CAN ATAKLI: Gerçekleri tesadüfen öğreniyoruz
Ne kadar başlarına buyruk olsalar da her şeyi saklayamıyor bu iktidar.
Bazı konularda "nasıl olsa ucunu bize dokundurtamazlar" diye de düşünüyor olabilirler.
Bazen de belki önem bile vermiyorlar "öğrenilse ne olacak ki?" diyorlar.
Galiba bazen de farkında bile olmuyorlar verdikleri bilginin.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi adlı bir birim var.
Kısaca CİMER diye biliniyor.
Buraya soru sorulabiliniyor.
Soruların ne kadarına cevap veriyorlar bilmiyorum.
Ama bazen hiç olmadık konularda müthiş cevaplar geliyor bu merkez aracılığı ile ve şaşırıyorsunuz.
Yeni havalimanı inşaatında meydana gelen iş kazalarında çok sayıda işçinin öldüğü ileri sürülmüştü.
Hele bir dönem ölü sayısının 400'ü aştığı ama yetkililerin bunları sakladığı bile ileri sürülmüştü.
Elbette 400 kişinin kazalarda ölmesi kolay saklanamaz.
Eften püften açıklamalar yaptılar.
İş kazalarının olduğunu ama bunların çok da önemli olmadığını ileri sürdüler.
Örneğin bir yandaş gazete "Yok o kadar değil" başlığını attı.
Sanki 400 değil de 4 işçi öldüyse bu normalmiş gibi davranıyorlar.
Ama sonunda gerçeği öğrendik.
Üstelik yeni havalimanındaki kazalarda ölenlerin sayısını saklayanların "güvendiği" merkez yaptı bu açıklamayı.
CHP'li Ali Şeker CİMER'e bir yazı yazarak yeni havalimanı inşaatındaki iş kazalarında kaç kişinin öldüğünü sordu.
CİMER bu soruyu cevaplandırması için havalimanının içinde olduğu Arnavutköy Sosyal Güvenlik Merkezi'ne yönlendirdi.
CİMER bu soruyu ilgili birime yönlendirirken durumun farkında mıydı bilemem tabii ama emir yüksek yerden gelince Arnavutköy'deki yetkililer gerçeği açıklamak durumunda kalmış.
Buna göre 5 yıldaki iş kazalarında tam 52 işçi hayatını kaybetmiş.
Havaalanı da olsa eninde sonunda bir inşaat bu.
Üstelik çok katlı inşaatlar da değil.
Buna rağmen demek ki ne kadar üstünkörü önlemler alınmış ki 52 cankaybetmişiz.
İnşaatı yapan müteahhitler uzun süre bu ölümleri sakladılar.
Kaza haberlerine sansür koydurdular.
Yandaş medya haberi alsa bile yayınlamadı.
Yandaş olmayanlara da haber hiç ulaşmadı.
Sendikalar da sağlıklı bilgi veremediler ve bu nedenle kazalarda ölenlerin sayısıabartılmış rakamlarla ifade edildi.
Evet anlaşıldığı kadarıyla yeni havalimanı inşaatında 400'ün üzerinde işçi kazalarda hayatını kaybetmedi belki ama 52 işçinin ölmüş olması bile çok çok büyük ayıptır.
Ancak farklı kaynaklardan gelen haberlerden de şunu anlıyoruz; Bu kazalar iktidarın "En büyük havalimanını en kısa sürede yapma" hevesinden kaynaklanıyor.
"EN"leri gerçekleştirmek için insan hayatının bir değeri yok yani.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
BUNUN ADI İNANÇ SAHTEKARLIĞIDIR
Erdoğan'ın İzmir'e belediye başkan adayı olarak atadığı Nihat Zeybekci inanılmaz şeyler söylüyor.
İzmir'de AKP'ye uygun adam bulunamadığı için Denizli'den transfer edilen Zeybekci "AK Parti'deki arkadaşlarımız bugün içkisini içebilen namazını da kılabilen günü geldiğinde orucunu tutabilen bir hoşgörü alanına sahiptir"dedi.
Neymiş içki içmek ve günü geldiğinde oruç tutmak bir hoşgörü göstergesiymiş.
Hiç utanmıyor ve sıkılmıyor bunları söylerken AKP İzmir adayı.
Madem "Ak Partili arkadaşlar" bu kadar hoşgörülü başka yerlerde niye bu hoşgörüyü göstermiyorlar?
Üzerinde uzun yazmaya bile gerek yok.
Bu sözler AKP zihniyetini açıkça ortaya koyuyor.
Din istismarı ille "dini övüyormuş gibi yaparak" olmaz dini tersten okuyarak yapılan propaganda da din istismarıdır.
Buna inanç sahtekarlığı da diyebiliriz.
FIKRA GİBİ
ENFLASYON VARMIŞ DA AĞIR BİR DARBE VURULMUŞ
Uzun süredir sadece yandaş medyayı okuyan ve izleyenler nasıl bir duyguiçindedir çok merak ediyorum.
Çünkü son birkaç gündür bu medyanın en önemli gündemi "ekonomideki düzelme" bunun yanı sıra "Dolara ve enflasyona vurulan darbe" haberlerinden oluşuyor.
Ama şaşırtıcı olan şu ki bu medya son bir kaç aydır yaşanan çok ciddi ekonomik krizi döviz fiyatlarındaki yükselişi neredeyse yüzde 30'lara kadar tırmanan enflasyonu hiç yazmadı anlatmadı.
Doların neredeyse 7 liraya dayandığı günlerde bu medya dış güçlerin Türkiye'yi çökertmek istediğini ama duvara çarptığını ileri sürüyordu.
Şimdi fırtına duruldu göstermelik de olsa döviz fiyatlarında ve enflasyonda düşüşvar yandaş medya koro halinde yayına geçti; "Korkunç günler atlatıldı ekonomi rayına oturtuldu döviz fiyatları düştü enflasyonun tepesine binildi. "
AKP seçmeni şaşırmasın da ne yapsın?
Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu sanıyorlardı şimdi bir felaket yaşadıklarınıöğreniyorlar.
İktidardan yana olmak da pek zor bir şey.
BUNU YAZMAK GEREK
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADINA BİR BAŞKA ÜLKEDE CAMİ YAPTIRAMAZSINIZ
Konu din olunca ve istismar da çok ön planda olunca pek çok kişi dile getirmeye çekiniyor bazı konuları.
Oysa bunları korkmadan dile getirmek zorundayız.
Cumhurbaşkanı Arjantin'deki G-20 zirvesine katıldıktan sonra "geçiyordum uğradım" diyerek Paraguay ve Venezuela'ya da birer resmi ziyaret yaptı.
Venezuela Devlet Başkanı Maduro Türkiye'yi neredeyse komşu kapısı yapmıştı bu nedenle "iade-i ziyaret" yapmak da gerekiyordu!
Erdoğan Maduro'dan "cami yapmak için yer istemiş" Venezuela Devlet Başkanı da bunu hiç ikiletmemiş ve arsa tahsis etmiş.
Şimdi bunu övünerek anlatıyorlar.
Peki camiyi kim yapacak?
Tabii ki Türkiye.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin böyle bir görevi yoktur ve olamaz da.
İslam dininin yayılması kollanması ve korunması gibi bir asli görevi de yoktur.
Erdoğan kendi kitlesinde "Ben İslamı bütün dünyada tanıtıyor ve tüm Müslümanların da hamiliğini yapıyorum" algısı yaratmaya çalışıyor.
Bu milletin parasıyla din istismarı yapmaktır.
Cumhurbaşkanı'nın buna hakkı yoktur.
ŞAŞIRDIM
DEVLETİN 81 SAYFALIK SAVUNMASI 1 SAYFA İLE ÇÜRÜTÜLMÜŞ
İngiltere'de mahkeme kaçak işadamı Akın İpek'in Türkiye'ye iade edilmesi talebini reddetti biliyorsunuz.
Mahkeme İpek hakkında yeterli belge sunulamadığını bununla beraber Türkiye'de adil bir yargılama olacağından da kuşku duyulduğunu belirtti.
İktidar çok kızdı tabii.
İngiltere'de hukuk ve demokrasi olmadığını söyledi.
Ama işe bakın ki meğer sorun İngiliz hukukunda veya mahkeme heyetinin ahlakında değilmiş Londra Büyükelçiliği'nde çalışan bir AKP'li danışman neden olmuş bu kararın verilmesine.
Türkiye Akın İpek'in iade edilmesi gerektiğini tam 81 sayfalık bir yazı ile anlatmış İngiliz mahkemesine.
Ama bu "kripto" danışman kendi kafasına göre bir tek sayfa daha eklemiş bu iade talebine.
O bir sayfa 81 sayfada savunulanları çürütmüş ve mahkeme aleyhimize karar vermiş.
Dışişleri'nde bu tür ajanların olduğuna mı yanalım yoksa 81 sayfalık bir iddianın sadece bir sayfalık yazı ile çürütülecek kadar yetersiz olduğuna mı?
================================
MURAT MURATOĞLU: Ekonomi tünele girdi çıktığı yer neresi?
Gerileyen enflasyon düşen dolar kuru kapanan dış açık… Algı yönetimi şahane de pek işe yaramıyor bu günlerde…
Ekonominin hali dizi filmlerin sezon finali gibi… Her geçen gün işler sarpa sarıyor. Tüm söylemleri icraatları açıklamaları iç politikada kuyruğu dik tutmaya hizmet ediyor.
★★★
Oysa bu sefer millet kötü gidişatı iliklerine kadar hissediyor. Dolar düştü faydası yok. Fiyatlar mıh gibi yerinde duruyor. Büyüdükçe büyüyor borçlar. Para bulmaya mecburuz…
Enflasyon düştü faydası yok. Kim neyle gidip mal alacak? Satılmayınca üretim azaltılıyor. Üretim azaltılınca dış ticaret açığı geriliyor. Ne ithal edip üreteceksin de satacaksın? Mecburen ölü taklidi yapacaksın.
★★★
Türkiye'de insanlar fakirleşiyor. Hayali fakat resmi rakamlar bize 2013 yılında 12.480 dolar olan kişi başı gelirin Yeni Ekonomi Programı tutsa bile 9.385 dolara ineceğini müjdeliyor!
Alınan kararların bir ciddiyeti de yok! Kaldır kahvehaneden Hüsnü dayıyı yapsın benzer açıklamayı… Utanmasalar "Kafam kadar dış ticaret hacmimiz" var deyip koyacaklar noktayı…
★★★
Henüz matematiği değiştirecek bir karar almadıklarından dolayı 2 kere 2 hâlâ dört ediyor. Matematik bize ne diyor? Sonucu değiştirecek hiçbir şey yapmadın!
Mevcut sistemle her ay satış rekoru kır ekonomi yine tam takır kuru bakır… En basit bakkal hesabıdır. Kazandığından fazlasını harcarsan borçlanırsın. Borçların artarsa zorlanırsın. Seçmen "arttı" lafını görünce direkt memnun oluyor! "Artan ne?" diye sormuyor.
★★★
Dünyada ekonomisi en kırılgan ülkeler listesi değişiyor sürekli. Türkiye ev sahibi… Hepsi kumpas tabii…
Sonuçta ekonominin kırılgan olup olmadığının cevabını sandıkta halk vermeyecek mi? Bütün suçu da yönetime atmamak gerekli… O halk bizi bu noktaya getirdi!
★★★
Ülkenin ihracat rekortmenlerine bakalım… Ford Toyota Fiat Renault Bosch Mercedes… Ey Amerika ey Almanlar Japonlar İtalyanlar Fransızlar…
Arkasından atıp tutuğun yabancılar… Bu ülkede kurulu şirketleri toplam ihracatın yarısından fazlasını yapıyorlar.
★★★
Bu şirketler hep yıllar önce Türkiye'yi seçenler… AKP döneminde gelen var mı?Olmaz mı? Suriyeliler! Şimdiden 35 milyar dolarımızı yediler.
Yabancı yatırımcının Türkiye'ye ilgisi kalmadı. Belli ki dünya bizden hoşlanmıyor. Araplar bile yan bakıyor!
Gençler; tünele yeni girdik ve ucu fena bir yere çıkıyor… Ödediğin faturalardan içtiğin suya vergilerden cezalara her şeye zam gelecek. Hepsi misliyle geri ödenecek. Kaşıkla verip şırınga ile çekilecek!
================================
Rıfat Serdaroğlu: ATATÜRK'E SARILACAKSINIZ
Bir milletin başına gelebilecek dertlerin en büyüklerinden biri fikri yapısı oluşmamış kendi milletinin değerlerinin farkında olmayan cahil kişilerin yönetimde bulunmalarıdır.
Böyle fikir ve kişilik fukaralarını başından atmasını beceremeyen milletler
sıkıntı çekmeye mahkûmdur.
Üç tarihi gerçeği sizlerle paylaşmak isterim;
-Fatih İstanbul'u kuşattığında kentte bulunan Kardinal İsodore Vatikan'a yazdığı "yardım" mektubunda Fatih Sultan Mehmet için "Troyalıların Prensi" demiştir.
-Atatürk Dumlupınar Zaferini kazandıktan sonra "Hektor'un intikamını aldık" demiştir.
-1943 yılında vefat eden Halidi-Nakşi Şeyhi "Seyyid Abdülhakim Arvasi";
"Ben bir Seyyid 'im. Yani bu demektir ki Türk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa o gene ben olurdum.
Çünkü Türkler olmasa bugünkü manada İslamiyet olmazdı…"
Arvasi; Türklerin İslam'a hizmetlerini İslam'ın sancaktarlığını Türklerin yaptığını çok iyi biliyordu!
Fatih ve Atatürk Türklerin Anadolu'ya gelişlerinin bilinen tarihten çok önceleri olduğunu Türklerin Anadolu'nun dip kültürünü oluşturduklarını çok iyi biliyorlardı!
Atatürk bu konuda ciddi araştırmalar yaptırmıştı. Atatürk Türklerin Anadolu'ya MÖ 7 binli yıllarda geldiklerini buldu. Son gelişmeler ve özellikle Göbeklitepe'nin bulunmasından sonra Türklerin Anadolu'da M. Ö 13 binli yıllarda var olduğu yazıyı ve tekerleği bulmuş bazı hayvanları ehlileştirilmiş oldukları ilmen kanıtlamıştır.
Tarihini ve insanını bilmeyenler ülkelerini yönetemezler.
Bizlerin de artık bize dayatılan değil gerçek tarihimizi öğrenip gençlerimize anlatmamız şart.
Bilemezsek bu coğrafyada ayakta kalamayız. Ama öncelik tarih bilmemizde!
Troyalı Hektor'u öldüren komutanın adı "Agamemnon" idi! Çanakkale savaşı için gelen İngiliz zırhlısının adının da "Agamemnon" olması sizce tesadüf mü?
Asla tesadüf değil! Hele "Truva Atı" rolünü gönüllü olarak kabul etmiş Badem İktidarı yönetimde ise!
Geçmişte "Truva Atı" ne ise bugünkü "Eşbaşkanlık" aynıdır…
Böylesine muhteşem bir tarihe sahip olan Türk Milletini adını dahi anmaktan kaçınan Badem İktidarının yönetmesi ne kadar acı!
Bademler bir gün "İslam Milleti" bir gün "İbrahim Milleti" bir gün "Ümmet" diyorlar ıkınıyorlar-sıkınıyorlar bir türlü "Türk Milleti" diyemiyorlar…
Ya ne diyorlar? Türkçülük yapmak bölücülüktür!
Bahçeli ve MHP de bunları destekliyor…
Halbuki bir kere olsun gönülden "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyebilseler Türklüğü üst kimlik olarak kabul etseler bu üst kimliğin altında herkesin kendi kökenini-inancını-kültürünü yaşamasının yaşatmasının mümkün olduğunu bilebilseler hem kendileri huzura erişecek hem de bu cennet vatan…
İşte o zaman Bademler de Büyük Atatürk'ün fikirlerine çağın ötesine geçen vizyonuna sarılacaklar!
Nasılsa bir gün herkes Atatürk'çü olacak…
================================
SONER YALÇIN: Seçimin sihri
Türkiye seçime gidiyor…
Partiler ittifak yapıyor…
İttifak adayları belli oluyor…
Seçimlerde; muhalefetin göz ardı ettiği iktidarın hayli başarılı olduğu konu üzerinde duracağım.
Önce bilgiler vermeliyim:
Rosser Reeves (1910-1984)…
Televizyon reklamcılığının duayeniydi.
Reklamda "cinsellik sattırır" sözünü bulan kişi olarak tanınır dünyada! Ki söz ona ait değildi!
Reklamcılığın dahi adamı Reeves siyasi reklam da yaptı. ABD 1952 başkanlık seçiminde D. Eisenhower'ın kampanyasını yürüttü. Güçlü gözükmek için gözlük takmaması gerektiğini söyledi! Siyasete döneceğiz…
"Mad Men" dizisini seyrettiniz mi; "Don Draper" adlı ana karakterin ilham kaynağı Reeves idi! Dizide hep bir konunun altı çiziliyordu:
– Tüketim sadece alışverişten ibaret değildir…
– Alınan ürünün anlamı görünenden farklıdır:
– Ürün satın alan tüketicinin bilinçaltında derin amacı vardır; "mutlu olmak!"
Reeves'i ilgilendiren ürün değil zihindi!
Reeves'e göre korku sattırırdı! Çünkü…
Modern hayat insanı korkak yapmıştı; başarısızlıktan reddedilmekten küçük görülmekten korkuyordu insanlar! O halde…
Reklamlar "korku satışı" üzerine inşa edilecekti. Ürünü satma konusunda korku kadar etkili silah yoktu. Bu ne demekti?
Ne anlatmak istediğimi daha açık ifade edebilmek için bir reklam dehasını daha tanıtacağım…
SATIŞ PATLIYOR
Dr. Clotaire Rapaille (d.1941)…
Aslında doktordu. Fransa/Normandiya'da bir hastanede psikolog olarak çalışıyordu! Uzmanlık alanı otistik çocuklardı. İtibariyle beyin teorisi üzerine araştırmalar yapıyordu. Örneğin… Çocuklar kelimeyi ve onunla bağlantılı fikri öğrenirken bunu duygularıyla ifade ediyordu.
2000'lerin başında… Dr. Rapaille bir gün evinde CNN seyrediyordu:
ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve İngiltere Başbakanı Tony Blair Irak'ta kitle imha silahları olduğuna dair "kanıtları" uyduruyordu…
Bu söyleşinin arkasından ekranda şu haber yer aldı:
11 Eylül'de İkiz Kuleler'e yapılan saldırıdan sonra -askeri kullanım için 1984 yılında AM General firması tarafından üretilen- "Humvee" satışlarında büyük artış oldu!
Amerikalılar elli kiloluk havan mermilerine dayanmak üzere tasarlanmış bu aracı satın alıyordu! İnsanlar korkularına kendilerince çözüm üretmişlerdi.
Önemli olan gerçeklerin kendisi değil halkın üzerinde bıraktığı etkiydi! Halk Irak'ta kimyasal imha silahlarının olup-olmadığından çok kendini nasıl savunacağının peşine düşmüştü!
İşte bunun adı "korku satışı" idi…
Bu haberden sonra Dr. Rapaille'nin hayatı değişti:
Otomobil devi Chrysler ile anlaşma yaptı. Tüketiciyi güvende hissettiren; yerden yüksek demir tamponlu koca şasisi olan 4X4 araç yaptılar: Chrysler PT Cruiser!
Bunu spor arazi araçları yani SUV'lar takip etti. Öyle ki…
2000'ler başında üretilen bu jeepler sadece üç yıl içinde diğer araçların toplam satışının beşte birine yükseldi. Dr. Rapaille Amerikan reklam endüstrisinin "dahi adamı" oldu…
Tıpkı Reeves gibi Rapaille de şunu keşfetmişti:
İnsanlar güvende hissetmek için para harcar!
ERDOĞAN'IN TAKTİĞİ
Reklam dünyasını anladık!
Peki… Korku seçim sandığına nasıl yansıyor?
Şundan sordum…
Yıllardır CHP kampanyası yapanlar ve kimi köşe yazarları bu partiye şöyle akıl verdi:
"AKP'yi eleştirme! Sen ne yapacağını anlat!"
Yani "negatif değil pozitif kampanya yap!" Hâlâ da öyle diyorlar.
O halde…
D. Trump'ın seçmende oluşan Meksikalı göçmenler korkusuna karşılık "sınıra duvar öreceğim" vaadi vererek iktidar olmasını nasıl değerlendireceğiz?
Avrupa'daki faşist partilerin mülteci korkusu üzerinden oy patlaması yaptığını görmezden mi geleceğiz?
Neden Erdoğan İYİ Parti yokmuş gibi davranıyor?
Neden Erdoğan CHP ile HDP ittifakından söz ediyor?
Çünkü Erdoğan sürekli seçmenin korkularına hitap ediyor!
Üstelik korkuyla gerçeği saptırıyor!
Ve seçmeni kendi yarattığı CHP önyargısıyla yanına çekiyor.
Evet Erdoğan "korku satışı" yapıyor. Bunda da hayli başarılı:
7 Haziran- 1 Kasım 2015 seçimler sürecinde bunun somut örneği yaşandı. Erdoğan "korku taktiğiyle" AKP'nin oylarını beş ayda yüzde 40.87'den yüzde 49.50'ye çıkardı!
Önümüzdeki yerel seçimde de Erdoğan'ın "korku silahını" kullanacağından kuşku yok. Gezi'yi Soros'u filan gündeme taşıması bunun göstergesi…
Peki…
Erdoğan'ın "korku stratejisine" karşı muhalefet ne yapacak?
Seçmenin salt bilincine değil duygusuna seslenenlerin sandık zaferi yaşadığına şahit olduk. Demek ki…
Seçim kampanyası kendi seçmeninizden çok rakibinizden oy almak üzerine planlanmalı. Gerek Muharrem İnce ve gerekse Meral Akşener'in bir önceki seçim kampanyaları bu açıdan pek başarılı değildi.
Bakalım bu yerel seçimde…
Muhalefet Erdoğan'ın "korku oyununu" bozacak mı?
================================
YILMAZ ÖZDİL: Ergenekon
Ergenekon davası turnusol kağıdıydı.
Memlekette ne kadar çok vatan haini olduğunu gösterdi bize.
★
Kim asit kim baz…
Herkesin rengi çıktı ortaya.
Toplumun bir kesiminin toplumun bir başka kesiminden delicesine nefret ettiğini bu kinle yanıp tutuştuğunu kendisi gibi düşünmeyen insanların ölmesini istediğini hatta kendisi gibi düşünmeyen insanların aileleriyle birlikte çocuklarıyla birlikte yok olması için bu vahşi duygusunun tatmin olması için yalan olduğunu bile bile en pespaye yalanları alkışladığını gösterdi hepimize.
★
Milattı.
O güne kadar bir devletimiz olduğunu sanıyorduk mesela.
Hollywood yapımı kovboy filmi dekoru olduğu ortaya çıktı.
Önden bakınca bildiğin bina gibi görünüyordu.
Arkasına bakınca meğer kalasla tutturulmuş dandik kontrplaktı.
İttirsen yıkılacaktı.
İttirdiler yerlebir oldu.
★
Bu milletin milli marşının neden "korkma" diye başladığını teyit etti maalesef… Korku'nun kayıtsız şartsız milli egemen olduğunu kanıtladı.
★
Aynı zamanda…
"Dahili ve harici bedhahların olacaktır cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş bütün tersanelerine girilmiş bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler"in ne kadar isabetli bir öngörü olduğunu kanıtladı.
★
Sınavdı.
Sınıfta kalındı.
★
Emperyalizm yerli işbirlikçileriyle milleti denedi.
Millet millet olmayı beceremedi.
★
Çünkü milleti millet yapan ne dindir aslında ne ırktır ne tarihtir ne kültürdür ne paradır ne coğrafyadır ne ordudur ne de ideolojidir…
Milleti millet yapan ruhtur.
★
Bir avuç direnip onurunu yaşayanlar.
Susup utancını yaşayanlar.
Destekleyip vebalini taşıyanlar.
Bir bedende üç ruh…
Artık yekvücut olabilir mi?
★
Üstümüzden silindir gibi geçen 14 seneden sonra nihayet Ergenekon filan yok ama… Türkiye var mı?
================================
SİNAN MEYDAN: Kadının kurtuluş devrimi
"Türk Devrimi denilince bunun 'kadının kurtuluş devrimi' olduğu beraber söylenecektir. " (Başbakan İsmet İnönü 5 Aralık 1934)
sinan-meydan
5 Aralık 1934 tarihimizin en onurlu en şerefli günlerinden biridir. Çünkü o gün bin yıldan fazla bir zaman sonra Türk kadınına siyasal haklar verilmiştir. İki gün sonra bu şerefli günün 84. yıldönümü…
İsmet İnönü'nün ifadesiyle Atatürk'ün "en ileri iki devriminden" biri harf devrimi diğeri kadın devrimidir. (Abdi İpekçi İnönü Atatürk'ü Anlatıyor s. 47)
Atatürk'ün kadın devriminin iki önemli adımından biri Medeni Kanun'un kabulü diğeri ise kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesidir.
Peki ama 84 yıl önce Atatürk Müslüman bir ülkede üstelik dünyada kadınların baskılandığı bir faşizm çağında kadınlara seçme ve seçilme hakkını nasıl verdi?
Anlatayım!
CUMHURİYETTEN ÖNCE
Osmanlı 1876'da Kanuni Esasi'yi kabul ederek Meşrutiyet'e geçti. Ancak Osmanlı'nın bu ilk anayasasında kadınların siyasal haklarından hiç söz edilmedi. 65. maddeye göre "Osmanlı tebaasında her elli bin erkek nüfusa karşılık" bir milletvekili seçilecekti. Yani bu anayasayla seçme ve seçilme hakkı yalnız "erkek hakkı" olarak görülüyordu ve uzun zaman da öyle kalacaktı.
1876-1908 arasındaki II. Abdülhamit döneminde de kadınların hiçbir siyasal hakkı yoktu.
1908'de II. Meşrutiyet ilan edildi. Ancak seçim kanununda değişiklik yapılmadı. Kadınların seçime katılması şöyle dursun kadın nüfus sayılmadı bile.
1909'de bir kadın grubu Meclis-i Mebusan'a dinleyici olarak girmek istedi. Bu durum basında kadın konusunun tartışılmasına neden oldu.
1909'da ve 1912'de Kanuni Esasi'de bazı değişiklikler yapıldı. Anayasa oldukça demokratikleşti. Ancak kadınların siyasal hakları konusunda hiçbir adım atılmadı.
II. Meşruiyet döneminde kadınlara siyasal haklar verilmedi ama bu dönemde Müslüman Türk kadını adeta kabuğunu çatlatmaya başladı. Çok sayıda kadın dergisi çıktı. Bu dergilerde Osmanlı'nın ilk okur- yazar kadınları yazılar yazmaya başladılar. Fatma Aliye ve Nezihe Muhittin gibi hanımlar Osmanlı kadın hareketinin öncülüğünü yaptılar.
1908'de "Nüsha-i Mefharet" adlı kadın dergisinin kapağında "Yaşasın Millet Meclisi" diye bir ifadeye yer verildi. Osmanlı'da "Millet Meclisi" kavramını ilk olarak bu kadın dergisi kullandı. (Afet İnan Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler s. 340).
II. Meşrutiyet döneminde kadın dergileri dışında Teali Nisvan Cemiyeti ve Kadınları Çalıştırma Cemiyeti gibi kadın cemiyetleri de kuruldu.
1914-1918 arasındaki I. Dünya Savaşı sırasında kadınlar zorunlu olarakçalışmaya başladılar.
1919-1922 arasındaki Milli Mücadele'de ise kadınlar büyük fedakarlıklargösterdiler.
CUMHURİYETTEN SONRA
Atatürk 23 Nisan 1920'de milletin erkek temsilcilerinden oluşan TBMM'yi açtı.
1921 Anayasası'nın 1. maddesinde "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" deniliyordu. Ancak kayıtsız şartsız egemenliğe sahip olan "millet" sadece erkeklerden oluşuyordu.
TBMM Nisan 1923'te "Milletvekili Seçilme Kanunu"nu değiştirdi. Yeni kanuna göre de seçme ve seçilme hakkı sadece "erkek hakkı" olarak kalıyordu. Ayrıca bu kanuna göre seçim için nüfus sayımı yapılırken kadınlar sayılmayacak sadece erkekler sayılacaktı.
Bu kanun öncesinde 3 Nisan 1923'te yapılan meclis görüşmeleri ibret vericidir. Görüşmeler sırasında Tunalı Hilmi Bey kadınların da nüfus sayımındasayılmalarını istedi. Ancak meclisten şiddetli itirazlar yükseldi. Ortalık karıştı. Bunun üzerine Tunalı Hilmi Bey "Kadınlara seçilme hakkı verin demiyorum sayılsınlar diyorum!" diyerek havayı yumuşatmak istedi. Meclis 1923'te kadınlara seçme seçilme hakkı vermek şöyle dursun kadınların sayılmasınıbile kabul etmedi.
29 Ekim 1923'te cumhuriyet ilan edildi. Fakat henüz cumhuriyet kadınlarınınseçme seçilme hakkı yoktu.
10 Mart 1924'te mecliste 1924 Anayasası'nın seçme seçilme hakkını düzenleyen 10. ve 11. maddeleri görüşüldü. Hazırlanan tasarıda Atatürk'ünistediği gibi "Her Türk'ün seçme ve seçilme hakkı olduğu" ve "30 yaşını dolduran her Türk'ün milletvekili seçilebileceği" belirtiliyordu. Ancak komisyon sözcüsü "Her Türk derken yalnız erkekleri düşündüklerini seçim kanununda kadınlara yer vermediklerini" söyledi. Bunun üzerine Recep Peker "Kadınlar Türk değil mi beyefendi?" diye bağırdı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkınınverilmesini isteyen birkaç milletvekili "dine saygısızlıkla" hatta "Bolşeviklikle" suçlandı. Tasarı reddedildi.
Atatürk çok istese de Ortaçağ erkek kafası yüzünden 1924'te de kadınlaraseçme ve seçilme hakkı verilemedi.
Atatürk 1926'da kadın devriminin ilk büyük adımını atıp Türk Medeni Kanunu'nu kabul etti. Böylece kadınlar en temel medeni haklarına kavuştular.
Şimdi sıra siyasi haklara gelmişti. Fakat bu iş hiç de kolay değildi.
Kadınların seçme ve seçilme hakkı mücadelesinde kadın cephesini Türk Kadınlar Birliği oluşturdu. 1927'de Türk Kadınlar Birliği tüzüğüne "kadına siyasi haklar sağlamak için çalışacağı" şeklinde bir madde koydu. Dernek Başkanı Nezihe Muhittin Hanım kadınların siyasi haklar kazanması için ülke çapında bir kampanya başlattı.
3 Nisan 1930'da kabul edilen Belediyeler Kanunu'yla kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
26 Ekim 1933'te Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köy ihtiyar heyetleri için seçme ve seçilme hakkı tanındı.
Sıra kadınlara milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkının verilmesine gelmişti.
KADINI KURTARAN ADAM: ATATÜRK
16-17 Ocak 1923'te İzmit basın toplantısında Ahmet Emin Yalman "Halide Edip Hanımefendi'yi milletvekili görecek miyiz?" diye sordu. Atatürk seçim kanunundaki "elli bin erkek nüfusa bir milletvekili" ifadesinin "elli bin nüfusa bir milletvekili" şeklinde değiştirilmesiyle kadınlara seçme seçilme hakkı verileceğini belirtti. Halide Edip Hanım'ın "Paşam bu kararı bu meclis mi verir yoksa ikinci bir meclis mi?" sorusuna ise şu cevabı verdi: "Bu noktayı ben bazılarıyla konuştum. Buna henüz itiraz edenler var. Fakat er geç olacaktır. " "Biz de her yerde fazla mı taassup (bağnazlık) vardır nedir?" diye de ekledi.
Nitekim 1923'te ve 1924'te seçim kanunu değiştirilip kadınlara seçme seçilme hakkı verilmek istendi ancak -yukarıda anlattığım gibi- meclis bu isteği reddetti. Bunun üzerine Atatürk "Büyük Millet Meclisi'nin o günkü havası içinde bu iş halledilemez" diyerek uygun zamanı beklemeye başladı. (Afet İnan s. 346)
Atatürk kadın devrimiyle Türk kadınını medeni ve siyasi haklara kavuşturdu.
Atatürk kadın devrimiyle Türk kadınını medeni ve siyasi haklara kavuşturdu.
Atatürk 1930'dan itibaren bu konudaki çalışmalarını hızlandırdı.
Öncelikle oturdu "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta "gerçek demokrasi için bir an önce kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olması gerektiğini" anlattı. Bu sırada yakın çevresindeki bazı isimlerden kadınların siyasi hakları konusunda çalışmalarını istedi. 1930'da Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan "İntihap" (Seçim) ve Atatürk'ün yakın çevresindeki isimlerden Necip Ali Küçüka da "Kadın Hukuku" adlı kitaplar yazdılar. Böylece konu tartışılmaya başlandı. Atatürk 1930'da manevi kızı Afet İnan'ın kadınlara seçme seçilme hakkı konusunda konferanslar vermesini istedi. Afet İnan'ın Türk Ocağı'nda verdiği konferans özellikle TBMM'de Belediye Kanunu'nungörüşüldüğü 3 Nisan 1930'a denk getirildi.
Atatürk kadınların seçme ve seçilme hakkının olmadığı bir ülkede gerçek demokrasinin olmayacağını düşünüyordu. 1933'te şöyle demişti:
"Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Kadın haklarını tanımak da bunun bir gereği olacaktır. " (Afet İnan s. 357. Atatürk'ün Bütün Eserleri C. 26 s. 181)
Demem o ki İsmet İnönü'nün ifadesiyle "Türk Devrimi kadının kurtuluş devrimidir. " Atatürk de bu kurtuluş devriminin 'baş mimarı'dır.
Bu topraklarda yaşayan aklı başında ve insanlık onuruna sahip bir kadın Atatürk'e nasıl düşman olabilir? Türkiye'de Atatürk'e ve laik cumhuriyeteherkesten önce kadınlarımız sahip çıkmalıdır.
TÜRK KADINININ MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Tarih: 5 Aralık 1934.
Yer: TBMM.
Başbakan İsmet İnönü (Malatya) meclis kürsüsüne geldi: "Kadınlarımızın Türk tarihindeki haklı yerleri erkeklerle beraber daima memleketin ve milletin alın yazısı üzerinde söz ve etki sahibi olmalarıdır" dedi. Bu hakkı Türk kadınına "bir iyilik olsun diye" vermediklerini Türk kadınına ait olan ancak geçmişte elinden alınan hakkı Türk kadınına geri verdiklerini söyledi. Milli Mücadele'de kadınların erkeklerle omuz omuza nasıl canla başla çalıştıklarını anlattı. "Türk Devrimi denilince bunun kadının kurtuluş devrimi olduğu beraber söylenecektir" dedi. (TBMM Zabıt Ceridesi 5 Aralık 1934)
191 milletvekilinin imzasıyla meclise sunulan anayasa değişikliği teklifi 258 milletvekilinin oy birliğiyle kabul edildi. Böylece anayasanın 10. ve 11. maddeleri değiştirildi. 2599 sayılı kanunla kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkıverildi.
8 Şubat 1935'te yapılan milletvekili seçimlerinde kadınlar hem ilk kez oy kullandılar hem de ilk kez milletvekili seçildiler. Seçim sonunda 383 erkek 17 kadın milletvekili seçildi. İlk ara seçimde 1 kadın milletvekili daha seçilince meclise toplam 18 kadın milletvekili girdi.
Atatürk 1934'te Türk kadınlarına milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi üzerine şunları söyledi:
"Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. (…) Siyasi hayatta belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını bu kez de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Çağdaş ülkelerin birçoğunda kadınlardan esirgenen bu hak bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve ehliyetle kullanacaktır. " (Kocatürk s. 118).
Atatürk Cumhuriyeti dünyada kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren öncü ülkelerden biridir. Türkiye; Yeni Zelanda Avustralya ABD Kanada Güney Afrika Finlandiya Danimarka İzlanda Rusya Avusturya Almanya ve İngiltere'den sonra; Fransa (1945) Belçika (1944) İtalya (1946) Japonya (1945) Çin (1947) Hindistan (1950) İsviçre'den (1971) önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdi.
Bu nedenledir ki Uluslararası Kadın Hakları Derneği'nin 12. Kongresi 22 Nisan 1935'te İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nda Türk Kadınlar Birliği'nin ev sahipliğinde yapıldı.
Uluslararası Kadın Hakları Derneği Romanya Temsilcisi Aleksandrine Cantacuzene Atatürk'ten şöyle söz ediyordu: "Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk Türk kadınına verdiği haklarla anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı'ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir. "
================================
TOKMAK/RAHMİ TURAN: Enflasyon bilmecesi!
"Ne sihirdir ne keramet" dediler şapkadan tavşan çıkarır gibi enflasyonu indirdiler!
Fiyatlar artıyor ama enflasyon düşüyor! Nasıl oluyor bu?
Kasım ayında enflasyon biraz inerek yüzde 21 62 olmuş… Büyük bir başarı diye anlatıyorlar. Aslında bu da can yakıcı bir enflasyon…
Türkiye dünyada enflasyonu en yüksek 10 ülkeden biri…
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak "Düşüşün arkasında ne var?" diye soruyor ve cevabını kendisi veriyor:
– Düşüşün arkasında ekonomideki yavaşlama var.
– Vergi indirimleri var.
– Ulaştırma fiyatlarındaki gerilemenin etkisi var.
– En önemlisi Türkiye İstatistik Kurumu'nda değişen bir başkan yardımcısı var. (O başkan yardımcısı geçen ay enflasyon yüksek çıktı diye görevden alınmıştı. Yeni başkan yardımcısı bundan ders almış olacak ki enflasyonu kâğıt üzerinde 1 44 puan indirdi)
Pazardaki fiyatlar vatandaşın mutfağındaki yangının devam ettiğini gösteriyor. Tencerelerde et değil dert kaynıyor!
Buna rağmen enflasyonun düşük çıkması mucize!
31 Mart seçimlerine kadar kim bilir daha ne mucizeler göreceğiz!
ADALARIMIZA SAHİP ÇIKALIM!
Ege'de Yunanistan'ın zorbaca işgal ettiği Türk adaları olayını sık sık yazıyorum. Türkiye'yi yönetenler bu adaların elimizden alınmasını umursamazca seyretmeye devam etseler bile ben vatan topraklarımızı savunmaya (gücüm yettiğince) devam edeceğim.
Bu konuda elbette ki yalnız değilim. Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri E. Albay Ümit Yalım E. Tümamiral Soner Polat gazeteci meslektaşım Ahmet Takan gibi bu konuda hassas birçok yurtsever var.
★★★
Amiral Soner Polat istihbarat ve strateji konusunda engin bilgilere sahiptir.
Amiral AKP yönetimini Türk adalarına sahip çıkmak için göreve çağırarak "Ege Türkiye'nin kapısıdır. Bu kapıyı kapatmak isteyenlerle mücadele etmek her Türk'ün birinci görevidir. " dedi ve ekledi:
"Türk Milleti'nin büyük kaygı duyduğu bir alanda böylesine duyarsız davranışı nasıl izah edebiliriz?
AKP cephesinin soyut 'Yaparız ederiz izin vermeyiz…" dışında hiçbir ciddi adımı yoktur. Hatta AKP kadroları Yunanlara yaptıkları sıcak ve samimi ikili ilişkilerle karşı tarafı rahatlatmışlardır.
Ulusal çıkarlar şirketlerin kazançlarına feda edilemez!"
★★★
Bilindiği gibi Ege'de Türkiye'ye ait 152'den fazla ada adacık ve kayalık vardır. Fakat Yunanistan bu adaların üzerinde mutlak egemenlik iddiasındadır. Adalardan 18'i fiilen Yunan işgali altındadır.
Kendi toprakları üzerinde düşman askerlerinin yerleşmesini dünyadaki hiçbir devlet kabul etmez.
AKP'de Başbakanlık yapmış iki siyasetçi bu adalardan ikisini (Koyun Adası ve Marahati Adası) pasaportla ziyaret etmişlerdir. Dünya tarihinde kendi adalarına pasaportla giren ilk siyasilerdir bunlar…
★★★
Amiral Soner Polat şunu öneriyor:
"Yunanistan'ın haksız ve hukuksuz uygulamalar içinde olduğunu düşünüyorsak önce Meclis'te (HDP hariç) bütün partilerin altına imza atacağı ortak bir deklarasyon yayınlamalıyız. İktidar partisi bu girişime öncülük etmelidir.
Bu deklarasyon Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı olmalı ve başta Yunanistanolmak üzere bütün dünyaya ilan edilmelidir.
Strateji sorunların belirli önceliklere göre bir sıra halinde çözülmesini gerektirir.
Siyasiler Ege sorunlarının doğasını Türk Milleti'nden gizlemektedir.
Millete mal edemediğimiz ulusal davaları savunamayız. "
BEDDUALI PARALAR!
İstanbul'da "Trafik Vakfı" adlı kuruluştan çok şikâyet geliyor.
Bu vakfa ait araçların polisin himayesinde haksızlıklar yaptığı pazar günleri bile tatil yapmayıp gece-gündüz araç çektirerek vatandaşlara eziyet ettiği iddia ediliyor.
Trafik sıkışıklığıyla ilgisi olmayan ikinci üçüncü derecedeki ara sokaklardan bile araç çekildiğini belirten vatandaşlar "Haram olsun diyerek çekici ve otopark parası olarak 108 lira ödüyoruz ayrıca trafik cezası da geliyor. Amacı trafiği düzeltmek değil sırf para kazanmak olan Trafik Vakfı pazar günleri bile elemanlarına fazla mesai yaptırıp vatandaşları yoluyor! Fakat bu beddualı paralardan kimseye hayır gelmez!" diyorlar.
İlgililere ve yetkililere duyuruyorum.
TEBESSÜM
FIKRA GİBİ BİR OLAY!
Funda Kocabıyık Uşak Valiliği'ne atanınca gazeteci Talat Atilla başkanı olduğu federasyon ve sahibi olduğu yayın organı (Türktime) adına ona küçük bir "Hayırlı olsun" hediyesi göndermek istedi.
Gaflette bulundu ve hakkında çok şikâyet geldiğini bilmesine rağmen "Çiçeksepeti.com" adlı siteye sipariş verdi.
…Ve tam 4 gün sonra şirketten Talat Atilla'ya şöyle bir mesaj geldi:
"Tüm aramalarımıza rağmen Uşak Valiliği bulunamamıştır!"
Fıkra gibi gerçek bir olay!
GÜNÜN SÖZÜ
Yaptığı her işte "Ne kadar kazanırım?" diye düşünen asla büyük adam olamaz!
-- a45UyF587661
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder