================================
Orhan UĞUROĞLU: Erdoğan görüşmedi Jeffrey tehdit etti
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Fırat'ın doğusuna yapacağı askerî harekât için "belki yarın belki yarından da yakın" diye yazdım. Askerî ve lojistik hazırlıklar tamam idi ve Mehmetçik kırmızı düğmeye basılmayı bekliyordu.
Elbette ben yazdığım için değil ama benim aldığım "Türkiye Fırat'ın Doğusuna askerî harekât başlatıyor" istihbaratını Amerikalılar da aldığı için sürpriz bir misafir "çat kapı" çıkıp geliverdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey Ankara'ya gelip "Aman aman durun biraz Fırat'ın Doğusunda Amerikan askerleri ve gözlem noktaları adı altında askerî üsler var" dedi ve sonrasında da birçok şey söyledi.
Şu nokta çok önemli Jeffrey bu sözleri kime dedi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a mı?
Hayır çünkü Erdoğan kendisini kabul etmedi.
Jeffrey önce Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ile görüştü.
Akar Jeffrey ile yaptığı görüşmede "Türkiye güneyinde bir terör koridoru oluşmasına asla müsaade etmeyecek. Amerika terör örgütü PKK/YPG'ya verdiği askerî ve siyasi desteği sonlandırılmalı verdiği silah ve askerî araçları geri alarak gözlem noktalarından vazgeçmelidir" diye kararlı bir şekilde tavır koydu.
Erdoğan kabul etmedi ama Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın James Jeffrey'yi kabul etti.
Kabul sonrası yapılan resmî açıklamadaki şu cümle çok dikkat çekti:
"Türkiye'nin PYD/YPG konusundaki net duruşu ifade edilmiş sınırımızda hiçbir terör unsurunun varlığına müsaade edilmeyeceği kararlılıkla vurgulanmıştır. "
Tam bu noktada şu önemli gelişmeyi de vurgulamakta yarar var.
Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan Kanada ve Amerika'da bazı önemli görüşmeler yapıyordu.
Bu görüşmelerde İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğunda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın konusunun ele alındığı iddiası yayıldı.
Diplomatik ve askerî kaynaklara göre Fidan'ın temaslarının ana teması Fırat'ın Doğusuna yapılacak askerî harekât idi.
Nitekim eğer Kaşıkçı cinayeti olsaydı ana konu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hiç çekinmeden bunu açıklaması gerekirdi.
Fidan'ın Amerikan Senatosu'nda bazı senatörlerle ve Amerikan yönetimi ile yaptığı görüşmeler hakkında resmî açıklama yapılmaması ve Erdoğan'ın da "temasları hakkında bilgim yok" açıklaması yapmasının temelinde Fırat'ın Doğusuna yapılacak askerî harekâtın son hazırlıkları olduğu anlaşılıyor.
Jeffrey'nin 24 saatlik jet hızındaki panik ziyareti Ankara'da sürerken aynı saatlerde Erdoğan'ın yaptığı açıklamadaki iki önemli mesaj çok dikkat çekti:
-"...Müttefik olduğunu söyleyenler her gün teröristlerle iş tutuyorlar. Teröristleri tepeleyerek gönüllerimizi şad edeceğimiz günler çok yakındır.
-Oyalama taktikleriyle bizi idare edebileceklerini sananlar artık yolun sonuna geldiklerini görebilmelidirler. "
Peki Jeffrey tüm bu gelişmelerden sonra nasıl bir tepki ortaya koydu?
Her zamanki Amerikan üslubu ve tarzı ile Türkiye'yi şu sözlerle tehdit etti:
"Suriye'nin kuzeyinde herhangi bir ülke tarafından tek taraflı olarak hamle yapılması orada görev yapan Amerikan askerlerini riske atar. Daha önce Deyrizor'da böyle bir çaba olmuştu. Biz de kendimizi savunma hakkımızı kullandık ve karşılık verdik.
ABD ile SDG (PYD/YPG'nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri) bölgede IŞİD'e karşı birlikte mücadele ediyorlar. Bu Fırat'ın doğusunda da Deyrizor'da da Rakka'da da böyle. "
Jeffrey'nin Deyrizor örneği ile neyi kastettiğini Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal'a sordum.
Ünal "Amerika güya bütün Suriye'de IŞİD ile mücadele ediyor. Deyrizor'da da güya Amerika IŞİD ile mücadele ediyordu. Ancak ne hikmetse Suriye askeri kuvvetleri o bölgede yani kendi topraklarında IŞİD'e karşı harekata geçti. Amerikan ordusu ise IŞİD'i değil Suriye askerlerini defalarca vurdu. Bu bölgede Amerika ile IŞİD arasında mutlu bir beraberlik olduğuna şüphe de yok" diye konuştu.
Prof. Ünal'a sordum:
Jeffrey'in "Biz de kendimizi savunma hakkımızı kullandık ve karşılık verdik" sözlerinden Türkiye ne anlam çıkarmalı?
Amerika-Rusya-Suriye-İran ve Türkiye arasındaki ilişkileri çok dikkatli ve yakından takip eden Hasan Hoca şu yanıtı verdi:
"Jeffrey Deyrizor örneğini vererek siz PYD/YPG'ye karşı askerî harekât yaparsanız sizi de vururuz diye Türkiye'yi tehdit ediyor.
Türkiye Amerika'nın bu gözdağı hatta tehdit sözlerini ciddiye almamalı. Aynı sözleri daha önce Afrin'de de denediler ki Türkiye PYD/YPG terör örgütüne karşı askerî harekât başlatınca Amerika geri adım atmak zorunda kalmıştı. "
Tekrar Jeffrey'nin açıklamasındaki şu cümleye de dikkat çekeyim:
"Ayrıca bu bölgelerde (Fırat'ın Doğusu Deyrizor Rakka) yerel yönetimlerin kurulmasına da çalışıyoruz. "
Prof. Ünal'a Türkiye'nin asla izin vermeyeceği bir siyasi adımı Amerika'nın sözcüsü Jeffrey yüzümüze karşı açıkça söylediğine göre bunu nasıl yorumlarsınız? diye sordum ve şu yanıtı aldım:
"Jeffrey burada açıkça PYD/YPG terör örgütüne federe bir devlet kurma çabasında olduklarını da itiraf ediyor.
İşte bu itiraf Türkiye'nin neden en kısa zamanda Fırat'ın Doğusuna askerî müdahalede bulunması gerektiğini de açıkça ortaya koyuyor. "
Ve sonuçta Jeffrey Ankara'da yaptığı yıldırım hızındaki görüşmelerden sonra şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı:
"Görüştüğüm Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar endişelerini çok açık ve net bir dille ifade etti. Ben de bunu bütünüyle Washington'a taşıyacağım Washington'daki herkes bu endişelerin farkında. "
İşte size tüm yönleri ve uzman görüşü ile Fırat'ın Doğusunun net fotoğrafını ortaya koydum.
Ve diyorum ki Amerika'nın oyalama taktikleri belki kısa bir süre geciktirecek ama Türk askerini yolundan asla döndüremeyecek.
================================
Arslan BULUT: Bizans'ın kızları ve TÜSİAD'ın borçları!
Tayyip Erdoğan 2012 yılında da "Bizans'ın kızları kadınları Edirnekapı'dan Fatih girerken ne söylediler? 'Başımızda Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz' dediler. " diye bir ifade kullanmış tarihçiler bu sözlerdeki hatayı düzeltmişti.
Çünkü Fatih'in İstanbul'u kuşattığı sırada Bizanslı Grandük Notoras Vatikan'ı kastederek "Başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz. " demişti.
Yani böyle stratejik bir sözü Bizans'ın önde gelenlerinden birisi söylemişti. Bizans'ın kızları ve kadınlarının bu sözle bir ilgisi yoktu.
Peki 2012'de düzeltme yapıldığı halde Erdoğan tarihi bir olayı neden yanlış yansıtıyor?
Maksat bugünün "kızları kadınları"na hitap etmekse bu yaklaşım doğru değil. Çünkü gerçek hızla yayılır ve Erdoğan'ın doğru veri kullanmadığı anlaşılır... Bu da kendisine zarar verir...
***
Bir diğer konu da Erdoğan'ın Fransa'daki "Sarı Yelekliler" eylemlerine yaklaşımı...
Erdoğan "İşte Avrupa'da yaşananları görüyorsunuz değil mi? 15 Temmuz'da bunlar bize yapılanlar karşısında sessiz duranlar ülkemizin sokaklarını ateşe ve kana boğmaya çalışanlara sessiz kalanlar işte görüyorsunuz şimdi ne durumdalar? Biz hem göstericilerin yol açtığı kaos görüntülerine hem de onlara uygulanan orantısız şiddete karşıyız. Tüm Batılı liderlere sesleniyorum: Sizlerden kendi vatandaşlarınıza hak ettikleri gibi demokrasinin kurallarıyla teröristlere ise yine hak ettikleri gibi hukukun yöntemleriyle muamele etmenizi bekliyoruz" dedi.
Yandaş olmayan Türk vatandaşları da Türkiye'nin hukuk devleti olmasını istiyor. Yandaşlar ise hukuk değil adalet değil kendilerinin kayırılmasını istiyor.
Erdoğan yine "Paris başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinin sokakları karışmış durumda. Televizyonlar gazeteler yanan arabaların yağmalanan iş yerlerinin göstericilere en şiddetli şekilde müdahale eden polislerin görüntüleriyle dolu. Bizim polisimizle alay edenler bizim polisimizin zulmettiğini söyleyenler kendi polisleri şimdi bak neler yapıyor? Bizim polisimiz insaflı" dedi.
Gezi olaylarında kaç kişi öldürüldü peki? Polis yetmeyince esnaf bile bizzat Erdoğan tarafından kışkırtılıp göstericilerin üzerine sürülmedi mi? Döve döve gençleri öldürmediler mi?
***
Son notum Erol Bilecik'in TÜSİAD Başkanı olarak yaptığı açıklamayla ilgili.
Bilecik aynen şöyle dedi:
"Bizim hedefimiz kurallara dayalı küresel liberal demokratik bir düzene entegre olmaktır. Bunun politika düzeyinde somut karşılığı ise AB üyelik sürecimiz ve transatlantik çerçevede ABD ile iyi ilişkilerdir.
Özetle bugün su ne kadar bulanık olursa olsun demir atacağımız tek liman daima Batı'dır.
Türkiye'nin başarısı için geçmişte test edilmiş formül bellidir. Bu; demokrasi hukuk devleti özgür ve yaratıcı toplum yüksek nitelikli eğitim teknolojik üretim ve AB ile entegrasyon sürecinin hızlanmasıdır. "
TÜSİAD Başkanı'nın konuşmasının bütününe bakıldığında neden ABD ve AB dediği anlaşılıyor.
Bilecik şu verileri sundu:
• Bugün nakit sıkışıklığı her sektörde hissediliyor.
• Finansmana erişim eskisi kadar rahat ve ucuz değil.
• Ağustos ayında başlayan kredi daralması tüm hızıyla devam ediyor.
• Mart ayı ile kıyaslandığında faizler 11 puan kur ise %40 yükseldi.
• Hem şirketlerimiz hem tüketiciler bu kur ve faiz yükü altında eziliyor.
• Kobiler için sorunlar katlanarak çoğalıyor.
• Talepte ciddi bir düşme var.
• Ve son 9 yıldır kesintisiz büyüyen ekonomimiz 'maalesef' artık küçülüyor.
***
Diğer taraftan Türkiye'nin dış borcunun en az yarısı TÜSİAD üyesi iş adamlarının borcudur.
Devlet garantisiyle kime borçlanmışlardır peki?
AB ülkeleri ve ABD'ye hâkim olan küresel sermayeye değil mi? Dolayısıyla Türkiye'nin onlardan kopmasını telaffuz bile etmek istemezler.
================================
CAN ATAKLI: Yıldırım formülü "eyalet sisteminin" başlangıcı
Yandaş medyaya bakarsanız AKP'nin İstanbul adayı kesinlikle Binali Yıldırım.
Ben o kadar emin değilim.
MHP'ye "jest" yapılacak iller hariç bütün adaylar açıklandığı halde ve adı bilinmesine rağmen İstanbul'un hâlâ açıklanmaması bu konuyla ilgili sorun olduğunun işaretidir.
Bütçe görüşmelerinin devam ediyor olmasının ve açıklamanın bütçe görüşmeleri bittikten sonra yapılacağının söylenmesi bana inandırıcı gelmiyor.
Çünkü artık yeni sistemde ne hükümet ne de parlamento yok.
Meclis'te bütçenin görüşülmesinin siyaseten hiçbir önemi yok.
Binali Yıldırım'ın bütçe görüşmeleriyle ilgisi ise hiç yok.
Meclis Başkanı o kadar.
Bütçe görüşmelerinde başkanlık kürsüsünde bile oturmuyor ki.
Haydi "eskiden bütçeyi hazırlayan hükümetin başkanı bütçesini sunar sonra da eleştirileri yanıtlardı" diyelim.
Yeni sistemde bu da yok.
Saray hazırladığı bütçeyi Meclis'e gönderiyor şu anki Meclis de sanki bütçeyi görüşmüş gibi yapıp onaylıyor ki zaten onaylamasa bile sorun yok eski bütçeyle devam edilebiliyor.
Demek ki Yıldırım'ın adının açıklanması için bütçe görüşmelerini öne sürmek sadece bir bahanedir.
Bu adaylık konusunda yaygın bir inanış da Binali Yıldırım'ın seçilmesi halinde yaşanacak "protokol krizinin nasıl aşılacağının henüz bilinmediği" yönünde.
Ankara kulislerinde bu konunun aslında hallolduğu da söyleniyor.
Sadece Yıldırım'a özel bir yeni düzenleme yapılacağı ve böylelikle içişleri bakanı ile valinin "üst amir" olma durumunun aşılacağı söyleniyor.
Bunu da "çok makul" bulanlar var.
Oysa konu o kadar "iyi niyetli" mi kuşkuluyum.
Çünkü kişiye özel çıkarılan bir uygulama anayasa gereği bir süre sonra "eşitliği bozduğu" gerekçesiyle diğer büyük şehirlerde de uygulanmaya başlanabilir.
Bu sonuç üstü kapalı bir "eyaletler sisteminin" ilk adımı olacaktır.
Zaten Avrupa Birliği'nin "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" kararını imzalamış bir ülke olarak bu "bir belediyeye yönelik ayrıcalık" giderek sirayet edecek ve sistem kendiliğinden "özerklik aşamasına" kadar bile çıkarılabilecektir.
Şu anda hiçbir şey sızmıyor ama HDP ile gizliden gizliye görüşmeler yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz.
Oslo'da liberal maskeli "yetmez amaç evetçiler"in şimdilik HDP tarafından inkar edilse de aslında "HDP'yi uysallaştırmak ve AKP ile ortak bir zemin arayışına itmek" için yapıldığını anlamamak mümkün değil.
Bunun üstüne bir de Meclis'te torba yasaya konulan "Cumhurbaşkanı istediği belediyelere istediği maddi kaynağı aktarabilir" kanunu eklenince hazırlanan plan bence kendiliğinden ortaya çıkıyor.
DEDİKODU
BİNALİ YILDIRIM İÇİN CHP'NİN ADAYI BEKLENİYORMUŞ
Bana sorarsanız Binali Yıldırım hâlâ AKP'nin İstanbul'daki kesin adayı değil.
Aldığım bazı kulis bilgilerine göre Yıldırım buna pek sıcak bakmıyormuş.
O protokol konusu en son konuymuş.
Binali Bey bu saatten sonra 7/24 tempo içinde olmak istemiyormuş.
Dediğim gibi bunlar kulis bilgileri.
Ama bir konu daha var.
İstanbul adayının geciktirilmesi bir taktik gereği de olabilirmiş.
Erdoğan CHP'nin adayının kesinleşmesini bekliyormuş.
Binali Yıldırım'ı öne sürüp sürmeyeceğine bundan sonra karar verecekmiş.
Kafasındaki artık kimse "CHP zayıf bir adayla yarışa katılırsa" Binali Yıldırım ısrarından vazgeçebilirmiş.
İstanbul'un kaybedilme ihtimali ağır basmaya başlarsa işte o zaman Binali Yıldırım öne sürülecekmiş.
Bu kulis dedikodusunu anlatanlar "Biz de merak ediyoruz" dediler ve eklediler "Bakalım Erdoğan CHP'de kimi gözüne kestirmiş kimi zayıf aday olarak görüyor?"
FIKRA GİBİ
TRT KENDİNE HABERCİ SÜSÜ VERMİŞ
Türkiye'deki hiçbir toplumsal olayı haberleştirmeyen işçinin emekçinin öğrencinin talebi ne olursa olsun kulak tıkayan ve böylelikle asli görevi "haberciliği" yıllardır hiç yapmayan TRT Fransa'daki olaylarda habercilikyapmaya soyunmuş.
TRT Fransa'daki olayları izlemek için bir ekip oluşturmuş.
Paris'teki olayların bizzat içine giren TRT'ciler böylelikle "halkın dünyadan haber alma hakkını" yerine getirmiş olduklarına inanıyorlar.
Ama Fransa Türkiye gibi değil.
Paris'teki gösteriler sırasında eylemlere katılan bir Türk TRT ekibini görünce kendi başına habercilik yapmaya başlıyor.
Elindeki cep telefonu ile çekime başlayan eylemci Türk "Kendi ülkelerinde hiçbir eylemi vermeyen hiçbir zulmü göstermeyen hiçbir işçi ölümlerini haber yapmayan TRT burada Fransa'yı haber yapıyor. Macron da gidecek Tayyip de gidecek siz de gideceksiniz" diye bağırıyor.
"Haberci" TRT ise kendine yönelik bu protestoyu "Fransa'da çirkin saldırı PKK-PYD'li eylemci TRT ekibine saldırdı" başlığı ile duyuruyor.
Peki nereden biliyor TRT bu kişinin kimliğini.
Gerçekten PKK-PYD'li olabileceği gibi sol bir örgüt üyesi de olabilir ırkçı bir eylemci de olabilir Paris'te yaşayan ve canına tak etmiş bir Türk de olabilir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
GEZİ PARANOYASI YANDAŞLARIN KİMYASINI İYİCE BOZDU
Fransa'daki eylemler belli ki iktidarı ve yandaşlarını bir hayli tedirgin etti.
Tam Gezi unutulurken Fransa olaylarının patlaması bunun sonra Avrupa'nın diğer bazı ülkelerine de sıçraması seçimlerden önce benzer bir durumun Türkiye'de de yaşanabileceği endişesi yarattı.
Bana göre Türkiye yakın bir süreçte "ikinci Gezi olayını" yaşamaz.
Ama yandaşlar aynı kanıda değil.
Öyle olmadıkları gibi paniklerini çok belli ettikleri gibi devletin güvenlikbirimlerini ve yargıyı da etki altına alabilmek için çirkin bir operasyona giriştiler.
Örneğin bu kesimin en cengâver isimlerinden biri şu saçma tweeti atarak güya kamuoyunu ve iktidarı uyardı;
"Fransa'da ilk eylem günü olan 17 Kasım 2018'den sonra Türkiye'de sarı yelek alan herkes terör şüphelisidir. "
Şu akla ve mantığa bakar mısınız?
Ama fedailer bununla da yetinmiyor ve herkesi kışkırtmaya çalışıyor.
Örneğin şöyle tweetler atılmaya başlandı;
"Fransa yanıyorsa Türkiye de yansın diye yine sokaklara inip ekonomiyi felç edeceksiniz. Yine Erdoğan'ın ölmüşlerine polislerin analarına sövüp ortalığı ateşe vereceksiniz ve millet de sizden korkup evine kapanacak öyle mi? Tek bir işarete bakar. Eli titreyenin nesli kurusun!"
Şuraya bakar mısınız hem büyük korku hem de tehdit şantaj var.
Ne diyeyim "Allah ıslah etsin!"
================================
MURAT MURATOĞLU: Millete kazığın adı; Zafer Havalimanı!
Niye bizim ekonomiden bir cacık olmayacak şöyle anlatayım. Sonra vay efendim neden faizler yükselmiş yok efendim neden dolar artmış demeyiniz. Bunlar boş işler bir kalem geçiniz.
Millet uçmadığı havalimanının geçmediği köprünün gitmediği yolun kullanmadığı elektriğin parasını ödedikçe abuk sabuk projelere para gömdükçebu ülke ekonomisi iflah olmaz!
★★★
Yüzlerce örnekten sadece bir tanesi … Zafer Havalimanı projesi … Zafer Havalimanı'nın fizibilitesini yapan arkadaşın elinin ayarını seveyim. Gözünün izanını öpeyim. Nasıl böyle bir hesap yapmış öncelikle canı gönülden tebrik edeyim.
Kütahya'da yaşayan bir ilkokul çocuğu bulsalar "yavrucuğum buraya uçak indireceğiz kaç kişiden hesap etmeliyiz?" diye sorsalar … O bile "burayı dört yılda 4 milyon 73 bin 18 yolcu kullanır" demez! Nitekim dört yılda kullanan yolcu sayısı 170 bin 534'de kaldı!
★★★
Sahi bunu hesaplayan arkadaş neresiyle hesapladı? Oranlarsak hesaplayanın 100 kişi inip- binecek dediği yere 4 kişi ancak uğradı.
Bu hesabı özel sektörde yapsa kovmakla kalmazlar bir daha şirketin binasında içeri sokmazlar. Amerika'da hapse atarlar. Avrupa'da sokağa çıkarmazlar. Çin'deömür boyu pirinç tarlasında çalıştırırlar. Japonya'da harakiri paklar.
★★★
Yapan şirket için fark eden bir şey yok! Taahhüt edilen yolcu sayısının tamamı havalimanına gelmiş gibi parasını alıyor. Bu tahsilat 21 Şubat 2044'e kadar devam edecek.
UniCredit Bank Zafer Havalimanı için 18 yıl vadeli 49 milyon Euro tutarında kredi sağladı. Nitekim devlet eksik kalan yolcular için bugüne kadar toplam 26 milyon 691 bin 626 Euro'yu şirkete ödediğini açıkladı. Devlet şirkete şirket bankaya fazlası cebe … Sonra devlet banka şirket hepsi millete…
★★★
Zafer Havalimanı'na sadece İstanbul'dan sefer var. İstanbul trafiğinde havalimanına gitmek bilet işlemleri ve beklemek uçuş süresi inip Kütahya'ya varmak dört saat … Oysa İstanbul'dan Kütahya arabayla 3.5 saat sürüyor. Hadi yolda yemek de ye … Dört saate dört saat!
Kütahya-Uşak-Afyon illeri ortak kullansın diye havalimanı Kütahya sınırları içinde dağ başına yapıldı. Üçüne de uzak. Havalimanı Kütahya'ya 45 kilometre Afyon'a 60 kilometre Uşak'a 100 kilometre uzaklıkta.
★★★
Zira o kadar akıl dışı bir proje ki Türk Hava Yolları bile zoraki uçuyor. İstanbul'dan uçak her gün gece yarısına 10 kala kalkıyor. Sabaha karşı 01:00'de iniyor. Sabah 07:00'de geri dönüyor.
Benim merakım havalimanında çalışanlar sabah 07'den gece 01'e kadar 18 saat ne yapıyor? Ne kalkan ne inen uçak var. Pegasus Havayolları da niyetlenmişti. Sonradan uçuşlarını iptal etti!
★★★
Peki neden havalimanı yapıyorlar? Adamlar bu işin kitabını yazmışlar. Hızlı tren ucuza çıkıyor istenilen kârı bırakmıyor.
Boş ihaleler olmazsa rant da olmaz. Utanmasalar 90 bin kişilik Bayburt'a bile havalimanı yapacaklar. Bir dakika lan! Onu da yapıyorlar.
Not: Twitter da @sozcumuratoglu yazın ya da Murat Muratoglu diye arayın. İşte o benim!
================================
SİNAN MEYDAN: Atatürk'e kurulan tuzak
"Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmakmaksadını güdüyor. " (Atatürk 2 Aralık 1922)
Atatürk... Yıl: 1923
Atatürk…
Yıl: 1923
Malum! Yerel seçim hazırlıkları başladı. Aralık 2018'deki bu seçim hareketliliği;siyasi hesaplar siyasi oyunlar bana Aralık 1922'deki bir "seçim oyununu"hatırlattı.
Bundan 96 yıl önce Aralık 1922'de 1923 seçimleri öncesinde TBMM'deki bazı muhalifler Atatürk'e bir "siyasi tuzak" kurmak istediler.
Şimdi gelin 96 yıl önceye dönelim! Atatürk'e yönelik o seçim oyunununayrıntılarını görelim. Görelim ki Atatürk'ün hangi siyasi oyunlara nasıl göğüs gererek bu Cumhuriyeti kurduğunu daha iyi anlayalım.
ZAFER VE MUHALEFET
30 Ağustos 1922'de Atatürk'ün önderliğinde Başkomutan Meydan Muharebesikazanıldı.
9 Eylül 1922'de muzaffer Türk orduları İzmir'e girdi.
1 Kasım 1922'de saltanat kaldırıldı.
17 Kasım 1922'de Padişah Vahdettin İngilizlere sığınıp kaçtı.
20 Kasım 1922'de Lozan Barış Konferansı açıldı.
28 Kasım 1922'de Yunanistan'da Anadolu harekâtında başarısız olan Başbakan Gunaris Başkomutan Hacıanesti ile Teodakis ve Baltacis adlı bakanların idamına karar verildi.
2 Aralık 1922'de Yunanistan'da idam kararları infaz edildi.
Atatürk yaklaşık 4 yıl devam eden Kurtuluş Savaşı'nı bu son 90 gün içinde her bakımdan zaferle taçlandırdı. Fakat buna rağmen TBMM'deki Atatürk karşıtı muhalefet bütün şiddetiyle devam ediyordu. Özellikle saltanatın kaldırılmasından sonra cumhuriyetin ilan edileceğinden kuşkulanan muhalifler bir taraftan hilafete sarılırken diğer taraftan Atatürk'ü etkisizleştirmeyeçalışıyordu.
2 ARALIK 1922 TUZAĞI
Yunanistan'da Kurtuluş Savaşı'nın kaybedenlerinin idam edildiği o 2 Aralık günü Türkiye'de ise Kurtuluş Savaşı'nın kazananı Gazi Mustafa Kemal Atatürk adeta siyaseten idam edilmek istendi.
O gün TBMM'de başkanlık kürsüsünde Meclis İkinci Başkanı Adnan Bey vardı.
Bir ara Adnan Bey şöyle dedi: "Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılmasıyla ilgili teklifin görüşüleceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var. "
Söz konusu tutanak "Okunsun!" sesleriyle karşılandı.
Başkan "Teamül gereği bu kanun teklifinin okunmadan komisyona gönderilmesi gerektiğini" söyledi.
Bunun üzerine Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ayağa kalktı.
"Efendim! Bu kanun tasarısı doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden izin verirseniz birkaç kelime ile düşüncemi bildirmek istiyorum" diyerek söz istedi.
Sonra şunları söyledi:
"Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. "
Atatürk'ün bu açıklamasından sonra meclisten "Haşa!" sesleri yükseldi.
Atatürk sözlerine şöyle devam etti:
"14. maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orada deniliyor ki: 'Büyük Millet Meclisi'ne üye olabilmek için Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler. "
ATATÜRK'ÜN KARŞI HAMLESİ
Atatürk daha sonra milletvekillerinin gözlerinin içine bakarak neden ve nasıl bu tasarının kendisini hedef aldığını anlatmaya başladı:
"Maalesef benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim bugünkü milli sınırların dışında kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi bütün memleketimizi milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istila hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı Allah korusun bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi. "
Atatürk daha sonra -bu tasarıyı verenleri adeta yerin dibine sokan- şu cümleleri kurdu:
"Bundan başka bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartları yerine getirmeye çalışsaydım İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamam gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturmaya mahkûm olsaydım Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamam gerekirdi. Bu efendilerin istediği şartları taşımak isteseydim Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak düşmana karşı savunmaya geçmemem ve bugünkü milli sınırlar dediğimiz sınırları fiili olarak çizmemem gerekirdi. Zannediyorum ki ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiçbir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum. "
Atatürk sonra bu öneriyi veren milletvekillerini şöyle sıkıştırdı:
"Ben zannediyordum ki bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslam dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum" dedi. Bir gün vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmak isteneceğini asla düşünmediğini söyledi.
Sonra "Bu efendiler acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?" diye sordu. "Beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir? Herkese soruyorum ve cevap istiyorum" dedi.
Atatürk'ün meclisteki bu konuşması basın aracılığıyla tüm yurda duyuruldu. Ülkenin her yanından ve bütün seçim bölgelerinden halk Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları gönderdi. Bu kanun tasarısını hazırlayıp imzalayanmilletvekillerinin seçim bölgelerindeki seçmenler kendi milletvekillerini ağır bir şekilde suçladılar. Atatürk'ün -Nutuk'ta belirttiği kadarıyla- ülkenin dört bir yanından kendisine gönderilen destek telgrafları "büyük bir dosyayı" doldurdu. Bu dosyadaki bazı telgraflar o zaman basında da yer aldı.
ATATÜRK'E KURDUKLARI TUZAĞA KENDİLERİ DÜŞTÜLER
10szt02ant_ist_izm_ank_adn_trb
Atatürk muhalefetin kurduğu tuzağı çok çabuk fark etti. Mecliste yaptığı çok güzel ve etkili konuşmayla bu "siyasi oyunu" bozdu.
Atatürk'ün konuşmasından sonra ona bu siyasi tuzağı kuran muhalefet çok telaşlandı. Çünkü kendi kurdukları tuzağa düşmek üzereydiler.
Muhalefetin en önemli isimlerinden Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey Atatürk'ün bu kanun tasarısından "vatandaşlık haklarının elinden alınması"şeklinde bir anlam çıkarmasına "hayret ettiğini" söyledi. "Paşa'nın vatanı her yer ve herkesin kalbidir!" dedi.
Bunun üzerine Atatürk "Hüseyin Avni Bey madde açıktır. Tefsire gerek yoktur" diyerek konunun çarpıtılmasına engel olmak istedi.
Hüseyin Avni Bey "Paşa Hazretleri şahsınız bunun içerisine girmemiştir ve giremez!" dedi. "Mustafa Kemal Paşa Hazretleri kimseyle mukayese edilemez!" diye de ekledi.
Ancak aynı Hüseyin Avni Bey daha sonra şu sözleri ağzından kaçırdı:
Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey
Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey
"Kanun teklifleri usul dairesinde encümene gider encümen kararını verir. Eğer Mustafa Kemal Paşa'yı meclis feda ederse o da feda edilsin. Söz meclisindir…"
Evet! Zaten amaç tam da buydu. Muhalefet seçim kanunundaki bir değişiklikle Atatürk'ü meclis dışına bırakmayı hesaplamıştı. Eğer o gün Atatürk çıkıp da "Bu tasarıyı benim için hazırladılar" diyerek meclisi uyarıp uyandırmamış olsatasarı mecliste kanunlaşabilirdi. Böylece muhalefet Hüseyin Avni Bey'inifadesiyle "Bu kararı meclis verdi! Meclise herkes saygılı olmalı!" diyerek Atatürk'ün seçilme hakkını elinden alabilirdi.
Bayezid Milletvekili Şevket Bey "Siz müstesnasınız Paşa…" diye bağırdı.
Bunun üzerine Atatürk "Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur ve müstesna olamam" dedi.
Sonra bu kanun tasarısını verenler -yine telaşla- tek tek kendilerini savunmayabaşladılar.
Önce Erzurum Milletvekili Necati Bey "Bu kanun tasarısını verdikten sonra esas amacı uygun bir zamanda izah edecektim!" dedi. Bu tasarının amacının Atatürk'ü meclis dışında bırakmak olmadığını söyledi. "Ben böyle namussuz bir adam değilim!" diyerek kendini savundu. Bu tasarıyı Türk olmayanlarımeclis dışında bırakmak için verdiklerini iddia etti.
Sonra imzacılardan Canik Milletvekili Emin Bey söz aldı. O maddeyi Atatürk'ü düşünerek yazmadıklarını söyledi. O da Türk olmayanları meclise sokmamakiçin o maddeyi yazdıklarını söyledi. "Dışarıda belki Paşa Hazretlerini – iddia ederim – hepinizden fazla ben severim!" bile dedi.
Sonra mecliste Atatürk'ü savunan milletvekillerinin sesleri yükseldi.
Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey "Bütün cihanın takdirine mazhardırlar" dedi.
Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı Bey "Türkiye'nin kurucusudurlar" dedi.
Cebelibereket Milletvekili İhsan Bey "Millî ve dinî bünyede bir yara açtınız; tedavi ettirmek için söz söyletiniz Reis Bey" diyerek başkanı eleştirdi. (TBMM Zabıt Ceridesi C. 25 s. 159-164)
Demem o ki Atatürk mecliste tam zamanında yaptığı çok etkili bir çıkışla muhalefeti adeta kendi kazdığı kuyuya düşürdü.
Bu arada o çirkin kanun tasarısı sayesinde herkes Atatürk'ün -vatan ve millet için cepheden cepheye koştururken- beş yıl bir yerde oturmaya fırsat bulamadığını öğrenmiş oldu.
Önergeyi verenler Atatürk'ün "aklının" ve "kurtarıcı kişiliğinin" karşısında ezildiler adeta yerin dibine geçtiler.
DEVRİMİ YEMEK İSTEYEN EVLATLAR
Atatürk dışarıda Lozan görüşmelerini takip edip içeride cumhuriyet hazırlıkları yaparken muhalefet basit etkili ve çirkin bir siyasi oyunla Atatürk'ten kurtulmak istemişti.
O günlerde Atatürk'ün bazı muhalif silah arkadaşları Milli Mücadele'den sonra Atatürk'ün artık köşesine çekilmesi gerektiğini savunuyordu. Fakat Atatürk "asıl savaş" dediği "uygarlık savaşını" da kazanmadan çekilmeyi düşünmüyordu. Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı bağımsızlık savaşını kazanmıştı. Şimdi "cehalete karşı" savaşacaktı. Ancak cehalete karşı savaşta çok daha yalnızdı. Bazı iyileştirmelerle o eski düzenin aynen devam etmesini isteyen; saltanatçı hilafetçi cumhuriyet karşıtı bir muhalefet vardı. İşte o muhalefet Atatürk'ten kurtulmak için her şeyi yapıyordu.
2 Aralık 1922 tuzağı cumhuriyet öncesinde Atatürk'e kurulan tuzaklardansadece biriydi. O günlerde Atatürk'e daha başka tuzaklar da kurulacaktı. Mesela 2 Aralık 1922 tuzağından yaklaşık dört ay sonraki (27 Mart 1923) Ali Şükrü Bey cinayeti de Atatürk'ün üstüne yıkılmak istenecekti.
Atatürk'ü mecliste bir türlü etkisiz hale getiremeyenler sonunda Atatürk'ü öldürmek için plan yapacaklardı; 1926'da İzmir suikastıyla Atatürk'ü ortadan kaldırmak isteyeceklerdi.
Ancak başaramadılar. Atatürk kazandı Türkiye kazandı.
Hani hep derler ya "Devrim kendi evlatlarını yer!" Bizde durum tam tersiydi. Bizde "Evlatları devrimi ve devrimciyi yemeye kalktılar. " Ancak Atatürk Cumhuriyet Devrimi'ni canı pahasına koruyup kolladı. Karşıdevrimcilere göz açtırmadı.
================================
TOKMAK/RAHMİ TURAN: Yalnızlığa itiliyoruz!
İki gün önceki yazımda: "Önce demokrasi ve hukuk… Hiçbir karar bizi bağlamazsa tüm bunlar dünyaya 'Bizde hukuk yoktur' mesajı vermekten başka bir işe yaramıyor!" demiştim.
Batı dünyasında artık kötü bir şöhretimiz var. Avrupa ve Amerika ülkelerinde Türkiye için "Hukuk yok basın ağır baskı altında cezaevleri gazetecilerle dolu" diye yayınlar yapılıyor.
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Yönetim Kurulu Başkanı Markus Spillmanbaşkanlığında bir heyet Türkiye'ye gelerek üç gün boyunca basın özgürlüğü konusunda Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı temsilcileriyle görüşmeler yaptı.
IPI heyeti Cumhurbaşkanlığı Ofisi ile görüşmek istedi ama bu talep reddedildi.
Uluslararası Basın Enstitüsü dünyaya Türkiye'de halen 162 gazetecinin hapis yattığını gazetecilere verilen toplam ceza süresinin yaklaşık 430 yıl olduğunu açıkladı.
IPI Başkanı Markus Spillman'ın da imzası bulunan açıklamada "Türkiye'ye uluslararası taahhüt ve yükümlülüklerini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz"denildi.
Ülke olarak ne yazık ki Batı dünyasından iyice kopup yalnızlığa itiliyoruz!
CHP VE ANKARA!
CHP'nin Ankara adayı kim oluyor?
Bu konuyu ağırdan alan CHP yönetimi kamuoyunda merak uyandırmayı seviyor. İnşallah atı alan Üsküdar'ı geçmez!
CHP aday çalışmalarını sürdürürken Ankara'da Genel Başkan Başdanışmanı Cengiz Topel Yıldırım adı giderek öne çıkıyor.
Peki kimdir Cengiz Topel?
Ankaragücü Kulübü'nün eski başkanıdır.
Onu Ankaragücü'nde bir zamanlar yönetici olarak görev yapan gazeteci Faruk Mangırcı'dan dinleyelim:
★★★
"Evet Cengiz Topel Yıldırım'ı iyi tanırım. Ankaragücü'nde yönetim krizi doğduğu zaman 5.5 ay başkanlık yaptı ve daha sonra kulübü benim de içinde bulunduğum Ahmet Gökçek yönetimine devretti.
Ben o tarihte 5.5 aylık dönemin peşine düştüm.
Bilançoda örneğin topu topu 6 deplasman maçı için yaklaşık 3.5 milyon liragösterilmişti ki bu rakam korkunçtur. O dönem transfer edilen İngiliz Vassel isimli futbolcunun menajerine güya 450 bin dolar gibi müthiş bir rakam ödenmişti…
Cengiz Topel Yıldırım o günün parasıyla kulübe 9 milyon liranın üzerinde borç vermiş bir kısmını geri almış görünüyordu.
Ben bunun üzerine Gelir İdaresi Başkanlığı ve MASAK'a başvurup 'Kulübe bu kadar borç verdiğini söyleyen bir kimse bu kadar parayı nereden bulmuş ne vergi ödemiş araştırılsın' dedim.
Hem MASAK hem Gelir İdaresi Başkanlığı beni ayrı ayrı davet edip sözlü ifademe başvurdu.
İşte tam o sırada 6113 sayılı 'Yeniden Yapılandırma Kanunu' çıktı. Bunu fırsat bilen Cengiz Topel Yıldırım hemen yapılandırmaya başvurup şirketlerin patron cari hesabında yer alan rakamlara düzenlemeler yaptırdı ve kendisine bir araştırma gelmeden önce tedbir aldı.
Bu başvuruyla Cengiz Topel Yıldırım vergi olarak 500 bin lira ek para ödedi. Buna benzer konularla ilgili Melih Gökçek'in elinde çok sayıda belge olduğunu duydum. Kazara CHP şaşırıp Cengiz Topel Yıldırım'ı Ankara Belediye Başkanlığıiçin aday yaparsa bu belgelerin derhal ortaya çıkarılacağını öğrenmiş bulunuyorum.
CHP mantıklı davranır ve İYİ Parti ile işbirliği içinde Mansur Yavaş'ı aday yaparsa Ankara yıllar sonra AKP'den kurtulur. Aksi halde seçimi yine AKP'ye ikram etmiş olur!"
AYTUN ÇIRAY NEDEN ŞOKE OLDU?
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Amerika'ya giderek ABD Senatosu'nda bir konuşma yapıp Amerikalı senatörlere 'Kaşıkçı cinayeti' konusunda bilgi vermesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni aşağılamak anlamına geldiği iddia edildi.
Kim yaptı bu sert çıkışı?
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Aytun Çıray…
Zaten onurlu çıkışların önemli bir kısmı Aytun Çıray tarafından yapılıyor.
Hakan Fidan'ın bu davranışının kabul edilemez olduğunu belirten Çıray "ABD Senatosu'nu ve senatörlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ve milletvekillerinden değerli ve önemli bulan bu davranışı bir türlü içime sindiremiyorum" diyor ve ekliyor:
"Bu anlayış yüce Meclisimizi dolaysıyla milletimizi bir bakıma küçültüp aşağılamaktır. Bunu şiddetle protesto ediyorum. Hakan Fidan'ın Kaşıkçı cinayeti gibi dehşet verici korkunç devlet cürmü konusunda Meclis'i bilgilendirmesi talep edilmişti. Ancak AKP çoğunluğu tarafından talepler reddedildi. Böylece âdeta TBMM önemsizleştirildi. Tam tersine gidip ABD Senatosu'na bilgi verilmesi beni şoke etti!"
Amerikan Senatosu'na hesap vermeye benzeyen bu aşırı davranış niye?
TEBESSÜM
MİDEDE UNUTULAN MAKAS!
Adam ameliyat olmuştu. Ancak sonradan midesinde bir makas unutulduğu anlaşıldı. Hastaneden ayrılacağı gün doğruca ameliyatı yapan doktorun odasına giden adam âdeta yalvaran bir sesle konuştu:
"Doktor bey midemde unuttuğunuz makası almayacak mısınız?"
Doktor hafifçe gülümsedi:
"Rica ederim beyefendi. Bir makasın ne önemi var? O da bizim hediyemiz olsun!"
GÜNÜN SÖZÜ
Zamana kıymet ver sağlığına önem ver dostlarına değer ver.
-- a45UyF587661
-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas! 15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder