11 Aralık 2018 Salı

Bu gün öne çıkan bazı haber ya da yorumları. 2018-12-12- 3


MUSTAFA ACER : TUSAŞ İYİ YÖNETİLMİYOR

Uçak Y. Müh.

11 Aralık 2018

TUSAŞ – Havacılık Uzay Sanayi ileri teknoloji uygulayan ülkenin teknolojik gelişmesinde önderlik yapması gereken bir kuruluştur. .

TUSAŞ'ın ilk faaliyete geçmesinde ve TAI'nin kuruluşunda görev almış Uçak Mühendisi ve Üretim Yönetimi Uzmanı olarak; TUSAŞ'ın mevcut yönetiminin 3 Yıldan beri yaptığı yanlış uygulamaları eleştirme hakkını kendimizde görüyor ve teknolojik birikimlerin yok edilmesine meydan verilmemesi konusunda yönetimi uyarmak istiyorum.

Kurulduğu günden beri Ülkenin ekonomik ve teknolojik gelişmesinde öncülük görevi yapan TUSAŞ'ın etkinliğinin yok edilmeye çalışıldığını görmek kuruluşunda ve gelişmesinde katkısı olan bizleri çok üzmektedir.

TAI 1984 Yılında kurulduktan sonra Yönetim Organizasyonunun kurulması Fabrika kuruluşu Üretim programlarının hazırlanması Personel seçimi ve eğitimi İmalat Mühendisliği çalışmaları ile sorunların çözülmesi Kalite standartlarının kurulması imalat teknolojilerinin kazanılması ve Araştırma – Geliştirme çalışmlarının yürütülmesi konularında önemli bilgi birikimi sağlamış ve çok değerli kadrolar yetiştirmiştir.

TAI bu yetişmiş kadrolar sayesinde gelişmiş teknolojileri uygulama sahası bulmuş ve geliştirmiştir..

Bu yetişmiş kadroları yok ederseniz TUSAŞ'ın üretim kabiliyetini teknolojik birikimlerini yok etmiş olursunuz.

Havacılık Sanayinde bilgi birikimi ve tecrübe çok önemlidir..

Liyakata önem vermeyen bir Havacılık Sanayinin ayakta kalması ve gelişmesi mümkün değildir..

TAI kuruluşundan beri ;

F-16 Savaş Uçağı SF-260 AGUSTA Eğitim uçağı C235 Hafif Nakliye Uçağı AS-532 COUGAR Helikopter ve değişik Uçak yapımcı LOCKHEED- MARTIN BOEING MDHI SIKORSKY CASA EUROCOPTER EADS DAVIS LOGIC ASELSAN TURSAV Firmalarına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine Uçak komponentleri ve detay parçaları üretimi yapmıştır.

TAI Uçak ve Uçak komponent üretimi yanında kendi özgün dizaynı ürünler Hürkuş eğitim uçakları TURNA ve ANKA insansız hava araçları üretilmiş Ayrıca Göktürk uydusu üzerinde çalışmış ve dizayn kabiliyeti kazanmıştır..

TUSAŞ kuruluşundan bugüne kazanmış olduğu tecrübe ve bilgi birikimi sayesinde üretim dizayn ve Araştırma – Geliştirme kabiliyeti ile kapasitesini artırarak güçlenmiştir.

Fakat ; mevcut yönetimin tecrübeye ve bilgi birikimine değer vermediği yetişmiş elemanları tasfiye ettiği görülmektedir.

TUSAŞ Yönetimi; uyguladığı yetişmiş elemanları işten çıkararak yerlerine liyakat ve yeterliliğe dikkat etmeden düşünce yapısı Yönetime uygun insanları göreve getirerek tecrübe ve bilgi birikiminin yok edilmesine neden olmaktadır.

Bu şartlarda TUSAŞ'ın yeni Uçak dizaynı yapması mümkün olamayacağı gibi üretim kabiliyetinin de zafiyete uğraması kaçınılmazdır. Bu durumda şirketin karlılığı ve gelişme imkanı mümkün olamayacaktır.

İyi yöneticiler; tecrübe ve Liyakata önem verir şirketinin üretim kabiliyetini artırarak bilgi birikimini iyi kullanmayı bilir ve şirketin karlılığını artırmayı başarabilirler. Bunu yapamayan yöneticiler ise hüsrana uğrar..

Yönetimde başarısız olan kadrolar bir çıkış yolu bulamazlarsa sonunda çöküşe doğru giderler.

Kuruluşunda görev aldığımız deneyimli kadrolarının gayret ve fedakarlığı ile rekabet gücü yüksek bir kuruluş haline getirdiğimiz TUSAŞ'ın; başarısız yönetimler elinde güç kaybetmesini istemiyoruz.

TUSAŞ'ın teknolojik gelişmeler ve bilgi birikimi ile Türk Sanayisine öncü olması ülkenin gelişmesi güçlenmesine katkı sağlayan bir sektör olarak başarılı olması en büyük dileğimizdir.

================================

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : 1789 İSLAMCILIK SARI YELEKLİLER VE GEZİ'YE SELÂM

Fransa geçen yılın pompa fiyatında yüzde 20 artışa yol açan akaryakıtta vergi artışı yaptı.

Toplumsal eşitsizliğe karşı bastırılmış öfkenin dizginsiz bir şekilde taşmasına tanık olundu…

Her kesimden yüzbinlerce Fransız bütçelerini ağırlaştıran bu zammı protesto etmek için

Dört haftadır her Cumartesi flüoresanlı sarı ceketler giyiyorlar.

Karayollarını barikatlar ve yavaş hareket eden kamyon konvoylarıyla kapatıyor

Yakıt istasyonlarına alışveriş merkezlerine ve fabrikalara erişimi engelliyorlar…

"Sarı Yelekliler" hareketi Fransa'da "6. Cumhuriyet"e giden yolu açmış görünüyor…

*

O sırada demokrasi insan hakları ve özgürlüklerin çokça tartışıldığı yönetiminde İslamcı cihadizmin yaşandığı Türkiye'de

Erdoğan Fransa'daki gelişmeleri şöyle değerlendirdi.

"Umarım yakında Paris sokaklarında "Zulüm 1789'da başladı" yazıları görmeyiz.

Avrupa demokrasi dersinden de insan hakları dersinden de özgürlükler dersinden de sınıfta kalmıştır.

Üzerinde çok titredikleri güvenlik ve refah duvarları mülteciler veya Müslümanlar tarafından değil bizzat kendi vatandaşlarınca sarsılmaya başlamıştır" dedi.

Türkiye'de bir kez daha insanların yüzü kızardı ve utandılar…

*

Çünkü Erdoğan'ın bu eleştirisinin muhatabı olan çağdaş insanların kültürü;

Aristoteles'in nsanların politik kapasitesi gelişime açıksa devleti doğanın yüce bir gerekliliği olarak ele alması gerekir.

İnsanın bir medeniyet kurma olasılığı gücünün sınırıyla birlikte bahşedilen akla da bağlıdır" düşüncesinden neşet ediyor.

*

Nitekim insanlar uzun bir süreçte "Din'in" özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşmiş

Vicdan özgürlüğü adına inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıklar kaldırılmış

Din'in Devlet içinde egemen güç haline gelmesi reddedilmiştir.

*

Nihayet 1789'da Fransız Devrimi ile Fransa'daki mutlak monarşi devrilmiş yerine cumhuriyet kurulmuş

Roma Katolik Kilisesi ciddi reformlara gitmeye zorlanmıştır.

1789 tarihi çağdaşlığın bir dönüm noktasıdır insan toplumlarının gelişiminin en büyük kaynağıdır.

*

1789'da devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğu kabullenilmiş

Tanrı'nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine sorgusuz biat kalkarken

Sonuçta bunu başarabilen kimi ülke özgür akıl ve vicdan üzerinden Çağdaşlığın ve Özgürlüğün temsilcisi olmuştur.

Bugün çağdaş devletlerin ezeli karakterini bu birikimle demokrasi kültüründe pekişmiş insanların yasal teşkilatı olan milletler oluşturuyor…

Söz konusu bir Yahudi Milleti Hristiyan Milleti ya da İslam Milleti değil Fransız Milleti Alman Milleti Türk Milleti'dir…

*

Bugün bu çerçeveden iki sonuç beliriyor.

1- Devletler yaşamı olanaklı kılmak için yasal biçimde oluşturulmuş insanlar topluluğu olarak devam ederken

Eşit derecede bağımsız güçlere karşı kendisini ortaya koymak için kesinlikle güçlü olmak zorundadır.

Bu milletlerin sürekli çatışması düşmanlıkların bastırılması arzusundan doğan tarihin büyüklüğü anlamına geliyor.

2- Milletlerin doğasını oluşturan var olmak geleceğe sahip olmak hakkı tarih boyunca dünya imparatorluğuna karşı verilen doğal tepkidir.

Bu nokta da evrensel bir egemenliğin oluşamayacağını uluslararası çelişkilerin çözülmesinin nihai olanağının bulunmadığını millet fikrinin baskın bir politika olduğunu

Milletlerin medeniyetlerinde yükselme eğiliminin milletler arasındaki farkı kesin olarak belirleyen unsur olduğu sonucudur…

Bunlar bugünün insan topluluğunun olmazsa olmaz esaslarıdır…

*

Madem devletler yasal açıdan üzerindeki herhangi bir güce tahammül edemeyeceği kadar mutlak bir ahlaki üstünlüğe

Düşmanca etkilerden korunmak için türlü kaynakları gerektiren esnek ve göreceli yasal egemenliğe sahip ve bunu temel standart haline getirmiştir;

O halde iki ayrı fikir mevcut olmaz ve tarihinde hiçbir siyasi ekonomik ve sosyal birikimi olmayan İslamcılığın demokrasi kültürüne sahip olduğu boş bir iddia olmaktan ileri gitmez.

Bu yüzden hiç bir devlet ve millet geleceğini bu tür boş iddialarla bir diğerinin ipotek kurmasına izin veremez hiç bir hakemi de kabul edemez…

*

O nedenle Erdoğan'ın Fransa'ya eleştirisi boştur.

Çünkü çagdaş ülkeler çoktan beri dünyada bir sektörde ya da bir ülkede yaşanacak krizin kolayca komşu ülkelere bölgeye dünyaya yayılma olasılığı yüzünden birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine

birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmeye fikir ayrılıklarını barış görüşmeleriyle çözmeye yönelmiştir…

*

Şu anki Fransa 5. Cumhuriyeti Charles de Gaulle'ün 1943′ te karargahını Cezayir'e taşıması Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesi'nin başına geçmesi

1944'te Paris'e dönerek bir dizi siyasi mücadele vermesinin ardından

Mayıs 1958'de Cezayir'deki Fransız birliklerinin 4. Cumhuriyet yönetime karşı başlattıkları ayaklanmanın ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemesi üzerine

Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle kuruldu.

*

De Gaulle yurttaşların kendisini ancak bir bunalım döneminde kabul edebileceğini öngörüyordu.

Bu yüzden kamuoyunun desteğini sürekli kılmak amacıyla parlamentodaki "partiler sistemi"nin gücünü kırmak zorunda olduğuna inandı.

Önce cumhurbaşkanının hükümet politikalarını denetleme yetkisini kabul ettirdi sonra da seçimler ya da referandumlar aracılığıyla bu denetimi sürekli kılma taktiği uyguladı…

*

De Gaulle'nin en etkili eleştirmeni François Mitterrand General'in iktidara dönüşünü "darbenin kalıcı olması" olarak kınadı

Onu Cezayir'deki olayları planlamakla itham etti.

Bu yüzden 5. Cumhuriyet'in yasadışı olup olmadığı sorusu Fransız çağdaş anayasal doktrininde ve halk arasında mütemadiyen tartışıldı.

*

Büyük partiler 2017 başkanlık seçimlerinde yeni bir anayasanın hazırlanması ve bir parlamento sistemi ile 6. Cumhuriyetin kurulmasını savundular.

Güçlü bir cumhurbaşkanına dayalı mevcut "yarı-başkanlık" rejimi için hoşnutsuzluklarını toplumla paylaştılar.

5. Cumhuriyeti "Cumhuriyetçi bir monarşi" olarak tanımlanmaya başlandı…

*

Cumhuriyetçi bir monarşide üstelik uluslararası ölçekte genişleyen tüm halklar için belirleyici olan

Ücret kesintileri artan sömürü büyüyen işsizlik toplumsal eşitsizlik kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle

"Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir" sorusu sorulmaya başlandı…

*

5. Cumhuriyet döneminde yürütme organının aşırı gücü hakkında uzun zamandır sorular olsa da;

Cumhurbaşkanı'nın hesap vermemesi konusundaki eleştiriler E. Macron'un döneminde zirve yaptı…

Cumhurbaşkanı E. Macron siyasi partilerin hiçbirine üye değildir.

La Republique en Marche (Hareket Halindeki Cumhuriyet) hareketinin başkanıdır.

*

Macron ile birlikte 5. . Cumhuriyet'te Fransa cumhurbaşkanının Ulusal Meclisi kendi takdirine bağlı olarak çözmesi sorgulanmaya başladı. .

Başbakan'ın cumhurbaşkanının yetkisi altında olması ancak başbakanın meclise de yanıt vermesinin;

Çifte sorumluluğunun Fransa'nın ve Napolyon saltanatının 1814 Şartı ile birlikte yaşadığı "sınırlı bir monarşinin" birincil özelliği olmasına

Üstelik 4 Haziran 1958'de Charles De Gaulle 5. Cumhuriyeti'nin esasını oluşturmasına itirazlar yükselmeye başladı.

*

Ne ki gücün kişiselleştirilmesi bugüne kadar devam etti.

Mesela 2018 Temmuz'unda Macron'un "Güvenlik Görevlisi " olarak görevlendirdiği 26 yaşındaki Alexandre Benalla'nın

1 Mayıs gösterilerinde çevik kuvvet kılığına girip protestocuları dövdüğü görüntülerinin çıkmasından sonra

Benalla'ya kimseye tanınmayan ayrıcalıkların sağlandığının öğrenilmesiyle kopan skandalda;

Başkan Emmanuel Macron "Sorumlu olan tek kişi sadece benim. Beni almaya gelsinler " diyordu!

*

Macron'un seçildikten sonra "Beni seçtiniz şimdi bana yönetmeme izin veren bir meclis verin" ifadesi de bu anlamdaydı.

Ama Fransız seçmenlerin bir sonraki parlamento-başkanlık seçimlerinden önce cumhurbaşkanını sorumlu tutması mümkün değildi…

*

Fransız cumhurbaşkanının tam dokunulmazlığı sadece istisnai durumlarda kaldırılabiliyordu. .

Üstelik Fransa'da birçoğu 5. Cumhuriyet'in dikkate değer ölçüde dayanıklı olduğunu düşünmektedir.

Ama bunlar tek başına meşruiyet erozyonunu maskelemek için yeterli değildir…

*

İşte "Sarı Yelekliler Hareketi " Fransız toplumundan hareketle giderek Avrupa'da yönetimlerin meşruiyetini sorguluyor.

Emmanuel Macron'un seçmenler nezdinde aldığı onay batmaya devam ediyor .

Yeni bir anayasa ve bir parlamenter sistem ile 6. Cumhuriyet'in kurulup kurulmayacağı sorusu sıcak bir tartışma konusu olmaya devam ediyor.

*

Türkiye İslamcılık ve tek adamcılık ile değerli zamanından kaybediyor.

11.12.2018

================================

M. ADAŞ : EXETER

1-İngiltere'nin günaybatısında MI6'nın üs haline getirdiği bir Üniversite var. Adı: ""

1976-1978 arası H. Akar A. Gül Fehmi Koru Şükrü Karatepe gibi ünlü şahısların bir dönem akademik eğitim aldığı yerdir burası.

Çayları hazırlayın derine inecez. .

2- Birleşik Krallık üniversiteleri arasında "Kürt Araştırmaları Enstitüsü" olan tek eğitim kurumu olan Exeter Üniversitesi!

PKK'nın üst düzey yöneticilerinden bazıları bile burada eğitim almıştır. D. Kalkan C. Bayık ve niceleri...

Daha bitmedi....

3- Birleşik Krallık İstihbaratı'nın bir yan kuruluşu olduğu söylenen Green Peace (Yeşil Barış) örgütü bu üniversite tarafından kurulmuştur.

Green Peace'den bir zamanlar 6 ay boyunca burs alan bir şahsiyet daha var. 15 Temmuz'un kayıp isimlerinden "Adil Öksüz"

4- Ayrıca bu üniversitede "Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü" de bulunuyor.

Orta Doğu'ya yollanan MI6 ajanlarının merkez üssüdür bu Üniversite.

MI6 denilince aklınıza sadece İngiliz isimler gelmesin; Hintli Türk Arap Kürt herkes burada ameliyat görür.

5- Hulusi Akar ve Abdullah Gül haftasonları Hyde Park'ın Marble Arch kapısından çıkarlardı ve sağa dönerek Oxford Street'te her akşam saati yürür sohbet ederlerdi. Fehmi Koru ise peşlerinden onları takip ederdi. Gazeteci olacağı belliydi Fehmi Bey'in.

6- Bu isimleri Londra'ya eğitim için yollayan bir akıl var. Kim o? BÜYÜK DOĞU CEMİYETİ Kayseri şubesi Başkan'ı Ünlü yazarımız "NECİP FAZIL KISAKÜREK" Önceki aylarda Abdullah Gül ile Necip Fazıl Üstad'ın fotoğrafları servis edilmişti. Aslında albüm geniş binlercesi var!. .

7- Tabi akıl hocaları bitmiyor Milli Kültür Vakfı'nın bursuyla Nevzat Yalçıntaş ve Sabahattin Zaim gibi hocaların teşviki de Londra'ya gitmelerinde etkiliydi. Buraya kadar olan bilgiler pek bilinmeyenler değildi. Şimdi daha da derine inelim...

8- Asıl konuya girmeden bir not daha geçelim. İYİ PARTİ'de Milletvekilli olan eski Merkez Bankası Başkan'ı Durmuş Yılmaz'da Hulusi Akar ve Abdullah Gül'ün Exeter'de sınıf arkadaşıdır. Devlet'i yönetecek olan kadrolar resmen burada ameliyattan geçmiş!

9- Abdullah Gül merkezi Cidde'de olan ve 48 İslam ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası'nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev almıştır.

Ve...

Ekmeleddin İhsanoğlu!

10- İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Exeter Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır. Ekemeleddin Bey'in Exeter'de bir çalışma arkadaşı vardır ismi Kinsey Hurbert. Bu isim şimdilik burada kalsın. Geri döneceğiz...

11- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muhalefet'in adayı Ekmeleddin İnsanoğlu olmuştu. Peki nasıl? Devlet Bahçeli-A. Gül Çankaya'da görüştü karar alındı. Kemal Kılıçdaroğlu itiraz bile edemedi.

MHP'de Meral Akşener CHP'de Emine Ülke Tahran sesleri vardı. Devlet Bey aksi karar aldı.

12- Rahmetli Alparslan Türkeş'in Başbakan Yardımcılığı yaptığı dönemde Libya'da Kaddafi'yi ziyaret etmişti. Yıl 1977! Peki Başbuğ'un yurtdışı ziyaretindeki danışmanı kimdi? Ekmeleddin İhsanoğlu! Bingo...

13- E. İhsanoğlu'nu İslam Konferansı Örgütü'nün genel sekreterliğine seçtirmek için İslam ülkelerinde bir yıl boyunca olağanüstü kulis yapanlar da A. Gül ve T. Erdoğan'dır. Tayyip Erdoğan bir gün siyasi rakibi olacak kişi için gece gündüz uğraştı! Aslında öyle mi?

14- Exeter Üniversitesi'nin Türkiye'de ortaklaşa çalıştığı bir eğitim kurumu var. Mardin'deki Artuk Üniversitesi. Bu Üniversite'ye her yıl konferansa gelen bir İngiliz akademisyen var. Ekmel Bey'in yıllar önce Londra'da çalıştığı Kinsey Hurbert. Bu ismi not edin demiştik.

15- Yıllar önce Artuk Üniversitesi ve Exeter Üniversitesi beraber festival düzenlemişlerdi. Mesut Barzani'nin burs verdiği öğrenciler Artuk Üniversitesi'nden Londra'nın yolunu tutardı. Bu öğrenciler arasında ..... isimli siyasetçinin oğlu var. Bu kısım Türk ŞAHI kitabına kalsın.

16- Kinsey Hurbert öyle basit bir eğitim görevlisi değildir. Mesut Barzani'nin 2003 yılında danışmanlığını yapmıştır. Birde bu ismin kader arkadaşı vardır. Heryere beraber giderler. Prof Allison!

17- Mardin Artuklu ve Exeter üniversitelerinde "kürdoloji tecrübesi" konulu ilk oturumunda kürdoloji bölüm başkanı prof. dr. christine allison kürtçe yaptığı konuşmasında "öğrencilere burs vermek üzere başta neçirvan barzani ve celal talabani'den para desteği aldık" dedi

18- Yıllar önce Mardin Üniversitesi İngiltere Exeter üniversitesi ve İran Modif üniversitesi'nden gelen akademisyenlerin katılımıyla "post-sekülerizm ve dinin rolü: hıristiyan ve islam diyaloğu için öneriler" başlıklı üç günlük çalıştay yapıldı!

Asıl sıkıntı şimdi başlıyor!

19- Bu çalıştaya katılanlar arasında herkesin bildiği bir tanıdık isim var. "Rahip Brunson!"

Kinsey Hurbert'ın yakın dostu!

Gelelim 2019 yılına...

Neler olacak?

20- MI5 Genel Direktörü Jonathan Evans geçtiğimiz yaz ayında Güneydoğu bölgemizde bulunan Üniversitelerimizi gezdi teşhis etti! Konferans düzenledi. Konferansa katılan bölgedeki Milletvekillerimizi Türk ŞAHI kitabında yazacağım fakat önemli bir noktaya değineceğim! Devam...

21- İsmini şua vermek istemediğim bir emekli askerimiz Eylül'de Londra'ya uçtu. Üç gün sonra Türkiye'ye 4.5 Milyar $ para girişi oldu. Peki o sırada A. Gül nerede? Resort Hotel'de Suud Genelkurmay Başkan Yardımcısı ile görüşüyor. Bundan 6 ay önce de Hulusi Akar görüştü!

22- Kral Selman'a düzenlenen bombalı suıkast girişimini hatırlayın. Ondan bir hafta önce Hulusi Akar Riyad'da! Orada görüştüğü bir isim daha var. KAŞIKÇI!

23- Cemal Kaşıkçı'nın dayısı Adnan Kaşıkçı İran-ABD arasındaki silah ticaretini yöneten adamdır. JP Morgan'ın bankalarında milyar dolar mevduatı olduğu söyleniyor.

Şimdi asıl noktaya gelelim. Tahran düşerse İstanbul & Vatikan düşer. Erdoğan'ın Papa ziyaretini hatırlayın!

24- Türkiye'yi Türk-Kürt Sağ-Sol ayrımı ile bölemeyeceklerini anlayanlar yeni bir tezgahı raftan indirdiler. Ulusal Milliyetçilerle - Siyasal İslamcıları kavga ettirmek istiyorlar.

Ekonomik krizle halkın psikolojisini bozacaklar sonrada sokakları karıştırmak için bir kıvılcım!

25- Kürt Muhafazakarlar dikkat! Aranızdan Atatürk'e saldıranlar çıkacaktır. Fitili oradan ateşleyecekler. Milliyetçileri sahaya sürmek için ilk adım noktası orası seçildi! Sokaklar karışacak postmodern darbe havası için adım atılacak ve görev kabinedeki bir isimde!

26- Londra & Ankara arasında ikili oynayan siyasetçilerimiz ABD'nin bu planına karşı devreye girecek. Fakat savaşın asıl pik noktasında sıkıntı var. 2023'e kadar bizim kazandığımız bir oyun yok maalesef. ABD kazanırsa İngiltere kaybeder İngiltere kazanırsa ABD!

27- Devlet Bey'in Ali Erbaş ve Kadir Mısıroğlu'na sert çıkışı boşuna değil. Yapılmak istenilenin farkında!

Kinsey Hurbert Allison gibi bölgede yüzlerce eğitim görevlisi geziyor. Doğu'daki Üniversitelerde dönen dolapları konuşan yok.

Şimdi son atacağım Tweet'e dikkat!

28- Kartal-Kadıköy hattındaki minibüs camlarında asılan boynuz şeklindeki ses borularının aynısı Diyarbakır Şırnak'taki minibüsçülerde de var. HDP'li bu kesim. İsyanın simgesidir...

Allah korusun! Dikkat!

Kadıköy diyorum başka bir şey demiyorum...SON!

Not: Devletimiz önlemini alacaktır bundan kuşkumuz yok! Milletimiz dikkatli olsun fitili ateşleyecek olanlar sempati duyduğunuz isimler arasından olacak!

Türk Şahı - 17 Aralık'ta satışa çıkacaktır. Türk Şahı 2. Cilt 1 Mart'ta. Soru-Cevap kitabı Mayıs'ta!

Yani 3 kitap geliyor!

İkinci not: Damat Berat Albayrak'ta Exeter'de Yüksek Lisans yapmıştır. Eğitimini orada tamamladı.

M. Adaş

15.11.2018

================================

SUAY KARAMAN : ERGENEKON

http://ilkkursun.site/suay-karaman-ergenekon

Ülkemizde hukuk adına unutulmayacak davalardan olan 237 sanıklı Ergenekon davası Yargıtay'ın bozma kararının ardından yeniden görülmeye başlandı ve savcılık Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) yönünden beraat görüşü açıkladı. Bu beraat görüşü açıklanınca Ergenekon kumpası çöktü yönünde haberler yapılmaya başladı. Savcılığın beraat görüşü açıklaması üzerine sadece sonuca odaklanıldı basında da beraat boyutu öne çıkarıldı ve böylece savcılığın tutumu gözlerden kaçtı.

Savcılık bu davada beraat isterken üzerine düşeni yapmamıştır. Savcılık "ETÖ'nün varlığı bu dava kapsamındaki yargılamada kanıtlanmamış yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği sabit olmamıştır" diyerek Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223/2-e maddesine göre beraat istemiştir. Yani bu davada "kanıt yetersizliğine" göre beraat istemiştir. Böyle olunca ETÖ için açıkça bir kurgu ve kumpas nitelemesinde de bulunulmamıştır. Böyle bir nitelemede bulunulmayınca da bu kurgu veya kumpası yapanlar hakkında mahkemeden beraat kararıyla birlikte suç duyurusunda bulunması yolunda bir görüş açıklanmamıştır.

Savcılığın yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediği sabit olmuştur diyerek Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223/2-b maddesine göre beraat kararı vermesi gerekirdi. Savcılık "ETÖ diye bir örgüt yoktur dolayısıyla suçlananlar bu örgütle ilgili kesin olarak böyle bir suç işlememiştir" dememiştir. "ETÖ bir kurgudur kumpastır" dememiştir. Savcılık bu maddeye göre beraat isteseydi bir kurgu ve kumpasın varlığı kabul edilmiş olacaktı. Dolayısıyla bu kurgu ve kumpası yaratanlar hakkında suç duyurusunda bulunulması da gerekecekti.

Doğal olarak savcılığın görüşü mahkemeyi bağlamaz. Mahkeme savcılığın farklı maddeden beraat istemesine ve suç duyurusu isteğinde bulunmamasına karşın aksi yönde karar verebilir. Yani mahkeme Ergenekon davasında kanıt yetersizliğinden değil de "Ergenekon bir kumpastır böyle bir suç işlenmemiştir" diyerek beraat kararı verebilir. Böyle bir beraat kararı vermesi durumunda bu kumpas ve kurguda bulunanlar hakkında suç duyurusu da yapabilir.

Bugün ETÖ kurgusu ve kumpası tamamen ortaya çıkarılmıştır. Siyasi iktidar ile Fethullah Gülen arasındaki ilişkiyi gündeme getirmemek için ETÖ'ye kurgu denilmemektedir. Bu yüzden savcılığın beraat istemi farklı bir maddeden yapılmıştır. Fethullah Gülen terör örgütü ile gerçekten mücadele ediliyorsa mahkeme savcılığın istediği beraat kararı hakkında tekrar düşünmeli ve gereğini yerine getirmelidir.

Zamanında "ben Ergenekon davasının savcısıyım" diyenler davanın asıl savcısına zırhlı aracını verenler bugün "kandırıldım" diyerek sorumluluktan kaçamazlar. Bugün savcılığın beraat kararı istemesi konusunda neler düşündükleri merak konusudur. Çünkü Ergenekon davasıyla başlayan süreçte birçok insanımızı yitirdik. Ergenekon davasında yapılan tutuklamalar emperyalist güçlerin Türkiye'de yapmaya çalıştıkları oyunun yeni bir parçasıydı. Ergenekon davasıyla Türkiye'nin değiştirilmesi dönüştürülmesi yönünde büyük bir adım atılmış ve telafisi mümkün olmayan olaylar yaşanmıştır. Bu kumpası kuran sürdüren onun bir parçası haline gelen insanlar gerçek anlamda adaletle yüzleşmediler. Bu davanın esas sorumluları olanlar yurtdışına kaçmış ya da kaçırılmıştır. Bu kumpas ve benzerlerinin asıl nedeni olan siyasi uzantılarla ilgili bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır. Bunlar ortadayken savcılığın istediği beraat kararıyla 'adalet yerini buldu' demek mümkün değildir.

Fethullah Gülen yapılanması bir cemaattir bir tarikattır ve benzerleri gibi çağdışı bir örgütlenmedir. Tüm cemaatlerin tarikatların müritleri yurttaş kişiliğini yitirerek birey olmaktan çıkar ve bir şeyhin iki dudağından dökülen söze bakarlar. Bunların devlet için çok zararlı oldukları yaşanan olaylarla kanıtlanmıştır. Bağımsız yargı bunları ve benzerlerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı örgütlü bir kumpas ve tuzak kurmak suçundan yargılamadan Türkiye'de adalet yerini buldu denemez.

İlk Kurşun Gazetesi 10 Aralık 2018.

================================

FRANSA PARİS SOKAK OLAYLARININ PERDE ARKASINDA HANGİ ÜLKELER VAR ?

Macron'un istifaya zorlanması tesadüf değil Fransa'da meydana gelen olayların perde arkasında onlarca ülke ve başta P*ç Selma var!

1- Fransa NATO yerine AB ordusu istedi

2- Fransa ABD'nin İran yaptırımlarında Türkiye Almanya ve İran ile bankacılık sistemi kurma kararı aldı.

3- Fransa Pi*ç Selman'a karşı operasyonel istihbarat çalışmalarında yer aldı. .

4- Fransa Lübnan ve Suriye'de İsrail ile ters düştü...

İsrail BAE Mısır Suud İngiliz ve ABD Fransa'da toplum mühendisliği konusunda birlikte çalışıyorlar.

Sokakları Sol Irkçı örgütler Suud'un Fransa'da yıllardır beslediği selefi akımlar Ypg/Pkk terör örgütü yapılanmaları ve K. Irak Peşmerge uzantıları sokaklarda dominant yapı.

Afrika'da egemen emperyalistler için daralan pasta payından Fransızlar tasfiye edilme sürecindeler.

Paris sokaklarını yakan yıkan ve terörize eden güç;

İsrail'in yayılmacı politikaları ve Pi*ç Selman'ı unutturuyor.

AB'ye toptan göz dağı veriliyor.

Dolara karşı Euro çatırdıyor. .

Macron seçilir seçilmez 2017'de Fransız istihbaratı Mossad ile yasa dışı işbirliği konusunda derin bir soruşturma geçirdi.

Fransız İstihbarat eski Daire Başkanı Bernard Squarcini bu soruşturmanın merkezinde yer aldı.

Bu İsrail'i çok rahatsız etti.

En önemli konulardan biride Lübnan Başbakanı Hariri'nin İsrail emri ile pi*ç Selman tarafından alıkonulup istifaya zorlanması ve Macron'un devreye girerek Hariri'yi kurtarmış oldu.

Buda İsrail'i rahatsız etti.

Fransa ve özelikle avrupa ne kadar çok kargaşaya girer ise Ukrayna - Rusya gerginliği ne kadar yükselirse ABD ve İsrail'in Ortadoğu Rusya Uzakdoğu projeleri daha iyi yürür.

AB iç güvenlik sorunları yaşar ise İngiltere Brexit travmasından daha kolay sıyrılır.

NATO kıymete biner. !!

Kaynak : https://www.vezirajans.com/2018/12/neden-fransa-paris-sokak-olaylarnn.html

================================

YEMEN'DE "HALK AÇLIKTAN AĞAÇLARI KESİP YİYOR"

Yemen Yerel Yönetim Bakanlığı Müsteşarı ve İnsanlığa Rahmet Derneği Başkanı Muhammed Hasan Alsoudi tarihinin en karanlık dönemini yaşayan ülkesinin yardıma ihtiyacı olduğunu belirterek "Yemen'de temel insani ihtiyaçlara çok acil gereksinim var. Ülkemizde şu anda insanlar ağaçları kesip yiyor. Türkiye'deki tüm hayırseverleri acil olarak Yemen'de bir kişi bile olsa kurtarmaya çağırıyoruz. " dedi.

Alsoudi Şanlıurfa İnsani Yardım Platformu tarafından valilik ve büyükşehir belediyesinin de desteğiyle Yemen için başlatılan yardım kampanyası kapsamında geldiği kentte AA muhabirine ülkesindeki son duruma ilişkin açıklamada bulundu.

Yemen'de yaklaşık 4 yıl önce ortaya çıkan iç savaş nedeniyle ülkede son yüzyılın en büyük açlık ve insani krizlerinden birinin yaşandığını anlatan Alsoudi 29 milyon nüfuslu ülkede 22 2 milyon sivilin insani yardıma ve korunmaya ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Alsoudi Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçleri ile Husiler arasındaki çatışmaların şiddetinin ülkesinde artarak sürdüğünü ifade etti.

Yemen'in dünyanın en fakir ülkelerinden biri olduğunu vurgulayan Alsoudi ülkelerindeki iç savaşın sona erdirilmesi için uluslararası toplumun duyarsız kaldığını ve Birleşmiş Milletler çatısı altında düzenlenen barış görüşmelerinin de sonuçsuz kaldığına dikkati çekti.

Alsoudi ülkesindeki savaşın ve kıtlığın en çok çocukları ve kadınları tehdit ettiğini belirterek iç savaş nedeniyle 16 bin sivilin hayatını kaybettiğini bu sayının neredeyse dörtte birini çocukların oluşturduğunu kaydetti.

"BİR KİŞİ BİLE OLSA KURTARMAYA ÇAĞIRIYORUZ"

Ülkesinde şu anda özellikle temel gıda ve barınma malzemelerine ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Alsoudi şöyle devam etti:

"Nüfusu 27 milyon olan Yemen'de 22 milyon kişinin çok acil gıdaya ihtiyacı var. 4 milyon Yemenli halk da yerinden ve yurdundan edildi. Eğitim çağında olan yaklaşık 3 milyon çocuk aynı zamanda eğitimden de mahrum kaldı. Yemen'de temel insani ihtiyaçlara çok acil gereksinim var. Ülkemizde şu anda insanlar ağaçları kesip yiyor. Türkiye'deki tüm hayırseverleri acil olarak Yemen'de bir kişi bile olsa kurtarmaya çağırıyoruz. Özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı tebrik ediyoruz ve ona teşekkür ediyoruz. Bizim şu anda Türkiye'de yardım toplamamızı uygun gördüğü ve Müslümanların sorunlarıyla ciddi şekilde ilgilendiği için. "

"GİYİM GIDA VE BATTANİYE ACİL İHTİYAÇ"

Alsoudi Türkiye'nin Yemen'deki krizin başından bu yana yanında olduğunu söyledi.

Türkiye'nin başta Türkiye Diyanet Vakfı ve Türk Kızılayı olmak üzere birçok sivil yardım kuruluşuyla ülkesinin yaralarını sarmak için seferber olduğunu belirten Alsoudi savaşın şiddetinin artması dolayısıyla yaklaşan kış ayları nedeniyle daha fazla yardıma ihtiyaç duyduklarını söyledi.

Mazlum ve mağdurlara Türkiye'nin tarih boyunca kucak açtığını bildiklerini ifade eden Alsoudi şunları kaydetti:

"Elhamdülillah Türkiye'den yardımlar ciddi bir şekilde Yemen'e ulaşmaya başladı. Şu anda gelen yardımlar da her geçen gün artıyor. Birçok sivil toplum kuruluşu resmi kurumlar ülkemize Türkiye'den nakdi yardımlar göndermeyi sürdürüyor. Bizim şu anda çok acil olarak giyime gıdaya ve battaniyeye ihtiyacımız var. Yine çok acil eğitim desteğine ihtiyacımız var. Çünkü eğitimsiz kalan bir toplumda cehalet kısa sürede hakim oluyor. Dünyanın birçok yerinden ülkemize yardım gelmektedir. Türkiye'den yardımlar gelmeye devam ediyor. Biz Türkiye'nin Yemen'e daha çok yardım etmesini ve sahip çıkmasını istiyoruz. "

Alsoudi Türk halkına ve devletine insani yardımlarından dolayı teşekkür ettiğini sözlerine ekledi.

Öte yandan Türkiye'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından geçen hafta yurt genelindeki tüm camilerden cuma namazı çıkışı Yemen için yardım toplanmıştı. Siyasetçilerin destek çağrısında bulunduğu Yemen için ülke genelinde acil yardım kampanyaları düzenlenmeye devam ediyor.

================================

TÜRKİYE'DE YÜKSELEN NATO KARŞITLIĞI VE TÜRKİYE NATO İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ

Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Sovyetler Birliği yayılmacılığına karşı kurulduğu düşünülen fakat bu birliğin dağılmasından sonra Nato'nun genişleyerek etki havzasını arttırma gayreti içinde olduğunu görenler Nato'nun varlık sebebini yeniden sorgulama gayreti içerisine girdiler.

Nato'ya karşı olanların ürettikleri yeni dönem teoriler Soğuk Savaş'ın bitmesine rağmen Nato'nun varlığını devam ettirmesiydi. Bu durumda Nato'nun Sovyetler Birliği'ni çevreleme ya da dengeleme misyonunun çok ötesinde bir takım görevleri üstlendiği açıklamaktadır. Nato 1991 Roma zirvesiyle güvenliğe çok yönlü bir bakış açısı getirmiş ve eşitsizlik terör gibi kavramların sınırlara konvansiyonel saldılardan bile tehlikeli olabileceği argümanını işlemiştir. O halde Nato sıradan tek yönlü bir askeri pakt olmanın ötesinde aynı tarihten beslenen ve çok yönlü güvenlik mekanziması tanımlayan ve tavsiye eden askeri misyonunun yanında siyasi ekonomik ve kültürel yönleride olan bir birlik haline gelecekti. Daha sonraki yıllarda enerji güvenliği kadın ve çocuk hakları gibi kavramlara sonuç bildirisinde yer vermeside bu durumun aleni ispatıdır.

Yalnız burada Nato karşıtlarının savundukları Nato'nun dönüşümü ve yerinde tehdit algılamasından ziyade yeni dönemde yani tek kutuplu dünyada Abd egemenliği ve hegemonyasınının tesis edilmesinde ana sorumluluğu üstlenecek Uluslar arası bir polis gücünün temellendiği ve Türkiye'nin artık hiçbir şekilde bu birlikte yer almaması gerektiği yönünde olmuştur. Nato'nun 1990'lı yılların başından itibaren düzenlediği zirveler ve alınan kararlar incelendiğinde resmi üyesi olmayan ülkelerle de yakın ilişkiler geliştirdiği Rusya'nın hinterlandında hatta Ortadoğu'da bu işbirliklerini tesis ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.

1994 Brüksel zirvesiyle Barış İçin Ortaklık projesini geliştiren Nato'nun BİO projesinin 8. maddesine göre BİO kapsamındaki üyelerin güvenliklerine yönelik tehditler halinde Nato'ya danışabilecekleri (Bağbaşlıoğlu 2011) yönünde ifadeye yer vermesi uluslar arası güvenlik belirleyiciliğini Abd'nin üstleneceğini açık etmiştir. BİO kapsamında Azerbaycan Beyaz Rusya Bosna Hersek Ermenistan Kazakistan Kırgızistan Gürcistan Finlandiya İrlanda İsveç İsviçre Karadağ Makedonya Malta Moldova Sırbistan Tacikistan Türkmenistan Ukrayna Özbekistan hatta Rusya bulunduğuna göre Abd'nin Sovyetler Birliği mirasını yürütmek isteyecek bir Rusya'ya ya da panslavist Neo Çarlığa Müsaade etmeyeceği veya bu durumu tehdit olarak nitelendirebileceği analiz edilebilmektedir. Ancak bu vizyon yalnızca Rusya karşıtlığından ibaret değerlendirilemez bahsedildiği gibi yeni güvenlik yapılanmasını elinde bulundurmak isteyen Abd'nin bu yöndeki çabasıdır. Abd'nin 1996 ve 1998 Milli Güvenlik Stratejisiyle ise ayrıca uyumludur. Çünkü bu stratejilerinde Abd egemen güç olma isteğini açıklamış ve tek taraflı güç kullanma ilkesini benimsemişti. Tek taraflı güç kullanma isteği ise Neo Con lobinin "Demokratik Barış Tezi" kavramıyla uyumlu Irak işgali ve Ortadoğu operasyonlarına ön koşul olabilecek bir kavram olarak belirmektedir.

Nato'nun Ortadoğu'ya yönelik geliştirdiği iki proje ise Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi olmuştur. 1995'de açıklanan Akdeniz Diyaloğu Fas Moritanya Tunus Mısır İsrail Ürdün Cezayir'i kapsamaktadır. Ayrıca 1997'den itibaren bu ülkelerde irtibat ofisleri açılmıştır. 2004 yılında düzenlenen Nato İstanbul zirvesinde ise İstanbul İşbirliği Girişimi açıklanmış ve bu kapsamda Bahreyn Birleşik Arap Emirlikleri Katar Kuveyt yer almıştır. Akdeniz Diyaloğu ile İstanbul İşbirliği Girişimi'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkeleri Nato ile entegre stratejisinin parçalarıdır. Henüz bu ülkeler Nato'ya resmi üye olmamakla birlikte barış gücü ve Nato ile ortak tatbikat gibi unsurlara değinilmesi Nato'nun Rusya yayılmacılığı ile sınırlı bir konsept belirlemediğinin Afrika kıtasında bile faaliyet göstermesi herhangi bir coğrafik dilimde güç boşluğunun başka ülkeler tarafından değerlendirilmek istenebileceği girişimine karşı aynı zamanda önleyici tedbiri içermektedir.

Türkiye'nin Yeni Arayışları

Rusya'nın St. Petersburg şehrinde 2013 yılında düzenlenen Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısı sonrası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan açıklamada bulunmuşlar Erdoğan anghay Beşlisine alın Ab'yi unutalım" diyerek rota değişikliği imasında bulunmuştu.

Erdoğan Avrasya ülkeleri ile serbest ticaret anlaşması yapmaya da hazır olduklarını kaydederek "ŞİÖ'ye üyelik talebimizi daha önce de sayın Putin'e ifade etmiştim. Bunu önemsiyoruz…" dedi. Bu diyalogdan kısa süre önce ise Türkiye Şanghay'ın gözlemci üyesi olmuştu.

Şanghay istikbal vaad eden ülkelerin oluşturduğu genç bir birliktir. 1996 yılında Çin Rusya Kazakistan Kırgızistan Tacikistan tarafından komşu devletler arasında ortaya çıkması muhtemel sınır sorunlarını ve daha ziyade içeriye dönük güvenlik kaygılarını asgari düzeye indirgeyebilmek için hayata geçirilmiştir. Kısa sürede üye sayısı ve faaliyetlerini arttırmış; Özbekistan'ın üyeliği akabinde Pakistan Hindistan Moğolistan İran ve Afganistan gözlemci statüsü ile birlikte yer almıştır. Singapur ve Beyaz Rusya'nın da örgütün ilk dialog ortakları olarak kabul edilmelerinden sonra 2001'den itibaren Dışişleri Savunma Ulaştırma Bakanlıkları arasında düzenli toplantı mekanizmalarının kurulduğu bir yapı haline gelerek verimliliğini arttırmıştır. Ağırlıklı olarak bölgesel iç güvenlik kaygıları neticesinde hayata geçen birliğin seyri uluslararası alanda yükselen etkinliği ile çok boyutlu minvale evrilmiştir. Birleşmiş Milletler'de 2004 yılında gözlemci statüsü elde edilmiş 2010 yılında BM işbirliği antlaşması imzalanmış; ASEAN ve Kollektif Güvenlik Anlaşması örgütü ile karşılıklı mutabakat anlaşmaları imzalanmıştır. Öte yandan diplomasi ekonomi ve kültür alanında işbirliğinide hedefleyen Şanghay'ın bu misyonu Abd'nin Asya ve Uzak Doğu çıkarlarını sınırlamaya başlamış ve Yeni Bir Varşova Paktı doğdu teorileri oluşturulmuştur. Bu teori tartışıladursun 2005 zirvesiyle Abd'nin Orta Asya'dan çekilme talebinin gündeme getirilmesi 2007 Bişkek zirvesiyle tek kutuplu dünyanın kabul edilemeyeceğinin ilan edilmesi bu yapının gerçektende gittikçe Anti Abd Anti Nato mizacına büründüğünüde göstermektedir.

Burada ek bir bilgi vermek yerinde olacaktır. 2002 yılında bölge üyelerinden Kazakistan Kırgızistan Tacikistan Rusya Belarus ve Ermenistan'ın oluşturduğu Kollketif Güvenlik Örgütü'nden bahsetmemiz gerekiyor. KGÖ'nün Şanghay ile oluşturduğu karşılıklı etkileşim dikkat çekicidir. KGÖ ayrıca Nato benzeri bir Acil Müdahale Gücünü oluşturarak Orta Asya'nın asli Nato'su hüviyetine belkide Şanghay'dan daha yakındır. Çünkü KGÖ daha ziyade çok yönlü güvenlik örgütüne doğru gelişim göstermiştir. Şanghay güvenlik gerekçeleriyle hayatada geçirilse hiçbir belgesinde askeri bir yapı olarak tanımlanmaz. KGÖ'ye üye ülkeler Rus silahlarını iç pazar fiyatından satın alabilmekte fakat başka ülkelere ihraç edememektedirler. Bu durum örneğin geçmiş yıllarda Türkiye'ye verilen Nato silahlarının Nato onayı olmadan herhangi bir tasavvurda bulunamaması durumuna çok benzemektedir. Bu gerekçeyle Türkiye silah sanayi bir anlamda nasıl Nato'ya entegre olduysa KGÖ'nün bu sistemide üye devletlerin silahlı kuvvetleri üzerinde Rus Genelkurmayı'nın denetimini doğurmaktadır. Ezcümle gelişen KGÖ ve Şanghay bazı hususlarda ortak güvenlik kaygıları taşıyan eşgüdüm içerisinde çalışan yapılardır. Her ne kadar Şanghay'ın gerçekleştirdiği 10.000 askerlik tatbikatların varlığı gerçekte olsa bunlar ağırlıklı olarak anti terör operasyonları olarak izah edilmekte ve KGÖ Nato'ya daha benzer olarak tanımlanmaktadır.

Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşması 24 Kasım 2015 yılında bir Rus uçağının düşürülmesiyle durmuş Türkiye politik manevra sahasını oldukça daraltmıştır. Fakat daha sonra ikili ilişkiler yeniden başlayacaktır. Türkiye nezdinde Abd müttefikliğinin ve Nato'nun sorgulanmasının en somut iki gerekçesi mevcuttur bunlardan birincisi 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasının Abd ve Nato tarafından desteklendiği inancı ikincisi ise Türkiye'nin Milli Güvenlik Kurulu nezdince terör örgütü kabul ettiği Suriye Pyd'sinin Amerika tarafından silahlandırılma adımlarıdır.

15 Temmuz 2016

ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 15 Temmuz'daki darbe girişiminin başarısız olmasının ardından ikili ilişkiler adına 'endişeli' olduklarını belirterek ABD'nin bölgedeki operasyonlarının zayıflayacağını söyledi.

Colorado eyaletinde gerçekleşen bir programda konuşan Votel darbe girişimi sonrası tutuklanan cuntacıların "ABD ordusunun yakın müttefikleri" olduğunu ifade etmişti. Abd ordu yapılanması içerisinde Merkez Komutanlığı Ortadoğu operasyonlarının yürütüldüğü birimdir ve Nato ile yakın ilişkilidir. Bu sebeple Abd'li General'in açıklaması Nato ile paralel görülmüştür. Ayrıca çağırıldığı halde Türkiye'ye dönmeyen ve bulundukları ülkelerden iltica talep eden Nato'da görevli Türk subayların olduğuda açıktı. Anayasal Düzene Karşı Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen koordinesinde Savcı Mustafa Gökçe'nin NATO'cu subaylara ilişkin yürüttüğü soruşturmada önemli detaylara ulaşılmıştı. Birçok ülkede faaliyet yürüten NATO karargahlarında 462 Türk subayın görev yaptığı bunlardan aralarında generallerin de bulunduğu 237'si hakkında FETÖ'den adli ve idari işlem yapıldığı medyada yer buldu. Bu orana göre Nato'da görevli Türk subaylarından yarısı iltica talebinde bulunmuş yani kalkışmaya destek vermişti. İncirlik üs komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van'ın ise yine Nato'ya sığınmak istemesi tepkileri Nato'ya yöneltmişti. Washington Post gazetesi ise dönemin Abd Dışişleri Bakanı Kerry fnin gTürkiye fnin NATO üyeliği tehlikeye girebilir h dediğini yazmıştı. Financial Times gazetesinin haberinde ABD ve Avrupa Birliği fnin Türkiye fde toplu tasfiyelerin yaşanmasından endişe duyduğu ve Ankara fyı uyardıkları aktarıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg darbe girişimiyle ilgili olarak Türkiye hükümetine demokratik değerlere bağlı kalması konusunda uyarıda bulunduğu gündeme gelmişti.

Türk siyasi tarihinde ilk kez Abd karşıtlığı Nato karşıtlığı ile doğru orantılı bir seyir izleme rotasına girmişti. Irak'ın Abd tarafından işgali 4 Temmuz 2003 Türk askerinin başına Abd askerlerince çuval geçirme hadisesinin yaşandığı dönemde bile Türkiye'de yükselen Abd karşıtlığına rağmen Nato üyeliği geniç çapta ve yüksek perdeden sorgulanma gereği duyulmamıştı.

15 Temmuz'dan sonra Türkiye'nin Nato üyeliğinin sorgulanması resmi raporlarada yansımıştır. Türk Ordusu Fetö/Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili hazırladığı resmi raporda ilk kez Abd ve Nato'yu hedef gösterdi:

"Pkk'nın liderinin yakalanarak ülkemize getirilişi ile Fethullah Gülen'in Abd'ye gidiş tarihleri arasında çok kısa bir zaman dilimi vardır. Fetö/Pdy'nin lideri yıllardan beri Abd'de yaşamaktadır. Son 15 yılda Abd'ye yüksek lisans ve doktora maksatlı eğitime veya bu ülkedeki milli veya Nato daimi görevlerine gönderilenlerin sayısı sürekli artmıştır. Bu personelden darbe girişimine fiilen iştirak eden Feö/Pdy ile iltisaklı olduğu tespit edilenlerin oranı dikkat çekecek boyutta yüksektir. "

Nato karşıtlığı ya da temkinli bakışı ile alakalı bir diğer gelişmede 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk'ün tutuklanması olmuştur. Nato konsepti meydana gelebilecek ani terör olaylarıyla ilgili 48 saat içerisinde müdahale stratejisini belirlemiş ve bunu Almanya Fransa İtalya ile Türkiye'nin aralarında bulunduğu altı adet kolordu komutanlığı üstlenmişti.

Bu görevi ifa edecek Türkiye kuvveti ise 3. Kolordu Komutanlığı olduğundan bu komutanlık halk nezdinde Nato komutanlığı olarak anılmıştır. 3. Kolordu Komutanı'nın tutuklanması devletin Nato veya Nato ile ilişkili bir kuvvete müsamaha göstermeyeceği anlaışını ifade etmiştir.

Pyd'nin Abd Tarafından Silahlandırılması

Abd Ortadoğu stratejisinin önemli bir ayağını Suriye ile alakalı uygulamaya koymak istediği planlar oluşturmaktadır. Suriye ve Lübnan'ın tasfiyeleri Ortadoğu'da yeni bir iç savaş düzenini başlatmakla kalmayacak jeopolitik etki alanını kaybetmeye yüz tutacak İran'ın farklı arayışlara girmesiyle Türkiye ve İran'ı karşı karşıya getirebilecek programa zemin hazırlayacaktır. Lübnan Başbakaını Saad Hariri'nin Riyad'a gerçerek Lübnan Hizbullah'ını hedef göstermesi İran'ın Rakka tahliyesine müdahil olma beyanından sonra Devrim Muhafızlarına saldırı düzenlenmesi Suriye'de Pyd'nin ordulaştırılma çalışmalarına ağırlık verilmesini hızlandırıcı bir sürece işaret etmektedir. Türkiye Milli Güvenlik Kurulu nezdinde Pyd'yi terör örgütü sınıflandırmasına almış Abd'nin bu yapıyı silahlandırmasını resmi makamlarca eleştirdiği gibi Mgk toplantılarıylada dikkat çekmiştir. Mgk toplantılarında Pyd ile Nato'nun direkt ilişkisi üzerinde durulmamasına rağmen özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra Abd Nato ile denk bir tanımlamaya tabi tutulduğu için Mgk açıklamaları aynı zamanda Nato eleştirisi olarak okunabilir. Kasım 2016 tarihli toplantıda şu ifadelere yer verilmiştir:

"BAZI ÜLKELERİN PKK/PYD-YPG VE FETÖ/PDY LEHİNE ÇİFTE STANDART UYGULADIKLARI MENSUP VE DESTEKÇİLERİNE KOL KANAT GERDİKLERİ BUNLARI MAKSATLI OLARAK FARKLI ŞEKİLDE TANIMLADIKLARI VURGULANARAK BU ÜLKELER TUTUMLARINI DEĞİŞTİRMEYE DAVET EDİLMİŞTİR. "

Abd adı açıkça telaffuz edilmemekle birlikte bu ülkenin kastedildiği açıklamadan oldukça net anlaşılmaktadır.

Mayıs 2017 Mgk toplantısında ise:

"Türkiye'nin beklentisi gözardı edilerek Suriye Demokratik Güçleri kisvesi altında faaliyet gösteren PKK/PYD-YPG terör örgütüne uygulanan destek politikasının dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağı vurgulanmıştır" açıklamasına yer verilerek yine Abd işaret edilmiştir. Hulasa artık Abd'yi Nato ile aynı kabul eden bu sistemin ise Türkiye'ye yönelik yıkıcı ve zedeleyici faaliyetleri koordine eden bir yapı olduğu resmi kurum ve belgelerce ifade edilmekteydi.

Norveç Nato Tatbikatında Skandal

Norveç'te 8-17 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 'Trident Javelin' adlı dijital NATO tatbikatı sırasında bir teknisyen Atatürk büstünü 'Düşman Liderler Biyografisi'ne ekledi. Türkiye asıllı Norveçli bir ordu çalışanı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan adına açılan bir hesaptan "Büyük mutlulukla duyurmak isterim ki SAA 20 NG füzelerinin teslimi konusunda Türkiye Cumhuriyeti ile FOS (tatbikatta varsayılan düşman ülke) arasında anlaşmaya varıldı. Teşekkürler başkan Blixen (düşman ülke lideri Putin olarak yorumlanıyor)" mesajını attı. Bu olayın TSK mensubu bir binbaşı tarafından fark edilmesi sonrası Türkiye askerlerini tatbikattan çekti.

Cumhurbaşkanı bu olayı şu keilde izah ediyordu:

"Bu tabloda Atatürk'ün resmi ve bir tarafta da şahsımın ismi var. Hedefte bunlar. Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB'den sorumlu Bakanımız onlar da Kanada yolundaydı bizi aradılar. 'Böyle böyle bir durum var. Bu tatbikat da Nato tatbikatı. 40 tane askerimiz var biz şimdi bu askerimizi çekme kararı verdik çekiyoruz. ' dediler. Dedik ki 'Tabii hiç durmayın hemen. Velev ki o hedefler kaldırılsa dahi 40 askerimizi süratle oradan çekin. ' Böyle bir ittifak böyle bir müttefiklik olamaz. "

Nato tatbikatında yaşanan bu skandal ile ilgili en sert tepki Vatan Partisi'nden gelmiş ve Nato'ya Hayır haftası başlattıklarını duyurmuşlardı.

Adalet ve Kalkınma Partisi'ni pek çok konuda eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

"Biz güçlü itibarı olan bir devletiz. Biz demokrasiyi insan haklarını savunan bir devletiz. Türkiye'ye yönelik eleştiriler olabilir buna itirazımız yok ama hiç kimse Türkiye'nin yöneticilerine ve tarihine hakaret edemez. Bunu şiddetle kınıyoruz"

sözleriyle olayın devlet meselesi durumunda bulunduğunu ve kabul edilemeyeceğini belirtmişti.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Twitter adresinden yaptığı açıklamada :

"NATO'nun maksatlı ve marazi çürümüşlerin eylemlerini pardonla örtemeyeceği bellidir yanlış anladınız sorumluları işten attık ucuz yaklaşımlarıyla dibe oturmuş art niyetliliğini tedavi ve telafi edemeyeceği nettir... Yarım asrı geçen süreden beri ayağımıza dolaşan faydasından çok zararını çektiğimiz askeri veya sivil küresel organizasyonların milli gerçeklere uygun milletimizin beklentilerine müzahir şekilde tekrar yorumlanması kaçınılmazdır.

NATO yokken biz vardık şayet ve gerekirse biz bu yapının içinde olmazsak da dünyanın sonu değildir. "

ifadeleriyle Ak Parti ve Chp'den daha radikal bir öneri getiriyor ve Türkiye'nin Nato'dan ayrılma ihtimaline karşı olmadıklarını belirtiyordu. Aslında bu durum Türk siyasi tarihindeki dengelerin ne derece değiştiriğinin göstergesidir. Yıllar boyunca Mhp Türkiye'de ki sol çevrelerce Nato Milliyetçiliği yapmakla itham edilmiş 27 Mayıs 1960 askeri girişiminin popüler aktörlerinden ve ihtilâl bildirisini radyodan okuyarak "Nato'ya Bağlıyız" ifadesini duyuran Alparslan Türkeş'in Nato çizgisinin takipçisi olduğu yönünde teorilere yer vermiştir. Özellikle Aydınlık grubunun "Kontrgerilla" kitap serileri Mhp'yi Nato'nun Türk siyasi sitemindeki aparatı olarak yorumlayan tazleri içermekteydi. Oysa gelinen noktada Türk Güvenlik Sistemiyle ilgili bir durumda Mhp Vatan Partisi Ak Parti ve Chp en azından açıklamalarıyla aynı eksende bulunabileceklerini göstermişlerdir. Bu fikir ve beyan birlikteliği yakın dönem Türk siyasi tarihinde 15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra ve Eylül ayında Türk askerine sınır ötesi operasyon tezkeresi oylamasında görülmüştür.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu:

"Bütün darbelerin ve savunma sanayinde bağımlılığın arkasında NATO vardır. NATO üyeliğimizi gözden geçirmemizin zamanı gelmiştir. Üyesine her türlü düşmanca tavır içinde olan bu kurum bizim için olmazsa olmaz değildir"

diyerek yıllardır tartışılan Nato- Askeri Darbeler ilişkisini yeniden gündeme taşımıştı. Esasen Nato karargahında planlanan bir Türk askeri darbesi bulunmamakla birlikte her darbenin Abd nezdinde tanındığı bir gerçekti. Bunun temel sebebi askeri yönetimlerin Uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istemesi sebebiyle Abd ve Nato ile yakın ilişkilere yakınlaşması Abd'nin ise yeni yönetimden yeni tavizler sağlayabilme gayesi bulunmaktadır. Yani indirgemeci olarak Türk darbelerini yalnızca dış odaklı bir güce bağlamak ya da tamamiyle içsel potansiyelden kaynaklı bir girişimin neticesi olarak nitelendirmek gerçekçi değildir. Darbelerin yüzlerce faktörü bulunmakla birlikte bir sonuç olduğu unutulmamalıdır.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'ın Türkiye Nato'dan ayrılmayı düşünmüyor beyanı ve gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Bekir Bozdağ'ın "Türkiye Nato'ya katkı yapmayı sürdürecek" ifadeleri Türkiye'nin kısa vadede Nato'dan ayrılma stratejisinin olmadığını göstermekteydi.

Türkiye Nato İlişkilerinin Geleceği

Nato karşıtlığının ilk kez bu denli yüksek olduğu Türkiye'de Nato eleştirilmesine hedef gösterilmesine karşıt kampanyalara mağruz kalmasına rağmen Türk güvenlik sisteminde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Türkiye'nin Nato'dan ayrılma stratejilerini inceleyen emekli Binbaşı Erol Bilbilik iki model üzerinde durmaktadır:

Fransa Modeli Nato'dan Çekilme:General De Gaulle Fransa'yı Nato'nun askeri kanadından çıkararak Nato'dan çekilmeyi gerçekleştirmiştir. Nato'nun diğer organlarında faaliyete devam etmiştir.

İsveç Modeli Nato'dan Çekilme: İsveç Başbakanı Göran Persson İsveç'i geleneksel tarafsızlıktan ttifaksızlığa geçirerek Nato'ya girişini önlemiştir. Buna karşın İsveç Silahlı Kuvvetleri'nin Nato güçleri ile ortak tatbikatlara ve BM Başkanlığında oluşturulacak Barış Gücü Kuvvetleri'ne katılmalarına olanak tanımıştır. (Bilbilik 2008:152)

Bilbilik'in önerdiği modeller incelenmeye değerdir fakat Uluslar arası güvenlik konseptinin güncelliğine uygun değildir. Öncelikle Nato'nun askeri kanadından çekilen Fransa 2009 yılında yeniden Nato'nun askeri kanadına dönmüştür. Bir diğer husus ise İskandinav ülkesi olması sebebiyle neredeyse ordusu bile bulunmayan İsveç örneğinin Türkiye jeopolitik gerçekliğiyle uyumlu olmadığıdır.

Son dönemde artan Nato karşıtlığını belirli gruplar altında tasnif etmek mümkündür:

a)Aydınlıkçıların başını çektiği Nato ile ortak tatbikatlar dahil olmak üzere bütün ilişkilerin kesilmesi bölge ülkeleriyle ve sonrasında Rusya ile eşgüdümlü bir güvenlik yapılanmasının takibi

b)Bilbilik modelini paylaşan ulusalcıların görüşlerine göre Nato'dan çıkılması fakat gerekirse ortak çaba ve çalışmalarda bulunulması

c)İktidar partisini destekleyen muhafazakârların tezlerine göre Nato'dan çıkılması ve bunun yerine bölge ülkeleriyle ya da İslam ülkeleriyle yeni bir ittifak modelinin hayata geçirilmesi

d)Siyasi milliyetçiler ve Türkçüklere göre Nato'dan çıkılması ve Türkiye'nin Asya merkezli politik bir perspektif oluşturması

e)Nato'nun hataları olduğunun kabul edilmesiyle birlikte şu anda Nato'dan ayrılmanın pratik bir fayda sağlamayacağı Türkiye'nin Nato üyesi olarak fakat dengeli bir dış politika dahilinde stratejiler belirlemesi görüşünü paylaşanlar

f)Nato'dan çıkılması bunun yerine Türkiye'nin hiçbir yere bağlı kalmadan kendi güvenlik pakt mekanizmasını uygulamaya koymasını savunanlar

g)Nato'dan çıkılması ve aktif tarafsızlık ilkesi gereği hiçbir pakta dahil olunmaması gerektiğini savunanlar

h)Nato ve Abd ile ilişkilerin eskisi gibi aynı şekilde devam ettirilmesinde ittifak edenler

Nato hususunda kamuoyu parçalı bir model sergilemekle beraber Türkiye Nato birlikteliğini sorgulayıcı bir kapsamda değerlendirme skalasına sahip olmuştur.

Bize göre ise Nato karşıtlığı ve Türkiye Nato ilişkilerini sonlandırmanın meclisteki hiçbir parti programında yer almaması Nato'ya karşı sahip olunan tepkisel davranışların siyasi ve pratik uygulamalarının bulunmadığını göstermektedir.

Türkiye Nato ayrılığı Türk askeri sisteminin talimnamelerinden ordu yapılanmasına tekonolojisinden teçhizat sistemine kadar 10 yıl ve ötesini kapsayan bir değişimi kapsayacağı unutulmamalıdır. Bu durum ise neredeyse yeni bir ordu kurmakla eşdeğerdir ve Türkiye şu anda bu girişimin altından kalkabilecek mahiyette değildir.

1826'da yeni bir ordu kuran Türk Devleti 1827'de donanmasının yakılmasını izlemiş 1830 yılında ise Yunanistan'ın bağımsızlığını askeri açıdan hiçbir şekilde önleyememişti.

Paktlar üzerinde yükselen bir dünya sisteminde Türkiye'ye Kuzey Kore şablonu modelleri sunmak asla gerçekleşemeyecek bir durum olduğu gibi Türk Rus ya da Türk Avrasya yakınlaşmasının Rusya tarafından ne şekilde okunduğuda izaha muhtaç bir analizdir. Buna göre Rusya'nın Abd stratejisinden oldukça ayrı kaldığı düşünülemez zira Suudi Arabistan tasfiyelerinden zonra Brent Petrolünün varil fiyatının 65 dolara yükseltilmesi ihracatının üçte ikisi enerji kaynakları tarafından karşılanan Rusya'ya yapılmış jestten başka bir şey değildi.

Kurduğu Savunma Üniversitesi'nin enstitülerini bile faaliyete geçirememiş Harp Akademisi-Savunma Üniversitesi dönüşümünü tabela değişimi ve garnizondaki 'Kravatlı' sayısının arttırılmasından ibaret yorumlamış Türkiye'nin hiçbir Uluslar arası savunma stratejisinin bulunmayışı Türkiye'nin Nato üyeliğinden çok daha vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır.

================================

"Gülen ve Mehmet Şevket Eygi elemanımızdı !"

Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin Fetullah Gülen ve Mehmet Şevket Eygi'nin 1959'da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildiğini öne sürdü.

Milliyet gazetesi yazarı Tunca Bengin İsmail Hakkı Pekin'in bir TV programında yaptığı açıklamaları bugünkü köşesine taşıdı.

Tunca Bengin "FETÖ'cülerin yargıya askere polise üniversiteye bürokrasiye kısaca devlete nasıl sızdıkları artık sır değil. Bunun 1950-1960'lı yıllardan başladığı ve uzun yıllar Fetullah Gülen'in nasıl korunup kollandığı da... Örneğin Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin geçenlerde bir televizyondaki tartışma programında 'Fetullah Gülen Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959'da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildi. Görevleri Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi. 12 Eylül'den sonra yakalanan Fetullah Gülen'in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı' dedi. "

"Bunun üzerine biz de Pekin'i aradık ve bu konunun detaylarını sorduk. Tabii öncelikle de Fetullah Gülen'in Özel Harp Dairesi elemanlığını... Yanıtı şuydu" diyen Tunca Bengin yazısını şöyle sürdürdü:

"Bu adamlar kanaat önderleri olduğu için ister istemez böyle bir teşkilat gözardı edemez bunları. Mutlaka içine alması lazım. Önemli olan teşkilatlanan bu kişilerin kontrolü. Yani devletin bunları kontrol etmesi gerekiyor. Çünkü bu güçlendikten sonra yavaş yavaş ABD'nin kontrolüne geçmiş bir adam. Tabii ABD istihbaratı da böylesine önemli bir örgütü bırakmak istemez. '

Fetullah Gülen Özel Harp Dairesi'nin adamıydı yani?

Evet. Özel Harp Dairesi'ne bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu'nun elemanıydı. Eleman muvazzaf subay gibi daimi görevli değil. Bunlar ismen kaydedilmiş gerektiğinde kullanılmak üzere adamlar. Yerleri hareket tarzları belli ve bütün bunlara bir takım kolaylıklar sağlanmış bir takım haklar tanımışlar. Siyasiyse desteklenmiş tüccarsa ihalede kredi verilmede kolaylık sağlanmış ya da kanaat önderiyse bunların faaliyetlerine müsaade edilmiş falan gibi. Hatta 1980 yılında İzmir'de Sıkıyönetim Komutanı amiral Fetullah Gülen'i tutukluyor fakat daha sonra serbest bırakıyor.

Neden tutuklanıyor?

Sıkıyönetim kararlarına aykırı faaliyette bulunuyor diye. Çünkü arananlar listesinde ismi var. Büyük ihtimalle şikayet olmuştur. O zamanlar ben yüzbaşı olarak Bursaznik'te görevliydim. Orayla ilgili de bir sürü şikayet vardı. Yani bu Fetullahçıların insanları etkilediği gemi azıya aldığı gibi şikayetler vardı. Ama bu şikayetlerin üzerini örttüler. Çünkü o zamanlar kullanıyorlardı bu adamları. Onun için herhangi bir şey söylemediler üzerine gitmediler.

Nasıl serbest bırakılıyor?

Fetullah Gülen'i bıraktırmak için önce Deniz Kuvvetleri Komutanı arıyor sonra Kara Kuvvetleri Komutanı telefon ediyor. En son Kenan Paşa'nın telefonundan sonra serbest bırakılıyor.

ABD'nin telkini de olabilir mi?

O da olabilir. Fetullah o zaman ABD'nin kontrolüne geçmiş ve telkin bir şekilde ABD büyükelçiliğinden olabilir tabii... Doğrudan Kenan Paşa'ya mı söylerler? Sanmıyorum belki de etrafındaki kişilere söylemişlerdir onlar etkilemiş olabilir. Çünkü bir kanaat önderinin o zaman için önemi çok fazla. Özellikle 12 Eylül'ün belli bir aşamasından sonra partilerin kapatılması ve alınan tedbirlerle ilgili Türkiye'de büyük bir tepki oluşmuştu. O tepkiyi azaltmak için de bunlar kullanılmış... Daha sonra gelenler de oy kaygısıyla kullanmışlar. Fetullah'ın bu kadar çok devlet içine sızmasının nedenlerinden bir tanesi her iktidar döneminde kullanılmaya elverişli olması ve her iktidar döneminde kullanıldığı içinde devlette çok kritik yerleri kapmasından kaynaklanıyor.

Devletin Fetullah'ın kim olduğunu bilmemesi mümkün değil yani?

Bu açık ve net devletin bilmemesi mümkün değil. Devlet dediğimiz zaman ben bürokrasiyi emniyeti silahlı kuvvetleri de falan kastediyorum oların hepsi biliyor bu adamın ne olduğunu. Siyasiler de biliyordu..."

================================

KENDİNİ KÜRT SANAN MALAKAN

HÜLYA AVŞAR'A AÇIK MEKTUP:

HÜLYA AVŞAR bir itirafta(!) bulunmuş; "HEP SAKLADIM AMA BEN ASLINDA

KÜRDÜM. . BABAMIN ADI ASLINDA ŞU. . BANA DA KÜÇÜKKEN ASLINDA "MALAKAN"

DERLERDİ. . BİZ "AVŞAR AŞİRETİ"NDENİZ. . "

10Şimdiiii cahil kadın;

1- Kürt olmakta hiçbir beis yok. . Kürt olmak utanılacak ayıplanacak

dolayısıyla saklanacak birşey değil. . Önce bunu not et. .

2- "AVŞAR AŞİRETİ" diye bir şey yoktur. . Sözünü ettiğin "AVŞAR" 24 Oğuz

boyundan biridir ve AŞİRET OLAMAYACAK kadar büyüktür. .

3-"Bana MALAKAN derlerdi" demişsin. . Al tarihten bir not;

"Dönemin çarı Rus Ortodoks Kilisesi'nden ayrılan'Malakanizm' inanışını

tehdit olarak algıladığı için Malakanlara karşı sert tedbirler alır.

Önce sakallarını bıyıklarını kesmeye ardından askerliğe zorlar

onları. İnanışlarına ters olan bu zorlamalara dayanamayan Malakanlar

Tiflis Kırım Erivan Bakü bölgelerine göçer. Çar bununla da

yetinmeyip kırılmaları için Malakanları 1876-1877 Osmanlı Rus

Savaşı'nın ardından ele geçirilen Kars ve civarına sürer. Ancak

beklenenin aksine yöre halkı Çar'ın zulmünden kaçan Malakanlara sahip

çıkar. "

4- Rus zulmünden kaçıp Kars'a gelen dedelerin ve akrabaların Türkiye'yi

terkettiklerine bin pişman sen de kalıp memleketin ciğerini bile

yemişsin. .

Bunca şöhret bunca ekmek bunca saltanatı yaşamadan önce aklın

neredeydi? İbrahim TATLISES'in kollarına atlamadan önce sana "MALAKAN"

dendiğini hatırlamıyor muydun? Ve

5-Bak aşağıdaki linkte Kars'ta yaşayan bir MALAKAN'ın PETRO'dan

olma BENDELİNA'dan doğma Lavrenti TÜRKSEVEN'in anlattıklarını oku. .

Oku da vefa neymiş kimlik neymiş kişilik neymiş gör. .

MALAKANLAR Beyaz Rus. . Bildiğin Rus. . Üstelik Rusya'dan ve Rus

Çarı'ndan kaçış sebepleri "DİNİ İNANÇLARI. " Ortodoksluğu farklı

değerlendiren bir toplum ORTODOKS'tan kaçıp MÜSLÜMAN TÜRK'e

sığınmışlar a utanmaz. . Ve sen de TÜRK'ün bu VEFASI'na borçlusun sahip

olduğun herşeyi ama herşeyi. . Şimdi en dar gününde kalkıp TÜRK'e

düşman zihniyetin "ALGI OPERASYONUNDA" rol alıyorsun öyle mi?

Bugün kalkıp "HANİ ENTEL-DANTEL NE KADAR ŞUURSUZ VARSA MODA OLDU YA"

sen de Rus'tan Kürt üretmeye çalışıyorsun. . Bi bu model eksikti zaten. .

Bak sana bir sır vereyim MALAKAN'ların tarihte en çok çektiği üç şey

var; Biri Rus Çarı ikincisi ERMENİLER üçüncüsü de başımızın belası ve

bugün BÖLÜCÜLER diye tanımladıklarımız. . Karşına YILMAZ ERDOĞAN'ın

kuzeni oturunca Kürt olduğunu söylüyorsun bir RUS'u oturt da aklın

asıl o zaman açılsın. .

Ataların VEFALI TÜRK'e VEFA gösterdikçe hainin işbirlikçinin hedefi

olmuş. .

Sakladığın şey Kürtlük değil bilmediğin şey küçükken sana neden

MALAKAN denildiği. . Babaannenin adı "DADUK"muş. . Ortaasya Türkçesi'nin

birçok sesini ve özelliğini taşır Giresun şivesi kelimelerini de. .

DADUK "Tatlı" anlamındadır. . Hadi git Barzani'lerin çevresinde ara

şimdi o ismi. .

Şimdi sana son bir sır daha vereyim. . Birçok röportajında ÇOCUKLUĞUNDA

YARAMAZ OLDUĞUNU SÖYLÜYORSUN. . Bak büyüklerimiz bize kızdıkları zaman

hakaret amacıyla değil ama işte u ya da bu" derlerdi. . Sana MALAKAN

denmesinin sebebi de büyük olasılıkla budur ha. . Yoksa o kadar

ÇALIŞKAN YERLEŞTİKLERİ YÖREDE BU KADAR SEVİLEN bir topluluktan olman

zaten eşyanın tabiatına aykırı. .

AVŞAR'lar Kayseri'de yoğundur. . Yine SAZAN AKSU'ya itiraz ettiğin bir

röportajında "DEDELERİM KAYSERİ PINARBAŞI'NDAN GELMİŞ. . BİZ AVŞAR'IZ"

deyişini hatırlattı Ahmet ŞAFAK. . Tayyip ERDOĞAN'ın tekerlemesindeki

gibi; NERDEEEEN NEREYE ?

İnsan elbette bilmeli ne olduğunu. . Ama "Ne olursan ol gel" diyen gönül

zenginliğinin coğrafyasını dağıtmaya çalışanlara TEŞNE olmadan. .

Son olarak;

Zamanında GÜZELLİK KRALİÇESİ olmuştun ama tacın geri alınmıştı değil

mi? Yarışmada da olsa KRALİÇELİK bir ASALET ister bir SOY ister. .

Hayatın ve kaderin şaşmaz terazisi belki de SOYUNU bilmezden o tacı

geri almak. .

Son olarak ifade edeyim ki hayatta hiçbir şey tesadüf değilmiş. . Bi

nevi kaşar olan MALAKAN PEYNİRİ'nden geldi aklıma. .

ENGİN ALAN

https://www.turkishnews.com/tr/content/2015/03/16/kendini-kurt-sanan-malakan/

================================

TELLAK PEŞTEMALI

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş "Kuran ile olmayan çocuklar şeytan veya şeytani insanlarla beraber olur" dedi.

Tellak Peştemali nedir bilir misin Diyanetin Başkanı Ali Erbaş

Kapı girişine konulan ahşap veya çelik dolap üzerinde duran ve belden aşağısını örtmek için kuşanılan dokuma bezdir. Hamamın sarf malzemelerinden birisidir.

İşletme sahibinin müşterilerine hizmet amacıyla satın aldığı bir maldır.

Peştemal cansız bir varlıktır ama konuşur.

Onu örtünen tellakın beden dili ile niyetini anlatır.

Diz altında veya diz üstünde durması ise tellakın vereceği hizmetin sınırlarını belirler.

Gevşek bağlanırsa belde durmaz kayar ve aşağı düşer.

Dar bağlanırsa bir yerleriniz ortaya çıkar.

***

Şeytan nedir?

Neye benzer veya var mıdır yok mudur bilemiyorum.

Ortak düşünce;

Tanrı tarafından ateşten yaratıldığı söylenen bir varlık…

Ben ateşten yaratılan bir varlığın erkek çocuklarına tecavüz ettiğini görmedim.

Tecavüze uğrayan sabilere "Bir defadan bir şey olamaz" dediğini de işitmedim.

Ya da bebek yaştaki kız çocuklarına nikah kıyıp onlarla yattığına da şahit olmadım.

Kapıları kilitleyip çocukları diri diri yaktığına ve daha sonra suçluları akladığına da rastlamadım.

Ben şeytanı bilmem Diyanetin Başkanı…

Ben bunları yapanları bilirim.

Bir de hamamların israf malzemesi olan TELLAK peştamalı ve onu kullanan tellakı bilirim.

Bırak benim çocuğum TELLAK Peştemalına benzer yaratıklarla birlikte olacağına şeytanla birlikte olsun.

Daha az korkar daha az endişe duyarım. En azından bir gurura ve onura sahiptir diyerek teselli bulurum.

Eğer bir ressam olsaydım ve benden şeytanı çizmemi isteselerdi…

Peştemal gibi kullanılan tellakın niyetini anlatan bir insan portresi yapardım ve size hediye ederdim Ali Erbaş…

Sevgiyle kalın

NOT:Namusu şerefi ve onuruyla bu meslek dalında hizmet veren emekçi dostlarımı tenzih ediyorum. Anlatılmak istenen konuya örnek olarak verilmiştir.

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/09/tellak-pestemali/

================================

ONUR DİKMECİ : BİR BURJUVA DEVRİMİ OLARAK FRANSIZ İHTİLÂLİ'NDE JAKOBENLER MASONLAR VE İLLUMİNANTLAR ETKİSİ Mİ?

9 Aralık 2018 Pazar

Onur Dikmeci

Fransız İhtilali'nin iç nedenlerinin başında gösterilen sebepler arasında ekonomik durumun özellikle İngiltere ile yapılan Yedi Yıl Savaşları'ndan sonra gittikçe bozulduğu halkın derebeylik döneminden bile daha zor sosyal ekonomik koşullara düştüğüdür. Buna mukabil Kraliyet Ailesi'nin elit durumu ve Kraliyet Sarayı Versailles'da gerçekleştirilen muazzam harcamalarla adeta başka bir devlet gibi görüntü çizmesi tepkilari oldukça artırıyordu. Öyle ki artık kral Paris'de dolaşamaz olmuştu.

Fransa bir ulusal devletti fakat feodalite siyasi olarak etkisini yitirmesine rağmen sosyal ve siyasi olarak devlet içerisindeki ayrıcalığını koruyordu. Bunun dışında Fransa parçalı bir toplumsal yapıya sahipti.

Soylular nüfusun yüzde ikisini oluşturan fakat ülke topraklarının neredeyse dörtte birine sahip olan ve en üstte yer alan tabakaydı. Ordunun ve din adamlıklarının en üst rütbelerine atandıkları gibi vergi ödemezlerdi. İmparatorluğun ekonomik olarak zora girmesi ve ek vergiler koymak istemesine şiddetle karşı çıkmışlar ve adaletsiz vergi düzeninden taraf olmaya devam etmişlerdir. Papazlar ayrıcalıklı ikinci sınıftı. Ülkenin papaz nüfusu yüzde bir olmasına rağmen kilisenin toprakları ülkenin yüzde onuna denk düşmekteydi.

Burjuvalar ise ticaretle uğraşan toplumsal tabakada üçüncü sınıfı oluşturan gruptu. Aralarında aydın çok sayıda bulunurdu. 17. yüzyıldan itibaren güçlenmeye başladılar vergilerini ödedikleri halde siyasi haklardan yeterince yararlanamamışlardır. Bu sınıf özellikle soylulara tanınan imtiyazlara karşı çıkıyordu ve Fransız Ayaklanması işte bu grup tarafından organize edilecekti.

En alt sınıf ise köylülerdir. Nüfusun büyük bölümünü oluşturan büyük yük omuzlayan ancak her geçen gün yaşam koşulları zorlaşan köylüler her siyasi haktan yoksun durumdaydılar.

Bu iç nedenlerin dışında ihtilale sebebiyet veren dış nedenler üzerinde durmamız gerekiyor. Bunlardan birincisi aydınlanma düşüncesidir. Özellikle Rönesans Reform hareketleri skolastik kalıpları sarsmış ve akıl kavramını merkez almıştır. İkinci neden ise Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve savaşın olumlu sonuçlanmasıdır. Bu savaşta yer alan Fransızlardan ülkelerine dönenler Bağımsızlık ve Bağımsızlık Bildirisi gibi kavramları gündeme getirmeye başlamışlardır.

Montesquieu'nun Kanunların Ruhu ve Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi adlı eserleri temel olmuştur. İlki yasama yürütme ve yargının ayrılması ve kuvvetlerin birbirlerini durdurması gerektiğini öne sürmekteydi. Diğeri ise insanların kendi aralarında yaptıkları sözleşmeyle devleti kendi iradeleriyle kurduklarını anlatarak egemenlik anlayışını değiştirmiştir.

Voltaire ise feodel sisteme ve kiliseye karşı çıkmıştır. Ona göre katoliklik peşin hüküm ve bağnazlıkla eşdeğerdir. Bunun dışında dine toptan karşı değildir. Din olmadan küçük bir köyü bile idare etmek mümkün değildir. Din ile papazları kesin olarak birbirinden ayırmaktadır dine inanılmalı fakat papazlara kesinlikle itibar edilmemelidir.

5 Mayıs 1789'da ekonomik soruna çözüm bulmak için toplanan Etats Generaux çalışma süresi içinde yeni bir anayasa hazırlanmasınıda gündeme getirdi. Böylece meclis ihtilalci bir vaziyet almış oldu. Paris'te halkın desteği ve kralın yabancı korumalarına karşılık halktan oluşan ulusal oldu Prais Belediyesi'ni ele geçirdi ve Bastille Hapishanesi'ni basarak mahkumları aralarına kattı. Tarih kitaplarının bazıları Bastille'de bulunan mahkumların düşünce suçluları olduklarını kaydetmiştir. Oysa Bastille adli suçluların ağırlıkta bulunduğu bir cezaevidir.

İhtilal ve izleyen süreçte kral kraliçe ve hanedanlığa mensup bazı üyeler idam edilmiştir. Bu evre siyasi literatürde terör dönemi olarak adlandırılır. Özellikle hanedanlık mensupları ve din adamlarına karşı uygulanan sert cezalandırma yöntemleri ve bu yeni dönemin iddia ettiği gibi her bakımdan rahat müreffeh bir ortam sunamaması eleştirilmiş ve ihtilalin masonik yahudi komplosu olduğu yönünde teoriler işlenmiştir. Gerçekten de ihtilal öncesi süreci ve sonrasında ülkedeki mason locaları ve cumhuriyetçi tepeden inmeci jakoben klüplerinin sayılarında artma görüldüğü gibi ihtilalin öncüleri aydınların ekseriyeti masondu.

Murat Sarıca 100 Soruda Fransız ihtilali isimli kitabında bu konuyu bilimsel olarak izah etmeye çalışmıştır:

" Masonluk Fransa'ya İngiltere'den geçmiş olan örgütli bir fikir akımıdır. Mason belgelerine göre Fransa'da 1776 yılında 198 olan locaların sayısı 1789 yılında 629'a yükselmiştir. Aynı yılda mason biraderlerin toplamı otuz bin çevresindedir. Touchard'a göre bu dönemde Montesquieu Diderot d'Alembert Helvetius Voltaire II. Frederik Lessing Herder Mozart Washington Franklin belki de Kant masondurlar.

1733 yılında amson locaları başkanı olan Ramsay'e göre masonluğun o dönemde dayandığı temel düşünce insanlığa hizmet ve insan sevgisidir. Amacı vatan sevgisine sırt çevirmeden insanların güzel sanatlar erdem bilim ve din yoluyla yakınlaşmalarını ve kardeşliği sağlamaktır. Böylece bütün milletlerin insanlığın ortak malı olan ve insanlığı mutlu kılan ürünlerden yararlanmaları mümkün olacaktır.

Touchard'ın belirttiği gibi Fransız İhtilalinin patlamasında önemli rol oynadığını savunan ve 1940'larda revaçta olan görüşün gerçeklik payı son araştırmaların ışığında sanıldığı kadar fazla değildir.

Theodore Ruyssen ihtilal öncesinde mason localarında monarşiye karşı bir komplo hazırlandığına dair hiçbir işaret olmadığını belirtmiş öte yandan masonluğun okültizim ve mistisizm ile bağları üzerinde durmuş bu akımın akılcılğıa karşı oluşuna işaret etmiştir. "

Bize göre bu cümleler masonluğu aklamak yerine masonluğun esas misyonun açıklamaya yöneliktir. Özellikle masonluğun okültizmle bağına vurgu yapmak masonluğun ihtilal içeirisinde yer alıp almamasından çok daha önemlidir. Gerçekten de masonluk semavi dinler ve ideolojiler ile açıklanamayacak kadar pagan kökleri bulunan bir öğretidir. İhtilallerin ana dinamosu masonluk olmasa bile bu durum okültizmin cemiyetlerde yaşatıldığını ve bu cemiyetlerden birinin de masonluk olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Türk siyasi ve kültürel literatürüne Yahudi karşıtlığını ilk sokanlardan olan ve masonlarla ilgili çalışmalarda bulunmuş Ziya Uygur masonların siyasi ve askeri zümreyi sardığından bahseder:

" Kraliçe Marie Antoniette'nin sarayı 1781'de tamamen masonlaşmıştı... Başlangıçta subay adayları pek seyrek oldukları halde ihtilale yaklaşıldığı sıralarda bunların sayısı artar fakat soğuk bir surette karşılanırlar. Büyük Maşrık'ın sicillerine göre; 1787'de faaliyet halinde 69 askeri vardır ki bu her iki alaya bir mahfil demek olur bu da en az 1800 subay ve subay adayına varır demek ki ihtilalde Fransız ordusunun hemen bütün subayları masonlaşmıştır. "

Uygur ihtilalin dine karşı olduğunada emindir. Dayandırdığı tarihi delillerle bunu ispatlamak ister.

1793'te Abbeville'den halka papazların siyahlar giyip kuklalar oynatan birtakım soytarılar veyahut Pierrolar olduğunu ve yaptıkları her şeyin para koparmak için maymunluktan ibaret bulunduğu" söylenmiştir. Aynı yıl Notre Dame Kilisesi'nde hürriyet şenliği yapılmıştır. Şenlik açıkça hıristiyanlık karşıtı bir tutum almıştır. Yapılan konuşmada akıl ve mantık isminin bu kilisenin adı olarak belirlenmesi dile getirilmiştir.

Kutlamalarda mason geleneğinin dayandığı köklerden unsurlarda yer aldı. Herşeyi gören gözlü flamalar meydanlara indirildi. Devrim simgesi mavi kırmızı beyaz elbiseli kız Kybele misali Frigya Beresiyle gösterildi. O günlerdeki yayınlarda bu durum "Büyük Anne Avrupa'ya Geri Döndü" olarak yer almıştır. Yine devrim simgesi heykellerden bazıları Greko Romen kıyafetli Frigya şapkalı kadın biçiminde yapıldı. Takvim ise kadim Mısır medeniyetinde olduğu gibi otuz altı dekana bölündü.

Devrimi izleyen süreçte Avrupa'da ve Fransa'da 1830-1848 ihtilalleri yaşanmıştır. Fransız İhtilali'nin mason-illuminant kökleri veya bu ezoterik akımların etkileri çoğu literatürde irdelenmesine karşın özellikle 1830 ihtilalleri üzerine etkileri hususunda kapsamlı bilgiler yoktur. Oysa sırasıyla burjuva ve işçi devrimleri olarakda adlandırılan süreçler en az 1789 gibi önemlidir.

Fransa'da 1848 ihtilâli

1830 ihtilâlinde yerinden edilen Kral X. Charles hükümdarlığı zamanında belirli bir kesime asillere ve kralcılara dayanmıştı. Louis-Philippe ise burjuvaziye dayanmıştır.

Louis Philippe kral olduktan sonra zengin burjuvazi ile yakın münasebetler kurdu. Sarayını burjuvaziye açtı. Bu durum kendisine karşı bir muhalefet doğurmaktan geri kalmadı. İşçi sınıfının da çıkarlarını gözetecek bir demokrasi kurulamamıştı. Louis Philippe liberal fikirlerden uzaklaşmaya başladıkça muhalefet şiddetlendi. 22 Şubat 1848 günü işçiler ve öğrenciler ayaklandılar. Halk silah satan dükkanları yağmaladı sokaklarda barikatlar kurdu. Artık Paris'te iç savaş başlamıştı. 24 Şubat günü kral oğlu lehine tahttan çekildi ve İngiltere'ye sığındı. Kurulan geçici hükümette genel oy ilkesi kabul edildi.

1848 devrimleri ile ilgili ortaya atılan görüşlerden biri bu süreçte Mısır Riti'nin bir fabrika işlevi gördüğü yönündedir. Bu rit Asyalı Kardeşler ekolünün etkisini taşıyordu. Mısır Riti'ni Masonluğa sokan kendisi bir İlluminant olan Cagliostro'dur. Aslında Mısır'ın Napolyon tarafından işgal sırasında Cagliostro Örgütü de Mısır'a taşınmış olundu böylece bu grup Mısır'daki İsmaili Masonluğu ile tanışmış oluyordu. Diğer adı Luxor Hermetik Kardeşliği olan İsmaili Masonluğu Kahire'de Büyük Doğu Locası'nı kurdurmuştu. Napolyon'da bu cemiyet tarafından Keops piramidinde bir ritüel sonucunda takris edilmişti. Kont Aziz Germian tarafından inisye edilen Samuel Honis bu Mısır Riti'ni daha sonradan Fransa'da kurumsallaştıran kişi olacaktır. İşte Fransa'ya taşınmış bu Mısır Riti'nin bir müddet yer altında örgütlendikten sonra ortaya çıktığı tarih 1848'e denk düşmektedir. Bu ekolü temsil edenlerden birisi de Komünist Ligi'nin kurucusu Karl Marx'dır. Marx'ın manifestosu mensubu olduğu localar sebebiyle yıkıcı bir illuminati komplosu olarak görülmüştür. Niyeti ne olursa olsun bu durum provoke aracı olarak kullanılmıştır çünkü Marx'ın sözcülüğünü yapan Fransa'daki devrimin lideri Memphis Riti'ne bağlı Louis Blanc idi.

Dikkat edilirse bu evrede bahsettiğimiz masonluk günümüzdeki masonluktan oldukça farklı ve ezoterik içeriklidir. Dolayısıyla adı o dönem için mason veya farklı bir mason locası olarak anılsada aslında tam manasıyla "aydınlanmacı" etkiyi taşıyan paganik yapıyı ifade etmektedir. Özetçe ifade edilmek gerekirse Fransız İhtilâli yalnızca masonların ve jakobenlerin ya da masum halk kitlelerinin ürünü değildir. Jakobenler ve aydınlanmacı paganistler bu ayaklanmanın özellikle sonraki sürecinde varlardır fakat bu durum krallık dönemindeki din emek vicdan sömürüsünü görmezden gelmemize sebebiyet veremez.

Bugünde aynı bölgede yaşanan gelişmeleri tek başına küresel komplo olarak yorumlayamayız ancak hak arayışının provoke edilmesi ve global elitlerin arzularınca yönlendirilmesi de kaçınılmaz bir gerçektir. Hulasa dünyadaki hiçbir gelişme kendi doğal döngüsü dahilinde sürmemektedir.

Onur Dikmeci zaman: 11:12

================================

NECDET BULUZ : TÜRKİYE TEPKİLİ AMERİKA ISRARLI…

Türkiye baştan bu yana ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde sınıra gözlem noktaları kurma kararından vazgeçmesini istiyor. Bu konuda en üst düzeyde yapılan görüşmelerde de konunun hassasiyeti dile getirildi. Türkiye'nin bu konudaki tepkilerine rağmen Amerika gözlem noktaları konusunda halen ısrarcı hareket ediyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'le Ankara'da yaptığı görüşmede bu konu yeniden masaya yatırıldı.

Görüşme sonrasında yapılan açıklamada "Gözlem noktalarından vazgeçilmesi ve ülkemizin güneyinde bir terör koridoru oluşmasına asla müsaade edilmeyeceği hususları tekraren ifade edildi" denildi.

Fırat'ın doğusu İdlib ve Menbiç'teki son gelişmelerin ele alındığı görüşmede YPG konusu da gündemdeydi. Akar'ın ABD'nin YPG ile işbirliğine son verme çağrısı yaptığı belirtiliyor.

Çağrı üzerine çağrı yapıyoruz ancak sonuç alamıyoruz.

Gözlem noktalarına yönelik Türkiye'nin itirazlarını daha önce ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford'a ileten Akar "ABD askerleri tarafından Suriye sınırına kurulacak gözlem noktalarının ülkemizdeki algıyı son derece olumsuz etkileyeceğini burada 'ABD askerleri bir şekilde terörist YPG'lileri koruyor onları perdeliyor' şeklinde bir algıya sebep olabileceğini görüşmelerimiz sırasında dile getirdik" demişti.

ABD Savunma Bakanı Jim Mattis geçtiğimiz ay yaptığı açıklamada Suriye'nin kuzey sınırı boyunca gözlem noktaları oluşturmayı planladıklarını bunun Türkiye ile Washington'ın Suriye'deki Kürt müttefikleri arasındaki gerilimin azaltılmasına yardımcı olmasını hedeflediklerini söylemiş kararın Türkiye ile yakın işbirliği içinde alındığını kaydetmişti.

İşin bizi ilgilendiren kısmına bakalım:

Amerika Fırat'ın doğusunda bizi oyalıyor. Gözem noktalarını da burada kol kanat gerdiği terörist grupları korumak için yapıyor. Bunu anlamayacak ne var?

Biz sürekli olarak uyarı yapıyoruz. Bu gözlem noktalarının ne için yapıldığını bildiğimiz için kuşkuluyuz. Ancak yapılan görüşmelerde endişelerimizi dile getirmemize rağmen Amerika'nın bu konuda geri adım atmaya niyetli olmadığını da görüyoruz.

Önemli olan sonuç almaktır.

Eğer söz konusu noktalarda beka sorunumuz varsa bu işi fazla uzatmaya da gerek yoktur. Yapılması gerekenler neyi gerektiriyorsa o adımların da atılması kaçınılmazdır.

Konunun ikili ilişkiler çerçevesinde diplomatik yollardan çözümü en iyi yoldur. Biz aylardır bu yolu deniyoruz. Amerika anlamak istemiyor ve kendi bildiğini okuyor.

Amerika'nın PYD/ PKK konusunda bizi oyaladığını yazmıştık.

Şimdi dikkat:

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif yaptığı açıklamada Amerika'nın Ortadoğu'ya gönderdiği silahların El Kaide ve IŞİD gibi terör örgütlerinin eline geçtiğini söyledi. Zarif bu konuda ellerinde kanıtların bulunduğunu da dile getirdi.

İran Dışişleri Bakanı aynı zamanda Amerika'nın Suriye'de PYD/PKK'yı da silahlandırdığına dikkatleri çekti.

Özetleyelim:

Etrafımız silahlandırılmış terörist gruplarla çevriliyor.

Özellikle Suriye'de Fırat'ın doğusundaki hareketlilik Türkiye için son derece önemli hale geliyor. Burada yuvalanan 35-40 bin silahlı teröristin gelecekte çok büyük bir tehdit oluşturacağına da dikkat çekiliyor.

İşte biz de bu nedenle bunu çok önemsiyoruz. Her yazımızda da konuyu "beka sorunumuz" diye ele alıyoruz.

Bugün belki seçim sıcaklığı nedeni ile bu konulara fazla değinemiyor ve gündemde tutamıyoruz ama bizim için hayati bir konu olduğunun da kalınca altını çizmekte yarar görmekteyiz.

Bu terörist grupların sınırımızdan temizlenmesi gerekiyor.

Bunları yapamadığımız süre içinde daha önce Suriye'de yaptığımız askeri harekâtların da bir anlamı olmayacaktır.

Eğer konu bizim beka sorunumuz ise bu konuda beklemeye ve zaman kaybetmeye de gerek yoktur. Bu saatten sonra Amerika ile daha neyi konuşup hangi meseleyi masaya yatıracağız?

necdetbuluz@gmail.com

www.facebook.com/necdet.buluz

================================

TSK'DA ARTIK SUBAYLAR TÜRBAN TAKABİLECEK

TSK'da artık isteyen kadın subay ve astsubaylar türban takabilecek. İsteyen askeri öğrenciler de türban takabilecek.

22.02.2017

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) türban serbestisi başladı.

Milli Savunma Bakanlığı'nın düzenlemesine ilişkin talimat kuvvet komutanlıklarına gönderildi.

Bir süredir üzerinde çalışılan uygulamaya göre bundan böyle Genelkurmay karargahı kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde görev yapan kadın subay ve astsubaylar türban takabilecekler. Düzenleme askeri öğrencileri de kapsıyor.

Talimata göre kadın muvazzaf personel ve askeri öğrencilerden isteyenler üniforma rengine uygun renkte ve yüzleri görünecek şekilde şapka bere ve keplerinin altına türban takabilecek.

================================

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : 1789 İSLAMCILIK SARI YELEKLİLER VE GEZİ'YE SELÂM

Fransa geçen yılın pompa fiyatında yüzde 20 artışa yol açan akaryakıtta vergi artışı yaptı.

Toplumsal eşitsizliğe karşı bastırılmış öfkenin dizginsiz bir şekilde taşmasına tanık olundu…

Her kesimden yüzbinlerce Fransız bütçelerini ağırlaştıran bu zammı protesto etmek için

Dört haftadır her Cumartesi flüoresanlı sarı ceketler giyiyorlar.

Karayollarını barikatlar ve yavaş hareket eden kamyon konvoylarıyla kapatıyor

Yakıt istasyonlarına alışveriş merkezlerine ve fabrikalara erişimi engelliyorlar…

"Sarı Yelekliler" hareketi Fransa'da "6. Cumhuriyet"e giden yolu açmış görünüyor…

*

O sırada demokrasi insan hakları ve özgürlüklerin çokça tartışıldığı yönetiminde İslamcı cihadizmin yaşandığı Türkiye'de

Erdoğan Fransa'daki gelişmeleri şöyle değerlendirdi.

"Umarım yakında Paris sokaklarında "Zulüm 1789'da başladı" yazıları görmeyiz.

Avrupa demokrasi dersinden de insan hakları dersinden de özgürlükler dersinden de sınıfta kalmıştır.

Üzerinde çok titredikleri güvenlik ve refah duvarları mülteciler veya Müslümanlar tarafından değil bizzat kendi vatandaşlarınca sarsılmaya başlamıştır" dedi.

Türkiye'de bir kez daha insanların yüzü kızardı ve utandılar…

*

Çünkü Erdoğan'ın bu eleştirisinin muhatabı olan çağdaş insanların kültürü;

Aristoteles'in nsanların politik kapasitesi gelişime açıksa devleti doğanın yüce bir gerekliliği olarak ele alması gerekir.

İnsanın bir medeniyet kurma olasılığı gücünün sınırıyla birlikte bahşedilen akla da bağlıdır" düşüncesinden neşet ediyor.

*

Nitekim insanlar uzun bir süreçte "Din'in" özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşmiş

Vicdan özgürlüğü adına inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıklar kaldırılmış

Din'in Devlet içinde egemen güç haline gelmesi reddedilmiştir.

*

Nihayet 1789'da Fransız Devrimi ile Fransa'daki mutlak monarşi devrilmiş yerine cumhuriyet kurulmuş

Roma Katolik Kilisesi ciddi reformlara gitmeye zorlanmıştır.

1789 tarihi çağdaşlığın bir dönüm noktasıdır insan toplumlarının gelişiminin en büyük kaynağıdır.

*

1789'da devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğu kabullenilmiş

Tanrı'nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine sorgusuz biat kalkarken

Sonuçta bunu başarabilen kimi ülke özgür akıl ve vicdan üzerinden Çağdaşlığın ve Özgürlüğün temsilcisi olmuştur.

Bugün çağdaş devletlerin ezeli karakterini bu birikimle demokrasi kültüründe pekişmiş insanların yasal teşkilatı olan milletler oluşturuyor…

Söz konusu bir Yahudi Milleti Hristiyan Milleti ya da İslam Milleti değil Fransız Milleti Alman Milleti Türk Milleti'dir…

*

Bugün bu çerçeveden iki sonuç beliriyor.

1- Devletler yaşamı olanaklı kılmak için yasal biçimde oluşturulmuş insanlar topluluğu olarak devam ederken

Eşit derecede bağımsız güçlere karşı kendisini ortaya koymak için kesinlikle güçlü olmak zorundadır.

Bu milletlerin sürekli çatışması düşmanlıkların bastırılması arzusundan doğan tarihin büyüklüğü anlamına geliyor.

2- Milletlerin doğasını oluşturan var olmak geleceğe sahip olmak hakkı tarih boyunca dünya imparatorluğuna karşı verilen doğal tepkidir.

Bu nokta da evrensel bir egemenliğin oluşamayacağını uluslararası çelişkilerin çözülmesinin nihai olanağının bulunmadığını millet fikrinin baskın bir politika olduğunu

Milletlerin medeniyetlerinde yükselme eğiliminin milletler arasındaki farkı kesin olarak belirleyen unsur olduğu sonucudur…

Bunlar bugünün insan topluluğunun olmazsa olmaz esaslarıdır…

*

Madem devletler yasal açıdan üzerindeki herhangi bir güce tahammül edemeyeceği kadar mutlak bir ahlaki üstünlüğe

Düşmanca etkilerden korunmak için türlü kaynakları gerektiren esnek ve göreceli yasal egemenliğe sahip ve bunu temel standart haline getirmiştir;

O halde iki ayrı fikir mevcut olmaz ve tarihinde hiçbir siyasi ekonomik ve sosyal birikimi olmayan İslamcılığın demokrasi kültürüne sahip olduğu boş bir iddia olmaktan ileri gitmez.

Bu yüzden hiç bir devlet ve millet geleceğini bu tür boş iddialarla bir diğerinin ipotek kurmasına izin veremez hiç bir hakemi de kabul edemez…

*

O nedenle Erdoğan'ın Fransa'ya eleştirisi boştur.

Çünkü çagdaş ülkeler çoktan beri dünyada bir sektörde ya da bir ülkede yaşanacak krizin kolayca komşu ülkelere bölgeye dünyaya yayılma olasılığı yüzünden birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine

birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmeye fikir ayrılıklarını barış görüşmeleriyle çözmeye yönelmiştir…

*

Şu anki Fransa 5. Cumhuriyeti Charles de Gaulle'ün 1943′ te karargahını Cezayir'e taşıması Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesi'nin başına geçmesi

1944'te Paris'e dönerek bir dizi siyasi mücadele vermesinin ardından

Mayıs 1958'de Cezayir'deki Fransız birliklerinin 4. Cumhuriyet yönetime karşı başlattıkları ayaklanmanın ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemesi üzerine

Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle kuruldu.

*

De Gaulle yurttaşların kendisini ancak bir bunalım döneminde kabul edebileceğini öngörüyordu.

Bu yüzden kamuoyunun desteğini sürekli kılmak amacıyla parlamentodaki "partiler sistemi"nin gücünü kırmak zorunda olduğuna inandı.

Önce cumhurbaşkanının hükümet politikalarını denetleme yetkisini kabul ettirdi sonra da seçimler ya da referandumlar aracılığıyla bu denetimi sürekli kılma taktiği uyguladı…

*

De Gaulle'nin en etkili eleştirmeni François Mitterrand General'in iktidara dönüşünü "darbenin kalıcı olması" olarak kınadı

Onu Cezayir'deki olayları planlamakla itham etti.

Bu yüzden 5. Cumhuriyet'in yasadışı olup olmadığı sorusu Fransız çağdaş anayasal doktrininde ve halk arasında mütemadiyen tartışıldı.

*

Büyük partiler 2017 başkanlık seçimlerinde yeni bir anayasanın hazırlanması ve bir parlamento sistemi ile 6. Cumhuriyetin kurulmasını savundular.

Güçlü bir cumhurbaşkanına dayalı mevcut "yarı-başkanlık" rejimi için hoşnutsuzluklarını toplumla paylaştılar.

5. Cumhuriyeti "Cumhuriyetçi bir monarşi" olarak tanımlanmaya başlandı…

*

Cumhuriyetçi bir monarşide üstelik uluslararası ölçekte genişleyen tüm halklar için belirleyici olan

Ücret kesintileri artan sömürü büyüyen işsizlik toplumsal eşitsizlik kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle

"Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir" sorusu sorulmaya başlandı…

*

5. Cumhuriyet döneminde yürütme organının aşırı gücü hakkında uzun zamandır sorular olsa da;

Cumhurbaşkanı'nın hesap vermemesi konusundaki eleştiriler E. Macron'un döneminde zirve yaptı…

Cumhurbaşkanı E. Macron siyasi partilerin hiçbirine üye değildir.

La Republique en Marche (Hareket Halindeki Cumhuriyet) hareketinin başkanıdır.

*

Macron ile birlikte 5. . Cumhuriyet'te Fransa cumhurbaşkanının Ulusal Meclisi kendi takdirine bağlı olarak çözmesi sorgulanmaya başladı. .

Başbakan'ın cumhurbaşkanının yetkisi altında olması ancak başbakanın meclise de yanıt vermesinin;

Çifte sorumluluğunun Fransa'nın ve Napolyon saltanatının 1814 Şartı ile birlikte yaşadığı "sınırlı bir monarşinin" birincil özelliği olmasına

Üstelik 4 Haziran 1958'de Charles De Gaulle 5. Cumhuriyeti'nin esasını oluşturmasına itirazlar yükselmeye başladı.

*

Ne ki gücün kişiselleştirilmesi bugüne kadar devam etti.

Mesela 2018 Temmuz'unda Macron'un "Güvenlik Görevlisi " olarak görevlendirdiği 26 yaşındaki Alexandre Benalla'nın

1 Mayıs gösterilerinde çevik kuvvet kılığına girip protestocuları dövdüğü görüntülerinin çıkmasından sonra

Benalla'ya kimseye tanınmayan ayrıcalıkların sağlandığının öğrenilmesiyle kopan skandalda;

Başkan Emmanuel Macron "Sorumlu olan tek kişi sadece benim. Beni almaya gelsinler " diyordu!

*

Macron'un seçildikten sonra "Beni seçtiniz şimdi bana yönetmeme izin veren bir meclis verin" ifadesi de bu anlamdaydı.

Ama Fransız seçmenlerin bir sonraki parlamento-başkanlık seçimlerinden önce cumhurbaşkanını sorumlu tutması mümkün değildi…

*

Fransız cumhurbaşkanının tam dokunulmazlığı sadece istisnai durumlarda kaldırılabiliyordu. .

Üstelik Fransa'da birçoğu 5. Cumhuriyet'in dikkate değer ölçüde dayanıklı olduğunu düşünmektedir.

Ama bunlar tek başına meşruiyet erozyonunu maskelemek için yeterli değildir…

*

İşte "Sarı Yelekliler Hareketi " Fransız toplumundan hareketle giderek Avrupa'da yönetimlerin meşruiyetini sorguluyor.

Emmanuel Macron'un seçmenler nezdinde aldığı onay batmaya devam ediyor .

Yeni bir anayasa ve bir parlamenter sistem ile 6. Cumhuriyet'in kurulup kurulmayacağı sorusu sıcak bir tartışma konusu olmaya devam ediyor.

*

Türkiye İslamcılık ve tek adamcılık ile değerli zamanından kaybediyor.

11.12.2018

================================

RIFAT SERDAROĞLU: PERVANELER

Bir uygarlık insanlığa verdikleri ile insanlık için umut olduğu ve insanları mutlu ettiği sürece yükselir der Sayın Yusuf Samim Lütfü…

Bu doğruyu Siyasi Partilere uygularsak şu sonucu elde ederiz;

Bir Siyasi Parti yaptığı hizmetlerle insanlarına umut verdiği sürece iktidarda kalır.

İktidarın aldıkları verdiklerinden fazla ise düşmeye başlar ve hiçbir güç onu tekrar yükseltemez. O artık umut olmaktan çıkmış ile" olmaya başlamıştır.

Ben yıllardır AKP'yi eleştiririm. Bunun bedelini de mahkemelerde öderim.

Hala da ödemeye devam ediyorum.

Körü körüne AKP karşıtı biri değilim.

AKP'yi başarısız olduğu ülkemi bölmeye çalıştığı Atatürk Cumhuriyetine Türklüğe Milliyetçiliğe Ulus Devlete şeffaflığa hesap vermeye insanlara saygı duymaya ve bilime karşı olduğu için şiddetle eleştiririm.

Huzurumuzu bozduğu için İslam dinini siyaset ve kazanç malzemesi yaptığı için eleştiririm.

Türk Milletini tekrar tebaa yapmak istediği için eleştiririm.

"Bakın şu gördüğünüz yüzük benim tüm servetimdir. Eğer bir gün zengin olduğumu görürseniz bilin ki haram yemişim" deyip haram havuzlarında yüzdüğü için eleştiririm.

"Devletten çalmadıktan sonra yapılan iş yolsuzluk değildir" anlayışında olduğu için eleştiririm. (Milleti soyabilirsiniz ha?)

Değerli Okurlar;

Bizler millet hizmetinde çıkarcılığa kayırmacılığa soygunculuğa paraya tapılmasına karşıyız.

Zaten "Aydın" olmanın gereği bu değil mi?

Aydın olmak çevrene insanlara doğruyu güzeli sevgiyi barışı özgürlüğü

kul hakkını korumayı kardeşliği öğütlemek anlatmak değil midir?

"Aydın" kelimesinin anlamı aydınlatmak ışık saçmak mutluluk ve huzur vermek değil midir?

"Aydın" kendi dalında başarılı olmuş kişidir. Bugüne kadar başarılamamış olanın başarılması için çabalayan gayret gösteren ve bu yolda hiç yılmayan kişiye aydın denmez de ne denir?

17 yıllık AKP İktidarı milletimizi karpuz gibi ikiye böldü.

Bölünmek güç kaybetmektir. Bölünmek zayıf kalmak demektir.

Bölünmek küçülmek demektir.

Bölünmek fakir kalmak ve aklı-bilimi kullanan milletlere köle olmak demektir.

Gerçek aydının görevi bölünmeye karşı çıkmaktır.

Bu sebepten mevcut muhalefet partilerimiz AKP'nin ülkemizi bölmesine karşı duramadıkları için bizler Anayasamızın başlangıç kısmında verilen emir gereği Türkiye'nin her yerinde oban Ateşlerini" yakmaya başladık.

Türk Milletinin her kesiminden büyük ilgi ve destek görüyoruz.

Bizleri tanıyanlar siyasetin bizlere verebileceği bir makamı olmadığını bilirler.

Genç kardeşlerimiz için "gelecek" olan makamlar bizler için "geçmişte" kalmıştır.

Bizler bölünmüş bir milleti tekrar bir ve beraber yapmak için AKP'nin uygulamalarıyla hür dünya nezdinde itibar kaybına uğramış Türk Devletini tekrar eski itibarına kavuşturmak için geleceğiz.

Bizler Vatan ortak paydasında ve Anayasamızın ilk 6 maddesinde birleşebilen herkesi etnik kökeni-inancı-kültürü ne olursa olsun kucaklamak için geleceğiz.

Bizler Kur'an Müslümanlığı inancını yaşayan ve Allah ile arasına hiçbir aracı sokmayan mütedeyyin insanların savunucularıyız.

Bizler insanlarımızı istismar eden sözüm ona din adamı geçinen seccade şeytanlarının gerçek yüzlerini Türk Milletine gösterecek ekibiz.

Bizler helal kazanca ve hakça paylaşıma inanmış kişileriz.

Bizler aklı ve bilimi rehber edenleriz.

Bizler Milli Andımızın tüm okullarımızda okutulmasından yanayız.

Bizler "Ne Mutlu Türküm Diyene" diye haykıran Atatürkçü vatanseverleriz…

Aydınlar gibi pervanenin ışığa koştuğu şekilde koşan yanmayı baştan kabul etmiş gönül erleriyiz.

Türk Milletinin Aydınları;

Bizler buyuz ve buradayız. Sizler de pervane olup Türk Milletinin demokrasinin Cumhuriyetin hukuk devletinin ve zenginliğin ışığına koşmaya hazır mısınız!

Hazırsanız hepinizi 12 Ocak 2019 Cumartesi günü Antalya'ya oban Ateşini" yakmaya bekliyoruz…

--   a45UyF587661


-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder