AHMET KILIÇASLAN AYTAR : KERÇ BOĞAZI SAZANLARI
Rusya ile Ukrayna arasında Kırım Yarımadası'nın ilhakı ve Donbass Malorossiya (Küçük Rusya) Devleti'nin ilanıyla süren gerginlik
Pazar günü Kerç Boğazı'nda yaşanan olayla tırmandı.
Rusya Ukrayna donanmasına ait üç askeri geminin Karadeniz'den Azak Denizi'ne girişine bir şileple engel oldu.
Ardından Rus sahil koruma gemilerinden Ukrayna gemilerine ateş açıldı.
Üç Ukrayna gemisini ele geçiren Rus yönetimi mürettebat 24 askerden 12'sini tutukladı.
*
Rusya Devlet Başkanı V. Putin gerginliğin Ukrayna Cumhurbaşkanı P. Poroşenko'nun seçimlerde oylarını artırmak için organize ettiği bir provokasyon sonucu oluştuğunu
ABD Başkanı Trump Rusya'nın Ukrayna donanmasına ait üç gemiyi ve gemi mürettebatını alıkoymasından "derin endişe" duyduğunu açıkladı. . .
Trump Putin ile Arjantin'de bugün başlayacak G20 kapsamındaki görüşmesini iptal etti...
*
Erdoğan ise Kerç Boğazı geriliminden vazife çıkardı.
Taraflar arasında yaşanan gerilimi dindirmeye talip oldu.
Helecanla Putin Poroşenko ve Trump ile birer telefon görüşmesi yaptı.
Gerilime ilişkin endişelerini dile getirdi ve sorunları diplomatik yollarla çözümlemenin önemini vurguladı.
Her zaman yaptığı gibi bir gayretkeşlikle kendisine ve İslamcı davasına meşruiyet aradı.
Nitekim Kremlin Sözcüsü'nün arabulucuya ihtiyaç duymadıklarını
Böyle bir istek ve imkana sahip olanların Kiev'e etki ederek yardımcı olabileceğini açıklaması manidardı!
*
Rusya Avrupa'ya giden en önemli stratejik su ve karayollarının üzerindeki Ukrayna'yı
Bir doğalgaz terminali ve Batı'nın hammadde kaynaklarına ulaşımında tampon işlevi nedeniyle yakın çevresi olarak görüyor.
Bu bakımdan Ukrayna Avrasya'nın hem batısı hem de doğusundaki dengeyi tartıyor...
*
Buradaki bir çözülüşün domino etkisiyle bütün Avrupa'yı etkileyebileceği öngörülüyor.
Rusya'nın Batı'ya ilerlemesi hali Avrupa- Atlantik'i ilgilendiriyor
Ukrayna'nın Baltık'tan Karadeniz ve Hazar'a kadar bu bölgedeki rolü ise;
ABD-Rusya arasındaki güç dengesinin nasıl gelişeceğini Rusya'nın eski Sovyet bloku ülkelerini yeniden eline geçirme olasılığını belirliyor.
*
Bugün Ukrayna'nın doğusu Donbass'ta 7 Nisan 2014'te tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Donetsk
27 Mayıs 2014'te Donetsk'le konfederasyon imzalayan Luhansk Halk Cumhuriyeti'nin kurduğu;
Donbass Malorossiya (Küçük Rusya) Devleti bulunuyor.
*
O gün Ukrayna Dışişleri Bakanı P. Klimkin Rusya'nın Donbass'ta Abhazya senaryosunu hayata geçirmeyi planladığını iddia etti.
"Partnerlerimiz ile birlikte buna müsaade etmeyeceğiz.
Kremlin'in kukla oynatıcıları Donbasslı kuklaları ile Küçük Rusya'yı naftalinden çıkararak bir temsili oyun daha sergilediler" demişti...
*
Ne ki Ukrayna yüzünü Batı'ya döndüğünden beri ortalama Ukraynalı ekonomik gelişim sağlayamadı.
Dünya Bankası verilerine göre kişi başına düşen GSYİH 2013'ten bu yana yüzde 50 oranında azaldı.
Fiyatlar artarken Ukraynalıların üçte ikisinin ekonomik durumu;
Şu an bu grupların kendilerini marjinalize hissettiklerinde kolayca devlete karşı dönebileceklerini gösteriyor...
*
Bu potansiyel gelecekte istikrarın daha da bozulabileceği anlamına geliyor.
Bu yüzden mevcut hükümet ve seçkinler aleyhlerinde gelişen tepki ve protestolardan hoşnutsuzdur sürekli özgüvenlerinden tükeniyorlar.
Teorik olarak Rus yanlısı bir adayın Ukrayna toplumundaki bu tutumlara girip Ukrayna'yı Rusya'ya geri döndürmesi olanaklı görülüyor...
*
Öte yanda Ukrayna yöneliminin Batı yönünde kalıcı olduğu hipotezi de geçerlidir.
Her şeyden önce bir bütünün bölümlere ayrılmış kısımları olarak Kırım'ın ve Donbass'ın kaybı
Rus yanlısı adayları ve partileri geleneksel olarak destekleyen milyonlarca seçmenin Ukrayna ulusal siyasetine katılamaması anlamındadır.
Ayrıca Kırım'ın Rusya'ya katılımı ve Donbass; Ukrayna devletinin temel ikilemi olan tutarlı bir ulusal kimlik eksikliğini de çözmüştür.
*
Bu yüzden Ukrayna'da Batı yanlısı bölgelerinde siyasi gücün güçlenmesine
Son derece aktif sivil toplumun ülkenin mevcut yönünü desteklemesine ve Avrupa tarzı ekonomik ve bürokratik reformları zorlamasına ihtiyaç bulunuyor.
Ne ki bütün bu gelişmeler sonucunda öngörülebilir bir gelecek için Ukrayna sıkışıp kalmış gibi görünüyor.
Üstelik Batı krizdedir başka bir zayıf ekonomiyi entegre etmek ve sübvanse etmek için hevesli değildir.
Rusya ise Ukrayna'nın mevcut Avrupa yanlısı yolunu raydan çıkarmaya çalışıyor.
Bunlar Ukrayna'da daha uzun bir durgunluk ve yoksulluk dönemine işaret ediyor.
*
Bu tabloda Ukrayna 25 Mayıs'ta Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor.
Pazar günü üç Ukrayna gemisi Kerç Boğazı'ndan Azak Denizi'nde bayrak göstermeye çalıştı.
Halbuki Kırım Rusya'ya katıldığından beri Kerç Boğazı Rus sularıdır.
Bir ülkenin sularından diğer ülke gemilerinin geçişi ancak "Innocent passage- Masum geçiş" halinde mümkündür.
Bunun dışında her ülkenin karasularında o ülkenin yasa ve yönetmeliklerine uyulması zorunludur.
Üç Ukrayna gemisi seyrine devam edince Rus sahil koruma gemilerinden ateş açılıyor
Ve Rusya gemilere el koyuyor...
*
Bir Kırım mahkemesi sınır ihlalinden suçlanan 12 denizcinin iki ay daha tutulacağına karar veriyor.
Çünkü tutuklanan 12 mürettebatın Cumhurbaşkanı Poroshenko'nun talimatıyla gemiye alınan
Görevleri şiddetli bir Rus tepkisini kışkırtmak olan Ukrayna Devlet Güvenlik ( SBU) görevlileri olduğu anlaşılmıştır.
Nitekim Pazartesi günü Rusya Federal Güvenlik Servisi de ( FSB) Ukrayna'nın provokasyonunu açıklamıştır...
*
Seçim yaklaşmaktadır ama tüm anketler P. Poroshenko'nun oy oranının yüzde 10'un altında ve diğer iki adayın çok gerisinde gösteriyor.
Bu noktada Poroshenko'nun amacının kendisini bir savaş cumhurbaşkanı olarak sunabilecek bir olayı kışkırtarak onaylanma oranını arttırmak olduğu deşifre olmuştur.
O daha olay başladığında siyasi muhalefeti kapatmak ve medyayı sansürlemek
Ya da seçimleri ertelemek için 2014 seçimlerinde kendine oy vermeyen Rusça konuşan bölgelerde sıkıyönetim ilan etmiştir.
Bir kumar oynamış ama kaybetmiştir...
*
Şimdi Poroshenko'ya karşı muhtemelen düzinelerce yolsuzluk vakası ortaya çıkacaktır.
Üstelik uluslararası tepkiler Poroshenko'nun artık değer taşımadığı yönünde gelişiyor.
Onun politik sahneyi alçaltılmış bir adam olarak bırakması kaçınılmaz görünüyor.
*
Arabulucu olursa muteber bir İslamcı siyasi sayılmanın peşinde olan
Erdoğan'ın her defasında bir "Sazan" olmaması için hiç değilse Kerç Boğazı gerginliğinden
Ders çıkarması gerekiyor.
Ders şudur;
"İslamcılık; akla ve bilime vicdan ve düşünce özgürlüğüne değil taassuba dayalıdır.
Bir tür sazanlıktır hastalıktır ve günahtır..."
30.11.2018
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
================================
ATA ATUN : RUMLARIN ALGI OPERASYONLARI GENE BAŞLADI
Rumlar Türklerle silahlı çatışma ile başa çıkamayacaklarını anlayınca daha bir asır öncesinden mücadele yöntemlerini politik savaş olarak belirlediler. Başta ABD Senatosu ve Kongresi olmak üzere çeşitli ülkelerin Meclisleri ve sivil toplum örgütleri içinde faaliyet alanları yarattılar.
Bunun en güzel örneği 1974 Barış Harekatından hemen sonra ABD Kongresinde Menendez Billirakis ve Joe Biden'in başını çektiği Yunan lobisinin çalışmaları ile Türkiye'ye silah ambargosu konmasını başarmaları. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra bu Yunanlıların istekleri doğrultusunda politik amaçlı olduğu ve ABD'nin bölgesel çıkarlarına zarar verdiği ortaya çıkınca gene ABD Senatosunun aldığı karar ile kaldırıldı.
Kıbrıs Müzakerelerinin Crans Montana'da kopmasına ve çökmesine neden olan Anastasiadis'in beceriksizliği değil isteklerinin hiç bitmemesidir gerçekte. Karşısında Rumların her istediklerini vermeye hazır bir Kıbrıs Türkü Cumhurbaşkanı görünce bir türlü isteklerinin sonunu getirmeyip aldıkları ile yetinmedi ve "görüşmelerin çökmesine neden olan adam" ithamı altında kalarak masa başına yıkıldı. Şimdi dört dönüyor etrafta "Ben masaya oturmaya ve müzakereleri sürdürmeye hazırım" diye. Ama Türk dış politikası uluslararası arenada Anastasiadis'in sırtına hem "çözümsüzlüğe sebep olan adam" yaftasını taktırmayı başardı hem de artık "adada çözüm için Federasyon dışında başka bir yöntem düşünülmeli" fikrini kabul ettirdi.
Anastasiadis'in "Gevşek Federasyon" "Merkezi gücü azaltılmış Federasyon" ve "Konfederasyon" kavramlarını sık sık dile getirmesinin nedeni de müzakerelerde uyguladığı yanlış strateji ve içine düştüğü siyasi çıkmazdan dolayı ABD BM ve AB'den gördüğü baskı. Bu çıkmazdan kurtulması ve Federasyon tezine geri dönmesi gerekiyor ama bir türlü çıkış yolu bulamıyor.
Müzakerelerin gittikçe "Rum çoğunluk idaresinden oluşacak Federal bir devlet" yönteminden uzaklaşması ve iki ayrı devletin gevşek işbirliği veya konfederasyonu fikrinin daha çok taraftar bulması Rumları özellikle de Anastasiadis'i fena halde ürkütmüş durumda. İşin ucunda Kıbrıs adası üzerinde bir Türk Devletinin kurulması ve bu devletle ortak haklara sahip olacakları adanın tümünü idare edecek olan yeni bir devletin kurulacak olması bulunuyor.
Kendileri adada Federasyon tipi bir çözümün temellerinin atıldığı "1977 Denktaş-Makarios Doruk Görüşmesi"nden sonra geçen 41 yıl içinde bu yönde hiçbir istek ve atılım göstermemelerinden dolayı da adada "Federasyon tipi bir çözüm" istediklerine kimseyi bir türlü inandıramıyorlar. Çözümü kendilerinden ziyade Kıbrıslı Türklerin ısrarla "Federasyon"u istediğini yaymakla bulabileceklerini düşünüyorlar şimdi. Aynen Kıbrıs'ta sorunun 1963 yılında Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere saldırması ile başladığını değil de 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin adaya çıkması ile başladığına uluslararası camiayı inandırdıkları gibi.
Bu nedenle şimdi Rumlar Kıbrıs adasında süreklilik içerecek bir çözüme ancak "Mutlak Rum İdaresi altında Federal görünümlü bir hükümet kurmak ile ulaşılabileceğini" akıllara sokmak için yeni bir yöntem uygulamaya başladılar.
Bu uygulamanın misyoneri Rum lider Nikos Anastasiadis'in ruhani başkanı olduğu Rum siyasi parti DISY'nin Genel Başkanı Averof Neofitu.
Güya Neofitu Kıbrıslı Türklerle görüşmüş ve edindiği izlenimini de "Kıbrıslı Türk siyasi partilerle yaptığım temaslar çerçevesinde Kıbrıslı Türklerin tutumuyla ilgili edindiğim izlenim iki toplumlu ve iki kesimli federasyonu Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümünün de istediğini ve Konfederal çözüm ile iki devletli çözümden korktuklarıdır..." cümlesi ile açıklamış. Yani bizler Konfederal çözümden çok korkuyormuşuz ve istemiyormuşuz demek istiyor.
Dünkü gazeteler DISY Başkanı Neofitu'nun II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın evinde eşlerinin de yer aldığı bir yemekte bir araya geldiklerini" yazmakta.
Neofitu da bu yemekten sonra bir tweet mesajı atmış ve paylaşımında "Kıbrıs'ın bölünmüş olmak için küçük fakat Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türkler Ermeniler Maronitler ve Latinlerin tek vatanı olmak için yeterince büyük" ifadelerini kulllanmış.
Gazeteler Neofitu'nun "Federasyonu Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümünün de istediğini ve Konfederal çözüm ile iki devletli çözümden korktuklarıdır" bilgisini kimden veya kimlerden aldığını kaç yüz veya kaç bin tane Kıbrıslı Türk ile konuştuğunu maalesef yazmamakta.
Belli ki Rum siyasiler yeni bir algı operasyonunu işleme koymuşlar ve hem bizler Kıbrıslı Türkleri ve hem de dünyayı kandırmak için düğmeye basmışlar…
Ne yazık ki daha başından birçok eski ve yeni siyasi bu oyuna düşmüş. Tabi burada bizim yapmamız gereken uluslararası camiaya ne istediğimizi anlatmak zira Rumların bizim adımıza başlattıkları bu algı operasyonu oyunu bozmamız sesimizi gür çıkarmamızla mümkün.
Prof. Dr. (İnş. Müh. ) Dr. (Ulus. İliş. ) Ata ATUN
Akademisyen Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
Facebook: AtaAtun1
================================
AYTYEKİN ERTUĞRUL : TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ VAR MIDIR?
2018-11-29 draertugrul@hotmail.com
Uzun zamandan beri yazıyoruz. Türkiye'de demokrasi vs.gibi şeyler 14 Mayıs 1950 tarihinden beri yoktur. Neden yoktur? Bu sorunun cevabı için önce demokrasi nedir oradan işe başlamak gerekir. Açalım bakalım TDK sözlüğünü demokrasi için ne yazıyor? Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi.
Halkın egemenliği nedir? Halkın istemediği veya halka zararlı şeylerin yapılamaması halidir.
Halkın istemediği ve halkın zararına olan şeyler nedir? Açık bütçe ve enflasyondur. Bunları takip eden ardı arkası kesilmeyen zamlardır. Halk zamları asla istemez. O halde zam olan bir yerde halkın egemenliği yok demektir. Halkın egemenliği yoksa orada TDK sözlüğüne demokrasi de yoktur. .
Öyle uzun uzun yazmayacağım. Kısa ve öz yazacağım. Demokrasi 14 Mayıs 1950 den sonra hiç bir gün dahi olmamıştır. Demokraside üç ölçü vardır.
Hiç zam olmayacak bu bir.
Hiç zam olmayacak bu iki.
Hiç zam olmayacak bu üç.
Enflasyon ve hayat pahalılığı demek insanların ceplerinden paralarını sofralarından yiyeceklerini almak demektir. Bir yerdeki rejimin adı demokrasi olabilmesi için;Açık bütçe olmayacak ve zam olmayacaktır. .
Bazıları biraz oy alınca artık halkı soyma veya düşmanlarımıza soydurma dahil her kararı alabileceklerini her düşündüklerini yapabileceklerini sanıyorlar. Demokrasinin babalarından biri şöyle demişti. " Ben odunu aday göstersem mebus seçtiririm". El hak doğrudur. Odunu değil çok az da olsa baş odunlar bile aday gösterildi ve mebus seçildiler. Peki seçilenler ne yaptılar.14 Mayıs 1950 de 3 TL olan bir ABD doları bu gün (28 Kasım 2018 ) tarihi itibari ile 5.228.000 TL ye çıktı. Yani o günden bu yana Türk parası düşmen paralarına 743 000 defa ezdirildi. Hukuka insan haklarına demokrasiye aykırı olan vatanseverliğe uymayan da bu uygulamadır. Milletimiz meydan meydan dolaşarak ABD dolarını yükseltme mitingleri mi düzenledi. Sayın Cumhurbaşkanımız diyor ki: "Çankaya Beşiktaş Kadıköy Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor.
Şahsen alındım. Ben Çankaya için söylenenlerin içindeyim. Son seçimde AKP adeta Çankaya'dan silindi. %30 oyu bile yok. Bunun üzerinde düşünün de açık bütçeden vaz geçin DENK bütçe yapın. Koyu ve büyük harflerle yazalım ki iyi anlaşılsın. . DENK BÜTÇE DEMOKRASİNİN OLMAZSA OLMAZIDIR: Çankaya'da Türkiye'nin kaymağını hiç kimse yemiyor. Büyük çoğunluğumuz yıllar yılı çalışarak didinerek Türk milletine emek vererek hak ettikleri emekli maaşı ile geçinen her gün azgın zamlarla boğuşan dar gelirli mütevazı insanlarız.
İşte sizin AKP karneniz.
Bir gram altın 18 YTL den 205 YTL ye çıkmıştır.12 misli
Bir yabancı para( ABD Doları)1.320.000 TL den 5.260.000 TL ye çıkmıştır.3 9 misli
Çeyrek altın 24 YTL den 321 YTL ye çıkmıştır. 13 misli.
AKP nin demokrasi anlayışı bu rakamlardadır. Bu rakamlara göre altına göre 12 misli ve ABD dolarına göre de 4 misli hayatımız pahalanmıştır. Maaşımız ise o oranda artmadı artmayacaktır. Zamlara gelince memur ve emeklilere enflasyondan ezilmesinler diye zam yapmak anayasamızın fiilen ihlalidir. Çünkü enflasyon ortamında eziliyorlar gerekçesi ile memur ve emekliye yapılan zamlar .esnaf ve köylüleri kapsamadığından Anayasamızın 10. Maddesinin eşitlik ilkesine aykırıdır. İşte demokrasi bu rakamlara göre yok edilmiştir. Çünkü bu rakamlar Türk milletinin zamlar altında yağmur gibi ıslatıldığı ve canından bıktırıldığının rakamlarıdır. O zaman şunu diyebiliriz. Türkiye'de 14 Mayıs 1950 tarihinden sonrasında DEMOKRASİ bir tek gün bile görülmemiştir. Çünkü o günden bu yana zam olmayan bir tek gün bile yoktur.
Zam isteyen Türk milletinin tek bir ferdi dahi yoktur. .
Zam isteyen Türk milletinin tek bir ferdi dahi yoktur. .
Zam isteyen Türk milletinin tek bir ferdi dahi yoktur. .
http://www.kaynarcahaber.com/kose-yazisi/329/turkiyede-demokrasi-var-midir.html
================================
MUSTAFA ACER : TÜRKİYE EGEMEN DIŞ GÜÇLERİN KISKACINDA
01. 12. 2018
Türkiye üzerinde oyun oynayan Egemen Güçler türlü tezgahlarla Türkiye Cumhuriyeti yönetimini kıskaca almaya çalışıyor.
CIA eski Türkiye masası şefi Paul Bernard Henze'nin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu Türkiye raporunda;
"Türkiye'nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükumeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis'i ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika'nın çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı ordu Meclis ve hükumeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz. "
Başkanlık sistemi ABD patentli bir BOP projesidir.
Amaç belli. Ortadoğu'daki tabii kaynakların Egemen dış Güçler tarafından kullanılmasını sağlamak ve İsrail için güvenli bir ortam hazırlamak. Bunu yaparken Bölge ülkelerinin ve bölgede yaşayan insanların hak ve isteklerinin hiçbir önemi yok. Bölge bataklığa çevrilirken İnsanlar mağdur olmuş Evleri barkları yıkılmış yurtlarından olmuşlar aç susuz kalmış kan ve gözyaşı akmış Egemen güçlerin umurunda değil.
Kapalı kapılar arkasında ne gibi pazarlıklar yapıldığı konusunda Türk Milletinin hiçbir haberi olmuyor.
Rahip Brunson'un serbest bırakılması karşılığında nasıl bir taviz verildiğini? bilmiyoruz.
Rıza ZARRAP davası konusunda Türkiye Cumhuriyeti yönetimine karşı iddiaların kapatılması için nasıl bir taviz verildiği? bilinmiyor.
Federatif yapıya geçmek için nasıl bir yol izleniyor? Bilmiyoruz.
Kıbrıs Rum yönetiminin Akdeniz'de Petrol ve doğalgaz araştırmaları konusunda ne yapıldığı? bilinmiyor.
Yunanistan irili ufaklı 152 adayı işgal etmesi ve Lozan Anlaşmasına göre silahsız olması gerekirken adalarda asker yığınağı yapılması karşısında nasıl bir tavır alındığını? bilmiyoruz.
PKK'nın üst düzey yönetimindeki Murat KARAYILAN Cemil BAYIK Duran KALKAN için başlarına neden ödül konulduğunu? Bilmiyoruz. Buna rağmen bu adamların yerini ve konumunu bilen ABD neden yakalamıyor? Bilmiyoruz.
Türkiye'nin İran'a konulan ambargodan neden muaf tutulduğunu? Bilmiyoruz.
Menbiç'te ABD'li askerlerle Türk Askerlerinin birlikte devriye görevi yapmaya başlaması konusunda anlaşmaya varılması konusunun detaylarını bilmiyoruz.
Türk ordusunun Suriye'nin doğusundaki Aynel-Arap bölgesine yapılan top atışları ne için yapıldığı? bilinmiyor.
Cemal KAŞIKÇI neden öldürüldü ve neden Türkiye'de öldürüldü? Bilmiyoruz.
Mckisney ile yapılan danışmanlık anlaşması halen yürürlükte mi? bilmiyoruz.
Egemen dış Güçler Cumhurbaşkanı'nı kıskaca alıp kendi menfaatlerine göre Dünya'yı yeniden yapılandırmanın çabası içerisindeler. Bu konuda kontrol mekanizmaları yok edildiği için her türlü şantaj ve baskıya açık hale gelen Cumhurbaşkanlığı makamı bu tür tehditlere nasıl karşı durabilecek bu konu soru işareti?
Sayın RTE "Ne büyük hata yaptık da Cumhurbaşkanlığı tek adam yönetimine geçtik?" diye pişmanlık duyduğundan eminim
"Bu günkü savaşmalarımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünü ancak mali bağımsızlıkla mümkünüdür. Mali bağımsızlığın korunması için İLK ŞART bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve DENK olmasıdır. " Mustafa Kemal Atatürk.
================================
HABİB HAMZA ERDEM : DOSTUM MACRON
Osmaniyeli Devlet'in 'Cumhur Reisi' Kemal Bey Kılıçdaroğlunun 'Gözünü Sevdiği Erdoğan'ı' ve ne kendini ve ne de dünyayı bilmez kim varsa onların CB'si olan Dr Recep'in 'Dostu Macron' zorda. .
2018 yılının son ayının şu birinci gününde Fransa'nın 'yüz akı' Sarı Yelekliler tüm Fransa'yı o arada tüm dünyayı temelinden sallamaya devam ettiler.
Türkiye'nin 'Gezi'sinden daha kararlı ve daha uzun soluklu bir 'başkaldırı' örneği vermekteler.
Bu bir 'revolte'tur deniyor bir 'isyan' bir 'halk hareketi' ya da kimin neye dili dönüyorsa o...
Dr Recep'in dostu Macron da yine dostu Dr Recep gibi bu asla kabul edilemez bir 'eylem'dir diyor.
Diyemediği bunlar Fetöcü PKK'cı VayPiCi mi ne o kadar.
'Ergenekoncu' falan diyemiyor elbette çünkü o kadar 'yalan'ı dostu kadar beceremiyor da ondan. .
Ancak yine duyduğuma göre Türkiye'de bunlar CIA'cı Soros'cu diyenler de varmış.
Dilin kemiği yok bunları söyleyenlerde ise 'us' da yok 'uslamlama' da. .
Bilgi de yok bilinç de. .
Beyin de yok beyincik de. .
Efendim Fransız polisinin verilerine göre yüzbinlerce kişi içinde 1700 'vandal' varmış.
Vurucu/kırıcı. .
Onyedi milyonluk Paris'te oranları binde bir.
Onlar da Sarı Yelekliler'in içine girmişler.
Büyük olasılıkla Fransız İstihbaratı'nın içinde de yer almış olabilirler!
Ancak yer yerinden oynasa Fransız Sarı Yelekliler'ini salt Fransa'nın da değil Avrupa'nın ve giderek tüm dünyanın 'yüzakı' olmaktan alıkoymaya yetmeyecektir.
İstekleri sıralanacak olursa şöyle:
- Asgari Ücret'e en 200 € zam yapılmalıdır
- En az emekli aylığı 1200 € olmalıdır
- Konut yardımı artırılmalıdır
- Servet Vergisi konulmalıdır
- Yurttaş Meclis'i kurulmalıdır
- En son olarak da yılbaşında yürürlüğe girecek olan akaryakıt zammı durdurulmalıdır.
Yani tüm olaylar salt akaryakıt zammı dolayısıyla başlamamış o sadece ve yalnızca bardağı taşıran son damla olmuştur.
Ve sonra sorunların sorumlusu bir başına Macron ve yönetimi de değildir.
Ta Chirac'tan başlayıp Sarkozy ve Hollande'la süren 'kukla yöneticiler'in tümü sorumludurlar.
Bu sorumluluk bu yöneticilerin 'finans kapital'in tamsilcisi ve sözcüsü olmalarından kaynaklanmaktadır.
Globalleşme ve küreselleşme'nin sonucu.
'Sosyal Devlet'in aşındırılmış olmasındadır.
O zaman bir 'Yurttaş Hareketi' (mouvement de citoyen) başlatmak Fransız yurttaşları için analarının ak sütü kadar temiz bir 'doğal hak' olmuştur.
Ve Fransızlar sarı yelekleriyle sokağa çıkmışlardır.
İstekleri arasında bence en ilginç olan 'Yurttaş Meclis'inin kurulmasıdır.
Çünkü 'Demokrasi'yi 'Sandık'a bağlayan sözde politik bilimcilerin aksine Jean-Jacque Rousseau'nun 'yurttaşlık' tanımına içkin olan 'doğrudan demokrasi'de de 'Yurttaş Meclisi' vardır.
Öyle ki 'Yasa Koyucu'nun koyacağı 'yasa'lar 'Yurttaş Meclisi'nden onay almadan 'uygulama'ya konulamayacaktır.
Ya da İsviçre'de olduğu gibi halkın genelini ilgilendiren konularda gerek duyuldukça 'halkoylaması'na gidilecektir.
Yani zıldırzop politikacıların ben sandıktan çıktım seçim dönemi olan dört ya da beş yıl içinde istediğimi yaparım demeleri dönemine artık bir son verilecektir.
Fransa'da Sarı Yelekliler Hareketi'nin en canalıcı en demokratik en insancıl ve en devrimci talebi budur.
Ee buna 'Dostum Macron' ve onun dostu Dr Recep'in yanıtı ne olacaktır?
Bunlar 'Vandal' 'Bozguncu' 'Ergenekoncu' 'Fetöcü' PKKcı ya da VayPici'ci.
Asıl kendileri 'Vay pici'dirler kendileri.
Ne ki korkunun ecele faydası yok.
Bunlar gidici.
Eninde sonunda gidecekler.
Onlara destek olanlarla birlikte.
İstedikleri kadar birbirlerinin 'dostu' olsunlar.
Bunların 'sistem'i tıkanmıştır.
Ve 'sistem' kökünden sallanmaktadır.
Sarı yelekliler'in salladığı işte bu 'sistem'in ta kendisidir.
Öyle ki 'dostlar alişverişte görsün' misali değil 'dostlar domino taşı misali'. .
Birlikte sallanıp/düşecekleri biçimde de denilebilir.
================================
DR. NOYAN UMRUK : VARLAR-YOKLAR ÜLKESİNDE ÇIKIŞ YOLU...
Ülke gerçekten özellikle son yıllarda birileri için "namütenahi" varlar cennetine geniş kitleler için ise yoklar cehennemine dönüştü…
Varlar-Yoklar…
IMF'ye 5 milyar $ borç verelim teklifi var…
Emeklilik hakkını kazanmış olana para yok…
Mültecilere 40 milyar $ para var…
Öğretmen atamaya para yok…
Saray üstüne saraya para var…
Emekliye emekçiye para yok…
Vekillere zamma para var…
+3600 ek göstergeye para yok…
Diyanet bütçesi şiştikçe şişiyor...
Hastanelere para yok...
Deli Dumrul köprülerine milyarlarca dolar...
Katma değer yaratacak yatırımlara para yok...
İnşaata para çok...
Tarıma sanayiye üretime para yok...
Bademlere iş çok
Garibanlara iş yok...
Havuzcu müteahhitlere kredi çok vergi yok...
Vatandaşa vergi çok...
Büyük kentlerde yeşil orman yok. .
AVM gökdelelen çok...
Adalete birileri istediği kadar var…
İstemezse yok…
Mülteci çok…
Dışarıya beyin sermaye vasıflı emek göçü de çok…
Velhasıl birilerine ortalık güllük gülistanlık... Sade vatandaşa taşlı tarla...
Bakınız Bizim Davazlı birilerinin ağzından durumu nasıl özetliyor:
"Saraylar benee; kekler senee…
Uçaklar benee; çaylar senee …
Çitliklee goylee ormanlaa benee; millet bağçeleri senee …
Gemiler benee; şişme botlar senee …
Yüskek meaşlaa çit meaşlaa benee; 1603 gayme senee …
Bissürü magam tomofili benee; at arabası minibüs otobos senee
Mükellef sofralaa benee; yer sofraları senee …
Ejder meyveli Soometi mi ney benee; magarnalaa senee …
Saray mesarifi benee; faturalaa senee …
Beduva tedavi benee; mayene ilaç gatılım payları senee
Gızancıklaa özel mettepleede ecnebi melmegetleede ogutturuveeme benee; imam hatipler senee…
Askeelikten paraynen sıyrılıveeme benee; şehetlik meetebesine ulaşıveeme senee…
Erkencene çitte emeklilik benee; mezarda emeklilik senee…
Vergi mergi afları bene; artan vergile senee…
Bissürü goruma ordusu benee; dayak sopa biber gazlaa senee…
Edeleti ganunu mehgemelee ırgalamama beneee; mapıslaa gelepçelee işten govulvemelee senee…
Dilvizyonlaa gaztalaa hebisi beneee; nasihatleee sene…
Keyfim ne isteese söyleme benee; gonnuşme ülen ottu yerine senee…
Bu ne biçim edelet?"
Çıkış yolu…
Çekile çekile sırtını Cumhuriyetin kuruluş değerlerinin dirençli duvarlarına dayayabilen ülkenin aydınlık yüzünü oluşturan toplum kesimlerinin günümüzün vahşi koşullarında demokrasi hukuk ve sürdürülebilir ve adil bölüşümü esas alan bir ekonomik büyüme modeli gibi asgari müştereklerde bir birliktelik oluşturmak yerine karşı devrimin hızla deviniminden ibret almadan hala benmerkezci çocukluk hastalığından muzdarip olması gerçekten çok üzücü ve trajik ...
Bu gidişata uzlaşmacı bir öneriler demetini toplumun geniş kesimlerine benimseterek dur diyebilecek bir birliktelik oluşturmaktan başka çare var mı sizce ... İşte parlamento içi ve dışı muhalefetin birbirleriyle didişmek ya da birilerine cevap yetiştirmek yerine hayati işlevi herhalde bu olmalı. .
================================
MÜYESSER YILDIZ : İMAM HATİPLİLERİ "ÇÖZÜM MASASI"NA OTURTTULAR
30.11.2018
PKK'nın İngiltere Temsilciliği olduğu belirtilen Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI)'nün Oslo'da düzenlediği ve bazı "akiller"in de katıldığı "Çözüm süreci" toplantısına ilişkin tartışmalar devam ediyor.
O toplantıda kimler vardı; AKP'li eski milletvekilleri Abdurrahman Kurt Ahmet Faruk Ünsal yine eski milletvekili Ufuk Uras'ın yanısıra Ali Bayramoğlu Yıldıray Oğur ve Kadir İnanır.
Olayın Oslo'dan ibaret olmadığını DPI'ın "Türkiye'nin zorlu bir döneminde kapsayıcı diyaloğu desteklemek" başlıklı bir projeyi devreye koyduğunu bu kapsamda son 7 ayda Oslo dışında Londra Brüksel Dublin-Belfast ve Ankara'da bir seri toplantı yapıldığını aktardık.
Projenin Avrupa Birliği'nin yanısıra İrlanda Hollanda ve Norveç hükümetleri tarafından desteklendiğini vurguladık.
Keza "PKK temsilciliği" denilen DPI'ın "Uzmanlar Konseyi"nde Türkiye'den şu isimlerin görev yaptığını kaydettik:
"Ali Bayramoğlu Cengiz Çandar Ayşegül Doğan Prof. Dr. Ahmet İnsel Prof. Erol Katırcıoğlu Prof. Dr. Sevtap Yokuş Bejan Matur HDP'li Mithat Sancar Ufuk Uras Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem Doç. Dr. Vahap Coşkun Kadir İnanır Kezban Hatemi Avni Özgürel. "
Bu isimlerin bir kısmının halen AKP'yle iç içe bir kısmının ise "mesafeli" olduğunu hatırlattık.
Ancak hepsini bir yana bırakacak öyle bir isim vardı ki!. .
Bu isim eski AKP eski milletvekili Aile ve Sosyal Politikalar eski Bakan Yardımcısı Trabzon Avrasya Üniversitesi eski Rektörü olup geçen yıldan beri de Erdoğan'ın rahmetli annesi Tenzile Erdoğan'ın adının verildiği Üsküdar'daki Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi'nin müdürlüğünü yapan Prof. Dr. Aşkın Asan'dı.
"Çözüm sürecinin bittiği" söylendiği halde bu ismin halen hem DPI Uzmanlar Konseyi'nde yer almasına hem de 16 Ağustos'ta Brüksel'de DPI'ın Başkanı Kerim Yıldız'ın yönetiminde düzenlenen "Demokratikleşme ve çözüm süreçleri" başta olmak üzere Türkiye'nin durumunun görüşüldüğü toplantıya katılmasına dikkat çektik.
İKTİDAR MEDYASI SADECE OSLO'YU GÖRÜYOR AKP İSE SESSİZ
DPI iktidar medyası yazarlarının da gündeminde. Ancak sadece Oslo toplantısı esas alınarak tepki gösterildi.
Biri "Oslo defteri çoktan kapatıldı" diğeri "Yeniden çözüm süreci mi asla... Yeni bir çözüm sürecine hazırlıksız yakalanmamak gibi bir kaygı yok çünkü böyle bir daha olmayacak" dedi.
Bir başkası özetle "Türkiye için çözüm tek zemindedir; PKK kayıtsız-şartsız ve en ufak bir soru işaretine yol açmayacak şekilde silah bırakacak o silahların büyük bölümü betonlanıp gömülecek bir kısmı da terörizme karşı kazanılmış zafer anıtlarının malzemesi olarak kullanılacak. Bunun dışında bir çözümü konuşmuyoruz... Oslo Belfast Londra hatta Bogota Manila'da gidin toplanın toplanmışken biraz gezin-görün anladığım kadarıyla DPI'da para biraz bol iyidir entelektüel yaşam için iyi bir tatmin zemini oluşur... Söyleyeceğim; Bizi yormayın şekerim o aradığınız süreç artık burada olmaz... Nafile! Bu kez millete anlatamazsınız. Kimseye anlatamazsınız. Dahası bunu Sayın Erdoğan'a ve siyasetteki ittifak ortağı Sayın Bahçeli'ye hiç anlatamazsınız! Yeter artık" diye yazdı.
Oslo masasında "Eski İslamcı liberal ve solcular" ile "Son dönemde gözden düşenlerle Erdoğan nefreti her daim kabarık olanların" bulunduğu da belirtildi.
Peki Oslo'daki Kadir İnanır diğer toplantılardaki Kezban Hatemi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem Doç. Dr. Vahap Coşkun Avni Özgürel özellikle de Prof. Aşkın Asan'ı nereye koyacağız?
Bu isimlere en azından "Sizin DPI'yle ne işiniz var oralarda ne arıyorsunuz?" diye sormaları gerekmez mi?
Neyse ki iktidar yazarları sadece Oslo da olsa bir tepki veriyor. Ya AKP'nin sessizliğine suskunluğuna ne demeli?
"ÇÖZÜM MASASI"NDAKİ LİSELİLER
Bu tespitlerden sonra DPI'ın Oslo'dan daha vahim bir başka toplantısına geçelim.
1-5 Ağustos tarihleri arasında Dublin ve Belfast'ta yapılan toplantının başlığı "DPI Karşılaştırmalı Çalışma Ziyareti: Gençlerin Çatışma Çözümü Süreçlerine Katılımı" idi.
"Türkiye'nin birçok kesiminden" gelen gençlerin "AK Parti CHP ve HDP gençlik temsilcileri sivil toplum örgütü çalışanları lise ve üniversite öğrencileri gazeteciler sosyal çalışmacılar ile siyasi arka planı olan genç figürler" olduğu bildirildi...
Gençler İrlanda ve Kuzey İrlanda'ya götürüldü...
Toplantılarda gençlere "Özenle tasarlanmış bir program aracılığıyla Kuzey İrlanda'daki çatışma ve barış sürecinin deneyimleri ile çözüm süreci kavramları" anlatılıp "Gençlerin bu süreçlere yapabileceği olumlu katkılar" ele alındı...
DPI bunun "Gelecekte gençlerin çözüm sürecine katılımına odaklanması etkinliklerinin" ilki olduğunu ve "Türkiye'nin zorlu bir döneminde kapsayıcı diyaloğu desteklemek" başlıklı faaliyet dizisinin bir parçasını oluşturduğunu da vurguladı...
OKUL VE MÜDÜRÜN ADI
Bir yanda "Emperyalizme karşı milli mücadele veriyoruz" söylemi öbür tarafta gençlerimizin emperyalizmin "çözüm" masasına oturtulup beyinlerinin yıkanması tablosu!. .
Bunlar nasıl götürüldü kim organize etti masrafları kim karşıladı ve kim izin verdi?!.
Ancak vahimin de vahimi var!. .
O toplantıya götürülen bir grup genç kim biliyor musunuz?
Tenzile Erdoğan İmam Hatip Lisesi öğrencileri... Hem de Okul Müdürü Prof. Dr. Aşkın Asan başkanlığında!. .
Şimdilerde iktidar medyası DPI ve Oslo toplantısını yerden yere vuruyor ya Dublin ve Belfast'taki toplantıyı nasıl haber yapmışlar bakalım mı?
Başlık "Tenzile Erdoğan İmam Hatip Lisesi öğrencileri İrlanda'da"... Devamı ise şöyle:
"İstanbul Üsküdar Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi (KAİHL) öğrencileri Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin desteklediği programlardan Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) tarafından düzenlenen 'Gençlerin Çatışma Çözümü Süreçlerine Katılımı' çalıştayına katıldı. Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Prof. Dr. Aşkın Asan İrlanda Cumhuriyeti ve Kuzey İrlanda'da düzenlenen program kapsamında öğrencilerin çatışma sürecinin sebepleri hakkında incelemelerde bulunduğunu kaydetti. Öğrencilerin İrlanda Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı ve üst düzey bürokratlarla çalışma fırsatı yakaladığını aktaran Asan 'Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Aralık 2015'te aldığı 2250 sayılı kararı kapsamında gençliğin barışın inşasında önemli rol oynayabileceği vurgulanmıştır. Bu kapsamda gençlerin dünyada yaşanan sorunları öğrenmeleri barışı ve güvenliğini sağlamadaki katkıları için büyük önem taşımaktadır' ifadelerini kullandı.
Çalıştaya katılan 11. Sınıf öğrencisi Esma Pak ise yetişkinler gibi çatışma çözümü konusunda çalıştaya katıldıklarını hatırlatarak 'İrlanda'da yaşanan çatışma sürecinden zarar gören tarafların bireyleriyle birebir görüşmelerde bulunduk ve soru sorma imkanı bulduk. Bu sayede konuyla ilgili daha somut ve gerçekçi bilgilere ulaştık. Bizim için çok anlamlı bir etkinlik oldu' açıklamasını yaptı. Öğrencilerden Hilal Kuşçu da sorunların çözümünde gençler üzerine büyük sorumluluklar düştüğünü belirterek çalıştay sayesinde çözümün bir parçası olma motivasyonlarının arttığını vurguladı. "
Dahası; "Tenzile Erdoğan KAİHL Öğrencileri İrlanda'da Uluslararası Çalıştay'a Katılacak" başlığıyla 20 Temmuz 2018'de şu duyuru yapıldı:
"Tenzile Erdoğan KAİHL öğrencileri Birleşmiş Milletler'in programlarından biri olan Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) tarafından Gençlerin Çatışma Çözümü Süreçlerine Katılımı Konusunda 1-5 Ağustos 2018 tarihlerinde İrlanda Cumhuriyeti'nde ve Kuzey İrlanda'da Gerçekleşecek Karşılaştırmalı çalışmaya katılacaklar.
Öğrenciler oturumlarda Kuzey İrlanda çatışma çözümü süreci ile ilgili bilgi alacaklar ve özel olarak gençlerin Kuzey İrlanda çatışma sürecinde oynadıkları role odaklanarak karşılaştırmalı çalışma yapacaklar.
Çalışma 1 Ağustos günü Dublin'de başlayacak ve 5 Ağustos'ta sona ermeden evvel Dundalk ve Belfast şehirlerine yapılacak ziyaretleri kapsayacaktır.
Karşılaştırmalı çalışma ziyareti boyunca katılımcılar Hayırlı Cuma Anlaşması ile sonuçlanan Kuzey İrlanda barış sürecinde bizzat yer almış kişilerden ve kurumlardan birinci elden bilgi edinme fırsatı bulacaklardır. Yuvarlak masa toplantıları kültürel çalışma turu ve kurum ziyaretlerinin birleşiminden oluşan program kapsamında katılımcılara kapsamlı bir çatışma çözümü anlayışı sunulacak ve gençlerin barış süreçlerine anlamlı bir şekilde katılmasına izin verilmesi çağrısında bulunan BM Güvenlik Konseyi'nin 2250 nolu kararı hakkında bilgi paylaşımında bulunulacaktır.
Programa katılan öğrenciler ULTEK Konferansında aktif görev almış öğrenci meclisi başkanı ve meclis üyeleri arasından seçilmiştir.
Programa Tenzile Erdoğan KAİHL öğrencileri dışında ayrıca sivil toplum çalışanları üniversite öğrencileri medya mensupları ve sosyal çalışmacılar da katılacak. "
Bu duyurunun sahibi mi?. . T. C. Milli Eğitim Bakanlığı İstanbul/Üsküdar-Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi!. .
DPI'nın "PKK temsilciliği" olduğunu sanıyorduk... Meğer bu okulumuza göre BM programlarından biriymiş!. .
O zaman şu güne kadar DPI ve Oslo toplantıları hakkında yazılanlar da üç AKP'li isim Mehdi Eker Efkan Ala ile Taner Yıldız'ın buraya gizemli ziyareti de anlamını yitirmiş demektir!. .
AKP'ye yakınlığına rağmen Prof. Aşkın Asan'ın DPI'de görevinin sürmesi ve böyle bir masada yer almasına şaşırmanın da bir anlamı yokmuş!. .
Ancak en azından bir lise müdürü olarak orada bulunmasının dahası lise öğrencilerini oraya götürmesinin sorgulanması gerekmiyor mu?. .
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk dün Erdoğan'ın liderliğinin kendisi açısından çok önemli olduğunu vurgulayıp "Dünyadaki bütün eğitim devrimlerine büyük eğitim dönüşümlerine baktım. Hiç istisnası yok hepsinde güçlü bir lider var. Tam da Türkiye'nin yeni bir hikâye yazmasının sırası" demişti.
O "hikâye" andımız yasaklanıp lise öğrencileri "çözüm masasına" oturtularak mı yazılacak?
https://odatv.com/imam-hatiplileri-cozum-masasina-oturttular-30111855.html
================================
ORHAN UĞUROĞLU : ZANA: DOLMABAHÇE'DE KÜRDİSTAN TANINMIŞTIR
orhan@yenicaggazetesi.com.tr 30 Kasım 2018
Oslo ve Dolmabahçe mutabakatları bugün yine yeniden Türkiye'nin gündemine taşınıyor AKP'liler ve Akil insanları ile.
Unutanlar ve unutturanlar için Oslo ve Dolmabahçe mutabakatlarını kısaca hatırlatayım.
OSLO MUTABAKATI
Tarih: 19 Eylül 2012CHP sözcüsü Haluk Koç Oslo mutabakatı metnini "Taraflar bugüne kadar Oslo ve İmralı süreçlerinde vurgulanan Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan mutabakatları teyit ederler" diye açıkladı.
Koç Oslo görüşmelerinin İngiltere hakemliğinde yapıldığını ve mutabakat metninin İngiliz devlet arşivinde olduğunu da söyledi.
1. Recep Tayyip Erdoğan bu görüşmeyi ve Oslo mutabakatını reddetti.
Tarih: 26 Eylül 2012 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kanal 7 televizyonunda yayınlanan İskele Sancak programında Mehmet Acet ile gazeteciler Fehmi Koru Hasan Öztürk ve Salih Tuna'nın sorularını yanıtladı.
Erdoğan şöyle konuştu:"Biz bir hukuk devletiyiz.
Atacağımız adımları da hukuk çerçevesinde atacağız diyoruz.
Ama hukuktan anlayamayana da Şemdinli'de Beytüşşebap'ta olduğu gibi gereği yapılacaktır.
Bu süreç içerisinde bizim şahsen ben İspanya Başbakanı Zapatero ile olsun İngiltere Başbakanı Blair ile olsun bunlarla bu görüşmeleri ben de yaptım.
Beşir Bey'i (Devlet Bakanı Beşir Atalay) millî birlik ve kardeş projesi kapsamında oralara gönderdim.
Kendisi de oralarda ilgili bakanlarla gerekli görüşmeleri o da yaptı.
Biz kimsenin adım atmakta tereddüde düştüğü İmralı olsun Oslo olsun çok açık net...
Bu adımları da attık.
Niye?
Acaba nerede bir şey var bunu görelim bununla bunu yapalım.
Oslo'da olacaksa Oslo'yla bunu yapalım.
Onun için de Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı olarak Emre Bey zamanından itibaren başlattık görüşmeleri.
Sonra Hakan Bey geldi Hakan Bey'le de aynı şekilde devam ettik. "
2. Recep Tayyip Erdoğan Oslo görüşmelerini ve mutabakatını kabul etti...
DOLMABAHÇE MUTABAKATI
Tarih: 28 Şubat 2015Yer: Dolmabahçe SarayıErdoğan hükümetini temsilen Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan İçişleri Bakanı Efkan Ala Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu katıldıHDP'yi grup başkan vekilleri Pervin Buldan İdris Baluken ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder temsil etti.
Toplantı sonunda Erdoğan Hükümeti ile Öcalan-PKK ve HDP tarafından kabul edilen 10 maddelik Dolmabahçe mutabakatı metnini Sırrı Süreyya Önder açıkladıÖnder "Tarihî bir niyet beyanıdır" dedi...
Tarih: 28 Şubat 2015Yer: İstanbul Atatürk Havaalanı VIP salonuCumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan özetle şu açıklamayı yaptı:"Tabii silahların bırakılması çağrısı bizler için çok çok önemli bir beklenti idi.
Bu demokratik açılım süreci ile başlayan bir çağrıdır.
Millî birlik ve kardeşlik projesi ile başlayan bir şimdi de çözüm süreci ile devam eden ve bunu artık noktalayalım diye hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. "
3. Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe mutabakatını kabul etti...
Tarih: 22 Mart 2015Yer: Cumhurbaşkanlığı uçağıUkrayna gezisinden dönerken uçaktaki gazetecilerin Dolmabahçe mutabakatı sorusu üzerine Erdoğan özetle şöyle konuştu:"Hükümet benimle mutabakata varmadan hareket etti.
Bu metnin demokrasi adına nesini kabul edeceğim?
Ben Dolmabahçe mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum.
Çünkü ortada bir hükümet var öbür tarafta da grubu olan bir siyasi parti var.
Burada neyin mutabakatını kiminle niçin sağlıyorsunuz?
Böyle bir şey olamaz.
Mutabakatın yeri parlamentodur. "
4. Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe mutabakatını kabul etti… Tarih: 8 Ocak 2016 Yer: Sonsöz gazetesiYazar Tandoğan Uysal Leyla Zana'nın eşi ve Kürt Hareketinin liderlerinden Mehdi Zana ile yaptığı söyleşiyi özetle şöyle yazdı.
Soru: Kürdistan'ı bırakın Türkiye'de sınırına komşu bile kurdurtmayacağını açıkladı Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Mehdi Zana: Dünyada bir Kürdistan varlığı tanınıyor sadece Türkiye'de tanınmıyor.
Dünya tarihinde Kürdistan'ın iyi araştırılması gerekir.
Bu tespit edildiği zaman Kürdistan da çözülmüş olacaktır.
Dolmabahçe görüşmelerinde verilen vaatlerde aslında Kürdistan tanınmıştır.
Erdoğan'ın oyunundan sonra çark edilse de bugün PKK'nın yaptığı onu dayatmaktır.
Türkiye sonunda Kürdistan'ı verecektir.
Şu an yapılan sadece ayak sürümektir paniktir. "
Tarih: 27 Kasım 2018Yer: Yeniçağ GazetesiHüdavendigar Onur'un haberini özetleyeyim:"Demokratik Gelişim Enstitüsü Norveç'in başkenti Oslo'da "Kürt açılımı" için yine masa kurdu.
Etrafında oturanlar Diyarbakır AKP eski Milletvekili Abdurrahman Kurt siyasetçi Ufuk Uras artist Kadir İnanır gazeteciler Yıldıray Oğur ve Ali Bayramoğlu oldu.
AKP'li Efkan Ala Mehdi Eker ve Taner Yıldız da Nisan ayında İngiltere Merkezli DPI'yi ziyaret etmişti. "
Bu haberin ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğu görüşmeler şu gerçeği ortaya çıkardı:"Yeni Kürt süreci Cumhur İttifakı tarafından başlatılıyor. "
Hayırsız uğursuz olur inşallah...
Kaynak Yeniçağ: Zana: Dolmabahçe'de Kürdistan tanınmıştır - Orhan UĞUROĞLU
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/zana-dolmabahcede-kurdistan-taninmistir-49818yy.htm
================================
AMERİKA'DAN TÜRKİYE'YE YİNE TEHDİT VAR…
Geçenlerde Amerikan Savunma Bakanlığı (Pentagon) bir rapor hazırladı. Türkiye-Amerikan ilişkilerini kapsayan ve kongreye sunulan raporun içeriği ilişkilerin yeniden kötüleşebileceği yönünde ipuçları veriyor.
Şu noktaya dikkat:
Amerika ne zaman Türkiye konusunda bir sıkıntıya düşse hemen gündemi değiştirecek bir şeyleri ortaya atıyor. Bu aslında bizi oyalamaktan başka bir şey değil. Son günlerde bu taktiğin sıkça sürdürülmesi müttefikimizin bölgedeki sıkıntılarından da kaynaklanmış olabilir.
Çünkü Suriye konusunda Amerika Türkiye'nin varlığından ve kararlılığından son derece rahatsız. Bu rahatsızlığını da çeşitli yollardan dile getiriyor. Türkiye'nin önünü tıkamaya çalışıyor.
Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava sistemlerini alması durumunda F-35 programına olan dahlinin yeniden gözden geçirileceğinin belirtildiği raporda ayrıca sadece F-35 satışlarının değil diğer Amerikan firmalarının ürettiği savunma sistemleri satışlarının da etkilenebileceği tehdidi dikkat çekiyor.
Bilindiği gibi Amerika Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerini almasının karşısına çıkıyor. Bu konuda da bugüne kadar Türkiye'ye üstü kapalı tehditler geliyor.
Görüldüğü gibi Amerika bugüne kadar ne müttefiklik ne de dostluğa sığmayan hareketler içine girdi. Şimdi de Rusya ile olan ilişkilerimizden rahatsız. S-400'ler konusunda yeni tehditler savuruyor.
Pentagon tarafından Senato ve Temsilciler Meclisine sunulan Türkiye'nin S-400 ve F-35 sistemlerini aynı anda kullanmasının F-35'in hassas bilgilerinin ele geçirilmesine neden olabileceği kaygısının dile getirildiği 12 sayfalık raporda ayrıca Türkiye'nin NATO için kritik önemde olan bir ülke olduğuna da vurgu yapıldı.
Şimdi raporun neleri kapsadığına kısaca bakalım:
ABD'nin YPG/PKK ile işbirliği yapmasının ve Fetullah Gülen'i iade etmemesinin Türkiye tarafından "iki ülke arasındaki ilişkilerin altını oyan unsurlar" olarak algılandığı belirtilen raporda Türkiye'nin defalarca ve kamuoyuna açık bir şekilde S-400 alım anlaşmasının tamamlandığını açıkladığı belirtilirken ilk S-400 teslimatının Temmuz 2019'da gerçekleşeceği ifade edildi.
Buna karşın ABD hükümeti Türk hükümetine S-400 alımının ABD-Türkiye ikili ilişkilerine ve Türkiye'nin NATO içindeki rolüne olumsuz etkisinin kaçınılmaz olacağını belirtmiştir" ifadelerine yer verildi.
Bunların yanı sıra Türkiye'nin Amerika Düşmanlarına Yaptırımlarla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamında potansiyel yaptırımlara maruz kalabileceği F-35 uçaklarındaki alım ve endüstriyel haklarını riske atabileceği NATO ile ortak çalışabilirliğinin azalabileceği ve Rusya'ya artan bağımlılıktan kaynaklanan zafiyetlerinin ortaya çıkabileceği belirtildi.
Rapor bizim için çok önemli. Ancak kısaca hangi ifadelere yer verilmiş biz bunlara bakalım:
"Bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla F-35 Müşterek Taarruz Uçağı PATRIOT Hava ve Füze Savunma Sistemleri CH-47 Chinook ağır nakliye helikopteri UH-60 Black Hawk helikopteri ve F-16 avcı uçağı da Türk alım programlarından etkilenecekler arasındadır. Türkiye S-400 alımına devam ederse yönetim Türkiye'nin sekizinci ortak olarak katılımının devam edip etmeyeceğini tekrar değerlendirecektir. Yönetim Türkiye'nin tüm savunma gereksinimlerini karşılayacak güçlü kabiliyetli ve NATO ile çalışabilir bir hava ve füze sistemi sağlamak üzere bir paket hazırladı. Paketin bazı kısımlarının Kongreye tebliğ edilmesi gerekiyor. Kongrenin Türkiye'ye satış konusunda destek vermesi Türkiye'ye S-400 alımından çekilmesini sağlayacak gerçek bir alternatif sunmak açısından önemlidir. "
Suriye'de terör örgütleri ile birlikte hareket eden Amerika aslında taktik uyguluyor. Gündem değiştirmek dikkatleri başka taraflara çekmek için yeni tehdit unsurları ile Türkiye'yi sindirip bölgede rahat hareket edebilmenin de yollarını arıyor.
Bu tuzağa düşmemek gerekir.
Türkiye'nin çıkarları konusunda gözlerini ve kulaklarını kapatan Amerika öyle görünüyor ki S-400 savunma sistemleri konusundaki endişelerini ve ısrarlarını bundan sonra da sürdürecektir.
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/01/amerikadan-turkiyeye-yine-tehdit-var/
================================
ERDİL ÜNSAL : "İNSAN MALZEMESİ BOZUK İDARELER"
RTÜK Bşk. Davut Dursun Türkiye'de karasal yayın yapan 247 televizyon ve 1057 radyo uydu üzerinden yayın yapan 205 televizyon ve 63 radyo kablo üzerinden yayın yapan 101 televizyon olmak üzere toplam 553 televizyon ve 1120 radyonun bulunduğunu belirtti. Dursun "Bilgi toplumunun anayasal düzenlemeleri bilgi temelli olmalıdır" dedi.
Güzide tv kanallarında en az 5 adet spor programı ve asgari her birinde 3 spor yorumcusu bulunmakta. Bir tv kanalında bir spor yorumcusu diğer yorumcuyu tv kanalında yatırıp muz yedirmekte olduğunu düşünün ve bu tv kanalı RTÜK e bağlı.olsun. Tv radyo gazete bir o kadar yerel gazete ve internet gazeteciliğini dikkate alırsak Toplam 80 000 yayın ve haber kanalı olan bir ülkeyiz. Istanbul'da Londra'dan fazla MR çeken görüntü merkezlerimizin reklamları haber kanallarında yer alıyor. Bu durum irdelendiğinde Avrupa'nın bizi kıskanmaması mümkün değil. İyi de elinde 5 bin liralık akıllı telefonu olan üniversite öğrencisi bir tv kanal röportajında nasıl oluyor da Kıbrıs'ın yerini Pramitlerin hangi ülkede olduğunu bilmiyor.
Eskişehir Belediye Başkanı sayın Bülent Büyükerşen ve rahmetli Recep Yazıcıoğlu Belediye Başkanı İİçelere bağlı belde belediye gelirleri Büyükşehire alınmadan önce gittikleri kaza ve illeri nasıl kalkındırdığı ortada. Dereleri turistik tesis ve konutlarla kapatılan afet bölgesine giren llçelerin envanter kayıtları mevcut. İlçe belediye başkanlarından biri Eskişehir Belediye Başkanı Bülent Büyükerşen ve rahmetli Recep Yazıcıoğlu Belediye Başkanını yaptığının onda birini özellikle afet bölge kapsamına giren turistik ilçesini bir belediye başkanı gerçekleştiremez miydi?
Basın İlan Kurumu verilerine göre Türkiye 'de sayısı 100 aşan Belediyespor kulüplerince yabancı futbolcu transferine vergilerimizden para ayırlmaktadır. Bu belediyespor kulüblerine ödenen yabancı futbolcu transferi parası kendinde kalıyor da oto park kirası ve benzer ilçe belediye gelirleri nasıl Büyükşehire gidiyor elimizde altyapıyı onarmak için eyeterli para yok denilmekte. Sadece alt yapı iyileştirmesini adını andığım belediye başkanlarını örnek alarak ilçesi madem almanaklara geçmiş turizimde dünya markası olan Bodrum'un klise değirmen kanalizasyon altyapısını onaracak bir Belediye Başkanı ve gelmiş geçmiş belediye başkanlarını Bodrum çıkaramaz mıydı. ?
Erdil Ünsal
https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/12/01/insan-malzemesi-bozuk-idareler/
================================
SERVET AVCI : İKİNCİ OSLO HATIRASI!
avciservet@hotmail.com 29 Kasım 2018
"İkinci çözüm süreci kesinlikle olmaz" diye iddialı cümle kurmak mümkün mü?
Kesinlikle hayır… Birinciyi kim tahmin edebilirdi ki?
Ama oldu ve ellerindeki taze kan yıkanmamış teröristlerle aynı masaya oturularak 'yeni Türkiye' inşasına kalkışıldı…Süreç iflasla sonuçlandı üstelik çok ağır bedeller ödenerek… Bu süreci yürüten hiyerarşinin en tepesinden en alttakine kadar bir kişi bile çıkıp hesap vermedi "Yanlıştı özür dileriz" demedi…Öyle sisli bir süreçti ki Türk devletinin 'Dersim'den Ermeni meselesine üniter kimliğinden diline kadar ne kadar abdesti varsa bozulmuştu… Karşı çıkan herkesin 'ırkçı faşist kafatasçı' ilân edildiği omuz verenlerin 'âkil' sayıldığı bir 'resmî cinnet dönemi' yaşandı…Yol kesen teröriste savcının kimlik gösterdiği bu aşağılık dönem için şu değerlendirmeyi hep yaptık yapmaya da devam edeceğiz: "Birinci çözüm süreci devletin bölgede sadece adını bırakmıştı… İkinci çözüm süreci adını bile bırakmaz…"
***
Çözüm sürecinin bir daha asla geri gelmeyeceğine dair net bir 'resmî beyan'ın olmayışı tam tersine kulaklarımıza takılı kalmış olan 'buzdolabında' sözü endişelerimizi hep diri tutuyor… Ya yine el ele tutuşup yollara dizilirlerse!..."
Uçuyoruz büyüyoruz artık paralarımız terörle mücadeleye gitmeyecek cebinizde kalacak üniter yapı zaten ayak bağımız eyalet sistemine geçersek kimse bizi tutamaz Osmanlı gibi oluyoruz yüz yıllık akıl tutulması nihayet bitiyor bekamız daha kallavi olacak" palavraları eşliğinde! ...
Önceki tecrübe kimseye "Kesinlikle olmaz" dedirtmiyor… Gerektiğinde bunun tartışması olmaz… Halka nasıl yedirileceği tartışılır sadece!...
Hassasiyet sahiplerini işkillendiren gerekçeler az değil… Tıpkı İngiltere'deki Democratik Progress Institute'nin PKK'yla ilişkilerinin sır olmaması gibi…DPI 'kazan içi âkiller'i 'hatırası olan başkent' Oslo'da topladı… 22-23 Kasım tarihlerinde Norveç'in Oslo kentinde "Çatışma Çözümlerine Toplumsal Katılım" başlığı ve "Akiller Heyeti Deneyimini Düşünmek" alt başlığıyla bir araya geldiler…Davetle toplantıya katılan bir gazeteci Amerika'ın Sesi'ne şöyle yorumluyor Oslo'daki bu buluşmayı: "DPI'nın çatışmaların diyalog ve müzakere yöntemiyle barışçıl bir şekilde çözülmesini temenni eden ve bu doğrultuda çalışmalar yapan bir kuruluş olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu tür etkinlikleri olası yeni bir diyalog sürecine hazırlıksız yakalanmamak barış ve çözüm ihtimalini her şeye rağmen gündemde tutmaya devam etmek amacı taşıdığını düşünmek mümkün.
Türkiye üç yıldır çatışmalı bir süreçten geçiyor.
Kürt meselesinin çözümü demokratikleşme hak hukuk ihlalleri yargı meselesi cezaevinde tutuklu siyasetçiler ve gazeteciler bunlar hiç konuşulmuyor göz ardı ediliyor.
Tam da bu nedenlerle böylesi bir ortamda bu tür çalışmalar çok kıymetli..."
***
İşin daha ilginç tarafı DPI'nin geçtiğimiz Nisan ayındaki misafirleriydi… Ahmet Takan yazmıştı Efgan Ala'nın Taner Yıldız'ın şimdi Diyarbakır Belediye Başkan Adayı ilân edilen Mehdi Eker'in Londra'daki görüşmelerini… Çok sonra başka yayın organlarında da bu haber yer almış taraflar 'içerik' konusunda dışarıya bilgi vermeye yanaşmamıştı…Oysa DPI'nin PKK'yla ilişkisi 8 Aralık 2017 tarihli Sabah gazetesinde şu ifadelerle yer alıyordu: "Democratic Progress Institute (DPI) PKK'nın İngiltere Temsilciliği olarak bilinmesinin ötesinde başkanlığını PKK terör örgütü lideri terör suçlusu bebek katili A. Öcalan'ın yasal/avukat takım üyesi (Öcalan's legal team member) olarak bilinen PKK'lı Kerim Yıldız başkanlığında faaliyet göstermektedir…"Üç eski Bakanı ağırlayan DPI ile ilgili şu iktibası da aktarmış olalım: "DPI İngiltere'de aynı adreste faaliyet gösterdiği Kurdish Human Rights Project(KHRP) yani Kürt İnsan Hakları Girişimi'nin paravan kuruluşu.
DPI'nin direktörlüğünü Kerim Yıldız yapıyor.
Kerim Yıldız aynı zamanda KHRP'nin başkanı.
KHRP Kerim Yıldız'la birlikte Abdullah Öcalan'ın Avukatı Stuart tarafından kurulmuş.
KHRP AİHM'de PKK'nın Türkiye aleyhine açtığı davaları takip ediyor.
Sitesinde Türkiye Suriye İran ve Irak'ta toprakları olan Kürdistan haritası yer alıyor…"
***
Neyse ki rahatız! ...
Kendi tecrübelerimize dünyadaki tecrübeleri eklediğimizin için hata yapmayacağız galiba!...
Geçen hafta AKP İstanbul Milletvekili Ravza Kaçakçı başkanlığındaki partili heyetin Almanya temasları ve 'federal yapı'yı incelemeleri içimizi rahatlattı! ...
Federal Konsey'i ziyaret eden Ravza Kavakçı bu görüşmeyi "Federal sistem hakkında bilgi alışverişinde bulunduk" şeklinde sosyal medya hesabından paylaşmış olması gerçekten sevindiriciydi!...
Kaynak Yeniçağ: İkinci Oslo hatırası! - Servet AVCI
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ikinci-oslo-hatirasi-49801yy.htm
================================
RIFAT SERDAROĞLU: SIR KÜPÜNÜN BAŞI DERTTE
Kader onları İstanbul Büyükşehir Belediyesinde birbirine bağladı. Ağızlarından hiç düşürmedikleri "Yol Arkadaşlığı (!)" böyle start aldı.
Reis'in belediye başkanlığı döneminde sır küpünde ilginç işler teker-teker birikmeye başladı!
Sonra makamlar yükselmeye başlayınca küp büyümeye en büyük küp de dolunca küplere geçildi. Sırlar o kadar çoğalmıştı ki üst-üste dizilen küpler için özel mahzenler hazırlandı!
Makamlar yükseldikçe sırlar iki yol arkadaşını birbirine daha sıkı bağladı.
Olay öyle hale geldi ki özellikle büyük tutardaki ihaleler konusunda onun her dediği Reis'in emri olarak algılandı!
Türkiye'nin en büyük "Haram Havuzu" oluşturulmasında sır küpü elbette ki baş rolde idi!
Kendilerinden toplam 630 milyon dolar para minibüslerle (milletin orasına koyan) eski inşaat taşeronunun garajına taşındı. Bu haram para ile bir medya grubu ve televizyon alındı. Para veren bir müteahhit şöyle diyordu; O akşam eve gittiğimde kimsenin yüzüne bakamadım. Moralim sıfırlandı!
Bu medya grubu sabah-akşam Reis ne derse onu yazmakta!
Tüm devlet bankaları devlet işletmeleri haraç verir gibi bu gruba ilan-reklam vermekteler. İsterlerse vermesinler!
Fakat Reis'in kıymetini bilmeyen Türk Milleti bu gazeteleri almıyor TV'leri izlemiyor gazeteler havaalanlarında ailenin süpermarketlerinde taksilerde bedava olarak dağıtılıyordu…
Sır küpü dünyadaki emsallerinden 5-10 kat daha fazla maliyetle yapılan otoyol-köprü-alt geçitler gibi projeleri en ince detayına kadar biliyor ve dağıtım onun dediği gibi yapılıyordu. Yani "sadaka saraydan dışarı çıkmıyordu!"
Reis sıkıştı aday bulamadı ve sır küpünü İzmir AKP Belediye Başkan adayı yaptı.
Sır küpü İzmir seçimleri için çuvalla para harcadı ama Gavur İzmir Müslüman sır küpüne "Sen İzmir'de Belediye Başkanı olmaya layık değilsin" dedi geldiği yere gönderdi!
İzmirlilerin Belediye Başkanı seçmedikleri sır küpü Reis tarafından Başbakan yapıldı. Al sana Milli İrade! Öyle olmaz böyle olurdu!
Başbakanlık kaldırıldı sır küpü işlevsiz hale getirilen meclisin başkanı seçildi.
Eski BMC kamyonlar gibi tıslayarak konuşan sır küpü yolun sonuna geldiğini düşünmeye başladı!
"İstanbul benim en değerli hazinemdir" diyen Reis devlet hazinesinin başına damadını koyunca İstanbul hazinesi sahipsiz kaldı!
İstanbul hazinesi gibi sürekli büyüyen bir hazine herhalde sıradan bir AKP'liye bırakılamazdı.
Düşündü taşındı elinde güvenebileceği tek kişi olan sır küpüne İstanbul hazinesinin başına sen geç dedi.
Sır küpü dedi ki;
Reis tamam da ben Başbakanlık yaptım şimdi TBMM Başkanıyım. Hazinenizin başına geçersem bu yüce makamlardan sonra bir Vali bana emir verecek.
Bu bana yakışır mı?
Reis; Bana bak küp yemişim senin yakışmanı o makamlara seçimle mi geldin? Ben seni tayin ettim öyle geldin. Burnunun ucunda peynir görünce kendini mandıra sahibi sananlardan olma! Ben Arjantin'i dolaşıp geleyim çıkarırız bir kararname seni yardımcım yaparım.
Millet ne der diye düşünme! Ne derlerse desinler ben diyeceğimi derim İbrahim millet bana uyar. Uymayan olursa Doğru Silivri'ye…
Sır küpünü aldı mı bir düşünce? Ya kaybederse ne olacaktı? Zaten tek başına girdiği hiçbir seçimi kazanamamıştı! Çekip gitse o da olmazdı! O nasıl Reis'in sır küpü ise Reis te onun tüm sırlarını biliyordu.
Sır küpü bir of çekti millet Marmara'da deprem oldu zannetti…
Ne zor şeydi büyük adamların sır küpü olmak yahu.
Şimdiye dek nasıl ki hiçbir diktatör yatağında ölmedi ise gerek siyasetçilere gerek mafya babalarına sır küplüğü yapanlardan da cesedi bulunan olmamıştı…
Küpleri üst üste dizseler sonra en alttakini çekseler seyreyleyin gümbürtüyü!
================================
ORHAN UĞUROĞLU: MAĞDURLAR DAVA AÇMAYACAKLAR MI?
Ergenekon davasını hatırladınız değil mi?
Yandaş medya FETÖ'cü medya FETÖ'cü savcılar FETÖ'cü hakimler FETÖ'cü polisler FETÖ'cü bürokratlar ve FETÖ'cü siyasetçiler Ergenekon davası sanıklarına yargısız infazı nasıl yaptılar hatırlıyorsunuz değil mi?
İstanbul Ümraniye'deki bir evde el bombalarının bulunduğu iddiasıyla 2007'de şu anda firari olan eski savcı FETÖ'cü Zekeriya Öz'ün başlattığı soruşturma daha sonra Ergenekon adı verilerek davaya dönüştürülmüştü.
275 kişi yargılanırken Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Genel Kurmay Başkanı dahi tutuklanırken dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından "Ergenekon davasının savcısı" olarak suçlanmıştı.
Erdoğan ise "Evet millet adına Ergenekon davasının savcısıyım" demişti.
Anayasa Mahkemesinin kararı bozması üzerine Yargıtay dosyayı yeniden açtı ki Cumhuriyet Savcısı "Ergenekon yoktur" diye mütalaa verdi.
11 yıl sonra Ergenekon davası çöktü.
Peki dönemin Başbakanı hatta Ergenekon savcısı Erdoğan Adalet Bakanı İçişleri Bakanı siyaseten de hukuken de hesap vermeyecekler mi?
Davanın mağdurları bu davaları açmayacaklar mı?
Hak ve hukuk sadece televizyon yayınlarına çıkarak kitap yazarak aranmaz dava açarak da hesap sorulmalı hak aranmalıdır.
Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ'un öncülük ederek bu davaları açmasını bekliyorum.
Silivri'de esir tutulanların cezaevlerinde kahrından ölenlerin intihar edenlerin haklarını helal etmeleri için gün siyasilerden hesap sorma günüdür…
16 yılda AKP'nin çökerttikleri:
· Tarafsız Cumhurbaşkanlığı çöktü
· Anayasa çöktü
· Başbakanlık çöktü
· Müsteşarlık çöktü
· Adalet çöktü
· Hukuk çöktü
· Yargı çöktü
· Hesap verme ve denetim çöktü
· Medya çöktü
· Ekonomi çöktü
· Asgari ücret çöktü
· Emekli çöktü
· Memur çöktü
· İnsanca geçinebilmek çöktü
· Ahlak çöktü
· Doğru söz çöktü
· Kültür çöktü
· Sanat çöktü
· Vatan görevi çöktü
· Dış politika çöktü
· AB'ye tam üyelik çöktü
· Eğitim çöktü
· Sağlık çöktü
· Çiftçilik çöktü
· Hayvancılık çöktü
· Tarım çöktü
· Yatay mimari çöktü
· Liyakat çöktü
· Ahlak çöktü…
Değerli okurlarım Cumhurbaşkanının belediye başkan adaylarını açıklamasının nasıl önemli bir algı operasyonu olduğunu yazmıştım.
"İnsanların beyin tembelliğini gördükçe her istediğimizi yapabiliriz" diyen Hitler'in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels bakın neler öğütlüyor:
- Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
- Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur.
- Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.
- Halkı her zaman ateşleyin asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.
- Halk büyük yalanlara küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
- Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
- Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin.
- Asla kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın.
- Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
- Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
- Yargı devlet hayatının efendisi değil devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.
- Bana vicdansız bir medya verin size bilinçsiz bir halk sunayım.
- Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun.
- Prestij ve karizma sahibi lider propaganda işini çok kolaylaştırır.
- İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse o kazanır.
- Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir çünkü onları kandırmak çok kolay.
Bu sözleri okuyunca yaşadıklarınızı düşününce aklınıza 16 yıllık iktidar uygulamaları geliyor değil mi?
================================
TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU: ENGENEKON BETONA GÖMÜLDÜ!
Ergenekon davasında duruşma savcısı esas hakkındaki mütalaasını -görüşünü- açıkladı.
Şunu söyleyebilirim; mütalaa olağanüstü titizlikle yazılmış ve Ergenekon uydurma terör örgütünü kumpas davası ile birlikte bir daha dirilmeyecek şekilde betona gömmüş...
Bu neden önemli?
Çünkü AKP beslemesi itibar celladı kalemler ve bazı AKP'liler; Ergenekon Davası'nın FETÖ operasyonu olduğu ortaya çıktığı halde; "aslında Ergenekon diye bir örgütün var olduğu iddiaların bazılarının gerçeği yansıttığı" anlamına gelen açıklamalar yaptılar.
FETÖ'cü savcı polis ve hakimlerin ağzından konuşan ve Ergenekon'u yıllarca savunan beslemelerin; oyuncağı ellerinden alınmış çocuk gibi ağlamaları anlaşılabilir...
Çünkü onlar; Celal Ülgen Haluk Pekşen gibi avukatlar delillerin sahte olduğunu apaçık ispat etmelerine rağmen yalana iman etmiş zombiler gibi saldırılarını sürdürdüler...
Türkan Saylan ve bir çok değerli isim bu tetikçilerin kalemlerinden çıkan kurşunlara hedef oldular...
İddianamede liberallerin işbirliği de açık şekilde yer alıyor; "Cemaat liberallerin desteğini ve onların yönlendirmelerini komplonun önemli bir unsuru olarak görmüştür (...) Taraf gazetesini kurdurup kendi medyalarında liberallere yer açarak onların entelektüel birikimlerini kendi psikolojik harekatlarının bir parçası haline getirmişlerdir..."
Bizim yıllardır anlattığımız sürecin müthiş bir özeti değil mi?
Mütalaadan bir başka cümle; "Cemaat kendi ajanlarına terör eylemi yaptırarak ve onları bazı devlet kadroları ile irtibatlandırarak önce suçu imal etmiş ve daha sonra yargı içerisindeki unsurları kullanarak mahkum etmiştir. En sonunda da medyayı kullanarak linç etmiştir. Ergenekon davasının özü budur..."
Bu linçe destek olan gazeteciler ekranların vazgeçilmez isimleri biraz olsun utanırlar mı?
Bizim kurduğumuz özgür medya kuruluşlarına baskılar yapılırken doğrunun peşindeki gazeteciler işsiz bırakılırken tv ve gazetelerini bu operasyonel ajanlara açan medya patronları biraz olsun utanacak mı?
Bizleri "sakıncalı" görüp reklam vermeyen telefonlarımıza çıkmayan büyük sermaye sahipleri ne düşünüyor?!
Diyeceğim şudur;
Gerçek güneş gibidir gölgede saklanırsın ama o bir yere gitmez!
Ergenekon operasyonunda ilk gözaltına alınacak isimler listesinde liste başı olan Emin Şirin ile konuşuyorum.
Bakın ne diyor; "658 sayfalık mütalaanın ilk 14 sayfası bir manifesto niteliğinde. Ergenekon Terör Örgütü'nün var olmadığını ortaya koyması bir tarafa kumpası FETÖ'nün nasıl kurduğunu delillendirerek anlatmış. Fethullah Gülen'in canlı kuryelerle emniyet ve yargıdaki elemanlarına Ergenekon operasyonu emrini vermesi de dikkat çeken detaylardan..."
Emin Şirin savcının mütalaasında kullandığı "zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir" hukuki yorumunu yıllar önce bana söylemiş ve davanın bu açıdan bakıldığında çökmesi gerektiğini ifade etmişti. Öyle de oldu...
Şu gerçeği belirtmeliyim; FETÖ ile mücadelede Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararlı tutumu etkili oldu. Ancak süreç içinde FETÖ ile mücadele sopasının muhalifleri sindirmek için kullanılmaya çalışıldığını da gördük ve yaşadık... FETÖ devletten temizlenmeye çalışılırken hukuksuzluk ve haksızlıklar da sürüyor. Ciddi mağduriyetlerin oluştuğu da bir gerçek...
FETÖ ile samimi şekilde mücadele etmek istemeyen ve bir gün güç dengesi değişir umudunda olanlar Ergenekon'u ve kumpas davalarını hâlâ canlı tutma arayışında... Yandaş basında savcının mütalaasının neredeyse hiç yer bulmamış olmasının nedeni bu olabilir mi?!
Bazı gazeteciler hâlâ; Ergenekon'un gerçek olduğu ama FETÖ'cülerin davayı sulandırdığı gibi deli saçması bir açıdan olayı açıklamaya çalışıyorlar.
Neden?!
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: BİZİM MEDYANIN PERİŞAN HALLERİ
Sevgili okurlarım siyaset kazanı henüz iyice kaynamaya başlamadı. Dolayısıyla kendi adıma söylüyorum ben de o konulara henüz girmedim!
Şimdi yazının başlığı 'Bizim medyanın perişan halleri. '
Bu konuya girince işin neresinden başlamalı doğrusunu isterseniz bilemiyorum.
Günümüzde medyayı ikiye ayırmak gerekiyor!
Yandaşlar ve yandaş olmayanlar.
★★★
Gazeteleri ve televizyon kanallarıyla önce yandaşlara bakalım.
Medyanın yüzde 95'i yandaşların elinde.
Dolayısıyla iktidar bunlara her türlü maddi ve manevi desteği veriyor.
Yandaş medya kamu kurumlarının ilanlarıyla dolu. Bunlar özellikle Ziraat Bankası Halkbank Vakıfbank Telekom vesaire ilanlarıyla ihya ediliyor.
Bizim gibi muhalif gazetelere ise ilan yeterince gelmiyor.
Sadece ilan pompalamak değil… Devletin bankaları o medya kuruluşlarını yandaş patronlar satın alabilsin diye onlara milyarlarca dolar ucuz kredi sağlamaktan da hiç sıkılmadılar.
★★★
Patronların çoğu korkutulmuş örneğin Sözcü'ye ilan verdikleri takdirde başlarına neler gelebileceğini kara kara düşünüyorlar.
Yandaşların patronlarına gelince…
Bunların çoğu büyük işadamları. Bazıları iktidardan çok büyük işler alan müteahhitler. Bütün sektörler onların elinde ve egemenliğinde.
Yandaş televizyonlara ve gazetelere bakın haberlerini izleyin…
Bıktırıcı bir biçimde Recep Bey tantanası iktidar yalakalığı.
★★★
Hep aynı yalakalık aynı övücülük!. .
Onlara sorarsanız Türkiye her kesim için bir cennet!
Hiç kimsenin herhangi bir sorunu yok işler tıkırında!
Hele 2019 yılı gelsin bu cennetin olanakları daha da artacak ve kitleler çok daha büyük refah düzeyine ulaşacak!
Ancak!. . Bu medyanın sahibi patronu olan işadamları ve müteahhitler sürekli iktidar denetiminde ve iktidar baskısı altında yaşamaya mahkûm.
İktidardan onlara sık sık uyarılar geliyor:
"Sayın cumhurbaş-kanımızın sözleri yarın manşet olacak… Şu haber büyütülecek Kemal Bey ve CHP'ye haşırt diye geçirilecek!. . "
Sıkıysa yapmasınlar da görelim.
★★★
Yandaş patronun kaptığı Milliyet ve Hürriyet gazetelerini (görev gereği olarak) her gün aksatmadan izliyorum.
Milliyet benim dokuz yıl çalıştığım ilk gazetem. Rahmetli Abdi İpekçi'nin saygın gazetesi bugün ne hallerde!. .
Hürriyet'te tam 22 yıl çalıştım ve iktidar baskısıyla kovuldum. Önceki patronumuz saygın gazeteci Erol Simavi idi.
Şimdi o iki gazeteye tamamen tarafsız bir gözle bakıyorum ne hallere düştüklerini AKP iktidarının dümen suyuna nasıl girmiş olduklarını gördükçe utanıyorum.
Bir zamanların medyadaki "Amiral gemisi" olan Hürriyet…
Bir zamanların saygın sosyal demokrat gazetesi olan Milliyet…
Onlar bu perişan durumlara düşecek gazeteler miydi?
Hele Hürriyet… Kitleleri yanıltmak için şimdi satış rakamlarını yüksek gösteren benzincilerde ve yolcu otobüslerinde beleş dağıtılan bazı yazarlarının röportajlardan ve söyleşilerden para aldığı iddia edilen bir gazete mi olmalıydı?
★★★
Ortalığı vıcık vıcık magazin haberleri kaplıyor. Televizyon gazete falan hiç fark etmiyor.
Mankenler yandaş magazin elemanları ucuz popçular sanatçı geçinen ama çareyi AKP limanına sığınmakta bulan kadınlı erkekli bir güruh…
Yandaş bile olsa o medyada her gün o güruhun düzmece aşklarını yarattıkları sözde skandalları izlemek zorunda mıyız!
★★★
Sevgili okurlarım ortada çok ciddi bir sorun daha var…Onun üzerinde de biraz olsun durmak gerek.
Siyasi bir ayırım gözetmeden şunu bilmenizde yarar var:
Gazetelerin hemen hepsi daha fazla resmi ilan alabilmek için satış rakamlarını şişiriyor.
Örneğin günde zor bela 10 bin satan bir sürü yerde beleş dağıtılan gazeteler satış rakamını 50 bin hatta 100 bin gösterip parasını ona göre tahsil ediyor.
Sözcü hariç…
Bizim net satışımız 250-260 bin bandında ve en küçük şike hile beleş dağıtım bile yok. Türkiye'nin en çok satan gazetesi olmayı başardık.
Hürriyet'i merak edecek olursanız satış rakamını 270 bin dolaylarında gösteren geçmişin amiral gemisinin gerçek satış rakamı 150 bin dolaylarında.
Türk basınının genel hastalığı olan bu üçkağıtçılık olayına devletin mutlaka "Dur" demesi gerekiyor da kim diyecek!
★★★
Bundan birkaç ay öncesine kadar internet sitelerinde "Haftalık tiraj raporları" yayınlanırdı.
Bu üçkağıt mekanizması sonrasında artık o rakamlar yayınlanmıyor gizli tutuluyor. Neden niçin bu yasak nereden geldi?
★★★
Peki bu ortamda yandaş olmayan basın ne yapıyor hangi dertlerle boğuşuyor?
Yine vurguluyorum bu süreçte yer alan Sözcü'nün maddi ve manevi herhangi bir sorunu yok.
Ancak özellikle iki yayın kuruluşu anladığım kadarıyla çok zor durumda.
Cumhuriyet ve Aydınlık.
Cumhuriyet gazetesi imece ilan etti. Gazetede her gün bu imecenin tanıtım ilanları çıkıyor.
Bankada hesap açılmış okurlarına "Bize para yardımında bulunun" çağrıları yapılıyor.
Aydınlık gazetesi de kardeş kuruluşu olan Ulusal Kanal için aynı imece çağrısını yardım toplamak için günlerce yaptı.
Uzun lafın kısası yandaşların işleri tıkırında. Paraya para demiyorlar.
Yandaş olmayanlar ise zorda.
Medyanın perişan hallerine çok kısaca değinen bu yazıda üzerimizdeki siyasi baskılara yargılanma tehditlerine değinmedim. Bir başka sefere de o konuyu tartışırız!
================================
CAN ATAKLI: BİZ VAR YA BİZ ESKİDEN NELER YAPARDIK NELER
İstanbul Erkek Lisesi'ndeki yatakhane arkadaşlarımdan İlhami Davutoğlugöndermiş aşağıdaki yazıyı.
Bir an yıllar öncesine gittim ben de.
Gerçekten neler yaşadık neler?
Bunların kimileri şimdiki gençler için belki hayli komiktir.
Bazıları inanılmaz bile gelebilir bazıları da mutlaka ders alınması gereken şeylerdir.
Uzatmayayım lafı birlikte okuyalım;
– Yaşım 53. . SGK emeklisiyim ve 14 yaşımdan beri de çalışıyorum. Siyasal Bilgiler mezunu ikiz kızlarım var.
– Kredi kartımız yoktu. O yüzden bakkala falan borç yazdırırdık. Bakkallar süpermarket olmadığı için haciz falan gelmezdi.
– Sendika vardı. Tamam hö hö korkutmasa da Devrimci İşçi Sendikası DİSK üyesi isen adamı öyle kapının önüne beş parasız koymaya patron potkası sıkmazdı!…
– Devlet memuruna it muamelesi yapmaya yürek isterdi. 657 sıkı kanundu.
– Öğretmen saygı görürdü. Ana baba gelip höt zöt edemezdi. Onlar da öğrencilere tecavüz etmezlerdi.
– Öğretmenlerden gizli sigara içmek cesaretti ama okul önünde uyuşturucu satmak akla hayale bile gelmezdi!…
– Komşunun çocuklarını istediğin gibi öper koklar oynardın. . Kimse "ulan çocuğu taciz mi edecek" diye seni kollamazdı.
– İnanan inanmayan herkes çocuklara melek gözüyle bakardı. Mahallenin imamından dayak yemek işin şanındandı ama taciz edilmek akla bile gelmezdi.
– Babana gidip Cemil Hoca sırtımda sopa kırdı dedin mi "vay piç kurusu delirttin mi hacı abiyi" diye bi arabada ondan yerdin ama "sana başka bir şey yaptı mı" diye sormazdı.
– Baban emekli olmaya yaklaştı mı ananla beraber iki göz oda aramaya başlardın çünkü ikramiyen ona yeterdi.
– Ne kadarın varsa ev bark alırken "Allah kerim" deyip eşten dosttan yardım isterdin. Kimse yüzde 70 enflasyon var ben sana dolar veriyim dolar alırım demezdi.
– Sana (margarin) kuyruğuna tüp kuyruğuna girerdin ama o kuyruklarda tanışıp evlenenlerin haberini alırdın.
– Semtlere göre okul farkı yine vardı ama kimsenin anası babası "benim çocuğum onunla bununla aynı sınıfta olamaz" diyemezdi. . Ayıptı günahtı gerçekten Allah'tan da kuldan da utanırdı insanlar.
– GIRGIR bir milyon satardı ve mizah dergileri ne kadar siyasetçi varsa yerin dibine sokup çıkarırdı ama hiçbir siyasetçi onlara ilişmezdi. . Çünkü bilirlerdi ki bu sefer Fırt ve Çarşaf da fena giydirecek. . Oğuz Aral'a laf edecek siyasetçi zaten silinirdi!…
– Ulan Atatürk'e ayyaş demek ne demek! Evi işgal edilir kolpası İstanbul'u dağıtırdı be.
– Bir siyasetçi "ananı da al git afedersin Ermeni kadın mıdır kız mıdır Alevi" laflarını ağzına alamazdı.
– Siyasetçilerin hepsinin diploması vardı. Ama mesela Ecevit benim üniversite diplomam var demezdi. .
– Hırsızlık olmaz mıydı tabi ki olurdu ama o adam çıkardı sahadan. . İster Başbakan'ın yeğeni isterse İSKİ müdürü olsun.
– Son bir şey söyleyeyim: Aynı ceket aynı pantolonla yıllarca okula gittim de gelecekten korkmadım. Hep gülecek sevinecek bir şeyler oldu ama 16 senedir bu çocuklar için korkuyorum.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
YAZI "KABİL'DE KİTAP SATAN KIZ" DİYE BAŞLIYOR
Yazı bana da sosyal medya üzerinden geldi.
Kitap okuma haftası nedeniyle böyle bir yazı paylaşılmış.
Benim çok hoşuma gitti.
Aradım taradım ilk kim yazmış kim dağıtmış inanın bulamadım.
Herkes "alıntıdır" demiş. Ama nereden alıntı?
Her neyse artık ben çok beğendim sizin de okumanızı istedim tabii sosyal medyadan şu ana kadar okumadıysanız;
Kabil'de kitap satan bir kız sevgilisinin geldiğini gördü bu sırada babası da yanında duruyordu.
Kız sevgilisine: Alman yazar Yorg Daniel'in "Baban Evde Mi?" kitabını almaya geldin galiba.
Arkadaşı: Hayır ben İngiliz yazar Thomas Munis'in "Seni Nerede Görebilirim?" kitabını almaya gelmiştim.
Kız: O kitap yok ama Amerikalı yazar Patrice Olfer'in "Elma Ağaçlarının Altında"" kitabını önerebilirim.
Arkadaşı: Çok güzel Belçika'lı yazar Jean Barner'in "Beş Dakika Sonra Ararım" kitabını yarın getirebilir misin?
Kız: Memnuniyetle. Ayrıca Fransız yazar Michel Daniel'in "Asla Yanlız Bırakma" kitabını da öneririm.
Bu konuşmadan sonra babası kızına: Bunca kitap çok değil mi? Bunların hepsini okuyor mu bu?
Kız: Evet baba o çok zeki çocuk hepsini okur.
Baba: Benim güzel ve sevimli kızım öyleyse ona Hollandalı yazar Frank Martinis'in "Ben Geri Zekâlı Değilim" kitabını da öner. Ayrıca sen de Rus yazar Muris Istankovic'in "Amcaoğluyla Evlenmeye Hazırlan" kitabını mutlaka okumalısın.
Yazı "Kitap Okuma Haftası kitap âşıklarına kutlu olsun" diye bitiyor.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
YANDAŞ "AYAKÜSTÜ GÖRÜŞMEDEN" BİLE DESTAN ÇIKARDI
Erdoğan Arjantin'e indiğinde bütün yandaş medya "Başkan'ı çok yoğun bir mesai bekliyor. Trum'la da görüşecek" diye yazdı.
Uçağa bindirilen gazeteciler bu görüşmede Menbiç PYD'ye yardım Kaşıkçı cinayeti Ukrayna'daki gelişmeler ve Türk Akım konularının ele alınacağını yazdı.
Oysa aynı sırada Beyaz Saray da açıklama yaptı.
Dedi ki "Başkan Trump toplantıya girerken Türkiye Cumhurbaşkanı ile ayak üstü bir görüşme yapacak. "
Sonuçta da öyle oldu.
Ama sonra yüzler güldü.
Erdoğan'ın danışmanları ve Dışişleri bakanı Amerikalılara "aman" dediler "Eğer sadece ayaküstü görüşme ile dönersek bizim için çok fena olur bir görüşme mutlaka olmalı. "
Trump da Erdoğan'la görüşmeye karar verdi.
Böylelikle ayaküstü görüşme sonrası paniğe kapılan ama bundan "çok yararlı bir görüşme oldu" sonucu çıkararak bir destan yazmaya kalkan yandaş medyaya rahat bir nefes aldı.
KOMİK
TAPTAZE AFORİZMALAR
Mizah yazarı İbrahim Ormancı'dan bu hafta bunlar geldi;
İnsan fabrika ayarında kalmalıymış. İyi de fabrika konkordato ilan etti. Haberiniz yok.
★★★
Başkalarına ayak yapıp duracağına ayaklarının üzerinde durmayı öğrensene.
★★★
Sapasağlam adamsın. Dileneceğine televizyonda yarışma programlarına katılıp yarışsana.
★★★
Koca bir ömür "Azzzz sonra"larla geçti.
★★★
Bazen atasözlerini hiç anlamıyorum. Camiden halı çalmak varken kim minareyi çalmak ister ki?
★★★
Bal tutan parmağını yalarmış ama sen ısırmışsın be arkadaş!….
★★★
Asgari ücretli maaşıyla 370 kilo ekmek alabilirken şimdi alabileceği ekmek 326 kiloya düşmüş. Ekmek bulamazlarsa millet kıraathanelerinde kek yesinler.
★★★
Geçmişe rağbet olmasa müzayede salonları dolup taşar mıydı hiç?
★★★
Bu ülkede artık hiçbir şeye şaşırmadığımız için ünlem işaretini yazım kılavuzundan kaldırsak nasıl olur?
★★★
Saman altından su bile yürütemiyorum. Borcundan dolayı sular kesik.
★★★
Hayatımı yazsam roman olur ama akıllı telefonu elimden düşüremediğim için yazmaya zaman kalmıyor.
★★★
Bazı insanlar öyle kötüdür ki öldüklerinde imam "Şer kişi niyetine" dese yeridir.
★★★
Güzel günler göreceğiz çocuklar görmesine de ama ah bir gözümde miyop olmasa.
★★★
Ölen ölür kalan sağlar kendini sağlama alsın.
★★★
Devlet Bahçeli ikametini acilen memleketi Osmaniye'ye aldırsın. Bari yerel seçimlerde kendi partisine oy versin yahu.
★★★
Karım ikide bir bana küsüp duruyordu. Meğer hepsi de rolmüş. Barışma hediyesi geleneğini kestim artık bana küsmüyor.
★★★
Haydan geldik kim vurduya gidiyoruz.
================================
BEKİR COŞKUN: İHANETİ GEZDİM…
"İhanetin" kenti…
★
Taksim'den geçip İstiklal Caddesi'nde yürüyüp (yıllardır ilk kez) hasret giderelim dedik kalabalıktan sele kapılmış minibüs gibi kendiliğinden gidiyor insan…
Önümüzde giden dört gençten saçı leylek yuvası gibi traşlı olan kuş gibi zıplayıp "uuu" diye bağırdı durup dururken… Öbürü de öbürünün sırtına bindi o sırada öyle gittiler bir süre… "Uuu" diye bağıran direğe sarıldı çıkmak istedi çıkamadı döndü sırtı boş olana bindi…
Andree "Niye bağırıyorlar?" dedi…
"İstanbul'da olmaktan mutlular" dedim…
★
Adım atılacak gibi değil bir çarşaflı kadın tam altı çocuk…
Birisi etraflarında hızla dönüyor ayakkabılarının arkasında renkli lamba her adım attığında yanıyor ve çocuk durmadan koşuyor yansın diye… Kadın ne yana yönelse öbür çocuklar arkasından kertenkele kuyruğu gibi el ele savrularak geliyorlar…
Çarşaflılar şalvarlılar sadece gözü gözükenler Afrikalılar Afganlar Araplar… 500 bin Suriyeli bir yıl içinde 2 milyonun daha gelmesi bekleniyor…
İşgalden beter…
Hani "Geldikleri gibi giderler" ihtimali vardı oysa bu ihtimal şimdi yok…
★
Talan edilmiş satılmış soyulmuş bir kent… O çirkin aynalı gökdelenler yağmacıların pisliklerine diktikleri tüyler gibi…
Betonu-demiri ileride düzeltebilirsin ama çürümüş sosyal yapıyı nasıl düzelteceksin?…
On milyonun öbür on milyonun gözünü oymaya baktığı bir şehir…
★
Bir taksiye binebildik artık kaçıyoruz…
Muhterem "Kurtulduk" dedi ki…
Şoför yandaki kamyonetçi ile dalaştı… Kamyonetçi bir süre bizi kovaladı sonra biz onu kovalamaya başladık… "Ters tarafa gidiyorsun usta" demeye kalmadı durdular… Bizim şoför koltuğunun arkasından bir sopa çıkartıp indi kamyonetçi de levye ile geldi o da leylek kafa…
Zor ayırdık…
★
(Bu görüntüler Sabiha Gökçen Havaalanı güzergahındaki gişelerin perşembe günkü kameralarında vardır. )
★
Tanınmaz haldesin…
Bir daha seni gezmeye kalkmam İstanbul…
Tepeden tırnağa ihanetsin…
================================
TOKMAK/RAHMİ TURAN: KUYUNUN DİBİ!
CHP ile İYİ Parti'nin yerel seçimlerde işbirliği yapması mümkün olacak mı?
İYİ Parti'nin işi yokuşa sürdüğü haberleri geliyor.
Gerçek şu ki CHP ve İYİ Parti ortak bir noktada birleşmediği takdirde ikisi de batacak! Bunu görmeyecek kadar basiretleri bağlandı mı?
Rahmetli Turgut Özal'ın güvendiği siyasetçilerden olan eski Anavatan Partisi Malatya Milletvekili Süleyman Sarıtaş'tan şöyle elektronik bir mektup aldım:
"Rahmi Bey bir kuyuya aynı iple inmeye başladığınız zaman (ki bunu Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Meral Akşener deklare ettiler) artık ipi kesemezsiniz.
İpi kimin kestiğinin bir önemi de olmaz. Her ikiniz de kuyunun dibini boylarsınız. CHP de İYİ Parti de aklını başına toplamalı yüksek perdeden uçmamalıdır.
Eğer CHP İYİ Parti'yi dikkate almazsa ip kopar ve CHP de İYİ Parti ile birlikte kuyunun dibini boylar!
Milletin beklentisi bu ittifakın yapılmasıdır.
Bunu hatırlatırsanız parti yöneticilerini uyarmak bakımından çok yararlı olur diye düşünüyorum" diyor.
Evet ben de hatırlatıyorum işte… Umarım faydası olur!
İHANET SÜRECİNDE İKİNCİ PERDE!
"Kör bile aynı tuzağa iki defa düşmez" denir ama bizim hâlimiz körden de betere benziyor.
Gizli gizli "PKK ile yeniden masaya oturma çalışmaları" yapıldığı artık net olarak ortaya çıktı…
Birinci açılım faciasından da mı ders almadık?
Diyarbakır'ın merkezinde aylarca süren kanlı çatışmaları verdiğimiz şehitleri ne çabuk unuttuk?
Norveç'in başkenti Oslo'da "Yeni Kürt açılımı" için masa kuruldu. "Kürt açılımı"dedikleri "PKK açılımı"…
Kürtler bizim kardeşimiz. Olayı yumuşatarak insani bir hava vermek için "Kürt açılımı" diyorlar. Yalan!
★★★
İYİ Parti milletvekili ve Grup Başkan Vekili Lütfü Türkkan iktidara bu yeni girişimde değirmenin suyunun nereden geldiğini sordu.
Öyle ya kim ya da kimler veriyor paraları?
Oslo'da "PKK açılımı" için masaya oturanlar arasında Diyarbakır eski milletvekili Abdurrahman Kurt siyasetçi Ufuk Uras artist Kadir İnanır gazeteciler Yıldıray Oğur ve Ali Bayramoğlu da var.
Merkezi İngiltere'de olan Democratic Progress Institute (Demokratik Gelişim Enstitüsü) adında bir kuruluş da kuşkulu organizasyonun içinde…
Bunlar yeni bir Kürt açılımını destekleyerek neye kime hizmet ediyorlar belli değil! Diyarbakır'ı kan denizine çeviren eski açılımdan ders almamışlar demek ki!
★★★
İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan iktidara seslenerek Oslo'daki yeni tezgâhı hatırlatıp sordu:
– Planlarınızda böyle bir açılım süreci var mı?
– Bu insanları Oslo'ya kim çağırıyor?
– Uçak biletlerini otel ücretlerini kimler ödüyor?
– Yemelerini içmelerini diğer masraflarını kim karşılıyor?
★★★
Lütfü Türkkan haklı sorularına cevap alır mı?
Sanmıyorum!
Bu ihanet sürecinin ikinci perdesidir.
Ne cevap verebilirler ki?
Kuşkularımızda keşke yanılmış olsak!
ZİMBABWE BİZDEN DAHA İYİ!
Vay canına! Gıda enflasyonunda Zimbabwe'den bile kötüyüz.
Zimbabwe neresi? Afrika Kıtası'nın güneyinde denize kıyısı olmayan 10 milyon nüfuslu gariban bir ülke…
Batı ülkelerini bıraktık artık Afrika ülkeleriyle mukayese edilir hale geldik!
Türkiye yüzde 29.2 oranındaki gıda enflasyonuyla bu alanda dünya 5'incisi…
1) Venezuela 2) İran 3) Arjantin 4) Güney Sudan 5) Türkiye 6) Zimbabwe.
Eski adı Güney Rodezya olan Afrika ülkesi Zimbabwe'de gıda enflasyonu yüzde 26 8 Türkiye'de gıda enflasyonu yüzde 29.2.
★★★
Cebinde 50 lirayla çarşı-pazara çıkan bir vatandaş filesini dolduramadan evine dönüyor.
Krizin yarattığı pahalılık semt pazarlarına bile yansımış durumda. Ekonomideki sert daralma her yeri etkiliyor bütçeleri sarsıyor.
Bu işin düzeleceği yok gibi… Çünkü düzelmesi için sorunları doğru teşhis eden ve bu alanda iyi yetişmiş bir yönetim gerekiyor.
Bizde ise sadece lâf var!
"Lâfla peynir gemisi yürümez" denir ama bizimkiler lâfla ülkeyi uçuruyorlar!
Allah dar gelirli yurttaşlarımızın yardımcısı olsun!
TEBESSÜM
ÜNLÜ ATASÖZÜ VE TEMEL
Genç bir kadın denize düşmüş "İmdat!" diye bağırıyor.
Rıhtımda toplananlar dehşet içinde bağıran kadına bakarlarken bizim Temel balıklama deniz atlıyor ve çırpınan kadına ulaşıp onu kuvvetli kulaç darbeleriyle rıhtıma çıkarıyor…
Fakat… Herkes takdirle onu alkışlarken Temel kadını tutup tekrar denize atıyor.
Merak içinde soruyorlar:
"Kurtardığın kadını neden tekrar denize attın?"
Temel cevap veriyor:
"Siz o atasözünü bilmiyor musunuz yaa? İyilik et denize at derler ya…"
GÜNÜN YORUMU
Hasmını ısırmaya hazır olmadan asla dişlerini gösterme!
-- a45UyF587661
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder