29 Aralık 2018 Cumartesi

Bu gün öne çıkan bazı haber ve yorumlar. 2018-12-28 3

=====================================


===============================

RIFAT SERDAROĞLU: KANUNSUZLAR İKTİDARI

AKP İktidarı döneminde Anayasa paspas yasalar da süpürge yapıldı.

Pervasızlık Türk Milletine Türk Töresine saygısızlık had bilmezlik aldı yürüdü.

Ne Allahtan korkuyorlar ne insanlardan utanıyorlar.

Her gün yeni bir rezilliklerini duyuyor görüyoruz.

Koca Yunus'un dediklerini güncelleyip seslensek faydası olur mu dersiniz?

Üryan geldin gene üryan gideceksin/ Ölmemeye elde fermanın mı var?

Azrail gelip de can talep edince/ Senin can vermemeye imkânın mı var?

1. Kanunsuzluk;

Binali Yıldırım'ın İstanbul Belediye Başkanı Adayı olduğunda TBMM Başkanlığından istifası Anayasa emridir.

-Anayasa Md 94 son fıkrası;

TBMM Başkanı Başkanvekilleri üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında (sadece temsil görevleri) KATILAMAZLAR. Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy KULLANAMAZLAR

Herkesi makamı-mevkii ne olursa olsun kim olursa olsun Anayasa herkesi bağlar!

Soru şu; Üyesi olduğu partisinin Meclis dışındaki faaliyetlerine katılamayacak olan bir TBMM Başkanı istifa etmeden Belediye Başkanlığı seçim faaliyetlerine nasıl katılacak?

TBMM Başkanı Binali Yıldırım eğer görevinden istifa etmeden AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Adayı olursa ANAYASAYI İHLAL SUÇU işlemiş olur…

2. Kanunsuzluk;

Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve 6 üyenin görev süresi yasa ile uzatılamaz.

YSK Başkan ve Üyelerinin görev süreleri seçilme ve atanma şekli 7062 Sayılı yasa ile belirlenir.

7062 Sayılı Yasanın 4. Maddesine göre;

YSK üyelerinin 6'sı Yargıtay Genel Kurulu 5'i ise Danıştay Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayılarının salt çoğunluğuyla seçilir. SÜRESİ BİTEN ÜYE YENİDEN SEÇİLEBİLİR.

Soru şu;

-Yargıtay ve Danıştay Üyeleri içinde bu görevi yapacak başka Yüksek Yargıç kalmadı mı?

-Mevcut Üyeler yasaya göre tekrar seçilebileceklerine göre Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarına niçin güvenilmiyor?

-Mevcut üyelerin mahareti nedir? Bunların boklarında boncuk mu var?

-Bu dakikadan sonra mevcut YSK üyelerinin yöneteceği seçime kim güvenir?

Değerli Okurlar;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık kesin olarak bir HUKUK DEVLETİ değildir.

Muhalefet Partilerinin yapması gereken şu olmalıdır;

"Bu şartların ve bu kanunsuzlukların uygulanacağı bir seçime katılıp kanunsuzluğu meşrulaştırmanın aracı olmak istemiyoruz.

Bu şartlarda ne seçim güvenliği ne eşit ne de adil bir seçim yapılamaz.

Türk Milletinin İradesinin tecavüze uğramasına seyirci kalamayız.

Oy kullanırken herkesin parmağına ıkmaz Boya" sürülmesi ve oy sayımının "SEÇSİS" sistemi kullanılmadan manuel olarak yapılmasını istiyoruz.

Bu taleplerimiz gerçekleştirilmezse yapılacak seçimlere KATILMIYORUZ"demelidirler…

Yapabilirler mi?

Eğer muhalefet partileri de AKP ile gizli ortak değillerse yaparlar.

Ya yapmazlarsa?



===============================

MEHMET FARAÇ: TAKİYECİ DEMOKRASİNİN "KORKU"TAN YÜZÜ!. .

Tarihin hiçbir döneminde siyasetle yargı arasındaki enerji alışverişi bu kadar deşifre olmamıştı!. .

Yargı ile siyaset hiçbir dönemde bu kadar içli dışlı olmamış ve hiçbir dönemde de mahkemeler savcılar ve hâkimler siyasetçilerden sanki emir alıyormuş gibi bir "algı"nın kurbanına dönüşmemişlerdi!. .

Konumuz Fethullahçılıktan tutuklanan "zengin" iş adamlarının salıverilmesi FETÖ'nün bankasına para yatıranların ise halen tutuklu olması meselesi değil...

Son aylardaki FETÖ tahliyeleri kamu vicdanında ciddi sarsıntılar yaratırken ne yazık ki bu devinim artık sıradan bir hal aldı ve kimse de önemsemiyor...

Asıl mesele muhalif kitlelerin üzerinde adeta terör estirircesine büyütülen baskı siyasetinin son yıllarda gelenek haline getirilmesi...

CHP'nin ortaya çıkardığı ancak AKP'lilere göre bir fiyaskodan ibaret olan Man Adası belgelerinin iktidarı sarsmasının ardından muhalefet üzerinde yoğunlaşan baskılar son aylarda artık "tehdit" boyutlarına ulaştı...

Yalnızca siyasiler değil; televizyonlarda Mehter Marşı eşliğinde "kelle" isteyen tetikçi şovmenler kırmızı yelek giyerek sarı yeleği protesto edenler ya da siyasetten nemalanan hastalık düzeyindeki Atatürk düşmanı Twitter fedaileri de muhalifleri tehdit etmeye başladı...

Erdoğan herhangi bir muhalefet çıkışıyla ilgili "hesabını soracağız" dediği anda her taraftan tehdit sesleri yükseliyor artık...

AKP liderinin kendisi ya da çevresiyle ilgili açıklama yapan yazı yazan konuşan ya da herhangi bir belgeyi ortaya çıkaran insanlarla ilgili "yargı" da tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir hızla harekete geçiyor ki asıl vahim olan da bu zaten...

Yargıda milyonlarca dosya için yıllar sonrasına duruşma günü verilirken AKP'lilerin "taraf" olduğu dosyaların jet hızıyla sonuçlanıyor olması kamuoyunda büyük şaşkınlık ve tepki yaratıyor...

Velhasıl böylesi düşündürücü olaylar sırasında halkın yargıya güveni sarsılıyor ki bu durum en çok da demokrasi açısından tehlike oluşturuyor...

Örneğin CHP lideri Kılıçdaroğlu'na Man Adası ve diğer konulardaki açıklamalarıyla ilgili mahkemelerde alelacele verilen yüzbinlerce liralık cezalar dehşet verici...

Olan şu ki "muhafazakâr demokrat" iddiasıyla siyasette yükselen AKP'liler bu cezaları hem sıradan diye yorumluyorlar hem de demokrasinin yara aldığını düşüneceklerine CHP liderine şunu soruyorlar;

"Mahkemenin verdiği para cezalarını hangi kaynaktan ödedin açıkla bakalım?. . "

Suskun toplum dayatması!. .

Gelelim henüz yaşanan bir başka vahim meseleye...

FOX TV'de bir sunucunun Fransa'daki "sarı yelek"liler meselesine yorum yaparken "Gezi" olaylarını anımsattığı iddiasıyla baskı altında tutulması bir yana çalıştığı televizyona yine tarihte görülmemiş bir hızla para ve yayın durdurma cezası verilmesi "muhafazakâr demokrasi" iddiasının ne kadar boş olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı...

Siyaset-güvenlik-yargı üçgeninde benzeri görülmemiş hızla alınan bir başka karar da son günlerde kamuoyunu iyice şaşırttı... Hedeftekiler bu kez yaşlı başlı sanatçılar ve muhalif bir televizyon kanalıydı...

Yılların sanatçıları Metin Akpınar ve Müjdat Gezen Halk TV'deki bir programda konuşunca kendilerini "cumhurbaşkanına hakaret halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek" iddiasıyla savcının önünde buldular...

Başta AKP lideri Erdoğan olmak üzere iktidar cenahı Gezen ve Akpınar'ın açıklamalarına o kadar kızmışlardı ki "hesap soracağız" şeklindeki tepkileri yargıda hemen alarm zillerine yol açtı!!!

Eskiden bu gibi konularda şüpheliler günler sonra tebligatla savcılığa çağrılırken ne tuhaf ki bir sabah erken saatlerde polis iki sanatçının kapısına dayandı ve onları apar topar savcının önüne çıkardı...

Son günlerde yaşanan bu gelişmelerden de anlaşılıyor ki AKP'nin medyanın neredeyse yüzde seksenini denetimi altına alması yetmemiş!. . Birkaç gazeteyle bir iki küçük televizyon kanalının muhalif olmasını bile artık içine sindiremiyor "muhafazakâr demokrat" anlayışının türevleri...

Kimsenin yazmasını konuşmasını tepki göstermesini eleştirmesini hatta derdini anlatmasını bile istemiyor AKP'liler... Hedef belli ki "yoksullaştır köleleştir" siyasetinden sonra tamamen suskun bir toplum yaratmak!. .

Baskı siyasetini giderek gelenek haline getiren AKP iktidarı belli ki şunu da istiyor;

"Bu ülkede herkes AKP'ye biat etsin kimse aleyhte yazmasın kimse televizyonlarda iktidarı eleştirmesin kimse muhalif olmasın kimse hiçbir yasa dışılığa tepki göstermesin ve hatta kimse hiçbir konuda ağzını bile açmasın!!!"

Şak tak hedef!. .

Evet; son günlerde yargı-siyaset hattında yapılanlar ve yaşları 80'e dayanmış sanatçılara dayatılanlar ne yazık ki "muhafazakâr demokrat" anlayışının arkasındaki asıl gerçeği de deşifre ediyor...

Ve ülkenin sadece cumhuriyetle şekillenen rejimi açısından değil cumhuriyetin büyüttüğü "demokrasi" anlayışının da köreltildiğinin tehlikeli işaretleridir yaşananlar...

Basın TBMM'de kürsü özgürlüğü ve hak arama açısından Anayasal güvencelerin hiçe sayıldığı bu dönemde rejim her açıdan demokrasiden uzaklaşırken herkesin zor dönemde kapısını çalacağı "yargı"nın da baskı altında tutulduğu şeklinde vahim bir algı ise toplumun zihnine yerleşiyor...

Twitter'dan isyan eden CHP'li Veli Ağbaba'nın bu durumu "Erdoğan şak diye emir veriyor yargı tak diye yapıyor!. . Gösterilen hedefler hiç şaşmıyor" şeklinde eleştirmesi de vahametin boyutlarını yeterince dışa vuruyor...

Baskı sansür yargıya talimat gözdağı tehditler medya kuşatması ve tetikçilerin hedef göstermesi "muhafazakâr demokrat" denilen söylemin takiyeden ibaret olduğunu bir kez daha kanıtlıyor da gidişat nereye peki?. .

Ne yazık ki demokrasiyi artık daha da fazla yaralayarak ilerleyen bu çok vahim gidişatın verdiği başka bir tehlike sinyali de var;

Hiç kuşkunuz olmasın; AKP'nin giderek sertleştiği muhalefetin ise ne yazık ki siyaset-yargı ilişkilerinin kıskacında çaresiz kaldığı bugünler bile çok aranacak!. .

AKP yaşamsal düzeydeki "yerel seçimler"i bir kez daha kazanırsa işte büyütülecek pervasız baskıların vahametini asıl o zaman düşünün!. .

Son günlerde yaşanan baskılar "korku imparatorluğu"nun tahtına iyice yerleştiğini de gösteriyor ki vah Türkiye'nin haline vah!. .

===============================

SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: İSRAİL HABER AJANSINI KISKANDIRDI

Başlığı atan Haaretz olsa anlayacağım; Türk Devletinin haber ajansı atınca ünlemler uçuşuyor kafamda:

srail Suriye'den atılan uçaksavar füzesinin vurulduğunu duyurdu. "

Nasıl yani?

Suriye'ninki "uçaksavar füze"yse; zaten "savması" icap eden bir "saldırgan düşman uçağı"na karşı atılmış demek değil midir bu!

Suriye'nin ülkesini "savunma"sını İsrail'in diliyle sanki İsrail'e dönük bir saldırı varmış da İsrail'in yaptığı sadece bunu önlemekmiş gibi algılanmasını sağlayacak şekilde vermek niye?

Ama Allah razı olsun...

İsrail Ordusu'nun açıklamalarından sonra...

İsrail tarafında "herhangi bir hasar ya da can kaybı yaşanmadığı" müjdesini(!) paylaştıktan sonra lütfedip Suriye haber ajansının da açıklamasını paylaşmışlar:

"Hava savunma sistemlerimiz Şam'ın batı kırsalında düşman hedeflere karşılık verdi. "

Satır arasında vermemiş olmamak için verildiği öyle belli ki...

Merak ediyor insan:

Madem hem İsrail'in hem de Suriye'nin yaptığı açıklamalar elinizde; başlığı neden Suriye'nin değil de İsrail'in ağzından verdiniz?

Daha doğru olanı...

Neden "kendi dilinizle" vermediniz?

Bir de "tespit"te bulunmuşlar sonunda:

srail iç savaşın başladığı 2011'den bu yana zaman zaman Suriye ve Golan Tepeleri'nden topraklarına roket atıldığını ileri sürerek İran destekli Hizbullah güçlerine ve rejime ait askerî noktalara saldırılar düzenliyor..."

Sanırsın bahsettiği İzlanda gibi bir coğrafya da İsrail de işte mecburen hiç istemeye istemeye zorunda kaldığı için uğradığı saldırılara cevaben saldırıyor Suriye'ye...

Yahu Golan Tepeleri dediğin yerde bu İsrail 50 yıldır işgalci değil mi?

Ne diyeyim;

İsrail'deki haber ajansları alsınlar okusunlar 7 gün 24 saat İsrail'e sözüm ona "van münit" çeken bir ülkede İsrail lehine subliminal mesaj nasıl verirler öğrensinler....

Doğru söze ne denir?

"Uzaydan kutuplara sınır tanımıyoruz" demiş; eh doğru hiçbir sınır tanımıyorsunuz!

Olmuyooor... Olmuyooor...

Siyasetçi "FETÖ" diye adlandırılan yapının ordudaki emniyetteki yargıdaki uzantılarına erişilmiş olmasının buralardaki sızıntının konuşuluyor olmasının yetersiz olduğunu söyleyip siyaset alanındaki "FETÖ" yapılanmasına karşı suskun kalınmasını eleştirirken "bunun üzerine gidilmesini" talep ederken hemen yanında eski bir "Gülen yağdanlığı" oturuyorsa düzenlediği toplantıda "Pensilvanya'yı türbeye çevirengiller"in medya ayağına mensup kadın başköşede ağırlanıyorsa ihanetin "medya ayağı" adeta himayeye alınıyorsa; olmuyor işte... Olmuyor...

SORU-YORUM

Madem ok konuşan siyasetin bu konuda suskun" olmasından rahatsızlık duyuyorsunuz madem "FETÖ'nün siyaset ayağının konuşulmasını istediğinizi" söylüyorsunuz bu yönde verilen önergeleri niye reddettiniz? Niye bu konunun en çok konuşulması gereken yerde TBMM'de konuşulmasını engellediniz?

Bu nasıl gazetecilik?

Gazete demeye dilimin varmadığı "şey"in Ankara Temsilcisi katıldığı basın toplantısında karşısındaki siyasi lidere soru soruyor dün. Soruya başlama şekli şöyle:

- Ne hikmetse PKK'ya laf söylemeyen...

Soru mu yorum mu yönlendirme mi?

Soru mu provokasyon mu?

Soru mu hedef göstermek mi?

Böyle gazetecilik mi olur?

Sen sorunu sor "ne hikmetse"sini de bırak cevabı veren söylesin...

Sonra kime "operasyon" çekiyorsun o küçücük beyninle; topluma mı yoksa sorunun muhatabına mı?

"Bu iş iyice ayağa düştü" diyoruz ya değil; ayağın da altına düştü.

Acı suda kıstırılmış balıklar gibi...

"Demokles'in Kılıcı" sadece iktidar açısından "olağan şüpheli" durumunda olanların değil herkesin tepesinde sallanmaya başladığı için eskisi gibi rahat paylaşamıyorum sizden gelenleri;

Özellikle belirtilmemişse isim yazmamaya kendime saklamaya özen gösteriyorum mesela.

Onlardan biri... Dün medyanın maruz kaldığı boğma tellerinden bahsettiğim yazıdan sonra mesaj atan izni olup olmadığını bilmediğim için adını vermeyeceğim Emekli İlköğretim Müfettişi okurumuzun trajik benzetmesi:

ocukluğumda balık tutmak için önünü çevirdiğimiz suya dere kenarında yetişen bir otun acı suyunu verirdik. Canı yanan balıklar nereden temiz su sızıyorsa oraya yönelirlerdi can havliyle... Onlar gibi... Gözlerimiz yanıyor oksijen biraz!"

Acı suda kıstırılan o balıklardan farkımız yok sahiden de...

===============================

AHMET TAKAN: RTÜK CEZALARI HAFİF OLDU!. .

RTÜK affetmedi. Halk TV ve FOX TV'ye rekor ceza yağdırdı. Yayın durdurma ve yüklü miktarlarda para cezaları verildi.

Bence bunlar yetmez. Daha ağırları verilmeli... Bu adamlar bu cezalarla akıllanmaz. Hanya'yı Konya'yı görebilmeleri ve yola getirilebilmeleri için adam akıllı cezalara çarptırılmaları gerekir. İbreti alem için!. .

Sadece Halk TV'ye FOX TV'ye verilen cezalarla da kalınmamalı. Bu kanalları ve de özellikle Uğur Dündar ve Fatih Portakal'ı izleyenlere de ağır yaptırımlar uygulanmalı!. .

Amaa!. . Önce şu Metin Akpınar ve Müjdat Gezen için bir çift lafım olacak. Lütfen yargıya müdahale ediyor diye değerlendirilmesin. Çok değerli bağımsız savcı ve hâkim abilerim;

Muhteremlerin yaptıklarının ceza kanunlarında karşılığı nedir? Ben bilemem. Tabii ki sizler hür iradenizle çok çok iyi bilirsiniz. Ancak benim de naçizane önerilerim olacak. Metin ile Müjdat efendileri yaptıklarına bin pişman olabilmesi onların hak ettikleri cezayı bulmaları için 6 yıl boyunca dönüşümlü olarak A Haber NTV CNN Türk Haber Türk kanallarında katıksız programlara katılma cezasına çarptırın. Arta kalan zamanlarında da Sabah ve Yeni Şafak gazetelerini okumalarını şart koşun. Hatta bu televizyonların sabah programlarına da çıkartın Sabah Akşam Güneş Star Yeni Şafak Milliyet Hürriyet gazetelerinin manşet ve birinci sayfa haberlerinin tamamını izleyicilere okusunlar...

En başta söylediğim üzere Halk TV FOX TV ve de Uğur Dündar Fatih Portakal'ı izleyenler de mutlaka doğru yola döndürülmeli. Bu izleyiciler tek tek tespit edilip önce sabah kargalar kahvaltılarını etmeden yayına başlayan A Haber'deki Erkan Tan'ın programını başından sonuna kadar tuvalete bile gitmeden izleme cezasına çarptırılmalı. Hayatlarında akşama kadar geçen sürede ise yukarıda saydığım gazetelerin en az ikisinin tamamını okuma ve manşetlerini defterlerine yüz defa yazma zorunluluğu getirilmeli. Yatana kadar da CNN Türk'ten Ahmet Hakan'ın "tarafsız bölgesi"ni izlesinler!. .

Uğur Dündar ile Fatih Portakal'a gelince... Onların cezaları hepsinden daha ağır olmalı. Ama bu cezalar verilirken kamu yararı düşünülmeli ve eğiticilik ön planda tutulmalıdır. Bu yüzden önerilerimi şöyle sıralayabilirim;

Uğur Dündar'a 3 yıl NTV'de Oğuz Haksever'den konjonktüre göre haberci olma haber bülteni sunma program yapma dersleri almasına

Bu dersleri aldığı sırada Oğuz Haksever'in sunduğu haber bülteni ve diğer programlarda tek ayak üstünde bekleme

Her gün Sabah gazetesinden Mehmet Barlas'ın köşe yazılarını okuyup defterine en az 10 kere yazmasına

Sabah gazetesinden Mahmut Övür'den köşe yazısı yazma teknikleri konusunda ders almasına

TRT haber merkezinde stajyer muhabirlik yaptırılmasına

Fatih Portakal'a 3 yıl Ahmet Hakan'dan gazeteci kazanırken nasıl yazar nasıl program yapar dersleri almasına

Haber Türk'te Didem Arslan Yılmaz'ın TiVi programcılığının gerçek esasları hususunda rahle-i tedrisatından geçmesine

A Haber'de stajyer programcılık yapmasına

Her gün Sabah gazetesinden Engin Ardıç'ın köşe yazılarını okuyup defterine en az 10 kere yazmasına

Karar verilebilir...

Ulu yargı heyetinin Uğur Dündar ile Fatih Portakal'ın cezalarını tamamladığı ve hak ettikleri dersi aldıklarına kanaat getirebilmesi için son olarak da hareketin lideri doktor Devlet Bahçeli ile Star TiVi'de birer program yapması şartı konulabilir!. . Muhteremler Devlet Bahçeli ile yaptıkları programlardan başarı ile geçerlerse Cumhur İttifakı'nın nimetleri konusunda okkalı birer köşe yazısı da kaleme alırlarsa affedilebilinir. Yoksa eğitim süreleri uzatılabilinir!. . Hem de Erkan Tan'a stajyer yapılarak...

Ha!. . Halk TV ve FOX TV yöneticilerini de unuttum sanmayın. Onlar da sarayda hizmet içi zorunlu eğitimden geçirilsin. Hem de en az 2 yıl!. .

Yüksek tensiplerinize saygılarımla arz ederim!. .

===============================

EMİN ÇÖLAŞAN: YAKIŞTI MI YAKIŞTI MI?

Sevgili okurlarım koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İstanbul'dan aday olacak birkaç gün sonra araziye çıkıp seçim çalışmalarına başlayacak.

Bugün saygın bir görevde…

Devlet protokol listesinde ikinci veya üçüncü sırada.

İkinci veya üçüncü sıra dememin bir nedeni var.

Yeni devlet düzeninde bu protokol listesinin resmi sıralaması yok. Evet inanılır gibi değil… Aynen böyle.

İlk sırayı cumhurbaşkanı alıyor ama sonrası belli değil. İkinci sırada kim var üçüncüde kim var sıralama bilinmiyor.

Resmi kayıtlarda bile ortaya çelişkili sonuçlar çıkıyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı yoksa Meclis Başkanı mı!. .

Neyse konumuz bu değil. Bizim devlet protokolü ile bir işimiz olmadığına göre arkadaşlar kendi kendilerine halletsinler kendi sıralarını kendileri belirlesinler!

★★★

Dünkü yazımda Anayasa'nın 94. maddesi ile Siyasi Partiler Kanunu'nun 24.maddesine burada değinmiştim.

Meclis Başkanı Meclis'teki tartışmalara ve partisinin grup toplantılarına katılamaz oy kullanma hakkı yoktur.

Mensup olduğu siyasi partinin (Olayımızda AKP'nin) Meclis içindeki veya dışındaki faaliyetlerine katılamaz.

Anayasa ve yasaların bu konudaki hükümleri açık ve net.

Üzerinde tartışmak bile abes.

★★★

Şimdi bazıları şu görüşü savunuyor:

"Efendim Meclis İçtüzüğü'nde bir madde var. Buna göre Meclis Başkanı büyükşehir belediyesine aday olduğu takdirde istifası gerekmez. Ancak uzun süreli izin alması gerekir. Aksi takdirde itiraz olursa adaylığı iptal edilir.

Meclis İçtüzüğü ne derse desin Anayasa ve yasaların üzerinde midir?

Elbette ki değildir.

Kaldı ki içtüzükte yer alan bu konudaki hükümler sadece milletvekilleri için geçerli.

Meclis Başkanı'nın özel durumunu kapsayan başka bir hüküm yok.

★★★

Türkiye bir seçim öncesinde böyle bir olaya ilk kez tanık oluyor.

Bir Meclis Başkanı başka bir makama bir büyükşehir belediye başkanlığına aday oluyor.

Şimdi bir an düşünelim…

Varsayalım anayasa ve yasalarda yukarıda verdiğim hükümler yoktur ve Binali Bey'in önü adaylık için açıktır.

Peki bu durum etik midir?

Siyasi ahlâk kurallarına uygun mudur?

Hayır değildir.

★★★

Yarın veya sonraki günlerde adaylığı resmen açıklandığı takdirde İstanbul'da Meclis Başkanı kimliği ile araziye çıkacak seçim çalışmalarına başlayacak.

Emrinde ve hizmetinde devletin her türlü olanaklarıyla…

Makam araçları resmi taşıtlar uçaklar helikopterler saraylar köşkler…

Koruma ordusu…

Ve ilin bütün yöneticileri vali dahil onun karşısında esas duruşta bekleyip emir ve talimatlarını alacak.

Bir dediği iki edilmeyecek.

Binali Yıldırım seçime arkasına "Devlet gücünü" alarak girecek.

★★★

Nasıl olsa bu yasa dışı duruma Devlet Bahçeli'den bir tepki beklemiyoruz.

Burada esas görev şimdi Kemal Bey başta olmak üzere CHP'ye düşecek.

İtiraz edip ses çıkarmaları büyük tepki koymaları ve bu gerçekleri Türk Milleti'ne anlatmaları gerekir.

Anayasa yasalar ve siyasi ahlâk kuralları bu olayda açıkça çiğnenmek isteniyor.

Anayasa ve yasaların açık hükümleri yok sayılıyor.

★★★

Şimdi anlaşılıyor ki yapılacak itirazlar sonunda iş yine Yüksek Seçim Kurulutarafından verilecek karara kalacak!

Eğer hadise oraya ulaşacaksa kararı size şimdiden açıklıyorum!

"Başvuru görüşülmüş ve itiraz istemlerinin reddine karar verilmiştir!"

O zaman onlara soracağız:

"Siz Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'nun ilgili maddelerini okuma zahmetine acaba katlanmış mıydınız?"

emin-colasan

Sevgili okurlarım Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık 1919 günü Milli Mücadele'yi başlatmak üzere Ankara'ya ilk adımını atmış seymenler ve halk tarafından coşkuyla karşılanmıştı.

Genelkurmay Başkanlığı önünde caddenin tam ortasında bu amaçla dikilmiş küçücük bir anıt taş vardır.

Üzerindeki küçük yazıyı dibine kadar gitmezseniz okumanız mümkün değildir kimsenin dikkatini çekmez.

Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya geliş günü her yıl görkemli törenlerle kutlanır (dı. )

Dün 99. yıldönümü idi ve yine göstermelik bir biçimde kutlandı. Niçin?. .

★★★

Her yıl alışmıştık… Harp Okulu öğrencileri tam teçhizatlı olarak Atatürk Garnizon Koşusu yapardı.

Koşarak uygun adım ve marşlar söyleyerek…

Bu koşu Harp Okulunda başlar Ankara'nın merkezi olan Atatürk Bulvarı'nda on binlerce insanın coşkulu alkışları arasında devam ederdi.

★★★

AKP hükümetinin gücü bu koşuyu iptal etmeye yetmedi ama güzergâhını değiştirdi.

Ankara Valiliği bulvar geçişini iptal etti koşuyu ıssız ve kimsenin olmadığı yollara aldı.

Gerekçe: Trafikte aksama yaratıyor!

Yeni güzergâh: Harp Okulu'ndan Anıtkabir'e!

Dünkü koşu bu tenha yollarda yapıldı… Aman haa halk askerleri görmesin ve alkışlamasın!

Bu anlamlı gün işte böyle kutlandı!

Öyle bir ortama geldik ki galiba "Buna da şükür!" demekten başka çare kalmadı.

===============================

BEKİR COŞKUN: YARGIÇ…

Mahkeme kapıları insanların nihai sığınağıdır…

Adliye saraylarının merdivenlerine oturmuş elemli bir yoksul o büyük kapının arkasındaki yargıca güvenir…

Mazlumların sığınacak başka hiçbir yerleri yoktur…

Bu böyle midir yargıç?. .

Tek adam ne zaman mikrofonu alıp susturmak istediklerini hedef gösterse hemen arkasından ekranlar "yargı harekete geçti" alt yazıları geçiyor…

Bir üç beş on elli yüz…

(Hukuk adamı gerçek yargıçlarımızı tenzih ederim…)

Ama bu rastlantı değil…

Nitekim Ergenekon'dan başlayarak insanları yargı eliyle ezmeyi alışkanlık haline getiren tek adam son günlerde açık açık "Yargı gerekeni yapacak" diyerek hedef göstermeye başladı…

"Gerekenin" ne olduğunu yargının ne "yapacağını" biliyor…

Henüz "Ergenekon kumpası" denilen yargı tarihimizin yüz karası bir utanç silinmeden bir başka kumpas yürütülmeye başlandı…

Bunu bilmeyen var mı?…

İzin verme yargıç…

Sen kutsalsın o değil…

Babam memurdu DP iktidar olduğunda ve Türkiye'yi bu günlere getiren din cambazlığı başladığında Nahiye Müdürü babam direndi onu sürgün ettiler…

Ben ve kardeşlerim Urfa'nın Tülmen Köyü'nde nenemizin evinin toprak damında babamızı çok beklerdik…

Her akşam ortalık kararmaya başladığında içimize çöken hüzünle şehirden gelen tek toprak yola bakardık boşu boşuna…

Çocukluğumuz böyle geçti…

Ama ben ve kardeşlerim babamızla gurur duyarız…

Çocuklarınız da sizinle gurur duysun yargıç…

"Bizden yana olun" istemeyiz "bizim gibi düşünün" demeyiz…

Hukuktan yana olun…

Rehberiniz adalet olsun…

Yarasına bez sarıp yeniden cepheye koşanların kurduğu bu cumhuriyet çatır çatır yıkılırken… Razı olmayan mazlumların güvencesi sizsiniz…

Yeni bir kumpasta yargıyı yine sopa niyetine kullanmak istediklerini dünya alem biliyor…

İzin vermeyin…

Çocuklarınız "Babamız yargıçtı" desinler…

===============================

MURAT MURATOĞLU: ZİRAAT'İN "KRİZ VAR AMA GEÇECEK" REKLAMI!

Ziraat Bankası'nın 155'inci yıl "Yeşilçam" temalı reklam filmini seyrettim. Oldukça beğendim. Reklam eski Türkiye'ye selam çaktı. O günleri anımsattı. Bize daha zor günlerin geleceğini anlattı! İyi de neden şimdi yayınlanıyor? Ziraat Bankası'nın kuruluş yıldönümü 20 Kasım'dı… Tam reklam filmi denilemez. Biraz da insanlara; "Kriz var ama boşver geçecek nasıl olsa" propagandası…

★★★

Belli ki iktidar seçim arifesinde eski Türkiye'ye sarıldı. Oysa oynayan Yeşilçam'ın eski yıldızları eğer bu dönemde yaşasalardı çoğu ifade vermeye çağrılırdı.

Bu dönemde televizyon reklamı önemli… Kriz algısı yok edilmeli. İnsanlara umut verilmeli. Zira Türkiye dünyanın en çok televizyon izleyen ülkesi…

Neden? Para yok! En ucuz eğlence… Günde ortalama 330 dakika televizyon izleme oranıyla Türkiye dünyada zirvede…

Ziraat bir gecede çıkarılan KHK ile halkın elinden alınıp Varlık Fonu'nadevredilmiş başındaki T. C. logosundan vazgeçmiş… Reklamında da "Herkes elini taşın altına koymalı" demiş!

Elini taşın altına koyanlar belli… İhaleleri kemiksiz alıyor diğerleri… Bilim adamı mı kaldı? Akademisyen sanatçı gazeteci terörist ilan edildi. Sanki eski Türkiye daha medeniydi!

★★★

Bakın; eylül ayında "insanların duyguları üzerine" yapılan uluslararası araştırmaya göre Türkiye mutsuz! Tam 145 ülke içerisinden 53 puanla sondan dördüncü sırada yer aldı.

Türkiye'nin de gerisinde yer alarak son 3'e yerleşen ülkeler ise Tunus Yemen ve Afganistan… Aklınıza hangi ülke geliyorsa Türkiye'den daha mutlu insanlarla dolu…

Aynı dönem için aynı araştırmayı bizim İstatistik Kurumu yaptı! Sonuç çarpıcı… Hani derler ya; "Cehalet mutluluktur" diye cuk oturuyor Türkiye'ye… İstatistik Kurumu'nun yaptığı araştırmaya göre "mutsuz" olduğunu beyan eden bireylerin oranı sadece yüzde 11.1'de… Birbirinden bu kadar mı farklı olur iki sonuç? Birinde yerin dibinde diğerinde bulutların üzerinde… Hangisine inanmalı sizce?

★★★

Reklama geri dönersek Ziraat Bankası kamu bankası… İhtisas bankacılığı yapması gerekiyor. Kuruluş amacı; adından da anlaşılacağı üzere ziraat ile uğraşanların kredi ihtiyaçlarını karşılayıp onları ezdirmemek. O kadar çok destek vermiş ki Ziraat çiftçiler besiciler bile köyünü çitini sabanını hayvanını bırakıp soluğu şehirlerde aldı. Zaten çoğu battı!

Asli görevini yapmayıp elinde tuttuğu kaynağı büyük ihaleleri kapan holdinglere kredi vermesi ne derece doğru? Hakikaten de durum tam bu!

Türkiye'nin en büyük medya kuruluşunu almak için para arayan yandaş 1 milyar dolara yakın ilk 2 yılı ödemesiz krediyi hem de böyle bir dönemde şak diye Ziraat'tan buldu.

★★★

Logosunda "başak" var lakin reklam filmi içinde bir tane çiftçi yok. Gerçekçi yaklaşmışlar. Ziraat'in tarıma hayrı yok. Reklam filmindeki kötü adamlar var ya… Sizin yanınızda zemzem suyuyla yıkanmış gibi kalırlar valla…

===============================

NECATİ DOĞRU: 4 TÜRK ANCAK 1 ALMAN EDİYOR!

Göz boyama var. Görünene bakıp gerçeği ıskalama. Asgari ücret kağıt üstünde arttı gerçekte ise düştü. Şuna benziyor: Uzakta vadide önde bir ceylan yavrusu kaçıyor. Arkasında da azgın bir kurt sürüsü can derdine düşmüş ceylan yavrusunu kovalamakta. Çiftçi baba ile 14 yaşındaki oğlu vadinin karşı yamacında uzaktan bu tabloyu izliyorlar.

Çocuk babasına:

"Baba bak ceylan yavrusu rehber olmuş. Kurtlara yol gösteriyor" dedi. Baba oğlunun saçlarını okşadı.

"Göründüğü gibi olmayabilir. "

Diye fısıldadı.

Oğul ile baba daha net görmek için yakına gittiler. Kurtlar ceylan yavrusunu parçalamış yiyorlardı.

Çocuk gerçeği gördü.

Evet baba!

Yavru ceylan rehber değil.

Aç kurtların avıymış.

Asgari ücret:

Ceylan yavrusu.

Kriz ve durgunluk:

Azgın aç kurt.

Asgari ücretliyi parçalıyor.

En doğru bilgi kıyaslanabilir bilgidir. Türkiye'de her yıl açıklanan asgari ücret tutarını dolara çevirip bakınca azalıyor:

Aylık asgari ücret:

2016'da:

442 dolar ediyordu.

2017'de:

398 dolara indi.

2018'de:

425 dolara çıktı.

2019 için:

381 dolara geriledi.

44 dolar gerileme oldu.

Asgari ücretli fakirdi sefil oldu. Asgari ücret artmıyor. Azalıyor. Uzaktan ceylan yavrusu kurtlara rehberlik yapıyormuş gibi gösterildi.

★★★

Kıyaslamayı yıllık yapalım.

Yine bakalım.

Almanya'da asgari ücret:

20 bin 980 dolar.

Fransa'da:

20 bin 272 dolar.

Türkiye'de:

4 bin 576 dolar.

Türkiye'nin 4 asgari ücretlisinin aylığı yaklaşık olarak ancak 1 Alman ya da 1 Fransız asgari ücretlinin gelirine eşit.

Bu acı tabloda:

4 Türk bir araya geliyor.

Ancak 1 Alman ediyor.

4 Türk ancak 1 Fransız.

Bu ne perişan millilik!

Bu ne sefil yerlilik!

Topluma 17 yıldır "O kadar hızlı büyüyoruz kalkınıyoruz eser üstüne eser katıp o kadar zenginleşiyoruz ki Almanya bizi kıskanıyor Fransa başarımız altında eziliyor" diyorlardı.

Zenginleştikse…

Emeğin payı nerede…

Kalkınmadan büyümeden asgari ücretliye işçiye pay düşmedi. Asgari ücretlinin çalışanın hakkını bu iktidar mutlu azınlık yaratıp çoğunluğun hakkını mutlu azınlığa yedirdi.

★★★

Sermaye kofça şişirildi.

Emek arsızca sömürüldü.

Devleti sermayenin ve yeni zenginlerin tedarikçisi yapıp dünyanın en berbat verimsiz hazırı satıp yiyen ve borcu borçla kapatan kapitalist düzenini Türkiye'de kurdular. Şişen sermaye ileri bir atılım yapamadı "konkordato tufanına" dönüşüp patladı. Karşılığı seçim sandığında gelecektir. Anketlere göre halkın yüzde 53'ü iktidarı ekonomide daralma ve durgunluk yarattı hayatı ise pahalılığa soktu diye suçlu buluyor.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

TUHAF ÖZELLEŞTİRME!

Karar Resmi Gazete'de yayınlandı. Sakarya'da devletin malı olan Tank Palet Fabrikası özelleşti. BMC'nin sahibi Ethem Sancak'a satıldı. BMC'nin ortakları arasında Katar sermayesi de var. Özelleştirilen fabrika 50 yıllık üretim tecrübesine sahip. Fırtına obüslerini gece ve gündüz görüş dürbünlerini çok dayanıklı tank ve tırtıllı araç paletlerini üretiyor Leopar 1 ve Leopar 2 tanklarının yenilenmesini yapabiliyor. 1 milyon 804 bin metrekare arazisi var. Verimliliği tescilli hem Türk ordusuna ve hem diğer ülke ordularına satış yapabiliyor. Yani iç ve dış pazar müşterisi de hazır. Böyle donanımlı bir fabrika 500 milyon dolarlık bir destekle Altay tanklarını da yapabilir hale gelirdi. Fakat getirilmedi bu fabrika orduya Altay tankı yapıp satma ihalesini kazanan özel sektör BMC şirketinin sahibine satıldı. Tuhaf bir entegrasyon!

===============================

SABAHATTİN ÖNKİBAR: VALLAHİ ÇOK KORKUYORLAR!

İstanbul'a belediye başkan adayı olması beklenen Binali Yıldırım'ın TBMM Başkanlığından istifa etmesine gerek yokmuş.

Tayyip Erdoğan hazretleri öyle buyurdu.

İyi de Anayasa ortada.

TBMM Başkanları siyasi faaliyetlere katılamaz hükmü var.

Öyle iken neden böyle bir açıklama?

Öyle ya mesela bir bakanın Belediye Başkan adayı olduğunda istifası gerekli ise adayın TBMM başkanı olması halinde istifası neden gereksiz olsun?

Ne yani TBMM Başkanlığı bakanlıktan daha mı önemsiz?

Hadise net çok korkuyorlar ve kaybedeceklerini yaptırdıkları sayısız anketlerle görüyorlar.

O sebeple 'pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım' deyip kendilerince sigorta yapıp TBMM Başkanlığını korumaya çalışıyorlar.

Utanmazlığın son fotoğrafı

Malum yakın geçmişte elektriğe yüzde 40 dolayında zam yapmışlardı.

Doğalgazda yapılan artış ise yüzde 30'un üzerindeydi.

Yapılan bu zamlar yandaş basında zerre haber bile olmadı.

Derken iktidarın yaptırdığı anketlerde AKP inişe geçince yapılan bu yüksek zammın yüzde 10'unu geri aldılar.

Yüzde 30 ile 40'ı haber yapmayan yandaş medya bu mini geri adımı büyük icraat olarak manşetlerine taşıdı.

Evet utanmazlığın fotoğrafı nedir diye sorarsanız tereddüt etmeksizin budur derim.

Zamları bindirirken sus birazını indirirken çoş. .

Bunlar medya değil mevkute!

Kremlin ve Beyaz Saray yalanladı!

Saray Sözcüsü dedi ki "Trump 2019'de Türkiye'ye gelecek. "

Beyaz Saray'dan açıklama: "Bizde öyle bir planlama yok".

Yine iktidar cenahından yapılan "Yakında Putin'le başbaşa göreşeğiz" açıklaması Kremlin tarafından "Böyle bir görüşme programı bizde görünmüyor" karşılığı aldı.

İki önemli merkez tarafından yalanlanmak yakışıyor mu Türkiye'ye!

Hem Trump ile Putin ile ilk defa görüşülmüyor ki sevindirik olmaya gerek var mı? ABD Başkanının Türkiye gelmesi o kadar mı önemli bunlar için? Hadise tamamen iç politika endeksli yani şova matuftur.

Dincilerin harp-hiledir kılıfı!

Tamamının ağzında harp-hiledir sakızı zira bütün rezilliklerini onunla örtüyorlar. Devletten çalıyorlar 'laik devlete karşı savaştayız dolayısıyla çalmak sevap ve hatta cihat' diyorlar.

Güya namazlı-abdestliler ama sürekli yalan söylüyorlar.

Kul hakkı ise onların Müslümanlığında yok. Hangi İslamcıya gitseniz Allah ve İslamı onlar temsil ediyor yani sancak güya onlarda.

İlginç ayrıntı İslamcı güruh ve camiaların tamamı birbirini küfürde görmesi.

İşte bunun içindir ki asrın vebası bu dinci mikroptur...

===============================

BAĞIMSIZ YARGI !!!

nce tazminat ardından ceza' diyerek CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel'e yargı tehdidinde bulunmasının ardından Savunma Bakanı Hulusi Akar da Özel hakkında tazminat davası açtı suç duyurusunda bulundu.



===============================

YILMAZ ÖZDİL: HALK ARENASI

International Earth Rotation Service'ın verilerine göre dünyanın kendi ekseni etrafında dönme süresi her gün saniyenin iki binde biri kadar yavaşlıyor. Zamanla biriken bu fazladan bir saniye 1972 yılından beri her iki yılda bir saatlere ekleniyor.

İnternet şirketleri atomik saat sistemleri olumsuz etkilenmesin diye bu bir saniyelik eklemeyi son derece hassas hamlelerle yapıyor.

Mesela Google… Fazladan bir saniyeyi bir defada eklemiyor. Normalde 86 bin 400 saniye sürmesi gerekirken 86 bin 401 saniye sürecek olan bir günü seçiyor o güne milisaniyeler boyutunda eklemeler yapıyor.

Hayat denilen kavram öylesine süratli ki…

Saniye'ye kafa yoruluyor.

Bu satırların yazıldığı an itibariyle şu anda 4 milyar 107 milyon kişi internet kullanıyor.

Siz bu yazıya başlayıp bitirene kadar yani sadece iki dakika içinde dünyada 6 bin adet cep telefonu satılmış olacak.

Ebeveynine ait cep telefonundan internete giriş yapmayı becerebilme yaşı 2'ye indi… Sadece 5 yıl önce anca 5 yaşındakiler becerebiliyordu.

Her bir dakikada…

250 milyon e-posta gönderiliyor.

Sırf Bill Gates'e her gün 4 milyondan fazla e-posta geliyor.

Her bir dakikada…

Google'da 4 milyon 200 bin arama yapılıyor.

Her bir dakikada…

547 bin tweet atılıyor.

WhatsApp'tan her bir dakikada 38 milyon mesaj gönderiliyor.

Her bir dakikada…

Facebook'ta 2.5 milyon paylaşım yapılıyor.

YouTube'da 5 milyon video izleniyor.

Instagram'da 216 bin paylaşım oluyor.

Linkedin'de 120 yeni hesap açılıyor her bir dakikada 11 bin mesleksel iletişim kuruluyor.

Skype'da 120 bin görüşme gerçekleşiyor.

Tinder'da 1 milyon 100 bin kaydırma yapılıyor.

Sanal alışveriş hacmi 2 trilyon dolara yaklaştı Çin'in e-ticaret devi Alibaba bu yıl rekor kırdı sadece 85 saniye içinde 1 milyar dolarlık satış yaptı.

Tek kanallı TRT döneminde develer tellal pireler berber iken gerçeklerin duyulmasını engellemek belki mümkündü.

Artık imkansızdır.

Halk Arenası'nı Fox Haber'i kapatarak halkın haberleri duymasını önleyebileceğini zanneden zihniyetin…

Aslında kendisi dünyadan bihaberdir.

===============================

YILMAZ ÖZDİL: GELİN İNSAN FİDANLARI EKELİM

28 Kasım 1921'de Darüşşafaka'da Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Anadolu Kuvayı Milliye Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin annesi Zübeyde ve halası Emine hanım ile Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye müdürü Cemil Darüşşafaka müdürü Ali Kami ve hariciye nezareti Selanik başkonsolosluğu memurlarından Cemal beyin hazır bulunduğu bir ortamda Zübeyde Hanım her sene Ramazan ayının Kadir Gecesi'nde Darüşşafaka öğrencileri tarafından okunacak Kuran-ı Kerim'in sevap ve mükafatının öncelikle Peygamberimiz Efendimizin mübarek ruhlarına daha sonra Hazreti Peygamberimizin ailesine gelmiş geçmiş bütün peygamberlere dört büyük halifeye hakk'a eren velilerle kadın erkek bütün müminlerin ve şehitlerin temiz ruhlarına ve Zübeyde Hanım'ın babası Feyzullah efendi ve annesi Ayşe hanım ilk eşi Ali sonraki eşi Ragıb kardeşi Hüseyin efendi ile teyzesi Fatma büyükannesi Emetullah anneannesi Emine kayınvalidesi Ayşe görümcesi Hatice Kerime İsmet ve Naciye manevi kızı Rabia hanım ile küçük oğulları Ömer ve Ahmet'in ruhlarına hediye edilmek şartıyla Allah rızası için 20.000 kuruş kağıt parayı malından vakfederek bağışlamış ve adı geçen tutar Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye yönetimi tarafından işletilerek elde edilecek gelirden öğrencilere bir kez mevsim meyvelerinden birinin dağıtılması kararına varılarak adı geçen vakfın mütevelliliğini Darüşşafaka'nın müdürü kim ise onun yürüteceği bildirilen 20.000 kuruş kağıt paranın Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye'nin makbuzu karşılığında tümüyle teslim edildiğini ve halen Darüşşafaka müdürü olan Ali Kami bey de belirtilen şartla birlikte adı geçen vakıf tevliyetini kabul etmiş ve bu durum Darüşşafaka ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye'nin vakıf defterlerine aynen kaydedilerek imzalanmış ve işbu belge Zübeyde Hanımefendi Hazretlerine verilmiştir.

29 Kasım 1921

Darüşşafaka müdürü: Ali Kami (mühür)

Mustafa Kemal Paşa'nın annesi: Zübeyde (mühür)

27szt20a_ant_ist_izm_ank_adn_trb

(Zübeyde Hanım'ın bağışıyla ilgili olarak düzenlenen ve Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi'nde bulunan orijinal belgenin Türkçesi bu. )

"Mustafa Kemal" kitabını yazarken seni en çok ne etkiledi derseniz?

Anne ile oğul'un paraya olan yaklaşımları etkiledi.

Babasız büyüyen çocuk bir ulusun kaderini değiştirdi.

Bu çocuğu büyüten anne 20 bin kuruştan oluşan tüm maddi varlığını babasız büyüyen çocuklara harcanmak üzere Darüşşafaka'ya bağışladı.

Bu anne tarafından büyütülen çocuk da tüm maddi varlığını kaderini değiştirdiği ulusa bağışladı.

Maddiyat odaklı günümüz dünyasını yeniden düşünmemizi sağlayan insan biriktiren ibret verici ilham verici bir zenginlik…

Beni en çok etkileyen buydu.

(Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan Darüşşafaka şefkat yuvası anlamına geliyor. Babası veya annesi hayatta olmayan maddi durumu yetersiz yetenekli çocuklara "fırsat eşitliği" sağlıyor.

Atatürk ilkelerine bağlı evrensel değerleri benimseyen kültürel donanımlı vatana-millete karşı sorumluluğunun bilincinde lider bireyler yetiştiriyor.

En önemli bir başka özelliği… Kamplaşmadan kutuplaşmadan bıkıp usandığımız şu dönemde bile tüm renkleriyle tüm ulusun "ortak paydası" olarak kalmayı başarıyor. )

Çocuklarımızın aydınlık geleceği için kaleme aldığım "Mustafa Kemal" kitabı vesilesiyle dünyanın en büyük ailesine çağrıda bulunuyorum…

Babasız büyüyen bir çocuk sayesinde kaderi değişen ulusumuzu… Zübeyde anne'nin vasiyetini yerine getirmeye fırsat eşitliğine katkı sağlamak için fikri hür vicdanı hür irfanı hür nesiller için çoban ateşi ruhuyla Darüşşafaka'ya bağışta bulunmaya davet ediyorum.

Gelin insan biriktirelim.

Gelin karartılmaya çalışılan geleceğimizi ülkemizi Atatürk ilkelerine bağlı pırıl pırıl evlatlarla aydınlatalım.

Gelin insan fidanları ekelim.

Darüşşafaka çocuklarımızı ortaokul birinci sınıfta kabul ediyor lise mezuniyetine kadar tam burslu yatılı kolej seviyesinde eğitim veriyor. Giyim beslenme sağlık harçlık ihtiyaçlarını karşılıyor. Yükseköğrenimde burs desteğini sürdürüyor.

Tüm bu olanaklar tıpkı Zübeyde anne'nin bağışı gibi sadece ve sadece bağışlarla gerçekleştiriliyor.

www.darussafaka.org adresindeki ONLINE BAĞIŞ sekmesinden kredi kartınızla veya banka kartınızla dilediğiniz miktarda bağış yapabilirsiniz.

0850 222 1863'ü arayarak bağış yapabilirsiniz.

Bankanızın internet şubesindeki ÖDEMELER-BAĞIŞ menüsünden Darüşşafaka Cemiyeti'ni seçerek masraf ödemeden bağış yapabilirsiniz.

Ayrıca Darüşşafaka Cemiyeti'nin banka bağış hesaplarına web sitesinden ulaşabilirsiniz.

===============================

EMİN ÇÖLAŞAN: BİNALİ BEY KONUŞTU: "KONU KAPANMIŞTIR!"

Sevgili okurlarım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı muhteşem bir olaydır. Elinde sonsuz olanaklar vardır.

Sahip olduğu para korkunç miktarda neredeyse sonsuzdur.

Bu parayı harcama yetkisi ise başkana aittir.

Denetleme mekanizmaları yeterince çalışmaz. Başkan istediği kişiye istediği alımve ihaleleri verir istediği harcamaları yaptırır.

Üstelik bir de belediye şirketleri vardır ki onlar da doğrudan veya dolaylı olarak başkanın emrindedir. Şirketlerin denetimi derseniz sıfıra yakındır.

16 milyon kişiyi temsil eden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı trilyonlarla oynar. Yetkisi sonsuzdur.

Böylesine parasal manevi güç ve yetki Türkiye'deki hiçbir kuruluşta yoktur.

Meclis Başkanlığı bu açılardan bakıldığında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yanında neredeyse solda sıfır kalır.

Geçmişte devletin en üst kademelerinde görev yapan ve şimdi Meclis Başkanı olan Binali Bey işte bu sonsuz olanakları düşündü ve kararını verdi.

Daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Bey onu yönlendirdi:

"İstanbul 'Bay Kemal ve partisine' bırakılmaması gereken bir yerdir. Haydi marş marş!. . "

★★★

Adaylığı önümüzdeki günlerde resmen açıklanacak.

Ancak ortaya bazı çok ciddi pürüzler çıkacağı şimdiden belli.

Halen Meclis Başkanı olarak görev yapan bir siyasetçi bu görevinden istifa etmediği sürece bir belediye başkanlığı için aday olabilir mi?

Olamaz… Yasal nedenlerini az sonra belgeleyeceğim.

Ama Recep Bey bu konuda farklı düşündüğünü açıkladı:

"Seçime kadar (Meclis Başkanlığı'ndan) istifa etmesi gerekmiyor. Seçildikten sonra istifasını verir. "

Demek ki İstanbul'u çantada keklik olarak görüyor! Seçimde hayal kırıklığına uğramamasını dilerim!

★★★

Bu konuda Binali Yıldırım da dün görüşlerini çok kısaca açıkladı:

"İstifa tartışmaları benim dışımdadır. Konu kapanmıştır diye düşünüyorum. "

Hayır beyefendi konu kapanmadı.

Tam tersine bundan sonra açılacak.

★★★

Sevgili okurlarım şimdi bana haklı olarak soracaksınız…

"Peki ama kardeşim bu konuda Anayasa ve yasalar ne diyor zahmet olmazsa biraz da o konudan söz et!. . "

Hemen edeyim!

Anayasamızın 94. maddesinin son fıkrası aynen şöyle:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkanvekilleri ÜYESİbulundukları SİYASİPARTİNİN veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine görevlerinin gereği haller dışında Meclis tartışmalarına katılamazlar. Başkan ve oturumu yöneten Başkan vekili oy kullanamazlar. "

Kural öyle ki Anayasa bile Meclis Başkanına belli konularda "Siyasi kısıtlama"getiriyor.

Meclis tartışmalarına ve partisinin grup toplantılarına katılamaz oy kullanamaz.

★★★

Şimdi gelelim Siyasi Partiler Kanunu'nun 24. maddesine:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkanvekilleri üyesi bulundukları siyasi partinin ve parti grubunun Meclis içinde ve dışındaki faaliyetlerine katılamazlar. Ancak yeniden milletvekili adayı olmaya ilişkin faaliyetleri bu hükmün dışındadır. "

★★★

Gerek Anayasa ve gerekse Siyasi Partiler Kanunu tarafından getirilmiş olan hükümler yeterince açık ve net…

Meclis Başkanı olan kimsenin Meclis'te oy kullanma partisinin grup toplantılarına katılma hakkı yok.

Üstelik mensup olduğu siyasi partinin Meclis içindeki ve dışındaki faaliyetlerine de katılamaz.

Anayasa ve yasalara zerre kadar saygısı olan bir kimse herhalde aksini iddia edemez ve yapamaz.

★★★

Şimdi Recep Bey istediği kadar "Seçime kadar istifası gerekmez istifasını seçildikten sonra verir" desin o sözler geçerli değildir…

Binali Bey istediği kadar stifa tartışmaları benim dışımdadır konu kapanmıştır" desin o ciddiyetten yoksun sözler de geçerli değildir.

Tabii eğer anayasa ve yasalar geçerli ise!

Bunlar Anayasa ve yasalardan böylesine habersiz olabilir mi?

Elbette olamazlar…

O halde ne yapmayı amaçlıyorlar? Acaba bunları yanıltan birileri mi var?

Kendilerine sormalı!

★★★

Peki vatandaş Binali Yıldırım bugünkü konumuyla yani Meclis Başkanı sıfatıyla İstanbul'a aday olabilir mi?

Olabilir…

Ama adaylığı 29 Aralık günü resmen açıklandığı anda Meclis Başkanlığı görevinden istifa etmesi koşuluyla.

Böyle iki cümlelik açıklamalar yapıp stifa tartışmaları benim dışımdadır konu kapanmıştır" diyerek bu işin kapanmasını sağlayamaz.

Bunu kimse yemez.



===============================

TOKMAK: HERKES SUSARSA!

Dün bir profesör arkadaşımla konuşuyordum. O sırada bir işadamı arkadaşımız yanımıza geldi çok kaygılıydı:

"Bu ülkeye ne oluyor? Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Fox Haber'e ve Halk Arenası programına ceza yağdırmış. Herkesi yıldırmak sindirmek istiyorlar! Bu nasıl demokrasi?" diye sordu.

"Cumhurbaşkanı'nın Fatih Portakal Müjdat Gezen ve Metin Akpınar'ı hedef göstermesinden sonra durumdan vazife çıkaran RTÜK hızla harekete geçti. Hemen hemen her kurum Erdoğan'ın öfkeli konuşmalarını talimat olarak algılıyor onun gözüne girmeye çalışıyor" diye acı acı güldüm.

Profesör arkadaşım sakin bir şekilde söze karıştı ve:

"Size tavsiyem şudur: Bu millet demokrasi istemiyor. Siz de huzur içinde yaşamak istiyorsanız ülkedeki hiçbir şeye aldırmayın. Ben artık öyle yapıyor ve keyfime bakıyorum. Siz de benim gibi yapın!" dedi.

"Sen susarsan ben susarsam onlar susarsa doğru nasıl bulunacak? Ülke nasıl düzlüğe çıkacak?" dedim.

Profesör arkadaşım "Onu da oy veren ve ezilen kitleler düşünsün size ne?"dedi.

Ülkem adına bir kez daha üzüldüm!


--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder