26 Aralık 2018 Çarşamba

Bu gün öne çıkan bazı haber ve yorumlar. 2018-12-26 3


AHMET KILIÇASLAN AYTAR : TÜRKİYE VE İSRAİL İLİŞKİLERİ

19 Aralık'ta Başkan D. Trump "Koalisyon IŞİD'in elindeki toprakları özgürleştirdi ancak IŞİD'e karşı kampanya bitmedi.

IŞİD karşıtı kampanyanın yeni aşamasına geçerken Suriye'den askerlerimizin eve dönüş sürecini başlattık" dedi.

*

21 Aralık'ta İsrail/ Beer Sheva'da Kıbrıs Rum Kesimi Yunanistan ve İsrail liderleri

Üç ülkeyi birleştirmeyi amaçlayan " Boru Hattı Enerji Altyapısı ve Güvenliği Anlaşması" için 5. zirvedeydiler.

Üç ülke Zirve Deklarasyonunda Kıbrıs'ta çözüm müzakerelerinin başlamasına

Kıbrıs Rum Kesiminin Münhasır Ekonomik Bölgesi'nde egemenlik haklarını kullanmasına tam destek verdi.

*

Zirvenin ardından İsrail Başbakanı B. Netenyahu sosyal medyada yaptığı açıklamada

"Kuzey Kıbrıs'ın işgalcisi ordusu Türkiye'nin içindeki ve dışındaki Kürt köylerinde kadınları ve çocukları katleden Erdoğan İsrail'e vaaz vermesin" ifadesi kullandı...

*

Erdoğan'ın yanıtı da hayli sertti.

srail'in kendi günahlarının insanlık suçlarının katliamların yıkımların hesabını vermeden kimseye ithamda bulunmaya hakkı yoktur.

Bizim Filistinli mağdurlara karşı çıkmamızdan rahatsız olan İsrail Başbakanı iftiralarla alçak ifadelerle saldırdı.

Netanyahu denilen adam bizi Kıbrıs'ta işgalci olmakla suçluyor. Herhalde dili sürçtü. Kendilerinin Filistin'de işgalci olduklarını söyleyecekti "dedi. .

*

O sırada İsrail'de koalisyon ortağı partiler arasında Ultra-Ortodoks Yahudilerin dini okullarında eğitim gören öğrencilerin askere alınmasını öngören yasa tasarısı

Koalisyon ortakları arasında krize yol açmıştı ki;

Liderler Parlamento'yu feshetme ve Nisan'da erken seçime gitme kararı aldılar...

*

B. Netenyahu Başbakanlık görevinde ABD Başkanı D. Trump ile işbirliği yaptı.

Böylece Ortadoğu'da çok çalkantılı bir dönemde büyük oranda ülkesinin istikrarını koruyan bir profil çizdi.

*

Öncelikle Trump'ın "Herhangi bir bölgede sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun sağlanabilmesi sonra bunun korunması için;

Yapısal kapasitenin çatışmaları diplomasi yoluyla çözebilme esnekliğinde olması gerekir" düşüncesini destekledi.

Böylece barış ve istikrarın korunması için ilgili tüm oyuncuların sahip oldukları şeyleri elde etmiş olmalarının en iyisi olduğunu anlamasına

Bu noktada fikir birliğine varılması ve bu birliğin geliştirilerek daha çok iyileştirilmesi için atılan adımlara katkı verdi.

*

Oysa eski Başkan Obama ABD'nin dengeleyici rolünü bu yöntemle değil belirli limitlere ve kırmızı çizgilere indirgeyerek azaltmıştı.

Böylece hem iyileştirme çabalarını engelleyen kesimleri cesaretlendirmiş

Hem de bölgedeki vekillerini yanlış zaman ve yanlış yerlerde silahla destekleyerek Ortadoğu sorununun kontrolden çıkmasına neden olmuştu.

*

Başbakan Netenyahu belli bir coğrafyada birbirleriyle ortak noktalar ve bütünleyici unsurlar ile ilişiklendirilmiş ülkeleri kümeleştirmeye dayandırılan ABD dış politikasına;

Aynı zamanda ülkesinin güvenliği için bölgedeki Rusya ile stratejik bir ittifakı dizayn ederek ek bir destek daha verdi.

Bu ittifak ile Rusya'nın Suriye içerisindeki etkisini ve ittifakın içeriğini İran'a karşı kullanmanın yolunu oluşturdu...

*

B. Netenyahu ayrıca Başkan Trump'ın Aralık 2017'de

Ortadoğu'daki çok fazla sorunun temelini oluşturan Filistinsrail sorununun çözümü yolunda;

Kudüs'ün başkent yapılması

İsrail'in Arap Dünyası ile ilişkilerini geliştirerek İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması amacını paylaştı.

*

İsrail'in yakın gelecekte HAMAS'la sonra İran'la doğrudan bir savaş yaşayabileceğini hep ihtimal dahilinde tutarken

Askeri Doktrini'ni sarsılmaz bir kararlılıkla yürüttü.

Doktrine göre güvenliğin bir esası da İsrail'e tehdit oluşturan en uzak mesafedeki füzeleri bertaraf etmeye dayanıyor.

Bu yüzden İsrail Füze tehdidini nötralize etmek için düşman devletler sınırları ötesinde Güney Sudan gibi koruma daireleri oluşturmaya çalışırken

Bu stratejinin bir ürünü olarak çözüm bekleyen Suriye ve Irak Kürdistan'ı oluştu.

*

Netenyahu HAMAS'ın arkasındaki Müslüman Kardeşler örgütünün İslamcı Cihad ideolojisinin kaynağı olduğu

Bu kaynaktan neşet eden İslamcı terörle yapılacak mücadelenin ortağı

Bölgesel rakipler Suudi Arabistan ve İran arasında estirilen soğuk savaşla Ortadoğu'daki gücün bu iki ülke arasında dağıtılmasının da partneri oldu.

*

O sırada Suudi gazeteci C. Kaşıkçı'nın İstanbul'da talihsiz ölümünde

Erdoğan Suudi Veliaht Prensi M.bin Salman'ın uluslararası duruşuna baskı ve zarar vermek için yapılan sızıntılara ve göstergelere güvendi.

Prens Salman Başkan Trump ve Başbakan Netenyahu'nun Ortadoğu vizyonunda önemli bir karakterdi.

Sonuçta Erdoğan İsrail-Filistin Barışı'nın beklemeye bıraktı sürece zarar verdi.

Bugün Prens pozisyonunda sağlamdır ve babasından sonra Suudi Arabistan Kralı olacaktır.

Ama Türkiye ile olan gergin ilişkilerin yeniden düzelmesi umudu yitirilmiş gibidir...

*

Halbuki Suudi Arabistan Erdoğan ile iktidara geldiğinden beri yakın ilişkideydi.

Suudiler Sünni Türkiye'nin Orta Doğu'daki yükselişini Şiî İran'a karşı dengeleyici bir hareket olarak görüyor

Ayrıca Erdoğan hükümetinin İslamcı yönelimini memnuniyetle karşılıyordu.

*

Ne ki İran'ın Başkan Obama döneminde Körfez ve Ortadoğu'nun diğer bölgelerine hakimiyetiyle artan tehditi ve İslamcı terörün yükselişi;

Bununla birlikte Katar ve İran'a uygulanan uluslararası yaptırımlarda Türkiye'nin tereddütlü duruşu Suudi Arabistan'ı bu ülkelere karsı ters yönde değiştirdi.

Suudi Arabistan'ın Mısır'daki 2013 darbesini desteklemesi de Türkiye ile olan ilişkilere zarar verdi.

Bugün Türkiye Katar rejimi ile birlikte Ortadoğu'da Müslüman Kardeşler ideolojisinde siyasal İslamcıları iktidarlara getirme arzusunu paylaşıyor

İsrail-Filistin Barışı reddediliyor bunun yerine HAMAS'ın ve Filistin idaresinin antisemitizmi alkışlanıyor.

Ama Suudi Veliaht Prens bölgenin gergin tarihinin bilincindedir ve Ortadoğu barışı için güvenilir bir ortak olmayı sürdürüyor...

*

ABD ve Avrupa'nın NATO üyesi olan Türkiye'nin bir müttefik olup olmadığını değerlendirdiği bu sırada

Bugün çok fazla İsrailli Türkiye'yi davranışlarından dolayı bir müttefik olarak kabul etmiyor

Bazıları hükümetin ekonomik ticari ve kültürel bağlarına vurgu yaparak Türkiye ile ilişkilerinde neler yapabileceğini tartışıyor.

Bazıları Erdoğan'ın görevde kaldığı süre boyunca Türkiye'yi kapatmayı öngörüyor.

*

Sorun İsrail'in ne yapması gerektiğinde odaklanmıştır.

Çünkü Erdoğan'ın Türkiye'nin lideri olduğu sürece Kudüs ile Ankara arasındaki bağların bozulmaya devam edeceği

İki halk arasındaki ilişkilerin zehirlenmeye davam edeceği öngörülüyor. .

Gerçi Erdoğan'ın görevinden ayrıldığında ne olacağı bilinmiyor

Ama İsrailliler dikkatlerini ve kaynaklarını birlikte çalışabilecekleri bir hükümete odaklamaya başlamıştır.

*

Artık ABD'nin çekildiği bir coğrafyanın bilinmezleri çerçevesinde

Türkiye'nin geride bıraktığı Türkiye gibi zehirlenmemesini sağlamanın sırasının geldiğine inanılıyor...

27. 12. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

================================

Habip Hamza ERDEM : CUMHURBAŞKANINA HAKARET

habiphamza@gmail.com 25 Ara 2018

Cumhurbaşkanı görmemişler için yazıyorum.

Fransa'dan. .

Fransa Cuhurbaşkanı Emmanuel Macron şöyle ya da böyle seçilmiş bir Cumhurbaşkanıdır.

Meşru.

Kuşkusuz seçim sisteminin azizliği diyelim ama meşru olarak seçilmiştir.

Bir tek olsun oy çalınmamış bir tek olsun bir sandıkta hile yapılmamıştır.

Toplam oyların yüzde sekiziyle mi onuyla mı seçilmiş olması meşruiyetine halel getirmez.

Bugün de kurucusu olduğu İleri Cumhuriyet Partisi'nin (La République en Marche) Meclis'teki çoğunluğuna dayanarak Fransa'yı idare etmektedir.

Derken 17 Aralık 2018 tarihinde Sarı Yelekliler adıyla bir 'halk hareketi' başladı.

Bir 'Halk Başkaldırısı' da denilebilir.

Fransız halkı salt yeni parti ve onun lideri Emmanuel Macron'a karşı değil ama onlarca yıllık başıbozukluğa siyasîlerin ayak oyunlarına Avrupa Birliği'nin Fransa'nın 'egemenlik hakları'nı kısıtlamış olmasına ve kanımca çok daha belirleyici olan dünyasal ekonomik bunalımın (2008) artçı dalgalanmalarına tepki olarak sokaklara çıktılar.

Çünkü neo-liberalizm insanları nefes alamaz duruma getirmişti.

Ne var ki halk bu hem de insanlık tarihine yaptığı devrimlerle öncülük etmiş bir halk.

Bir kez sokağa çıkınca salt 'alım gücümüzü artırın' demekle kalmadı sistemi değiştirin dedi.

Macron ilk adımda programında olmamasına karşın ve bütçede yer almamasına karşın on-oniki milyar Avroluk bir paket açmak zorunda kaldı.

Ancak Sarı Yelekliler yetmez seçim sistemini de değiştirin nisbî seçim sistemine geçin; önemli yasalarda 'Yurttaş İnisiyatifi'ne başvurma kuralını getirin dedi.

Bir tür 'doğrudan demokrasi'ye geçiş olacak Yurttaş İnisiyatifi Halkoylaması (Referandum d'Iniciative Citoyenne) uygulaması yani.

Öyle ki kimi yasaların koyulması ya da uygulamadan kalkması için sadece Cumhurbaşkanı değil ama yurttaşlar da halkoylamasına gidilmesini isteyebilsin.

Daha bir dizi 'yurttaş istekleri' ya da 'şikayetleri' şimdiden Belediye Başkanları'nın açtığı 'defterler'e yazılmakta.

Bu öyle sigara kutusuna yazılmış istek ya da şikayetler değil daha Fransız Devrimi sırasında uygulanan İstek/şikayet Defteri (Chier de Doléances)'dir.

Ve Cumhurbaşkanı Macron ve Hükûmeti bütün bu istek ve şikayetleri ülke çapında tartışmaya açıp gereğini yapmak için plan ve program yapmakta.

Macron da Sarı Yelekliler hareketi için 'haklı ve yerinde' bir harekettir (juste et légitime) demekte.

Başbakanı ve bakanları dahil bu hareket 'meşru'dur demekteler.

Saygı duymaktalar ve gereğini yapacaklarına ilişkin sözler vermekteler.

İçlerinden biri olsun bu 'baldırıçıplaklar' şu 'kendini bilmezler' dememekteler diyemezler.

Portakal mıdır limonmudur diyecek olsalar gözlerinin üstüne portakalı limonu yiyebilirler.

Ve Sarı Yelekliler Macron'a yönelik 'Hey çingene in oradan' diye pankart açıp sokaklarda rahatça yürüyebilmekteler.

O Türkiye'de gösterildiği biçimde polisin gaz sıkıp cop sallaması sadece ve ancak Sarı Yelekliler'in içlerine karışan 'bozguncu/kapkaçtıcı'lara yöneliktir.

Ve yine mecliste çoğunluğu bulunan Macron'un partisinden ya da başka herhangi bir parti taraftarlarından biri sokaklarda yürüyenlere çıt çıkaramazlar.

Bir an için Türkiye'de olduğu gibi zırzop bir politikacının "Bizim çocukları evde zor tutuyorum" dediğini varsayalım.

"Salmazsan alçaksın!" yanıtını alacağına kuşku yoktur.

Hele üzerine lazım olmayan başka bir zırzop politacının "Sokağa çıkın da görelim" diyebilmesi Fransa'da düşünülemez bile.

Bu sonuncu tip politikacılar üstelik gayrimeşru yollarla Devlet'i ele geçirmiş olanları Avrupa'da göremezsiniz.

Bu gayrimeşru ve alçak politikacılar ancak Avrupa dışındaki ülkelerde yaşayabilmekteler.

Ve bu sonuncuların polisi candarması ordusu ve dinadamı kılığındaki maaşlı/maaşsız milis güçleri de vardır.

Savcıları ve yargıçları. .

Boynukalınları. .

Gazeteci ve televizyoncuları vardır.

Ne kadar eleştirirsek eleştirelim bugün Fransa'da Burjuva Devlet burjuvaya özgü bilgi bilinç ve ağırbaşlılıktadır.

Türkiye'de ise Devlet'in içi boşlatılmıştır.

Cumhuriyet yı-kıl-mış-tır.

Türkiye halkı ise ne kadarsa artık tutsaktır tutsak.

Oturup ağlamayıp da e ben ne yapayım?

================================

Cahit Armağan Dilek : Türkiye'ye Orta Doğu'da yeni görev

cahitdilek@yahoo.com

Cahit Armağan Dilek

26 Aralık 2018

Trump'ın herkesi şoke eden Suriye'den çekilme kararının belirsizlikleri yavaş yavaş ortadan kalkıyor.

Çekilme kararının Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşurken değil önceden alındığı ortaya çıktı. Dar bir ekiple alınan karar ABD içinde de tepki topladı. Türk medyası ve uzmanları zaten aylardır konuşulan Mattis'in istifasını ve her zaman var olan Amerikan kurumları içindeki mücadele sanki yeniymiş gibi Trump'ın kararına bağladı. Hareket noktası yanlış olunca öngörüler de yanlış çıkıyor maalesef.

Trump 2018 başlarında da Suriye'den çekilmekten bahsetmiş ancak sonra bundan vazgeçmişti. Vazgeçmişti ama Obama döneminde Eylül 2015'te kamuoyuna çıkan projeyi yeniden canlandırmıştı. O da bölge ülkelerinin ve Avrupalı müttefiklerinin daha fazla katkıda bulunmasını sağlamaktı.

Nitekim bu proje canlandı. Körfez ülkeleri ekonomik katkıda bulundular hatta belirli sayıda askerî güçlerini Fırat doğusuna getirdiler. Fransa askerî varlığını artırdı. Almanya ve İngiltere nispeten az olan askerî varlığını sürdürdü az da olsa ekonomik destek verdiler. Ne gariptir ki çekilme hamlesi yapan ama vazgeçen ABD ise askerî varlığını PKK/YPG'ye askerî desteğini artırdı

Görünen o ki Trump istediği sinerjiyi yaratamadı ve aynı hamlesini tekrarladı. Sürpriz etkili şok kararı açıkladı.

Dünyada algı yönetimine en çok para yatıran devlet olan ABD'nin başkanının bu kararı aslında bir algı operasyonudur. Gelişmeler de bunu gösteriyor.

Trump'ın son çekileceğim kararı aynı zamanda bir şantaj ve pazarlık unsuru. Bunun karşılığını da hemen almaya başladı.

Birkaç gün içinde Fırat'ın doğusuna operasyon yapacağız diyen Türkiye'nin operasyonunun aylarca askıya alınmasını sağladı. Hani bir gün bile bekleyecek tahammülümüz yoktu?

Görünürde en büyük sorun ABD'nin PKK/YPG'ye desteğiydi. Trump'ın kararından sonra bile askerî yardım TIR'ları gönderiyor. Trump'ın ve Amerikalı yetkililerin hiçbir açıklamasında YPG'den vazgeçildiğine ilişkin en ufak bir emare yok. Buna rağmen ABD ile Suriye politikasında politikalarımız tam örtüşüyor ve anlaşıyoruz! Nasıl olur bu?

Çünkü ABD'nin bu rolünü Fransa aldı. ABD desteği devam edecek ama YPG'yi korumaya alan görüntüde Fransa olacak. Yeni muhatabımız o. Biraz da derdimizi ona anlatacağız. Böylece Trump özde değil sözde ve şekli bir değişiklikle sırtındaki yükten kurtuldu Türkiye'yi yanına aldı.

Trump Suriye'deki tüm masrafların Suudiler tarafından ödeneceğini açıklayarak başka bir hedefine daha ulaşmış oldu. Şimdi Suriye'deki tüm maliyetleri Suud'lara kitledi! Pazarlıkların devamı gelecek. Körfez ülkeleri askerî katılımı da artıracak.

İş adamı Trump hedeflerine adım adım ilerliyor. Şimdi sıra ABD iç politikasında. ABD bütçesini kısmen onaylayarak hükümetin kısmen kapatılmasına neden olan Trump Meksika duvarının bütçeye girmesini istiyor. Bunun karşılığında Suriye'den çekilme kararını kendisi hakkında Rusya soruşturmasını masaya koyacaktır.

Trump-Erdoğan mutabakatının hedefi ne? IŞİD'le mücadele. Trump'a göre Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye'de IŞİD'in kalan nesi varsa temizleriz dedi. Bu nasıl olacak belli değil.

Her şey ABD'nin çekilmesine endeksli. Trump yavaş bir çekilme olacak kapsamlı koordineler yapılacak dedi. Yani ucu açık.

Türk ve ABD tarafının açıklamaları ile sahadaki gelişmeler birbirini teyit etmiyor ve örtüşmüyor. Nihai hedefini açıklamayan ABD planı ise yürüyor.

Türk tarafı IŞİD'in yanında PKK/YPG'yi de temizleyeceğiz derken ABD tarafı YPG konusunda imada bile bulunmuyor.

Trump'ın twitlerindeki ifade tarzı can sıkıcı. "IŞİD'in kalan parçalarını temizleme işini Türkiye yapsın" ifadesi adeta görev verir gibi.

Şu anda sınırlarımızdan çok uzaktaki IŞİD'le mücadele etmek Türkiye'nin görevi mi? Sınırlarımız boyunca yerleşmiş ABD-Fransa korumasındaki PKK/YPG'yi bertaraf etmeden IŞİD'le nasıl mücadele edilecek?

Son yazımızda Türkiye'yi de içine çekecek devletler arası savaş ve mezhep savaşına dikkat çektim. Stratfor'un 2019 öngörüsünde de bu var.

Menbic bu fitilin ateşlenme noktası olabilir bunu İdlib takip eder. Dikkat!

Hal böyleyken eğer bu öylesine söylenmiş değilse İbrahim Kalın'ın "Türküyle Kürdüyle Müslümanıyla Hristiyanıyla Suriye'ye özgürlük götürmeye gidiyoruz" ifadesi Türkiye'nin politikalarını yansıtmadığı gibi çok tehlikeli bir gidişatın emaresi.

Suriye'yi özgürleştirmek geçmişte Irak ve Afganistan'daki Amerikan politikalarını ve acı sonuçlarını hatırlatıyor.

Suriye'yi özgürleştirmek söylemi eyleme geçerse TBMM'nin Irak ve Suriye tezkerelerinin verdiği yetkiye ve kapsama da uymadığı gibi Türkiye'nin Suriye'de derinlere ve açmazlara saplanmasına neden olur.

Suriye'de IŞİD'i temizlemek diye başlayıp Suriye'yi özgürleştirmeye yönelecek bir operasyon UTK (Uygunluk Tatbik Edilebilirlik Kabul Edilebilirlik) testini de geçmez. Bizden uyarması.

Kaynak Yeniçağ: Türkiye'ye Orta Doğu'da yeni görev - Cahit Armağan Dilek

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiyeye-orta-doguda-yeni-gorev-50152yy.htm

================================

RIFAT SERDAROĞLU: OY ÇALINIR MI?


Rıfat Serdaroğlu: OY ÇALINIR MI?
AKP'yi 17 sene boyunca yeterince tanıdık. AKP ile ilgili olarak kendimize sormamız gereken şudur;
Türk Milletinin kaynaklarını çalan hırsızları AKP korur kollar mı?
Bu kafa Türk Milletinin oylarının çalınmasına izin verir mi?
Tilki'ye tavuğu pişmiş mi yoksa çiğ mi seversin diye sormuşlar.
Tilki demiş ki kusura bakmayın gülmekten söyleyemeyeceğim!
Peki Muhalefet Partileri ya işbilmezliklerinden ya da işbirliklerinden dolayı seçimlerde Türk Milletinin oylarının çalınmasına göz yumarlar mı?
Veya kendilerini uyaran uzmanların görüşlerini dinlerler mi?
Bu dediğin imkânsız olamaz demeyin.
Anlatmaya çalışayım beraberce sonuca varalım!
Seçimlerde kullanılan iki çeşit liste vardır;
1)Muhtarlıklardaki Sandık Bölgesi Askı Listeleri
2)Sandıkta Oy kullanırken imzaladığımız Sandık Seçmen Listesi.
Birinci liste askıya çıktığında seçmenler olarak muhtarlığa gider ve listede olup olmadığımızı kontrol ederiz.
İkinci listeyi kontrol etme görevi Siyasi Partilerindir. Özellikle muhalefet partilerinindir.
Birinci liste ile ikinci liste arasında fark var mı? Artan veya silinen yani kaydırılan oy var mı? Varsa kaç adet ve neden?
Şimdi sıkı durun; Üç örnek veriyorum!
24 Haziran Genel Seçimleri kesinleşen listelerine göre iki liste arasındaki oy farkı
Türkiye Genelinde; 1.220.000
İstanbul'da fark ; 242.612
İzmir-Foça'da fark ; 2.661 kişidir.
İkinci listeye ilave edilen yani yer değiştiren gelen veya giden seçmenler kimdir? Gerçekten böyle bir seçmen hareketi olmuş mudur? Yoksa iktidar partisi tarafından Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü vasıtası ile "yeni seçmen üretilerek" buralara yükleme mi yapılmıştır? Son seçimde
Şanlıurfa-Gaziantep-Mardin'de olduğu gibi sandıklar sabah erkenden doldurulmuş mudur?
Mesela Foça örneğine bakalım;
İki liste karşılaştırıldığında şunu görüyoruz;
24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde Foça'ya yeni seçmen olarak 2.852 kişi gelmiş ve ikinci listeye kayıt olarak oy kullanmış 191 kişi ise Foça'dan ayrılmış! Foça'nın seçmen sayısı 2.661 kişi ARTMIŞ… Bunlar niçin kontrol edilmez?
31 Mart 2019 Yerel Seçim Takvimi YSK tarafından 13 Aralık 2018 günü açıklandı.
Bu takvime göre;
-23 Ocak 2019 günü sabah 08.00 de ikinci liste olan "Sandıkta Oy Kullanırken imzaladığımız Sandık Seçmen Listelerine" itirazların başlama günü.
İtirazlar elektronik ortamda yapılacaktır!
-24 Ocak 2019 saat 17.00 de bu itirazların biteceği tarih ve saattir.
Sandık Seçmen Listelerine itiraz için verilen süre tam tamına 33 saattir!
(Otuz üç saat)
Milyonlarca isim incelenecek yanlışlar bulunacak yanlışların yapıldığı İllçe teşkilatlarına bildirilecek onlar inceleyecek ve itirazlar yapılacak!
Bunların hepsi de 33 saatte yapılacak!
BUNUN ADI ARKADAŞ BEN BU SEÇİMLERDE HIRSIZLIK YAPACAĞIM demektir…
Peki muhalefet partilerinin YSK'da temsilcileri yok mu? Olmaz mı var tabii ki!
Bu görevliler niçin itiraz edip seçim takviminin yasaya uygun sürelerde yapılmasını sağlamazlar?
Muhalefet Genel Başkanları niçin Türkiye'yi ayağa kaldıracak eylemler yapmazlar?
İktidar olmak isteyen bir muhalefet partisi böylesine açık bir oy hırsızlığını kendilerine belgeleriyle sunan uzman kişilere neden itibar etmezler?
Bunun iki nedeni olabilir;
-Tabandan yetişerek Genel Merkeze gelmedikleri için bunları bilmiyorlardır
-Ya da bulundukları koltuklar onlara yetiyor iktidar olmak istemiyorlardır!
Hangi şık diğerinden daha kötü takdiri sizlere bırakıyorum.
Değerli Okurlar;
Zamanla her şey eskiyor. Mahalleler bölgeler eskiyor ve değer kaybediyor. İnsanlar eskiyor partiler ve kullandıkları yöntemler de eskiyor.
AKP tipi lidere biat üzerine kurulu binalar dahil her şeyin sahibinin
Genel Başkan olduğu bunların seçilmiş birer kral pozları takınmaları devri de bitti artık.
Bundan böyle; Kurumsallaşmış parti içi demokrasinin sonuna kadar işlediği önemli kararların sahibinin "Parti Üyeleri" olduğu kendi üyelerinden gayrı ne devletten ne de başkalarından para yardımı almayan "Siyaset Okulu" gibi çalışacak ve gelir durumuna bakmadan üye olan herkese eşit yarışma olanağı sunacak çağdaş partilerin zamanıdır.
Çoban Ateşi bu görevi üstlenmeye hazır bir demokratik halk hareketidir…
AKP'yi 17 sene boyunca yeterince tanıdık. AKP ile ilgili olarak kendimize sormamız gereken şudur;
Türk Milletinin kaynaklarını çalan hırsızları AKP korur kollar mı?
Bu kafa Türk Milletinin oylarının çalınmasına izin verir mi?
Tilki'ye tavuğu pişmiş mi yoksa çiğ mi seversin diye sormuşlar.
Tilki demiş ki kusura bakmayın gülmekten söyleyemeyeceğim!
Peki Muhalefet Partileri ya işbilmezliklerinden ya da işbirliklerinden dolayı seçimlerde Türk Milletinin oylarının çalınmasına göz yumarlar mı?
Veya kendilerini uyaran uzmanların görüşlerini dinlerler mi?
Bu dediğin imkânsız olamaz demeyin.
Anlatmaya çalışayım beraberce sonuca varalım!
Seçimlerde kullanılan iki çeşit liste vardır;
1)Muhtarlıklardaki Sandık Bölgesi Askı Listeleri
2)Sandıkta Oy kullanırken imzaladığımız Sandık Seçmen Listesi.
Birinci liste askıya çıktığında seçmenler olarak muhtarlığa gider ve listede olup olmadığımızı kontrol ederiz.
İkinci listeyi kontrol etme görevi Siyasi Partilerindir. Özellikle muhalefet partilerinindir.
Birinci liste ile ikinci liste arasında fark var mı? Artan veya silinen yani kaydırılan oy var mı? Varsa kaç adet ve neden?
Şimdi sıkı durun; Üç örnek veriyorum!
24 Haziran Genel Seçimleri kesinleşen listelerine göre iki liste arasındaki oy farkı
Türkiye Genelinde; 1.220.000
İstanbul'da fark ; 242.612
İzmir-Foça'da fark ; 2.661 kişidir.
İkinci listeye ilave edilen yani yer değiştiren gelen veya giden seçmenler kimdir? Gerçekten böyle bir seçmen hareketi olmuş mudur? Yoksa iktidar partisi tarafından Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü vasıtası ile "yeni seçmen üretilerek" buralara yükleme mi yapılmıştır? Son seçimde
Şanlıurfa-Gaziantep-Mardin'de olduğu gibi sandıklar sabah erkenden doldurulmuş mudur?
Mesela Foça örneğine bakalım;
İki liste karşılaştırıldığında şunu görüyoruz;
24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde Foça'ya yeni seçmen olarak 2.852 kişi gelmiş ve ikinci listeye kayıt olarak oy kullanmış 191 kişi ise Foça'dan ayrılmış! Foça'nın seçmen sayısı 2.661 kişi ARTMIŞ… Bunlar niçin kontrol edilmez?
31 Mart 2019 Yerel Seçim Takvimi YSK tarafından 13 Aralık 2018 günü açıklandı.
Bu takvime göre;
-23 Ocak 2019 günü sabah 08.00 de ikinci liste olan "Sandıkta Oy Kullanırken imzaladığımız Sandık Seçmen Listelerine" itirazların başlama günü.
İtirazlar elektronik ortamda yapılacaktır!
-24 Ocak 2019 saat 17.00 de bu itirazların biteceği tarih ve saattir.
Sandık Seçmen Listelerine itiraz için verilen süre tam tamına 33 saattir!
(Otuz üç saat)
Milyonlarca isim incelenecek yanlışlar bulunacak yanlışların yapıldığı İllçe teşkilatlarına bildirilecek onlar inceleyecek ve itirazlar yapılacak!
Bunların hepsi de 33 saatte yapılacak!
BUNUN ADI ARKADAŞ BEN BU SEÇİMLERDE HIRSIZLIK YAPACAĞIM demektir…
Peki muhalefet partilerinin YSK'da temsilcileri yok mu? Olmaz mı var tabii ki!
Bu görevliler niçin itiraz edip seçim takviminin yasaya uygun sürelerde yapılmasını sağlamazlar?
Muhalefet Genel Başkanları niçin Türkiye'yi ayağa kaldıracak eylemler yapmazlar?
İktidar olmak isteyen bir muhalefet partisi böylesine açık bir oy hırsızlığını kendilerine belgeleriyle sunan uzman kişilere neden itibar etmezler?
Bunun iki nedeni olabilir;
-Tabandan yetişerek Genel Merkeze gelmedikleri için bunları bilmiyorlardır
-Ya da bulundukları koltuklar onlara yetiyor iktidar olmak istemiyorlardır!
Hangi şık diğerinden daha kötü takdiri sizlere bırakıyorum.
Değerli Okurlar;
Zamanla her şey eskiyor. Mahalleler bölgeler eskiyor ve değer kaybediyor. İnsanlar eskiyor partiler ve kullandıkları yöntemler de eskiyor.
AKP tipi lidere biat üzerine kurulu binalar dahil her şeyin sahibinin
Genel Başkan olduğu bunların seçilmiş birer kral pozları takınmaları devri de bitti artık.
Bundan böyle; Kurumsallaşmış parti içi demokrasinin sonuna kadar işlediği önemli kararların sahibinin "Parti Üyeleri" olduğu kendi üyelerinden gayrı ne devletten ne de başkalarından para yardımı almayan "Siyaset Okulu" gibi çalışacak ve gelir durumuna bakmadan üye olan herkese eşit yarışma olanağı sunacak çağdaş partilerin zamanıdır.
Çoban Ateşi bu görevi üstlenmeye hazır bir demokratik halk hareketidir…

================================

BÜLENT ESİNOĞLU : ÖZELLEŞTİREREK YERLİ VE MİLLİ OLUNAMAZ (TANK-PALET)

Cumhuriyetin kendi tasarrufları ile kurduğu Askeri Tank Palet Fabrikası da özelleştirmeye çıkarıldı.

Gelin özelleştirmelerin ülke geleceği ile olan doğrudan ilişkisini anlamaya çalışalım.

Özelleştirme bir küreselleşme saldırısıdır. Çok uluslu şirketlerin milli pazarları ele geçirerek ulus devleti parçalama stratejisidir.

İç pazarınız çok uluslu emperyalist ellere geçmişse milli devletten söz edemezsiniz.

AKP iktidarı ülkeyi yönetmekte neden bu kadar zorlandığını hala anlayamadı. Yerli ve milli olacağım diye önüne bir program koydu. Lakin hiçbir zaman yerli ve milli olamadı. Olamayacağı da ortadadır. Özelleştirerek fabrikaları yani o fabrikanın ürününün satıldığı pazarı satarak milli olunamaz.

Cumhuriyet döneminin kendi tasarruflarıyla ortaya koyduğu sermaye ve emek sayesinde kurduğu kitleri yabancılara satan AKP iktidarı hala satmaya devam ediyor.

Hem satıyoruz hem borçlarımız artıyor. Bazı üretim olanaklarını eline geçiren yabancılar üretimi durduruyor. Fabrika alanını rant olarak kullanıyorlar. Yerli üretimin yerine de ürünü dışarıdan ithal ediyorlar. İthalat patlaması bundandır.

Özelleştirmeler olmadan önce sanayi ürünlerinin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı %35 iken özelleştirmelerden sonra bu pay %15'e düştü. Yani ithalatımız artıkça borcumuz ve yabancılara olan bağımlılığımız da arttı.

Özelleştirmenin yabancılaştırmak olduğunu dünya âlem gördü ama AKP iktidarı özelleştirmelere devam ediyor.

Ulusal pazarlar yabancıların eline geçtikçe yani milli devlet yetkileri yabancı ortaklı şirketlerin eline geçtikçe yani ekonomi idaresi yabancılara geçtikçe ülke yönetimi de zorlaştı. Siyaseten sizin iktidar olmanız ekonomiyi yönettiğiniz anlamına gelmez.

Ekonomik karar vericiler yabacılar olunca ülke iktidarına tam anlamı ile sahip çıkma işi de zorlaştı. AKP'nin yönetememesi önemli ölçüde bundandır.

Ulusal pazarları elinde tutanlar yani ekonomi idaresini elinde tutanlar ülke yönetimine de ortak olanlardır.

Stratejik üretim ve dağıtım kurumlarının özelleştirilmesinin yanlış olduğunu bu durumun milli devletin egemenlik alanını daralttığını söyleye geldik.

Buna en taze örnek enerjide ki özelleştirmedir. ABD'nin İran petrol yaptırımına devlet uymayacağım dedi. Lakin yabancı ortaklı petrol şirketi İran'dan petrol alımını durdurdu.

Stratejik olan hele bir de doğrudan güvenlik ile alakalı ise hepten mahsurludur. Güvenliği satıyorsunuz demektir.

Askeri alanların askeri fabrikaların hep devlet elinde olması doğrudan güvenlik sorunudur. Yarın bir savaş sırasında yeniden el koymak ve üretime devlet eliyle devam etmek zaman alabilir.

AKP KİT'leri satıyor. Sattıkça kendine yeni bir yönetim ortağı almış oluyor. Yani eskiden kendisine ait olan bir kurumu başkalarına satarak sattığı kurum üzerinden kendisinin başına karar ortakları yaratıyor.

Durum bu olunca yönetmek de zorlaşıyor. AKP'nin ülkeyi yönetememesindeki temel sorun da zaten budur.

Satarak milli olunamaz. Hem milliyim diyeceksin samanı bile dışarıdan ithal ettirecek bir yönetimin başında olacaksın. Demek ki gerçek yöneten AKP iktidarı değil ekonomiyi idare edenlerdir. Onlar da samanı da ithal etmemizi gerektiren bir sistemi bize dayatıyorlar.

Bu satışlardan üreten özel sektörün fevkalade rahatsız olduğunu da biliyoruz.

Çünkü satışlar çok uluslu ortaklı şirketlere satılıyor. Yani yerli üreticiyi de doğrudan ilgilendiriyor. Büyük sermaye kazanıyor. Küçük ve orta ölçekli sermaye de kaybediyor.

Kaybeden sadece Türk halkı olmuyor. Ulusal pazarlar yabancılara gidince kazanan çok uluslu şirket kaybeden hem devlet hem küçük sermaye oluyor.

Tank Palet Fabrikası da satılırsa çok uluslu bir şirkete yeni bir Pazar daha sağlanmış olacaktır.

26.12.2018 bulentesinoglu@gmail.com

================================

ALİ ERALP : "ZULÜM VE EZİYETLE HÜRRİYETİ YOK ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?"

Descartes'ın "Düşünüyorum öyleyse varım…" sözü Türkiye'de "Düşünüyorum öyleyse vurun"a dönüştü.

İlhan Selçuk Ağabey'in kitabının adı da buydu: "Düşünüyorum Öyleyse Vurun. "

Düşünene vurdular Türkiye'de. Karşı çıkana vurdular.

Filistin askılarına astılar. Çarmıha gerdiler. Elektrik verdiler. "Tam bağımsızlık" diyen "kahrolsun ABD emperyalizmi" diyen gencecik fidanları darağaçlarına çektiler. Çoluk çocuk torun yüzü göstermediler onlara.

Sıkıysan düşün Türkiye'de.

Düşünürsen seni dört duvar arasına atarlar.

Düşünürsen seni çoluğundan çocuğundan güneşinden ederler.

Gökyüzünü yasaklarlar sana. Bulutları rüzgârı denizi ormanı yasaklarlar.

Gençliğini çalarlar.

Hayatını çalarlar.

Daha da çok düşünüp direnişe geçersen vururlar…

Hem de arkadan vururlar. Çoluk çocuk genç yaşlı demeden vururlar.

Taylan Özgürleri vurmadılar mı? Hablemitoğlu'nu Kemal Türkler'i vurmadılar mı?

Ya da bomba atarlar bomba koyarlar arabana.

Uğur Mumcu'ları Ahmet Taner Kışlalı'ları katletmediler mi?

12 Martlarda Ziverbey Köşklerinde İlhan Ağabeylerin üzerine köpekleri salmadılar mı?

Düşünmek yasak Türkiye'de. Hakkını aramak örgütlü toplum olmak yasak.

Suç… Hem de suçların en büyüğü.

Yandaş olacaksın. Kötülemeyeceksin. İktidarı ve politikacıları eleştirmeyeceksin. Gerçekleri konuşmayacaksın. Doğruları söylemeyeceksin.

Hırsızları talancıları vurguncuları hayali ihracatçıları görmeyeceksin. Hele hele vatan satıcılarını vatan bölücülerini hiç görmeyeceksin.

"Tam Bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye"yi kesinlikle istemeyeceksin.

Vurgunlardan talanlardan haberin yokmuş gibi hareket edeceksin. "Haberim var ve ben bu haksızlığa başkaldırıyorum" dersen işte o zaman yandın. Ölümlerden ölüm beğen. İşte o zaman sana şöyle seslenirler:

"Sen kimsin necisin ki bunu yapıyorsun? Sen kimsin necisin ki benim hakkımda konuşuyorsun? Sen benim tekerime taş koyarsan ben de seni soruştururum kovuştururum içeri atarım. Özgürlüğünü elinden alırım…"

"Dilediğin gibi yazamazsın. Dilediğin gibi düşünemezsin. Dilediğin gibi konuşamazsın. "

Ben nasıl istiyorsam öyle hareket edeceksin öyle konuşacaksın. Öyle davranacaksın. Öyle düşüneceksin. Yoksa gök kubbeyi başına yıkarım. Mahkemelerde hesap verirsin…

Bir zamanlar "Düşündüğü için" 83 yaşındaki İlhan Selçuk Ağabey'i sabahın köründe evinden alıp götürmediler mi? 40 saat sorguya çekmediler mi? Ölümünü biraz da onlar hızlandırmadı mı? Bu ölümde onların payı yok mu?

Hadi yok deyin. Hadi yapmadılar deyin.

Şu AKP iktidarında AKP'nin bulunduğu mekânda "olmaz" diye bir şey yok…

Gök ile yer arasında yaşıyorsan tepende de AKP varsa başına her şey gelebilir her şey olabilir… Olmaz deme. "Olmaz" olmaz.

Şimdi sıra Müjdat Gezen'le Metin Akpınar'a geldi. Kahvaltılarını yapmaya bile izin vermeden evlerinden alıp savcılığa götürdüler.

Uzun sözün kısası bugün yandaş olmayan biat etmeyen emir erliği yapmayan sanatçılardan hesap soruyorlar. Ciğeri beş para etmez sanatçılar el üstünde…

"Devlet benim! İstediğimi dilediğimi yaparım" diyorlar.

"Bu açıkçası bir derebeylik idaresidir. Monarşidir krallıktır. Bugün Türkiye'de bir Başkanlık rejimi hüküm sürmektedir. "

Düşünenler Korku baskı yöntemleri ile susturulmaya çalışılıyor. Bu vatanda AKP'li yöneticiler ve yandaşlarının dışında herkes çile dolduruyor. Baskı ve tehdit altında yaşıyor

AKP akraba taalluk (yakın ilişki) tarikatçılar yandaş basın dışında bu ülkede herkes darbeci herkes suikastçı herkes hükümeti devirme planı yapıyor yedisinden yetmişine herkes FETÖ'cü herkes suçlu…

Ama unuttukları bir şey var. DP iktidarı döneminde de 12 Mart'da da 12 Eylül'de de aydınlara sanatçılara devrimcilere baskı zulüm ve işkence yapılmıştı.

Baskı zulüm şimdiye dek kimseye hayır getirmedi… Zulüm eziyet ve işkenceyle özgürlüğü özgür düşünceyi yok edemediler.

Ne demişti Namık Kemal:

"Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet

Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten"

Yani Zulüm ile işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak ne mümkün; güçlüysen insanlıktan düşünmeyi anlamayı aklı kaldır…

(alieralp37@gmail.com )

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/25/zulum-ve-eziyetle-hurriyeti-yok-etmek-mumkun-mudur/

================================

NECDET BULUZ : İSRAİL SAHNEYE ÇIKTI

Trump'un Amerikalı askerlerin Suriye'den çekilme kararından sonra yazdığımız yazıda nanalım mı?" diye sormuştuk. Çünkü bugüne kadar verdiği hiçbir kararı yerine getirmeyen Amerikan Başkanı'nın bu açıklamalarına da güvenmemiştik.

Nitekim bölgeden gelen haberler İsrail'in ortaya çıkması Beyaz Saray ile Pentagon arasındaki sıkıntılar bu çekilme işinin beklendiği gibi kolay olmayacağını gösteriyor.

Dikkat edilecek olursa bazı sorular da gündeme gelmiş silahlandırılan teröristlerin ne yapacağı ve bu silahların toplanıp toplanamayacağı tartışmaları da başlamıştı.

Kaldı ki Fransa 5 bin askerinin bulunduğu Suriye'de Amerika'dan boşalacak alanları doldurabileceğinin mesajlarını vermişti.

Görebildiğimiz kadarı ile bölgede her şey net değil ve karışıklıklar da devam ediyor. Bekleyip görmek gerekiyor.

Ortadoğu uzmanları ise Amerika'nın bölgede kalıcı olmaya devam edeceğini çekilen askerlerin Kuzey Irak'ta kalacağını ve yeniden eski yerlerine kısa zaman içinde dönebileceklerine dikkat çekiyor. Bazıları da "8 üssü bulunan Amerika bu üslerden kesinlikle vaz geçmez "görüşündeler.

Rusya Devlet Başkanı Putin'de yaptığı açıklamada "Afganistan'dan da çekilecekleri sözünü verdiler ama yıllardır oradalar. Suriye'den çekilmeleri konusunda atılmış somut adım yok" demişti.

Özetle bölgede nelerin olabileceği halen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Kafalardaki sorular da çoğalıyor.

Amerika'nın Suriye kuzeyinden çekileceğini açıklamasının ardından saha yeniden şekillenmeye başladı. Suriye'de yeni bir sıkıntının yaşanmasına fırsat vermek istemeyen Türkiye diplomatik ve istihbarat çabalarını yoğunlaştırmış durumda. Çekilme sözünün ardından henüz herhangi bir adım atmamış olmakla birlikte ABD eğer askerlerini çekerse birliklerin yeni istikametinin neresi olacağı merak ediliyor.

Bölgede İsrail'e güvence veren Trump yönetiminin Suriye güneyi boyunca Irak kuzeyinden Tanaf ve Golan Tepeleri'ne uzanan hattı yeni güzergâh olarak seçebileceği belirtiliyor.

Öte yandan Irak'ın Erbil kentindeki Hariri Üssü'nü hayli genişleten Pentagon için yeni adresin burası olabileceği böylelikle Irak kuzeyindeki terör kuşağının edileceği iddia ediliyor.

Bugüne kadar verdiği sözleri tutmayan Washington'a karşı Ankara ise hayli temkinli. Terörist ortağıyla başarılı olamayan ve "Arap ordusu" çabası da tutmayan ABD ordusunun Trump'ın "çekilme" sözünün havada kalmaması ve sürecin yeni bir oyalama senaryosuna dönüşmemesi için hemen harekete geçmesi bekleniyor.

Daha önceleri sınırda gözlem noktaları kurmaya çalışan ABD'nin çıkarlarından ve İsrail'in dayatmalarından vazgeçmesi kolay olmayacak. Bu nedenle her atılacak adımı bekleyip görmek gerekecek.

Halen çekildiklerine ilişkin kuvvetli bir işaret olmayan ABD askerleri sınırın 15 km ötesinde bekliyor. Çekilme kararından sonra İsrailin bastırması ve Amerika'daki Yahudi lobisinin ayağa kalkması da Trump'a geri adım attırabilir.

Ankara Trump'ın kararını Pentagon'a uygulatabilmesi halinde çadır kentlerinde kalan Suriyelilerin eve dönebilmesi için de müşterek plan üzerinde de çalışıyor.

Özetleyelim:

Amerika'nın Suriye'de bulunmasının en önemli nedenlerinden birisi İsrail'in güvenliğidir. Trump'ta bu konuda İsrail'e söz vermiş bulunuyor.

Şimdi gerek İsrail Başbakanı Netenyahu gerekse Amerika'daki Yahudi lobisi Trump'u sıkıştırmaya başladı. Suriye'den asker çekilmesine karşı çıkan Pentagon'dakiler Yahudi lobisinin istekleri doğrultusunda hareket ediyor. Bu alandaki görüş ayrılıkları şiddetlenerek sürüyor.

İsrail'in sahneye çıkması ile her şey değişebilir.

Çıkma kararından sonra beklenen hareketliliğin olmamasının nedenlerinden birisi İsrail'in sahneye çıkmasıdır.

Netenyahu'nun Türkiye'ye karşı küstah sözleri ve tavırları da İsrail'in içine düştüğü sıkıntıları açığa vurması bakımından önemsenmelidir.

Çünkü Amerikan'ın Suriye'deki boşluğunu İran dolduracak bu da İsrail'in bölgedeki üstünlüğünü ve çıkarlarını alt üst edecektir. Türkiye ise bölgede önemli bir aktör olarak öne çıkıyor.

necdetbuluz@gmail.com

www.facebook.com/necdet.buluz

================================

ÖĞRETMENİN BAŞINI KESENLER BİR GRUP İRTİCACI DEĞİL ŞEYHİN ÖRGÜTÜYDÜ

Derviş Memet sancağı alanın ortasına dikti; topluluğu coşturan konuşmasını halkı isyana çağırarak bitirdi:

Ey Müslümanlar! Ne duruyorsunuz?

Halife Abdülmecit hududa geldi!

Sancak-ı Şerif çıktı!

Gelin altında toplanalım şeriat isteyelim!

22.12.2017

Kürt Şeyhi - Ermeni-Kürt Hoybun Örgütü- Ağrı Manisa Menemen'de İsyan

"Ey Müslümanlar!

Ne duruyorsunuz?

Halife Abdülmecit hududa geldi.

Sancak-ı Şerif çıktı!

Gelin altında toplanalım!

Şeriat isteyelim!"

31 Mart 1909'da olduğu gibi 1925'te de Nakşîlerin Kürt Halidilik kolundan Şeyh Muhammed Sait Palevi'nin önderliğinde Kürt milliyetçilerinin aşiret reislerinin desteğiyle ayaklandılar. slam elden gidiyor" sloganıyla köylüleri isyana kattılar.

İsyanın bastırıldı. Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Mehdi sonra da oğlu Şeyh Ali Rıza kaçtıkları sınır bölgelerinde bir dizi isyana karıştılar: 1925-1930 arasında Siirt Van Ağrı Bitlis çevresinde şeyhlerin de aralarında bulunduğu isyancılar devlet kurumlarına saldırdılar memurları öldürdüler.

Ağrı dağı çevresinde eşkıyalıkla geçinen aşiretlerin saldırıları 1926'da başladı.

Eylül 1929'da sınırın İran tarafında yaşayan ve yazları Türkiye'ye geçen Şeyh Abdülkadir aşiretinin isyanı genişledi.

Mayıs 1930'da Savur'da isyancılarla güvenlik güçlerinin çatışmasını Eylül 1930'a dek süren Zeylan ayaklanması izledi.

Bu arada Lübnan'da İngilizlerin yönlendirmesiyle "Hoybun" örgütü kuruldu. Örgüt yönetiminde Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ve Ermeni temsilcisi Vahan Papazyan da vardı.

Mısır'da Irak'ta Avrupa'da temsilcilikleri açılan Hoybun örgütü Ermeni Taşnak partisiyle cephe birliği protokolü de imzalamıştı. Ermenistan sınır boyunda Ağrı'da son genel isyan başlamıştı. Ana sloganlardan biri de "Halifesiz millet yaşamaz!" idi. Yörede 4 yıldır süren isyanın son dönemi isyancıları yüreklendirmişti. Bir tür devlet örgütlenmesine de giden isyancılar zafere yakın olduklarını düşünüyorlardı. [1]/[2]

KÜRT ŞEYHİ ERBİLLİ ESAT'IN MANİSA ÖRGÜTÜ

O sıralarda İstanbul Erenköy'deki köşkte yaşayan Kürt Şeyhi Erbilli Esat'ın mollaları da batıda isyana hazırlanıyorlardı.

Şeyh Esat 1847'de Erbil'de doğdu. Dedesi Şeyh Hidayatullah Süleymaniye'nin Karadağ Köyündeydi. Daha sonraları Hindistan ve Bağdat'ta yaşayan Kürt Şeyhi Diya ed-Din Halid'in Erbil temsilcisi oldu. Şeyh Esat'ın babası Mehmet Sait de Erbil'de Nakşi Halidiye Tekkesi şeyhiydi. [3]

1875'te İstanbul'a gelen Şeyh Esat Fatih Camisinde dersler verirken Abdülhamit'in damadı Halit Paşa'nın yardımıyla Dergâh Şeyhi oldu ve bir zengin kadının yaptırdığı tekkeye yerleşti. 1900'de Irak'a sürüldü; 1910'a dek Erbil'de kaldı. İstanbul'a döndüğünde Sultan Reşat'la ilişki kurmayı başardı. 1914'te Şeyhülislam emrinde tekkeleri yöneten denetleyen Meclis-i Meşayıh [Şeyhler Meclisi] üyeliğine atandı ve kısa süre sonra reisliğe getirildi. Şeyh Esat Erenköy-Kazasker'deki Şevki Paşa köşkünü satın aldı.

Cumhuriyet döneminde halifeliğin kaldırılması tekkelerin medreselerin kapatılması ve Türkçe devrimleriyle eğitim seferberliğiyle egemenliğini yitiren şeyhler gibi Şeyh Esat da Cumhuriyet devletine karşıydı. [4]/[5]

ŞEYH ESAT'IN MÜRİDİ LAZ İBRAHİM HOCA

Şeyh Esat'ın bağlılarından Laz İbrahim Hoca Manisa'da Tabur imamıydı. "Kutb-u Azam" diye yücelttiği Şeyh Esat'ın fermanlarını ve kitaplarını getirip evinde çevre köylerde toplantılar düzenliyor zikir ayinlerinden sonra köylüleri halifenin padişahların Abdülhamit'in damatlarının yakında döneceğine inandırarak örgütünü genişletiyordu. Paşaköy'den "Mehdi" adıyla ünlenen Derviş Memet Laz İbrahim'in başta gelen mollasıydı.

Emekli olarak İstanbul'da Beykoz'a yerleşen Laz İbrahim Erenköy'deki Şeyh Esat ve onun oğlu Mehmet Ali'yle görüşüyor; Manisa çevresinde örgütlülüğü geliştiriyor; gerektiğinde örgüt müritlerini Şey Esat'ın köşküne gönderiyordu. Manisa'da Derviş Memet ile Laz İbrahim'in müridi Nalıncı Hasan örgütle Şeyh Esat arasında kuryeydi.

Manisa'nın Lalapaşa Narlıca Aktar Hoca mahalleleri Horos Köy Paşaköy Menemen ilçesi ve Bozalan Köyü örgütün köklendiği yerlerdi. Paşaköy'den Giritli Derviş Memet becerikliydi; Şeyh Hafız Ahmet Şeyh Ahmet Muhtar Hayimoğlu Jozef Molla Süleyman Hafız Cemal başta olmak üzere çiftçilerden esnaftan Girit Selanik göçmenlerinden Arnavutlardan Boşnaklardan güçlü ve disiplinli bir ağ oluşturdu. Rumların bazıları da onunlaydı.

KÜRT ŞEYHİ ERBİLLİ ESAT'IN MÜRİTLERİ BAŞ KESİYOR

Cumhuriyet devleti Eylül 1930'da doğudaki Kürt isyancıların egemenliğini bitirmek için uğraşıyordu. Aralık 1930 Ağrı isyanının en kritik dönemiydi. O dönemde Batı Anadolu'da da isyana hazırlanılıyordu.

Kasım 1930'u İstanbul'da geçiren Laz İbrahim Hoca da İstanbul'dan Manisa'ya dönmüştü. Müritler Manisa merkezde Menemen'de köylerde toplantıları sıklaştırdılar silah edinmeye başladılar. Derviş Memet gizli toplantılarda ayaklanma zamanının yaklaştığını söylüyor; ancak yerini bildirmiyor; büyük bir ustalıkla isyanın öncülerini topluyordu.

23 Aralık 1930'da Manisa'dan ilçelerden köylerden Menemen'e gelen müritler camide namaz kıldılar. Namaz sonrasında Derviş Memet camideki yeşil sancağı alarak topluluğun başına geçti. Hep birlikte hükümet binasının karşısındaki alana yürüdüler. Derviş Memet sancağı alanın ortasına dikti; topluluğu coşturan konuşmasını halkı isyana çağırarak bitirdi:

Ey Müslümanlar! Ne duruyorsunuz?

Halife Abdülmecit hududa geldi!

Sancak-ı Şerif çıktı!

Gelin altında toplanalım şeriat isteyelim!

Kürt Şeyhi Erbilli Esat İstanbul'da

Ayaklanmacılar sık sık tekbir getiriyor; eriat isteriz" diye bağırıyorlardı. Hükümet binasından gelen bir Yüzbaşı Derviş Memet'in "mehdilik" sözlerini ciddiye almadı. Alanda toplananlar giderek çoğalıyordu. Bunun üzerine öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay talimden askerleriyle dönüyordu. Alana geldiklerinde Derviş Memet'e dağılmalarını söyledi. Derviş Memet silahını doğrultup ateş etti. Öğretmen Kubilay tabancasını kılıfından çıkaramadan vurulmuştu; sendeleyerek birkaç adım gerileyip yere düştü.

Şeyh Esat'ın kuryesi Nalıncı Hasan'la Derviş Memet Kubilay'ın üstüne çullandılar. Derviş Memet eğri ağızlı tırtıllı bağ testeresiyle Asteğmen Kubilay'ın boğazını keserek başını ayırdı; kanlar akan kesik başı yukarı kaldırarak toplananlara gösterdi ve yeşil sancağın ucuna geçirdi.

Talimden gelen askerlerin tüfeklerinde etkisiz talim mermileri vardı. İki mahalle bekçisi tabancalarıyla isyancıları durdurmaya çalışırken vurulup öldüler. İsyancılar askerlere saldırdı. Bir süre sonra desteğe gelen askerler onları durdurdu. Çatışmada Derviş Memet de yaralandı.

BAĞIMSIZLIK MAHKEMESİ

Duruşmalar yaklaşık bir ay sürdü. Aralarında Derviş Memet'le Şeyh Esat'ın oğlu Mehmet Ali'nin de bulunduğu 31 kişi idama mahkûm oldu.

6 isyancının idam cezaları yaşları nedeniyle 15-24 yıla indirildi.

Derviş Memet ve sağ kolu Paşaköylü Mehmet Emin'in darağacı Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın başını kestikleri yere kuruldu.

Menemenli Jozef Hacıpaşazade Ragıp Şeyh Hafız Ahmet Alaşehirli Şeyh Ahmet Muhtar Manisalı Şeyh Hüseyin Şeyh Esat'ın oğlu Mehmet Ali hükümet önünde asıldılar. Geri kalanlar da istasyonda asıldılar. [6]

Yaşı 65'ten büyük olduğundan Kürt Şeyhi Esat'ın cezası 24 yıla indirildi. Şeyh Esat üremi hastasıydı hastaneye kaldırılmıştı. Cezası onaylanmadan önce 3-4 Mart 1931 gecesi hastanede öldü. [Zifiri Karanlıkta Cilt 1 s. 21-24'ten özet]

KÜRT ŞEYHİ ESAT'IN ÖCÜ

Kürt Şeyhi Esat'ın ardılı Adanalı Mahmut Sami Ramazanoğlu'na bağlananlar 1964'te Arvaslı Şeyh Abdulhakim yandaşlarının başını çektiği gruplarla birlikte MTTB'yi ele geçirdiler ve Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı savaştılar. Osmanlıcılık görünümünde Arap Krallarına çalıştılar. Ramazanoğlu ile birlikte Arabistan'a yerleştiler. Ramazanoğlu'nun yerini Musa Topbaş aldı. 1984'te ölünce yerine Osman Nuri Topbaş geçti. Şeyh Esat'ın müritleri hükümetlerde bakan belediyelerde başkan oldular.

Her yıl Menemen'de Kubilay'ı ananlar isyanın irticacılarca (gericilerce) çıkarıldığını söyleyerek olayı kınıyorlar. Türk egemenliğine karşı çıkanlar da olayın bir komplo "derin devlet" işi olduğunu ileri sürerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Oysa isyan Kürt Esat'ın örgütünün işidir. Kürt Esat'ın müritlerinin de Türkiye Cumhuriyetine karşı uzun yıllardır sürdürdükleri örgütlü eylemler de 1930'da yarım kalan işi tamamlamaya yöneliktir.

Kubilay'ı anan bir kesimi de unutmamak gerekiyor. Onlar da 1930 cinayetinin laikliğe karşı kalkışma olduğunu ileri sürüp gösterilere katılıyorlar. Aynı gençlik grubu daha birkaç yıl önce 19 Mayıs'ta Türkiye Cumhuriyeti düşmanı Türkiye'deki Kürt Hizbullahi hareketinin destekçisi Humeyni tiranlığının vurucu kolu Lübnan Hizbullah örgütünün temsilcilerini konuk ederek İstanbul'daki törenlere birlikte katılmıştı. [Bu yazı Menemen 20 Aralık 2017'de yenilendi. ]

İzleyen dönemler için anahtar: 1908-2003 dönemi Türk karşıtı İslamcı örgütlenmeler isyanlar suikastlar Humeyni'nin Türkiye'deki vurucu gücü İslami Hareket Humeyni himayesinde Türkiye'deki Kürt Hizbullah hareketi Tevhid-Kudüs Kuvvetleri örgütler MTTB Erenköy Cemaatı Akıncı Gençlik Şeyh Abdulhakim Arvasi Necip Fazıl Kısakürek 6. Filo MHP 1969 Kongresi CIA 12 Mart Cuntası Fethuıllah Gülen Saidi Kürdi Nursi... Zifiri Karanlıkta 1-2[7]

[1] Abartılı yorumlarına karşın bkz. Rohat Alakom Hoybun Örgütü Avesta 1998

[2] Van Valisi'nin raporu. Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları-1 s. 428

[3] Şeyh Halid "Mevlana" sanını aldı. Kürt yoğun bölgelerde bağlıları çoktu.

[4] Şeyh Esat'ın dostu Saidi Kürdi-Nursi de Şeyh Halidi'nin Siirt tebliğcisi Abdurrahman Tagi'ye "ustam" diyordu. Abdurrahman Tagi [Şirvan 18311886] Sibgatullah Arvasi'nin halifesidir. Isparit medresesinde ders verdi. Sibgatullah Arvasi [1870] Hizan'da yaşadı. Taha el-Hakkâri'nin halifesi ve "Gavs-ı Hizan" olarak tanındı. Abdurrahman Memiş s.160162.

[5] Saidi Kürdi-Nursi Halidilerin öğrencisi. Meczup Yaratmak 4. Basım s. 6-7

[6] Anadolu Ajansı 3.2.1931

[7] Zifiri Karanlıkta1: İçten Çürüme-Cellad'ın Gecesi; Zifiri Karanlıkta2: Demokrasi Tuzağı - Cellad'ın Zaferi

Mustafa YILDIRIM

https://www.guncelmersin.com/makale/ogretmenin-basini-kesenler--bir-grup-irticaci-degil-seyhin-orgutuydu-1763/

http://www.halkdayanismasi.com/gundem/ogretmenin-basini-kesenler-bir-grup-irticaci-degil-seyhin-orgutuydu.html

================================



--   a45UyF587661


-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder