz mi?

Papağan Bahtiyar cinayeti ile o kadar meşgulüz ki; ne Menemen'de başı kesilen Kubilây'ı ne memleketin diğer köşelerinde Sarıkamış faciasını ne de Atatürk'ün Ankara'ya ilk defa gelişini "üst düzey protokolün" katılımıyla "anamıyoruz".

Peki siz sahada "Suriye ahalisi"nin 100 yıl öncekinden farklı düşündüğünün izlerini görebiliyor musunuz?

Ha sahi orada bir de "Türk toprağı" Süleyman Şah türbesi yok muydu?

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/27/2018-biterken-suriye-huseyin-mumtaz/

================================

--   a45UyF587661


-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder