10 Haziran 2019 Pazartesi

Bu gün öne çıkan bazı yorumlar.... 2019-06-10

  1. NECATİ DOĞRU: SICAK GELİŞME! SOĞUK SORULAR!
  2. ORHAN UĞUROĞLU: DÜNDAR YOKSA CEVİZOĞLU VAR
  3. TOKMAK: TİLKİ İLE KARGA!
  4. HÜSNÜ MAHALLİ: KOPTU KOPACAK!
  5. BURHAN AYERİ: İMAMOĞLU FARK ATACAK
  6. SABAHATTİN ÖNKİBAR: İMAMOĞLU'NA TELEVİZYON TUZAĞI MI KURULUYOR
  7. ARSLAN BULUT: MİLLİ TAKIM DURUŞU VE ÖTEKİLEŞTİRME DURUŞU!
  8. SERVET AVCI: BÜYÜK OYUNU BİR KERE DAHA GÖRDÜK!
  9. MURAT MURATOĞLU: DAHA UCUZA VATANDAŞLIK BULURSAN KAÇIRMA!
  10. SİNAN MEYDAN: KOMUTANLARA SALDIRAN GAZETECİYE ATATÜRK'ÜN CEVABI
  11. RIFAT SERDAROĞLU: YARIM İNSANLAR
  12. MEHMET FARAÇ: BOĞAZ'DAKİ 100 YALIYI KİMLER ALDI?. .
  13. CAN ATAKLI: Fotoğrafın tamamını görünce vahşet de ortaya çıkıyor
  14. CAN ATAKLI: YANİ TAMAM DA ANLAMADIĞIM ŞU; KİM TENİS OYNAYACAK KİM HAVUZA GİRECEK?
  15. TOKMAK: ÜÇ BEŞ OY UĞRUNA!

================================

NECATİ DOĞRU: SICAK GELİŞME! SOĞUK SORULAR!

Muhabirler yazdı editörlere gönderdi editörler haberi "sıcak gelişme" başlığı ile verdiler.

Sıcak yakıcı.

Sarsıcı yıkıcı.

Tehlike dolu.

PENTEGON'dan (ABD Savunma Bakanlığı) Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar'a mektup geldi.

Mektup küstah.

Hiçe sayıcı.

Çocuk azarlayıcı.

Tembih ve tehdit yüklü bir tavırla yazılmış. ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan yazmış ki: Rusya'dan S-400 füzelerini almayın dedik. Dinlemediniz. Biz de "Türkiye'yi F-35 savaş uçağı

projesinden" atıyoruz. F-35 kullanmayı öğrensinler diye yolladığınız savaş pilotlarını 31 Temmuz akşamına kadar geri göndereceğiz. S-400 alım kararınızı yeniden düşünün.

Selam yok.

İmza var.

★★★

Dış borç yükü altından kalkamadığı için ekonomisi büyük krize saplanan ve yeni dış borç bulmak için dolar bazında dünyada en yüksek faizi (yüzde 8) ödeyen ülkeyiz. 100 adet F-35 projesi için de 9 milyar dolar ödeyeceğiz. Bu projenin altına daha ana rahmine düştüğü sırada imza atmış ülkeyiz.

Şimdi küstahlığa bak!

"Atarız sizi F-35'den" diye mektup yazıyorlar.

Yazıyorlar değil.

Yazabiliyorlar.

Yazana "istiklali tam" geçmişimizi hatırlayıp "Go Home" diyelim ama Türkiye böyle küstah mektuplar yazılacak ülke durumuna nasıl düştü düşürüldü onu da düşünelim. S-400 ile F-35 trampa etme konusunun karşılıklı görüşmeleri neredeyse 3 yılı doldurdu.

ABD'ye giden heyetler.

ABD'den gelen heyetler.

Trump ile el sıkışmalar.

Putin ile sarılmalar.

ABD gücenmesin Rusya da küsmesin diye "Hem Rusya'dan S-400 alalım ve hem de satarsa ABD'den de Patriot alalım" demeçleri bile verildi.

En akıllımızın!

Bile aklı karşıtı:

Hem S-400.

Hem Patriot.

İkisini de alacağız.

ABD bize saldırırsa.

S-400'ü ateşleyeceğiz.

Rusya bize saldırırsa.

Patriot'un tetiğine basacağız.

Yani böyle mi olacak?

★★★

Türkiye'de bu konuyu en ince ayrıntıları da atlamadan görme takip etme bilgisine tecrübesine sahip 10 kişi varsa o 10 kişiden biri olan eski büyükelçi eski milletvekili ve yazar Onur Öymen şu soruları çıkartmış.

Soruyor:

S-400 alırsanız NATO sistemine zarar verisiniz diyorlar. Hangi açıdan zarar veririz?

Anlatmıyorlar.

Bizimkiler de sormuyor.

Türkiye'ye NATO dışından bir tehdit gelirse ya da NATO'nun ulaşamayacağı uzaklıktan bir saldırı olursa Türkiye kendini nasıl koruyacak?

Türkiye'nin bir savunma füze sistemine ihtiyacı var mıdır yok mudur?

Aldığınız savunma sistemini Türkiye'nin kendi inisiyatifi ile her durumda kullanabileceğinin garantisi var mıdır? S-400'ü aldınız ileride Suriye ile Türkiye arasında bir çatışma çıktı Suriye Türkiye'ye füze ile saldırdı.

Türkiye'nin elindeki S-400 füzeleri ile Suriye'den gelen füzeleri havada imha etmesine Rusya razı gelecek mi?

Diyelim ki Patriot aldık Yunanistan ile Türkiye arasında bir çatışma çıktı.

Yunan saldırısına karşı Türkiye tam yetkiyle hiçbir kısıtlamaya uğratılmadan Patriotları kullanabilecek mi?

★★★

Ben de 1 soru sorayım:

Ciddi bir silahlanma ve savunma stratejisi mi uyguluyoruz yoksa içe dönük seçim propagandası mı izliyoruz?

Böyle bir soru sorma ihtiyacını duymuş olmamı garipsemeyin. Biliyorsunuz; eski Genelkurmay Başkanımız Hulusi Akar yaverinin FETÖ'cü olduğunu fark edemediği halde savunma bakanı yapıldı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/sicak-gelisme-soguk-sorular-5070537/

================================

ORHAN UĞUROĞLU: DÜNDAR YOKSA CEVİZOĞLU VAR

Efsane duayen gazeteci Uğur Dündar sosyal medya hesabından şok açıklama yaptı:

"Moderatörlüğüm üzerinden her iki adaya ve demokrasimize zarar verebilecek bir takım hazırlıklar yapıldığını görüyor ve bu sebeple 50 yıldır ödünsüz bağlı kaldığım evrensel yayıncılık ilkeleri gereği moderatörlük yapmama yönünde aldığım kararı kamuoyuna saygıyla arz ediyorum. "

Ah Uğur Dündar Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım buluşmasını yönetmekten bu kadar sudan sebeple vazgeçilir mi?

"Türkiye'nin en güvenilir insanı" olma özelliğin inan bana büyük yara aldı.

Çünkü sana güvenenleri de sana değer verenleri de hayal kırıklığına uğrattın.

Hiçbir tehdit hiçbir komplo hiçbir tezgâh ve hiçbir kumpas seni ilkeli duruşundan mesleğine olan saygından geri adım attırmamalıydı...

Ya baştan reddedecektin ya kabul ettikten sonra vaz geçmeyecektin.

Unutma lütfen dost acı söyler…

Ve bir öneri de benden.

Televizyon söyleşilerinin tarafsızlığı ile ünlü usta ismi; gazeteci yazar ve akademisyen Dr. Hulki Cevizoğlu İmamoğlu-Yıldırım buluşmasını deneyimi ile yönetsin…

İnanıyorum ki her iki taraf Cevizoğlu'nu alkışlar…

İSPARK VE HESAP SORMAK

Dünyada eşi benzeri olmayan otopark işletmeciliğini 2005'den bu yana AKP'li belediye başkanı yönetiminde İSPARK şu sloganla yapıyordu:

"Güvenle Park Güler Yüzle Hizmet:

Sayıştay raporu şu gerçeği ortaya çıkardı:

Güvensiz Park Güler Yüzle Zimmet.

Ruhsatsız otoparkların kaybolan milyonlarca liralık pis kokuları var.

İSPARK AKP yönetiminde adeta "PİSPARK" olmuş…

Mal varlığını açıklamaktan her nedense utanan Binali Yıldırım'a TV5 canlı yayınında başarılı gazeteci kardeşim Mustafa Yılmaz sordu:

"İSPARK neden zarar ediyor?"

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan Adayı Binali Yıldırım çok net yanıt verdi:

"Onu ben de anlamış değilim. Benim de kafam almıyor ben de anlam veremedim. Göreve gelirsek inceleyeceğiz. "

AKP kurucusu olan 2002'den bu yana Ulaştırma Bakanlıkları Başbakanlık ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yapan Binali Yıldırım başka biri mi?

"Göreve gelirsek inceleyeceğiz" diyor.

Göreve gelemeyecek İSPARK dosyasını kapatamayacaksınız.

Çünkü İstanbullular İSPARK ve tüm İBB yolsuzluklarının hesaplarının sorulması için CHP adayı Ekrem İmamoğlu'na gasp edilen mazbatasını tekrar verecek Binali Bey.

Beyefendi

* Siz hep "hesap sorma" mevkilerinde görev yaptınız ki bu görevlerde iken neden incelemediniz?

* "Yolsuzlukla yoksullukla mücadele edeceğiz" diye geldiğiniz ama iktidarınız 17 yıldır neden bu yolsuzlukların üzerine gitmedi?

* Sayıştay raporlarını Meclis'ten bu yüzden mi yıllardır kaçırıyorsunuz?

* 17 yıldır su paraları ve otobüs bilet fiyatları ile İstanbulluları soyup soğana çevirmediniz mi?

* Hafriyat paralarını saymak için bakanınızın oğlu evine para sayma makineleri kasalar doldurmadı mı?

* Analarının ak sütü gibi helal İstanbullulardan topladığınız İBB bütçesini Erdoğan ailesi ile bazı İslami / Ticari vakıflara dağıtmadınız mı?

* İstanbullulara pahalı hizmetler vererek toplanan İBB bütçesi ile yandaşlarınıza makam araçları konvoyları tahsis etmediniz mi?

FRANSA'YI YENMEK...

Duayen efsane spor yazarı Metin Gören 2-0'lık Fransa galibiyetini şöyle yorumladı:

"Fransa'yı yenmek

Ellerimiz kızarıncaya dek alkışlamak demek...

Gençlerden oluşan yeni futbol gücümüzün sürekli başarılı olabilmesi için çok çalışması ön şartının bilincinde olması gerek...

Bu takımı siyasilerden futbol sömürgecilerinin elinden kurtarmak kaçırmak gerek.

Makam odaları dolaşımları ile hediye sunumlarının zaferler sonrasına ertelenmeleri gerek...

Bir devin Konya çöküşüne destanlar yazmak yerine bilinç kulvarında "Haddimizi bilerek" oynadığımızı gelecek günlerin hatırına belirtmek gerek...

Dünya Şampiyonu bir takımı yenmenin bir rastlantı olmadığını Salı günü oynayacağımız İzlanda karşılaşmasında "Güç" sunumlarıyla göstermek koşarak finale gitmek sevindirici haberlerle halkımı coşturmak gerek.

Burak Yılmaz'ın futbol literatürüne geçen iki kişilik oyunun görüntülerini genç neslin beyin sinemalarında sürekli oynatmak gerek.

Federasyoncu efendilerin sakallarını kaşıyarak gelişlerinin uğur ya da başarıyla hiçbir ilintisinin olamayacağını bilmeleri gerek.

Fransa'yı tarihinde ilk kez yenmenin mutluluğu içinde boğulmamak gerek...

Sonra kurtulamıyoruz...

Kahır yüklü kervanların "Hüzün" taşımalarından doğrusu bu ya bıktık.

Fransa'yı yenmek yetmiyor...

Sürekli yenmenin keyfini çıkarmak gerek. "

Tebrikler Gören hocam…

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/dundar-yoksa-cevizoglu-var-52213yy.htm

================================

TOKMAK: TİLKİ İLE KARGA!

Binali Yıldırım'ın Diyarbakır'da yaptığı konuşmayı dinlerken Lafonten'in "Tilki ile karga"hikâyesi aklıma geldi.

Malûm kurnaz tilki dala konan karganın ağzındaki peyniri kapmak için "Sesin ne kadar güzel karga kardeş bir şarkı söylesene" der. Buna inanan karga ağzını açınca peynir düşer ve kurnaz tilki de onu kapıp afiyetle yer.

Binali Bey Kürt vatandaşların oylarını kapmak için "Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün davet ettiği millet temsilcileri arasında KÜRDİSTAN mebusu da vardı Lazistan mebusu da…" dedikten sonra baklayı ağzından çıkarttı:

"Kürt vatandaşlarımın oylarına talibim!"

CHP'li Özgür Özel'in açıklamasına göre; Meclis'te "Kürdistan" demek yasak! Yanılıp da "Kürdistan" diyene iki oturuma katılmama cezası veriliyor ve maaşının yarısı kesiliyor!

Söz konusu "oy" olunca akan sular duruyor tabii… Ancak… Binali Bey "Kürdistan" diyerek İstanbul'daki Kürt oylarını kapacağını düşünüp onları "aptal karga" yerine koymuş oluyor!

TRAFİK CAHİLLERİ!

3 günlük Ramazan Bayramı'nın bilançosu ağır oldu:

61 ölü 429 yaralı

Ülkede yollar yine kan gölüne döndü.

Neden?

Yollarımız aptal çılgın salak bilgisiz sürücülerle dolu da ondan…

Trafik canavarı değil trafik cahilleri!

Ben artık mecbur kalmadıkça otomobil kullanmak istemiyorum.

Ülkemize gelen yabancılar trafik canavarlarını gördükçe saçlarını başlarını yoluyor:

"Burada araç kullanmak Suriye'de savaşmaktan daha tehlikeli" diyorlar.

Avrupa ve Amerika'da Dışişleri Bakanlıkları tatillerini Türkiye'de geçirirken araç kullanmak isteyen vatandaşlarını bastırdıkları broşürlerle uyarıyorlar. Okuyalım:

★★★

Karşınızdaki sürücünün doğru hareket yapmasını beklemeyin.

Sürücülerin deli olduğunu farz edip ona göre dikkatli olun.

Dikkatsiz ve yeteneksiz sürücülerin çok sayıda olduğunu göz önünde bulundurun.

Aracınızı sollarken sizi sollamaya çalışan araçlara dikkat edin.

Yol hakkını sinyal vermeden alan araçların başınıza dert açacağını unutmayın.

Sağdan çılgın gibi pike yaparak önünüze geçmeye çalışan araçlar olacağını düşünün.

Önünüze her an bir yayanın fırlayacağınızı hesaba katın.

Yolun ortasından giderek kimseye geçiş hakkı tanımayan sürücülere bunu öğretmeye çalışmayın dayak yiyebilirsiniz.

Geceleri tek farla giden otomobilleri motosiklet sanmayın.

Gereksiz yere selektör yakanlara kızıp sinirinizi bozmayın.

Üzerinde "Allah korusun" ya da "Kısmet" gibi sözlere yer verilen araçlardan korkun.

Beklenmeyeni bekleyin.

Türkiye'de otomobil kullanmanın büyük bir cesaret işi olduğunu unutmayın.

★★★

Yabancılara yapılan bu öğütlere bizim sürücülerimizin de uymalarında yarar var.

Ne yazık ki çoğumuz kötü sürücüleriz.

Ülkemizdeki akıl almaz trafik kazalarını gördükçe yabancılara hak vermemek mümkün değil!

Kaptan tutuklandı ama…

Yavuz Selim Demirağ'a saldırı… Sabahattin Önkibar'a saldırı… Ya suçlular? Onlar serbest!

Ortada suç var ama ceza yok!

Bu yüzden gazetecilere saldırılar artıyor!

Bodrum'da haber takip eden üç gazeteciyi taşıyan balıkçı sandalına Maça Kızı Oteli'ne ait bir sürat teknesi vahşice hücum etti kasıtlı olarak çarpıp sandalı parçaladı.

Sürat teknesinin hız kesmeden geldiğini gören üç gazeteci denize atlayarak kurtulurken sandalı yöneten talihsiz balıkçı bir ayağı koparak ağır yara aldı.

Sürat teknesinin vicdansız kaptanı tutuklandı ama onu bu cinayet teşebbüsüne azmettirenler nerede?

Onlar ortada yok!

Her zamanki gibi gerçek suçlular ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar!

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu sert bir bildiri yayınlayarak "Haber takibindeki üç meslektaşımıza yapılan saldırıyı şiddetle kınıyoruz" derken bu olayın basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü açısından çok vahim olduğunu belirterek olaya azmettiren kişilerin de yakalanıp yargılanmalarını istedi.

TEBESSÜM

"Hırsıza oy verir misin?"

Meydanlarda televizyonlarda orada burada her yerde seçim propagandası yaparlarken:

"Hırsıza oy vermeyin!" diye bağırıyorlar.

Çirkin bir karalama kampanyası!

Hırsız kim? Oyları nasıl çaldı? O belli değil!

Temel'e sorarlar:

"Ey Temel… Sen hırsıza oy verir misin?"

Temel cin gibi bir Karadenizli…

"Deli misun?" der ve ekler:

"Hırsıza oy vermeyin diyorlar… Ben söz dinlerim! Oyumu İmamoğlu'na vereceğum!"

GÜNÜN SÖZÜ

Aslan bile kendini aç ve arsız sineklerden korumak zorundadır!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/tilki-ile-karga-5076172/

================================

HÜSNÜ MAHALLİ: KOPTU KOPACAK!

Bir yıl olmazsa da son altı ayda Türk Arap ve dünya medyasında S-400 füzeleriyle ilgili en az 100 haber ve yorum okudum.

Son altı ayda Cumhurbaşkanı Erdoğan Savunma Bakanı Akar ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun S-400'lerle ilgili en az 50 demeci olmuştur.

Her üçünün 'Bu iş bitmiştir S-400'leri alıyoruz' mealinde demeçleri var.

Buna karşın ABD Başkanı Trump bildik tavır ve mimikleriyle 'S-400'leri alırsanız fena yaparım' tehditlerine devam etti ve ediyor.

Adam; Rahip Brunson ve NASA çalışanı Serkan Gölge olayında olduğu gibi tehditlerinin işe yaradığını düşünüyor.

Son altı ayda Trump'la Erdoğan en az 10 kez telefonla konuştular.

Trump Ankara'ya gelecekti olmadı.

Erdoğan'ın Beyaz Saray'dan beklediği davet bir türlü gelmedi.

Önceki gün Ruslar 'Füzeleri iki ay içinde teslim ediyoruz' dedi.

Yani Temmuz sonuna kadar.

Aynı saatlerde Amerikalılar 'S-400'lerden vazgeçilmemesi durumunda F-35 uçaklarında eğitim gören ve görecek olan Türk pilotlarının eğitim programını 31 Temmuz itibarıyla iptal edildiğini' açıkladılar.

Anlaşılan başka bir numara dönmezse dananın kuyruğu Temmuz sonuna kadar koptu kopacak.

Kıbrıs çıkartması da Temmuz'da olmuştu.

Kim bilir belki o zamana kadar Kıbrıs da karışır.

Kıbrıs olmaz İdlib o da olmaz Fırat'ın doğusu.

Ya Trump; Suudi Arabistan BAE Mısır ve Sudan'ın yeni yönetiminin telkiniyle Müslüman Kardeşleri terör örgütü ilan ederse?

Ya o zamana kadar ekonomik ve mali kriz daha da derinleşirse?

İşte o zaman kuyruk da kurtarmaz danaları?

Bahtımıza ne çıkarsa!

Türkiye 1974 Kıbrıs çıkartmasından bu yana ilk kez ABD ile ilişkilerinde bu denli ciddi ve karmaşık bir sorunla karşı karşıya kalıyor.

Kissinger'in 'Türkiye'yi biz çektik Kıbrıs'a' söyleminden sonra 45 yıl geçti ama aynı Kissinger ve onun kafasındakiler Türkiye'ye çok daha büyük oyun oynamaya hazırlanıyorlar.

Tek cümleyle:

Bu fırsatı onlara son 10 yıllık iç ve dış politikalarıyla AKP verdi.

Özellikle BOP ve Arap Baharı'yla beslenen ve kışkırtılan Siyasal İslamcı heves kompleks ve saplantılar.

Geldiğiniz nokta ortada.

Çöz çözebilirsen bu düğümü.

Yandaş medyanın tavrıyla ABD dahil hiç kimse umurunuzda değilse o zaman Trump arayınca neden seviniyorsunuz?

Beyaz Saray'dan davet alacağız diye neden heyecanlanıp duruyoruz?

Uluslararası toplantılarda Trump'la tokalaşmak için neden dualar ediyoruz?

Dualarımızın son kez tutup tutmayacağını ay sonu görceğiz.

28-29 Haziran'da Osaka'da yapılacak G-20 zirvesinde bakalım bu kez dananın neresi kopacak?

O zamana kadar Trump kaç twit atar kaç tehdit savurur bilinmez ama Putin de rahat durmayacaktır.

Başkaları da var.

Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan bayram günü Kral Selman'ı arayıp konuştu ama adamın medyası en ağırından Erdoğan'a saldırıp duruyor.

Erdoğan Suudi'lerin düşmanı Katar Emiri Temim'in stratejik dost ve müttefiği.

Temim de 9 Temmuz'da Beyaz Saray'da Trump'la oturup konuşacak.

İşe yarar mı bilinmez ama Erdoğan'la arasını bulmaya çalışabilir.

Olur mu olmaz mı bilinmez ama bu işin inada bindiği kesin.

Amerikalıların her zaman oyun oynadığını bilmeyen yok ama Ankara'nın 'Washington aşkı' ne olur işte o belli değil.

Ne diyor Serdar Ortaç:

'Ben aşkı sensiz de yaşarım

Temmuz akşamı'…

Trump'sız aşk yaşanır mı bilinmez ama abartısız Ankara'nın işi çok ama çok zor.

Erdoğan için daha da zor olan İstanbul seçimleri.

Her yola başvurarak kazanmaya çalışacak ama matematik tersini söylüyor.

İstanbul'da demokratik yara almış bir lider olarak iki süper güç Trump ve Putin arasında kalmak hiç çekilmez.

Kaşıkçı'nın katili Prens Muhammed'in bakışlarını şimdiden görür gibiyim.

Kaşıkçı olayında Erdoğan'ın tavrını unutacak değil.

Osmanlı'ya ayaklanan büyük dedesi Abdullah Bin Suud'un 1818'de yakalanarak İstanbul'a getirilmesi ve İkinci Mahmud tarafından kafasının uçurulmasını ise hiç unutmaz.

Belki de Kaşıkçı'nın kafasını bunun İstanbul'da uçurtmuştur!

Dedesinin yanında İngilizler vardı şimdi arkasında Trump var.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/koptu-kopacak-3-5076991/

================================

BURHAN AYERİ: İMAMOĞLU FARK ATACAK

Yaşar Usluer dostumuzun yolladığı son yazı geniş bir seçim analizi. Cumhur İttifakı'nın gelişimini iyi anlatıyor. Çok fazla değil birkaç örnekle gelinen çelişkiler yumağını ortaya döküyor:

"7 Haziran 2015 seçimlerinden önce sözde çözüm süreci devam ediyordu. Güneydoğulu siyasetçilerin isteği doğrultusunda ilkokullarda her sabah söylenen andımız kaldırılmıştı. Resmî dairelerin önündeki T. C. ve Atatürk'ün dağa taşa yazılan 'Ne mutlu Türk'üm diyene' sözü de yok edilmişti. 29 harfli alfabemize 'Q W ve X' harfleri de eklenmişti. HDP'li belediyeler Kürtçe isimlerini yazmaya başlamıştı.

Terörist başına sayın demek serbestti. 'Akil adamlar' illeri dolaşıyor operasyon yetkisi askerden alınıp valilere veriliyordu. Teröristler karakolların önünde dahi yol kesip haraç alıyorlardı. İlçelerde belediyelerin araçlarıyla hendek-tünel kazmalarına göz yumuluyordu. Terörist başıyla görüşmeler devam ediyordu.

Sonrası

28 Şubat 2015'te Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan İçişleri Bakanı Efkan Âlâ Ak Parti Grup Başkan Vekili Mahir Ünal Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu ile HDP'den Sırrı Süreyya Önder Pervin Buldan ve İdris Baluken'in katılımıyla Dolmabahçe Sarayı'nda terörist başının hazırladığı mutabakat imzalandı.

Mutabakatı HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder okudu. Özetle; 'Çözüm sürecinde gelinen aşamaya ilişkin PKK lideri Abdullah Öcalan'ın temel belirlemesinin 'Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir' denildi. Yalçın Akdoğan 'Milletimizin hayır duası ve desteği ile süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız. ' diye konuştu.

Değişen anketler

Erdoğan 24 Nisan 2015'te Adana'da yaptığı konuşmada 'Bugün terör örgütlerinin sırtını sıvazlayanlar aynı kuyuya kendileri düşecekler. Dün biri çıkmış Dolmabahçe Mutabakatı'ndan bahsediyor. Böyle bir mutabakat yok. Bu iktidarın terör örgütüyle ittifakı söz konusu değildir' dedi.

Çark etme sebebi anketlerin istediği gibi çıkmamasıydı. Nitekim 7 Haziran 2015'te yapılan milletvekili seçimlerinde Ak Parti yüzde 40 9 oyla 258 CHP yüzde 25 oyla 132 MHP yüzde 16 3 oyla 80 HDP yüzde 13 1 oyla 80 milletvekili çıkarmıştı. Yani Ak Parti tek başına hükûmet kuramayacak duruma düşmüştü. Hükûmet kurma görevini alan Başbakan Davutoğlu'nun koalisyon kurmasını engelleyip 45 gün oyalanmasını sağlayan Erdoğan erken seçim kararı almıştı. 1 Kasım 2015'te seçimler yenilenecekti. 15 Temmuz'da terörle mücadele yeniden başladı.

1 Kasım'da yenilenen seçimlerde ise Ak Parti yüzde 49 5 oyla 317 CHP yüzde 25 3 oyla 134 MHP yüzde 11 9 oyla 40 HDP yüzde 10 8 oyla 59 milletvekili çıkarmıştı. MHP ve HDP'nin oyları düşerken Ak Parti'nin milletvekili sayısı artmıştı.

İstanbul belediye seçimleri

Cumhur İttifakı Ankara Adana Antalya ve Mersin'i kaybetmeyi kabullense de İstanbul'u kaybedişi kabullenemiyor. Öküz altında buzağı aramaya başladılar. YSK'nın görev süresini bir yıl uzatmaları boşuna değildi. Nasılsa YSK'nın aldığı kararlar kesin ve çelişkilerle doluydu. Her türlü kılıf bulundu.

1973 seçimlerinden beri sandıklarda başkan ve üye ilçe seçim kurullarında üye olarak görev alırım. 298 sayılı kanunun 22. maddesine göre sandık kurulu bir başkan iki memur üye ve bir önceki genel seçimde en fazla oy alan ilk dört parti görevlisiyle 7 kişiden oluşur.

Ne yazık ki bunların yedekleri de olmasına rağmen iktidar haricindeki muhalefet her sandığa üye bulma sıkıntısı çeker.

13 Mart 2018'de 22. ve 23. madde değişti. 22. madde şöyle: lçede görev yapan tüm kamu görevlilerinin listesi mülki idare amiri tarafından yerleşim yeri adresleri esas alınmak suretiyle ilgili ilçe seçim kurulu başkanlıklarına gönderilir. İlçe seçim kurulu başkanı bu kamu görevlileri arasından ihtiyaç duyulan sandık kurulu başkanı sayısının iki katı kamu görevlisini ad çekme suretiyle tespit eder. Bu kişiler arasından mâni hâli bulunmayanları sandık kurulu başkanı olarak belirler. Sandık kurulu başkanının göreve gelmemesi hâlinde kamu görevlileri arasından belirlenen üye BU ÜYENİN DE BULUNMAMASI DURUMUNDA EN YAŞLI ÜYE KURULA BAŞKANLIK EDER.

Görüldüğü gibi başkanın kamu görevlisi olma şartı yoktur. En yaşlı parti görevlisi de başkanlık edebilir. ' İşte bu şart bulunmasına rağmen seçimin iptali büyük bir yanlışlıktır.

Erdoğan seçim yenilenirse kazanırım düşüncesinde. Oysa tam bir yanılgı içinde. Oy kullanmayanların da çoğunun katılımıyla İmamoğlu en az 100 bin fark atarak kazanacaktır. "

GÜNÜN SÖZÜ

Bence diktatör başkalarının iradesine ram edendir. Ben kalpleri kırarak değil kalpleri kazanarak hükmetmek isterim. ATATÜRK

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/imamoglu-fark-atacak-52200yy.htm

================================

SABAHATTİN ÖNKİBAR: İMAMOĞLU'NA TELEVİZYON TUZAĞI MI KURULUYOR

Sahi ne oldu da; 17 yıldır muhalefetle ekranda karşı karşıya gelmeyen AKP şimdi bunu kabullendi?

Tayyip Erdoğan değil miydi yıllarca "Ekranda muhalefeti muhatap alıp onlara prim yaptırmam" diyen?

Bırakın AKP'lileri siyasal yaşamı boyunca televizyona çıkmayı adeta zül addeden Devlet Bahçeli'nin bu tartışmaya dikkat çekmesi ve teşne olması ilginç değil mi?

Hadise şudur:

İktidar aldığı bütün özel önlemlere rağmen; 23 Haziran'da Ekrem İmamoğlu'nu sandıkta geçemeyeceğini görüyor.

APO'ya göz kırpmalar Kürt Melelerin İstanbul'a taşınması ve seçmene yapılan akıl almaz vaatlere rağmen İmamoğlu yüzde 2 ile 6 arası bir oranla önde görünüyor.

İşte bunun için son çare olarak bu televizyon tartışmasına bel bağladılar.

Amaçları; o ekran buluşmasında Ekrem İmamoğlu'nu siyaseten infaz etmek yani belden aşağı vurmak.

Yapabilirler mi diye sorarsanız...

26 yıldır 7 ayrı televizyon kanalında Kenan Evren'den Demirel'e Özal Ecevit Türkeş Erbakan ve Tayyip Erdoğan'a kadar son 35 yılın siyaset starlarını ekranda sorgulayan biri olarak "pekala mümkün" derim.

Niye mi?

Karşınızda objektif bir gazeteci değil de siyasi operasyon görevlisi olursa pekala tuzağa düşersiniz ki hiç şüphe olmasın Ekrem İmamoğlu'nun karşısında öyle birini çıkaracaklar.

Ayakları yerden kesilmemeli "Heeyyyt beee… Kim olursa gelsin haddini bildirelim…" modunda olmamalı. Zira; iktidar bu işe soyunmuş ve teşvik edici pozisyonda ise büyük bir oyun kurmuş demektir.

Akıl ve strateji bu basit oyuna düşmemeyi gerektirir.

Abartarak yazayım: Bakın Ekrem İmamoğlu bugün itibarı ile kendini bir eve kapatsın vallahi İstanbul'a başkandır.

Onu başkanlıktan edecek şey ise sadece büyük bir hata yapmasıdır; ki iktidar şimdi onun peşinde!

Duyumlarım doğrultusunda buradan uyarıyorum:

İmamoğlu'na Binali Yıldırım'la çıkacağı program için PKK-HDP FETÖ ve özel yaşam bağlamında tuzağa çekecek montaj hazırlıklar yapılıyor.

"Efendim yaram yok ki gocunayım" denmesin; zira günümüzün iletişim çağında "çamur at izi kalır" olgusu ya da "Bir şeyin şüyuu vukuundan beterdir" realitesi hala egemenliğini muhafaza ediyor.

Ekrem İmamoğlu eğer aklını ve mağdurluğunu mağrurlukla takas ederse sadece kendisine değil bu milletin geleceğine kast edilmiş olacaktır.

Peki ne mi yapmalı?

Tarafsız bir tartışma zemini için koşullar sunmalı ve yerine getirilmezse asla ve kat'a ekrana çıkmamalıdır…

https://odatv.com/yazar/sabahattin-onkibar/imamogluna-televizyon-tuzagi-mi-kuruluyor-06061950.html

================================

ARSLAN BULUT: MİLLİ TAKIM DURUŞU VE ÖTEKİLEŞTİRME DURUŞU!

Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kaybettikten sonra YSK'nın yenileme kararı üzerine rakibi Ekrem İmamoğlu ile bir televizyon programına çıkmayı kabul etti. Yıldırım programı tecrübesinden dolayı Uğur Dündar'ın yönetmesini istedi. Başlangıçta bu güvene teşekkür eden ve adil olarak programı yöneteceğini belirten Uğur Dündar sonradan bundan vazgeçti ve "Kararımın tek nedeni Türkiye'deki kutuplaşmadır. Ülkemiz acilen normalleşmelidir. " diye mesaj yayınladı.

Binali Yıldırım Twitter'da "Umarım bu kararda birilerinin baskısı etkili olmamıştır" diye yorum yaptı. Gazetecilerin "Birileri derken CHP Uğur Dündar'ı arayıp 'bu işe girme' mi dedi. Bunu mu kastediyorsunuz?" sorusuna şöyle cevap verdi:

"Sosyal medyada ve çeşitli mecralarda böyle laflar dolaşıyor. Umarım doğru değildir. Yayınsa yayın kardeşim. Kimi istiyorsanız o gelsin. Size de açıktan destek vermiş en tecrübeli Uğur Dündar olsun dedim. Benim yapmak istediğim bu ayrıştırmayı kutuplaştırmayı bir ölçüde ortadan kaldıracak ve ülkeyi daha birleştirecek bir sürece sokmak. Bunu kastettim. Sürekli bir yerlerden mevzilenip birbirlerine çeşitli mecralarda atış yapan bir ruh hali topluma da yansıyor ve zarar veriyor. En azından bu anlamda normalleşmeye ihtiyaç var. Bunu başlatmak istedim ama karşı taraf maalesef burada samimi olmadığını ortaya koydu. "

***

Gelişmeler özetle böyle. Gelelim konuyu niçin yazdığıma...

Gerek Uğur Dündar'ın gerekse Binali Yıldırım'ın açıklamalarında anahtar kelime kutuplaştırma!

Burada öncelikle sorulması gereken soru şudur:

Ülkede ayrıştırma ve kutuplaştırmayı kim neden körüklüyor? Kim "CEHAPE var ya bu CEHAPE" diye başlayıp "camileri ahır yaptılar" gibi gerçek dışı iddialara sarılıyor ve buradan oy devşirmeye çalışıyor? Kim "dinsiz parti-dindar parti dindar cumhurbaşkanı" diye propaganda yaptı ve yapıyor? Kim mezhep üzerinden giderek mesela yargıyı FETÖ'ye teslim etmek amacıyla tasarlanan Anayasa değişiklikleri için 2010 referandumunda "Alevi hakimler gidecek Müslüman hakimler gelecek" yaygarası yaptırdı? Sahi nerede şimdi o Müslüman hakimler?

Yine Cumhuriyetin kurucu değerlerine Türk kimliğine ve laikliğe savaş açan Atatürk'e hakaret eden ve edenleri de teşvik eden kim?

Rakibini "Pontuslu" diye göstererek buradan oy avcılığı yapmaya çalışan kim? "Kürdistan Lazistan Dersim" diye ne kadar hassa konu varsa kaşıyan kim? Rakibini ve onu destekleyenleri stanbul'u Konstantinopol yapmak isteyenler" diye gösteren kim?

***

Uğur Dündar'ın televizyon tecrübesine ise kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat Dündar'ın taraflardan birine tam destek verdiği ortadayken ve 31 Mart seçimleri öncesinde programına yasak getirildiği konuklarının Cumhurbaşkanı tarafından hedef alındığı bilinirken onun yönetici olmasını istemek ve "ayrıştırmayı kutuplaştırmayı önlemek normalleşmeyi sağlamak için bu öneride bulundum" demek hiç ama hiç inandırıcı değil.

Aksine Binali Yıldırım'a Uğur Dündar'ı kim tavsiye etmişse onun üzerinden kutuplaşmadan nemalansın Erdoğan'ın tabiriyle kendi tabanını "konsolide" etsin diyedir!

***

Peki ne yapılmalıdır? Programı değil kutuplaştırma konusunu kastediyorum!

Ne yapılması gerektiğini Milli Takım'a ruh veren ve Dünya Şampiyonu Fransa'yı mağlup eden Şenol Güneş söyledi:

"Bu taraftarın sıcak ilgisi sevgisi desteği bize olumlu olarak yansıdı rakibe baskı yarattı. Bu her alanda böyle. Türk insanının ötekileştirmeden kucaklayarak başaramayacağı iş yok. Bu işin sportifin yanında kültürel etkisi de var. Sahadaki güzel duruşumuzu gösterirsek her işi başaracağımızı düşünüyoruz. "

Bölerek kin ve öfke kusarak vatan evlatlarını birbirine düşürerek nereye varılabilir?

Özellikle iktidar partilerine milli takım duruşu yakışır değil mi?

Bu arada maçta Fransız Milli Marşı'nın seyircilerin bir kısmı tarafından ıslıklanması iyi olmadı. Bu devletin kurucusu savaş sırasında bile Yunan bayrağını yerden kaldırtmış bir komutandı. Büyük millet böyle olunur!

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/milli-takim-durusu-ve-otekilestirme-durusu-52206yy.htm

================================

SERVET AVCI: BÜYÜK OYUNU BİR KERE DAHA GÖRDÜK!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu Diyarbakır'a gitmeseydi büyük oyunu göremeyecektik!. .

Onun Pontuslu olduğunu biliyorduk da şu 'Kürdistanlı Lazistanlı' yaklaşımını bilmiyorduk onu da öğrenmiş olduk!. .

Diyarbakır'da o akıcı Kürtçesiyle yaptığı konuşma çok önemliydi İmamoğlu'nun!. . Demek ki bir yerlerde zulalarda bugünler için hazırlanmış kendisi!. . Yoksa sabahtan akşama kadar beka konuşulurken ülkenin birliği dert edilirken 'tek millet-tek vatan-tek bayrak' sloganları kürsüleri kaplarken kimin haddineydi Kürdistan'dan Lazistan'dan söz etmek?

Kim cesaret edebilirdi Diyarbakır'da ahaliye seslenirken işin içine Atatürk'ü de katarak Kürdistan ve Lazistan mebuslarından bahsetmeye?

***

Ekrem İmamoğlu gerçekten ayıp etti!. . Biz onun daha Pontus'una katlanamazken eyaletleri gözümüzün içine sokarak gerçek niyetini ortaya dökmesi önemliydi!. . PKK'dan söz ederken 'pekeke' demesi onun ne kadar nazik bir insan olduğunu gösterse de Kürdistan sözüyle asıl amacı deşifre oldu!. . İmamoğlu'nun iç yüzü belgelendi!. .

Ayrıca Ekrem İmamoğlu'nun 'Dersim'de devlet adına biz özür diledik' türünden açıklaması da arka planda ne filmler çevirdiklerinin ispatı niteliğindeydi!. . Böylece mamoğlu kazanırsa İstanbul'u Konstantinopol yapar" tezi haklı çıktı!. . Daha belediye başkanı bile olmadan Tunceli'yi Dersim'e çevirdiğine göre İstanbul'u kazandığında bu mübarek beldeyi Konstantinopol de yapabilir New Jersey veya San Antonia da!. .

***

Buradan İmamoğlu'na sesleniyoruz: Bu tuttuğun yol yol değil!. . Şimdi elindeki Kürdistan ve Lazistan haritalarıyla artık gizleyemediğin o Pontus kimliğini sessizce yere bırak ve ellerini havaya kaldır!. . Özeleştirini ver milletimizden özür dile ve affedilmeyi bekle!. .

Seni yönlendiren üst akılla ancak buraya kadar gelebildin!. . Gördüğün gibi bizden kaçmaz biz büyük oyunu bir kere daha gördük!. . Diyarbakır konuşmanda gerçek niyetini ele verdin!. . Gel adalete teslim ol çünkü bundan sonrası çıkmaz sokak!. .

***

'Beka'yı gerçekten dert eden toparlayıcı olur öyle "Ret inkâr asimilasyon politikalarını biz kaldırdık" şeklinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranları çaktırmadan eleştirmez Kürdistan veya Lazistan'dan söz etmez… Tunceli için Dersim özrü dilemek yerine orayı Tunceli yapan millî iradenin yanında durur…

Peki Ekrem İmamoğlu ne yaptı? Bu saydıklarımızın hepsini gerçekleştirdi!. . Biz her daim kıskanan üst aklın o aklına uydu ve memleketi 'beka' derdi çeker hâle getirdi!. . Diyarbakır konuşması bunun çok açık bir itirafıdır!. . İnanmayan varsa o konuşmayı tekrar tekrar dinlesin!. . Üniter yapının nasıl sabote edildiğini kendi kulaklarıyla bir kere daha duysun!. .

***

İnşallah yakın zamanda Binali Yıldırım Bey de Diyarbakır'ı ziyaret eder ve orada devlet adamı nasıl olurmuş gösterir!. . Kürdistan'ı Lazistan'ı aklından geçirenleri bin pişman eder Tunceli konusunda devletin aldığı abdeste sahip çıkar!. .

'Beka' neymiş dosta düşmana bir güzel öğretir!. . Aksini düşünenlerin bağırsaklarını düğümleyecek sözler söyler!. . Kürdistan veya Lazistan'dan seçilip de Meclis'te temsi edileceğini düşünenlerin yerlerinin Ankara değil Seyit Rıza'nın yanı olduğunu hatırlatır!. .

Şakası yoktur kesin öyle konuşur!. . Neticede bu iş 'beka meselesi' değil mi? Pontus'tan aklanmamış Ekrem İmamoğlu gibi Diyarbakır'da eyaletleri hatırlatacak değil ya!. .

Neyse ki milletimiz büyük oyunu bir kere daha gördü!. .

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/buyuk-oyunu-bir-kere-daha-gorduk-52215yy.htm

================================

MURAT MURATOĞLU: DAHA UCUZA VATANDAŞLIK BULURSAN KAÇIRMA!

Milli maçı seyrederken aldı beni bir düşünce… 250 bin dolarlık ev satın alıp Türk vatandaşı olanlar da seviniyorlar mıdır Fransa'ya attığımız gollere?

Bu iş dünyanın her yerinde böyle diyenlere… O ülkelerin hiç biri hemen vatandaşlıkvermiyor. Sadece kalıcı oturma izni veriyor. Yıllar boyu bazı koşulları yerine getirmeni istiyor. Yok öyle bizim gibi şip şak vatandaşlık!

★★★

Avrupa'da en ucuz yatırımla bakın vatandaşlık değil oturma hakkı veren ülkelerden biri Yunanistan… Önce 250 bin Euro yatırım yapıyorsunuz vatandaş olmak için 7 yılYunanistan'da konaklıyorsunuz. Yunanca öğrenip vatandaşlık sınavını geçiyorsunuz.

Ya bizde? Kriz nedeniyle zararına satışlar. Kelepir fiyatına zahmetsiz açık büfe vatandaşlık… Al 250 bin dolarlık evi… Kap vatandaşlığı ve pasaportu… Üç yıl sonra sat evi…

Memlekette her halta zam geliyor bir tek vatandaşın fiyatı düşüyor. Bir Türk dünyaya bedeldi kampanya başladı 250 bin dolara indi!

Diğer bir açıdan bakarsak vatandaşlık için 250 bin dolar nakit kıstası uygulansa Türk vatandaşı sayısı 200 bin kişi kalmayacak!

Hesabında "1 milyon lira veya üzeri" parası olan mudi sayısı 193 bin kişi… Bir milyon lira dediğin bugün 170 bin dolar ediyor. Zengin diye baktıkların bile ellerindeki nakitle Türk vatandaşı olamıyor!

★★★

Yine de işler kesat! Sahi bedavaya gelmek varken kim niye para versin? Sorana Suriyeliyim dersin… Para vermeden metrobüse otobüse binersin hastaneye gidersin. Eğitim zaten bedava alışveriş cebine koyulan kartla. Askerlik yapmıyorsun vergivermiyorsun.

İyi de gidip Norveç vatandaşı olsan yaşayacağın en büyük heyecan kedinin ağaca çıkması itfaiyenin onu kurtarması… İsviçre'de Eyaletler Meclisi gündem yokluğu nedeniyle açılmıyor. İnsanlar sıkıntıdan patlıyor.

Bu ülke sana macera deneyim ve adrenalin vaat ediyor. Arada ufak tefek tatlı sürprizler seni bekliyor. Kampanyadan yararlandın 250 bin doları yatırdın. Evi aldın başvurdun Türk vatandaşlığına kaydoldun. Hayırlı olsun.

Cezaevi deneyimi yaşamak mı istiyorsunuz. Doğru yerdesiniz. Her an durup dururken tutuklanabilirsiniz. "Neden durup dururken" diye bana sormayın. İddianamesi olmayanbinlerce tutukluya sorun.

Birine gözünüz dalsın dik dik bakın yumruğun nereden geldiğini bile anlamayın. Biraz da hastane ortamını tadın. Acil kapısında bekleyen insanlarla tanışın. Sıra gelene kadar ölmezseniz doyumsuz sohbetlere dalın.

Yeşili artık hayatınızdan çıkartın grinin 50 tonuna alışın. Beton artık hayatınızın vazgeçilmez bir parçası… Yollar köprüler tüneller yapılıyor geçmesen bile önümüzdeki 25 yıl boyunca ödeyeceksin parasını.

★★★

O kadar para verdin biraz evde takılayım dedin. Televizyonda Cumhurbaşkanı'nı 7/24 izleme ayrıcalığı… Her kanalda onun varlığı…

İnternette 300 bin yasaklı site… Wikipedia bile içlerinde… Yorum yaptığında polis kapında… Gazete aldığında bizi kıskanan ülkelerin tam listesi… Uçuyoruz coşuyoruz haberleri. Emekli olamıyorsun ama olursan her daim emekliye zam müjdesi. Dünyanın en yüksek vergileri ve devamlı güncelleme hizmeti. Asgari ücretle geçinme dersleri… Yemek yerken bile kendini zengin hissetme keyfi. Et balık diyeti…

Demokrasi hasreti… Adalet özlemi… İşsizlik payesi… PKK IŞİD terörü… FETÖ yapılanması… Cezaevlerinde yer kalmaması… Yabancı ülkeler için vize sırası… Her daim değer kaybedip ucuzlayan Türk Lirası… Çocuk yaşta evlenme imkanı…

★★★

Survivor'ı seyretme boşuna… Metrobüs macerası hemen yanı başında… Metrobüste acıma yoktur. Ortama bir kez girmişseniz içgüdülerinizle hareket etmelisiniz. Zamanla her şeyi öğreneceksiniz.

Bunlar sadece yaşayacaklarının fragmanı… Esas film daha başlamadı… İki yüz elli bin dolar verdin yiğidin harman olduğu yere hoş geldin!

Bankalar batar mı?

"Instagram hesabımdan beni takip edip soru sorabilirsiniz elimden geldiğince cevaplamaya çalışıyorum" dedim. En çok gelen soru; Bankalar batar mı? Paramızın başına bir şey gelir mi?

Muhalefet olmak başka gerçekçi olmak başka…

Ülkeler batıyor bankalar neden batmasın? Elbette batabilir. Lakin kısa vadede Türkiye'de batacak banka görünmüyor. Çoğu şeyi yanlış yapsa da BDDK bu işi iyi denetliyor.

Diyelim ki battı. Bugüne kadar offshore hesaplar dışında ödenmeyen para kalmadı. Zira yüz bin liraya kadar devlet güvencesinde… Limit o kadarı geçse bile ödendi her seferinde…

★★★

Dikkat edin banka diyorum. Finansal kuruluş adı altındaki bazı yapılanmaları kast etmiyorum. Benim bu konuda içim rahat… Bankadaki paraya bir şey olmaz.

Tek huzursuzluğum ufaktan sermeye kontrolü uygulamalarına gidilmesi. Yok efendim bugün aldığın dolar yarın hesaba geçilecek gibi tat kaçıran önlemlerin gelmesi.

Tasarruf dediğin böyle olur!

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Japonya'da dün başlayan bugün devam eden G20 ülkeleri maliye bakanları zirvesine katılmaya gerek görmedi. Diğer ülkelerin maliye bakanları kim oluyor ki?

Haziran sonunda yine Japonya'da yapılacak G20 Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne katılacak. Ailece Japonya'da olacaklar. Bu sayede tek uçakla gidip ülke ekonomisine katkıda bulunacaklar!

Erdoğan damadı için; "Bu işi çok daha seri derleyip toparlayacağına inanıyorum"demişti. Ülke ekonomisini getirdiği noktadaki başarılar onu kesmemiş sanki şimdi Türkiye'nin diğer sorunlarını derleyip toparlayacak belli ki!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/daha-ucuza-vatandaslik-bulursan-kacirma-5083753/

================================

SİNAN MEYDAN: KOMUTANLARA SALDIRAN GAZETECİYE ATATÜRK'ÜN CEVABI

"Mahrumiyet ve zorluklar içindeki ve tek dayanakları namus ve haysiyetleri olan orduların kumandanlarını 'sefil' ve 'haydutbaşı' diye niteleyip teşhir etmek 'ne büyük ahlaksızlık' ve 'ne sefil vicdansızlıktır. " (Atatürk 25 Mart 1919)

Geçtiğimiz hafta Akit Tv'deki bir programda Akit Gazetesi Haber Müdürü Murat Alan -parmak sallayarak- aynen şöyle dedi: "O hizaya gelmeyen omuzu çatal bıçak setli apoletli generalleriniz var ya hepsi şimdi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek gibi saf tutacaklar!"

Bu sözlere karşı Milli Savunma Bakanlığı Milli Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı "şiddetle kınıyoruz" şeklinde özetlenebilecek açıklamalar yaptılar.

Geçmişte de komutanlara saldıran gazeteler ve gazeteciler oldu. Örneğin bundan tam 100 yıl önce 1919'da Hukuki Beşer gazetesinde Türk Ordusu'nun şerefli komutanlarına ağır hakaretler edilmişti. Osmanlı Harbiye Nezareti'nin ve Osmanlı Hükümeti'nin sessiz kaldığı o çirkin saldırıya o günlerde Türk Ordusu'nun şerefli komutanlarından Mustafa Kemal Paşa cevap vermişti.

ÖNCE SUBAYLARI ÖLDÜRÜRLER

Atatürk 31 Temmuz 1920'de Afyonkarahisar'da subaylara yaptığı konuşmada "kuvvet ordudur" diyordu: "Her durumda ordu düşmanlarımızın birinci saldırı hedefi oldu. Orduyu yok etmek için mutlaka subayları mahvetmek aşağılamak lazımdır. (…) Düşmanlarımız herkesten önce subayları öldürür onları aşağılar ve hor görürler. " (1)

Gerçekten de işgalciler her şeyden önce orduyu yok etmek istemişti. Mondros Mütarekesi'ne göre asayişi sağlamak ve sınırları korumak için gerekli askerler dışındaki tüm ordu derhal terhis edilecekti. Böylece Mütareke öncesinde 400000 mevcutlu Türk Ordusu mütareke sonrasında 50000'in altına düştü. Jandarma Dâhiliye Nezaretine (İçişleri Bakanlığı'na) bağlandı. Harbiye Nezareti'nin (Savaş Bakanlığı'nın) bütçesi kısıldı. Harbiye Nezareti'nin telefon sayısı bile azaltıldı. Askeri Muafiyet Vergisi kaldırıldı. Savaştan kaçan asker ve subayların cezaları ertelendi. İşte Türk Ordusu'nun yok edilmeye çalışıldığı o günlerde İstanbul'da bazı çevrelerde müthiş bir asker ve subay düşmanlığı başladı. Mesela Nigehban Cemiyeti kurmaylar hakkında hakaret dolu yazılaryazdı. (2)

KOMUTANLARA HAKARET

Mütareke günleri asker sivil tüm yurtseverlerin sudan bahanelerle tutuklanıp Bekirağa zindanlarına hapsedildiği veya Malta'ya sürgün edildiği günlerdi. İttihatçılar yargılanıyordu. O günlerde I. Dünya Savaşı yenilgisinin sorumlusu olarak görülen İttihatçılara ve subaylara hakaret ediliyordu.

İşte o ortam içinde Mevlanzade Rıfat'ın Hukuki Beşer gazetesinde "Damat Ferit hükümetine gerekçeli sorular" başlığı altında seri makalelerle geçmişin hesabısoruluyordu.

24 Mart 1919 tarihli Hukuki Beşer gazetesindeki çüncü soru" şöyleydi: "Kağıt paranın güya geçerli olmadığı yerlerde ordu ve mülkiye memurlarının ihtiyaçları için milyonlarca altın ve gümüş para basılarak bazen vagon vagon ordu komutanı denilen 'ali sefillere daha doğrusu haydutbaşlarına' teslim edildi…" (3)

Görüldüğü gibi burada şerefli ordu komutanlarına -hiç ayrım yapmadan- "ali sefiller" ve "haydutbaşları" diye hakaret ediliyordu.

Kuşkusuz ki o gün bu yazıyı pek çok ordu komutanı okudu. Ancak bu yazıya tek bir ordu komutanı tepki gösterdi. O komutan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa'ydı.

Atatürk 24 Mart 1919'da tüm ordu komutanlarını "hırsızlıkla" suçlayıp komutanlara "ali sefiller" ve "haydutbaşları" diye hakaret eden yazıyı okur okumaz kaleme sarıldı. Bu alçakça iftiraya ve hakaretlere karşı hemen bir dilekçe yazıp Harbiye Nezareti'ne başvurdu.

Atatürk dilekçesinde şöyle diyordu:

"(…) Bu ifade ile ordu kumandanlarının 'sefil' ve 'haydutbaşı' ve dolayısıyla orduların 'haydut' oldukları ilan edilmiş oluyor. Müdafaalarına hiçbir vakit lüzum görmeyeceğim bazı şahıslara taş atmak isterken vatan ve millet için tam bir saflık ve masumiyetle ve her türlü mahrumiyet ve zorluklar içinde namuslu vazifesini hakkıyla yapan Osmanlı ordularını 'haydut' ve aynı mahrumiyet ve zorluklar içindeki ve tek dayanakları namus ve haysiyetleri olan söz konusu orduların kumandanlarını 'sefil' ve 'haydutbaşı' diye niteleyip teşhir etmek 'ne büyük ahlaksızlık' ve 'ne sefil vicdansızlıktır. '

Osmanlı ordularını onun namuslu kumandanlarını bu şekilde teşhir edebilmek kabiliyeti ancak vatan ve milletin mahvolup dağılmasını arzu eden 'bir alçakta' bulunabilir. Ben Fevzi Paşa Nihat Paşa Yakup Şevki Paşa Ali İhsan Paşa Cevat Paşa vb. gibi namus ve istikametlerinden asla şüphe edilmeyecek olan ordu kumandanı arkadaşlarımın bu rezilce teşhire karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma ve hesabıma bildiririm ki benim (…) başlarında bulunmakla iftihar ettiğim kahraman ordular haydutlardan değil soylu Osmanlı milletinin namuslu evlatlarından oluşuyor. 'O sefil müfteri' şunu da kesin olarak bilmelidir ki ben hiçbir vakitte vagon vagon altın teslim alan 'sefil' ve 'haydutbaşları'ndan değilim. Dolayısıyla Harbi Umumi içinde komuta ettiğim Anafartalar Grubu İkinci Ordu Yedinci Ordu ve en sonunda Yıldırım Orduları Grubu ve şahsım adına bu namussuzca iddiayı red ve sahibini tel'in ederim. 'Bu müfteri' hakkında gereken kanuni işlemin yüksek nezaretinizce uygulanmasını istirham ederim. " (4)

Görüldüğü gibi Atatürk Türk Ordusu'nun fedakar komutanlarına "sefil" ve "haydutbaşı" diye hakaret edilmesinin "ahlaksızlık" ve "sefil vicdansızlık" olduğunu söylüyor. Türk Ordusu'nun "haydutlardan" değil milletin "namuslu evlatlarından" oluştuğunu belirtiyor. Komutanlara hakaret eden kişiye "o sefil müfteri" diye sesleniyor. Bu "namussuzca iddiayı" reddedip iddia sahibini "tel'in ettiğini" ifade ediyor. "Bu müfteri" hakkında yasal işlem yapılmasını istiyor.

Ne gariptir ki Harbiye Nezareti bu dilekçeyi dikkate alıp gereken kanuni işlemi yapmakyerine dilekçeyi Türk ordularına hakaret eden o gazeteye gönderdi.

Atatürk'ün bu dilekçesi 25 Mart 1919'da Hukuki Beşer Alemdar Vakit Yeni Gün veZaman gazetelerinde yayımlandı.

Komutanlara hakaret karşısında genelkurmay hükümet savcılık ve diğer komutanlarsusarken tek bir kişi Atatürk konuştu.

Ancak yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali gazeteyi çıkaran Mevlanzade Rıfat "hakarete uğradığını" belirterek Atatürk'ü mahkemeye verdi.

Atatürk İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek için hazırlıklar yaparken bir gün bir mahkeme celbi aldı. Asıl hakarete uğrayan ordu komutanları ve kendisi olduğu halde "hakaret sanığı" olarak mahkemeye çağrılıyordu.

Sonra neler olduğunu bizzat Atatürk'ten dinleyelim:

"Yaman çatmıştık! Aklımı başıma topladım. Kumandan değildim. Siyasi bir şey de yapamazdım. Hukuk çareleri bulmalı idim. Bu mahkemede bulunmak isterdim. Fakat o zamanki İstanbul gazetelerinin en aşağısı ile karşı karşıya gelmek çok gücüme giden bir şeydi. Bundan başka davanın bazı yüksek politikacılar tarafından tasarlanan bir plan neticesi olduğunu da düşünüyordum. Ne yaparsam yapayım mutlaka mahkum olacaktım…"

Atatürk düşünüyor taşınıyor; avukat Sadettin Ferit Bey'i davet ediyor. Kendisine durumu anlatıp fikrini soruyor. Sadettin Ferit Bey "Dava önemlidir. Mahkum olma ihtimaliniz vardır!" diyor. Atatürk gülerek "Amma yaptın canım! Ben hiç de mahkum olma niyetinde değilim!" karşılığını veriyor. Bunun üzerine Sadettin Ferit Bey "Elbette! Müsaade ederseniz davacının vekili ile konuşayım" deyince Atatürk şunları söylüyor: "Hayır müsaade edemem. Ben haklı olduğumu biliyorum. Davacının avukatıyla görüşmeye ne lüzum var? Bu iş yolumun üstüne çıkan bir dikendir. Biraz daha zamana ihtiyacım var. Davayı lehime de kazanmanızı istemiyorum. Yalnız bana zaman kazandırabilir misiniz?" Sadettin Ferit Bey Atatürk'e söz veriyor ve verdiği sözü de tutuyor. Birkaç defa mahkemeye gidip davayı dağıtıyor. Atatürk'e zaman kazandırıyor.

Atatürk 16 Mayıs 1919'da İstanbul'dan Samsun'a doğru hareket ettiğinde dava hâlâ bitmemişti. (5)

6 yıl sonra…

Tarih: 22 Eylül 1925… Günlerden salı…

Atatürk Ertuğrul yatıyla Mudanya'ya geçiyor.

Bir ara Atatürk'ün gözü yatta bulunan Avukat Sadettin Ferit Bey'e ilişiyor.

"Sadettin Bey" diyor. "Hatırlıyor musun? Sen bir davadan ötürü benim vekilimdin. İstanbul'da benim aleyhime bir ceza davası açmışlardı. O dava ne oldu? Beni mahkum ettiler mi?"

"Hayır Paşam!" diyor Sadettin Ferit Bey.

Atatürk kendisini dava edeni hatırlayamayıp adını soruyor.

Atatürk'ün hatırlamadığı o kişi Mevlanzade Rıfat'tı. (6)

Mevlanzade Rıfat bütün ayrılıkçı Kürtçü hareketlerde yer almış Milli Mücadele'deki ihanetleri nedeniyle 150'likler listesine alınıp yurt dışına sürülmüştü. 1922'de bir Yunan albayla San Remo'ya gidip orada "kaçak padişah" Vahdettin'den para sızdırmıştı. Ayrıca 1929'da Halep'te basılan "Türkiye İnkılabının İç Yüzü" adlı kitabında Mili Mücadele'yiPadişah Vahdettin'in planladığı yalanını ortaya atmıştı. (7)

Demem o ki! Dün Atatürk karşıtı Mevlanzade Rıfatlar Türk Ordusu'nun şerefli komutanlarına hakaret etmişti. Bugün de onların "fikir artıkları" komutanlara hakaret ediyor.

Dün komutanlara yapılan hakaretlere karşı tüm yetkililer sessiz kalmış sadece Atatürkkonuşmuştu. Bugün yetkililer sessiz kalmamalı. Nasıl cevap vereceklerini bilmiyorlarsayüz yıl önce Atatürk'ün verdiği cevaba baksınlar.

DİPNOTLAR KAYNAKLAR

1- Atatürk'ün Bütün Eserleri C.9 s. 112 113.

2- Sina Akşin İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele C.1 2. bas. İstanbul 1992 s. 218.

3- Sadi Borak Atatürk'ün İstanbul'daki Çalışmaları 2. bas İstanbul 1998 s. 218. Zeki Sarıhan Kurtuluş Savaşı Günlüğü C.1 Ankara 1993 s. 183 184 Akşin age s. 218 219.

4- Atatürk'ün Bütün Eserleri C. 2 s. 297 298. Borak age s. 219. Sarıhan age s. 183 184 Akşin age s. 219.

5- Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları Ocak 1998 s. 118-120.

6- Borak age s. 222.

7- Turgut Özakman Vahdettin Mustafa Kemal ve Milli Mücadele 6. bas Ankara 2007 s. 75 232 vd.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/sinan-meydan/komutanlara-saldiran-gazeteciye-ataturkun-cevabi-5083137/

================================

RIFAT SERDAROĞLU: YARIM İNSANLAR

Her şeyi bildiğini zanneden kişiler tesadüf eseri bir ülkenin yönetimini ellerine geçirirlerse o ülkenin başkaca bir düşmana ihtiyacı yoktur.

Hiçbir düşman o ülkeye bunlar kadar zarar veremez.

Vücutlarının tamamını yani belden yukarısını özellikle kafalarını kullanamazlar akılları genellikle bel altına çalışır. Bu tarzları konuşmalarına hareketlerine ve saçma sapan esprilerine bile yansır.

Yarım İnsanlar tarih bilmezler. Bugünün dünyasından ve coğrafyasından haberleri yoktur. Demokrasiyi sadece oy-oylama-oy kullanma olarak bilirler. Siyaseti güç kazanmak ve zenginleşme aracı olarak kullanırlar. Karşı fikirlere saygıları yoktur. Herkes onlar gibi düşünmelidir. Başka türlü düşünenler gerekirse devlet gücü kullanılıp hizaya sokulmalıdır!

Basın özgürlüğü; Onların lehine yazdıkları sürece sonsuzdur. Aleyhlerine yazanlar basın mensubu değildir. Ya teröristtir ya da kalemlerinden pislik damlayan kişiler.

Teknolojik gelişmeyi takip etmezler kitap okumazlar. Onlar için bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir! Gazetelerin sadece spor sayfalarını okurlar. Milliyetlerini yabancı takımlarla yapılan futbol maçlarında hatırlarlar. Dindar geçinirler ama Dinler Tarihi hakkında hiç bilgileri yoktur. Ezberledikleri birkaç konu dışında dinlerinin gerçeklerini bilmezler. Halkı kışkırtmak oy toplamak için dini kullanırlar inanan saf insanların verdikleri sadaka paralarını yürütmekten utanmazlar.

Yüreklerinde merhametin kırıntısı yoktur. Kendileri gibi düşünmeyenler için göğüslerinde kalp yerine taş taşırlar.

Sosyolojik olarak bunlara insan denemez. Anatomik olarak ise bunların yarısı insandır. Bu yüzden bunlara "Yarım İnsan" diyoruz.

Diğer yarılarının ne olduğu bulundukları konumlara göre değişir. Akrepten-Kutup Ayısına Canavardaneytana kadar çeşitli kılıklara girebilirler.

Uluslarını "Ulus" yapan uluslarını çağdaşlaştıran tarihle ve tarihi şahsiyetlerle kavgaları vardır. İçinden çıktıkları "Orta çağı" ve karanlığı severler. Kadının özgür olmasından nefret ederler.

Onlar için kadın sadece doğurmak ve çalışmak için yaratılmış bir köledir.

Kadın-Erkek eşitliğinin yaradılışa ters geldiğine inanırlar.

Bunlar istihdam yaratmayı insanlara iş olanakları sağlayıp onların onurlu insanlar olarak yaşamalarını istemezler. "Aç kalsınlar cahil kalsınlar böylelikle bana ve benim vereceğim yemek paketlerine-kömüre-ekmeğe muhtaç olsunlar" düşüncesi onlara daha uygun gelir ve buna

"Sosyal Adalet" derler!

Ülkenin en stratejik tesislerini üç-beş yıllık gelirleri karşılığında satmaktan çekinmezler. Yapmayı bilmezler yapılanları satmayı tercih ederler.

Sanat anlayışları yok denecek kadar azdır. Ya sanatın içine tükürürler

ya da yıktırırlar. Bale-Tiyatro-Klasik Müzik onların dünyalarında yoktur mekruh sayarlar. Dünyanın saydığı alkışladığı kendi sanatçılarından nefret ederler.

Delikanlı gibi mertçe dövüşmezler. Her türlü hile-yalan bunlarda vardır.

Bunların yönetimde olduğu bir ülkede adalet-hak-hukuk yoktur.

Terörist-katil-tecavüzcü-hırsız-kadın pazarlayıcılardan oluşan

"gizli tanıkları" ve bunları arayıp bulup gizli tanık yapan illegal cemaatlerin polisleri-adalet adamları vardır. Bunlar insanlara tuzaklar kurarlar kendilerine emanet edilen devlet gücünü adaleti saptırmak için kullanırlar. İnsanların özgürlüklerini ellerinden alırlar. Kul hakkı yerler ve yüzleri kızarmadan bunu din adına yaptıklarını söylerler!

Amaçları ülkelerini bölmek olan ve bunu gizlemeyen devlet-millet düşmanlarıyla mücadele etmezler müzakere ederler karşılıklı oturup eğlence geceleri düzenlerler.

Böyle ülkelerde milletlerinin kendilerine verdiği rütbeleri ve silah arkadaşlarını satıp üç-beş kuruşa tamah eden subayının kafasını kör bıçakla kesen caninin torunu ile kucak-kucağa oturmaktan utanmayan şeref ve haysiyet düşkünü "Yarım Adamlar" vardır.

Bunların yaşandığı ve kimsenin sesinin çıkmadığı o toplumlarda

ne bereket olur ne de rahmet olur. Böyle toplumlar batmaya mahkûmdurlar. Güney Asya'da Güney Amerika'da ve Afrika'da örnekleri çoktur.

Allah Türk Milletini böylesi korkunç ve acımasız yönetimlerden korusun.

Çok şükür ki bizde leri Demokrasi" var. Yoksa görmüyor musunuz?

Edep yahu edep!...

================================

MEHMET FARAÇ: BOĞAZ'DAKİ 100 YALIYI KİMLER ALDI?. .

Kimilerine göre sinsi bir yayılma Türkiye'nin her köşesini pervasızca kuşatıyor... Ve deniliyor ki bu öyle sıradan bir kuşatma değil...

Urfa'dan Trabzon'a Mardin'den Çorum'a Erzurum'dan Malatya'ya Antalya'dan Rize'ye Kayseri'den İstanbul'a Adana'dan Zonguldak'a kadar bir sarsıcı kuşatmadır bu...

Yalnız şehir merkezleri değil ilçeler beldeler köyler ve hatta mezralara kadar bir ürkütücü yayılmadır yaşanan...

Türkiye'nin demografik yapısını allak bullak eden bir kuşatma bir şaşırtıcı devinim ve bir nüfus karmaşası giderek büyüyor ki artık her yerde herkes bunu konuşuyor...

Yurdun her köşesinde sosyo-ekonomik çıkmazların yanı sıra asayiş sorunlarına gerilimlere çatışmalara hatta cinayetlere de yol açıyor bu yerleşme furyası...

Artık Türkiye'nin hangi köşesinde hangi toprak parçasına adım atarsanız atın karşınızda onlar var... Afganlar Özbekler Bulgarlar Kazaklar Yugoslavlar Romenler İranlılar Afrikalılar Iraklılar Libyalılar ve en çok da Suriyeliler...

Peki; dünyanın hangi ülkesinde sınırlar bu kadar delik deşik olabilir yabancılara yönelik başıboşluk böylesine zıvanadan çıkabilir ki?. .

3 milyon 600 bin Suriyeli...

İşsizliğin giderek büyüdüğü bir ülkede ucuz işgücünü kangrenleştiren pasaportlu - pasaportsuz vizeli - vizesiz milyonlarca kaçak işçi ya da göçmenlerin sayısı Türkiye Cumhuriyeti topraklarında öylesine artıyor ki yurdun her tarafından çok şaşırtıcı manzaralar da yansıyor gazetelere...

Televizyonlarda artık onların yol açtığı sorunlarla ilgili tartışma programları yapılıyor Suriyelilere yardımlar ve ayrıcalıklara siyasi tepkiler artıyor Araplar arasındaki nüfus patlaması da ciddi kaygılara yolaçıyor...

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne göre 16 Mayıs 2019 tarihi itibarıyla Türkiye'deki kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 606 bin 737 kişiye ulaşmış… Bunların 1 milyon 662 bin 753'ü 0-18 yaş arasındaymış...

Geçici kamplarda geçen yıl 220 bin Suriyeli yaşarken Mayıs 2019'da bu sayı 125 bine düşmüş.

Bu yılın Mayıs sonu itibarıyla 329 bin Suriyeli ülkesine dönmüş 79 bin Suriyeli'ye de vatandaşlık verilmiş.

İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Kasım 2018 itibarıyla (son 8 yılda) Türkiye'de doğan Suriyeli bebek sayısı ise 405 bin 521.

Deniliyor ki önümüzdeki 10 yıl içerisinde "kayıtlı" Suriyelilerin nüfusu 8 milyonu aşacak...

Çünkü Urfa Hatay Kilis İstanbul ve Antep gibi kentlerdeki Suriyeli yoğunluğuna ve doğum hızına bakarsanız 8 milyonluk öngörü hiç de uçuk gelmiyor...

En çok da İYİ Parti ve Ümit Özdağ Suriyelilerin yol açtığı sorunlara dikkat çekerken kaçak işçilerin ve göçmen statüsünde Türkiye'ye yerleşenlerin daha ciddi demografik sorunlara yol açmaması için ülkelerine gönderilmesi isteniyor...

Ancak tek sorun Orta Doğu'dan gelenlerin "göçmen" ya da sığınmcı statüsünde yurdun her tarafına dağılmaları mı acaba?. .

Bir de "Arap Baharı" safsatasının yaşandığı ülkelerde iç savaş travmalarından kaçan zenginlerin bir şatafatlı kuşatması var ki o da önümüzdeki yıllarda büyük sorunlara gebe görünüyor...

Köşk plaj çelişki!. .

Memleket sığınmacı konusunda nasılsa başıboş ya Türkiye'de yabancıya konut satışları da yüzde 82 artmış... Yabancılar en çok İstanbul'dan konut almış...

Özellikle KDV muafiyeti Türk vatandaşlığı için 250 bin dolarlık yatırım bedelinin yeterli olması gibi düzenlemelerle yurtdışında düzenlenen fuarlardan sonra yabancıya satışlarda patlama olmuş...

Geçmiş yıllarda metropollerle turizm bölgelerinden alınan binlerce konut bir yana sadece 2019 yılında özellikle Araplara satılan konutların sayısında büyük artış olmuş...

Yılın ilk 4 ayındaki rakam 13 bin 338'e çıkmış... Geçen yıl ilk 4 aydaki satış ise 7 bin 341 olarak belirlenmiş... Yani yüzde 82'lik artış söz konusu...

İstanbul 2019'un ilk 4 ayında yabancılara 6 bin 160 konut satışıyla birinci olmuş...

İlk sırada 2 bin 314 konut alan Iraklı'lar varken onları İranlı'lar Suudlar Ruslar ve Afganlar izlemiş...

YENİÇAĞ'a konuşan Gayrimenkul Danışmanı Evrim Kırmızıtaş Başaran'a göre "Orta Doğu ülkelerinden üst düzey gelir grubuna sahip belli bir kesimin İstanbul Boğazı'ndaki yalı ve köşklere büyük ilgisi var. Avrupa yerine İstanbul'da yalı veya köşk tercih etmelerinin başlıca sebebi daha kolay vatandaşlık alabilmeleri..."

Velhasıl Iraklılar başta olmak üzere Orta Doğulu büyük zenginlerin gözü Boğaz'daymış...

İstanbul Boğazı'nda yalı fiyatları 30 milyon lira ila 500 milyon TL arasında değişiyormuş...

Örneğin; Katarlılar'a 150 milyon dolara satılmış Şehzade Burhanettin Yalısı...

Katarlılar yine Sarıyer'de bir yalı için 75 milyon dolar ödemişler...

YENİÇAĞ'dan Sümeyra Kırca'nın uzmanlara dayandırdığı bilgilere göre İstanbul boğazındaki 600 yalının yaklaşık 100'ünü yabancılar almış...

Orta Doğulu'lar yalıları yazlık olarak kullanıyormuş...

Türkiye'yi adeta "işgal" etmekle suçlanan kaçaklara göçmenlere sığınmacılara Orta Doğu Araplarına ve özellikle de Suriyelilere durup dururken dikkat çektiğimizi sanmayın...

Baksanıza; vatandaşların tepkisini çeken davranışlar sergiledikleri gerekçesiyle Mudanya Belediyesi Suriyelilerin "sahil" şeridinde bulunmasını ve denize girmesini yasaklamış!. .

İşte "yalı" satışları ve "plaj" yasağı ikilemi de sıklıkla vurguladığımız gibi Türkiye'nin çelişkiler ülkesi olduğunu bir kez daha kanıtlıyor...

O çelişki değilmidir ki plajlardan kovulan Araplara yalıların adeta peşkeş çekilmesi!!!

Ne dersiniz; milyonlarca dolarlık "yalı"lara kurulan Arapları "plaj"lardan kovunca Türkiye kaçak-göçmen- sığınmacı "işgal"inden kurtulmuş mu olacak?. .

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bogazdaki-100-yaliyi-kimler-aldi-52203yy.htm

================================

CAN ATAKLI: Fotoğrafın tamamını görünce vahşet de ortaya çıkıyor

Sizlere dünkü yazımda Erdoğan'ın Okluk koyuna yaptırdığı saraydan söz etmiştim.

Saray inşaatının havadan çekilen fotoğrafını da paylaşmıştım.

Ancak yazı yayınlandıktan sonra bir okurum arazinin daha geniş açıdan çekilmiş bir hava fotoğrafını gönderdi. Bu fotoğrafta saray ve ek binalarının arka tarafında kalan bölgeye yapılan inşaat da görülüyor. Fotoğraftaki yuvarlak içindeki yerler kontrol nizamiyeleri. Sağ tarafta 3 adet helikopter pisti olduğu görülüyor. O pistler için yüzlerce ağaç kesildi.

Peki neden 3 helikopter pisti yapılır ki?

Sanıyorum Erdoğan'ın bazı misafirlerinin de helikopterle geleceği düşünülmüş olabilir.

Ancak fotoğrafı gönderen okurumun ilginç bir tezi var bu konuda.

Diyor ki "Amerikan Başkanı da Beyaz Saray'dan bir yere gider gelirken 3 aynı helikopter uçar ki hangisinin içinde Başkanın olduğu tahmin edilmesin. Oradan özenmiş olsalar gerek. "

Öyle ya da böyle.

Bir kişinin saray hevesi nedeniyle işlenen doğa vahşeti insanın içini sızlatmıyor mu?

ANALİZ

"Ben karar veremem" demekten "Uğur Dündar sunsun"a varan bu özgüven patlaması nasıl oldu böyle?

Bugün yeni haftaya başlıyoruz.

Tam iki hafta sonra bugün İstanbul'u kimin kazandığını öğrenmiş olacağız.

Seçim yaklaştıkça heyecan da artıyor. Sanıyorum bu haftanın bilmecesi "Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım birlikte bir TV tartışmasına çıkacak mı?" sorusu olacak.

Uygar ve demokratik ülkelerde böyle bir soru sorulmaz bile.

Çünkü siyasetçiler oy alabilmek için rakipleriyle aynı ortamda tartışmaktan kaçınmazlar.

Bilirler ki zaten ancak o durumda aralarındaki fark halk tarafından görülür. Ancak bizde durum nedense tersine işler. İktidarda olanlar "Muhalefetle tartışmak bize yakışmaz denk değiliz" havasına girer.

Tabii burada en önemli faktör rakipler karşısında ezilme tehlikesidir.

En güzel örnek 1983 yılındaki üçlü tartışmadır.

Turgut Özal Necdet Calp ve Turgut Sunalp ekrana birlikte çıktı.

Programın galibi Özal oldu ve seçimleri kazandı.

Ama Özal şunu gördü; Televizyon çok etkili ve küçücük bir hata ile bir anda alaşağı edebilir.

Bu nedenle bir daha asla rakiplerle ekrana çıkmadı.

Bunu en sert uygulayan Erdoğan.

17 yıllık iktidarı boyunca bırakın rakiplerle tartışmaya çıkmayı aralarında muhalif gazeteciler olabileceği için basın toplantısı bile yapmadı Erdoğan.

Uzun yıllardan sonra ilk kez bu seçimde İstanbul'un iki adayı ekrana davet ediliyor.

AKP adayı Binali Yıldırı önce "Ben kendi başıma karar veremem" demişti.

Sonra ne olduysa oldu birden müthiş bir özgüven patlaması yaşadı ve "Tamam" dedi ve ekledi "Uğur Dündar sunsun olmazsa başkasına da eyvallah. "

Burada önemli olan şu; "Binali Yıldırım Erdoğan'dan habersiz İmamoğlu ile tartışmaya çıkamaz. Bunun ötesinde Erdoğan'dan habersiz Uğur Dündar gibi marka olmuş bir ismi öneremez. "

Bu aynı zamanda garip bir durum.

Yıldırım bunu söyledikten sonra pek çok yandaş tetikçi Uğur Dündar'ı öven paylaşımlarda bulundular.

Bu ister istemez insanı kuşkulandırıyor. En iyi niyetimle sanıyorum Uğur Dündar'ın namusundan yararlanmak istiyorlar. "Bakın bizim kimseden çekinmemiz yok" demek istiyorlar.

Uğur Dündar bana göre çok zeki bir kararla bu moderatörlüğü kabul etmeyeceğinisöyledi.

Artık Yıldırım bundan sonra moderatör kim olursa olsun İmamoğlu'nun karşısına çıkmak zorundadır.

Şimdi merakım şu; mamoğlu kaçar" diyenler şu andan itibaren "Biz nasıl kaçarız?" diye düşünüyor mudur?

BUNU YAZMAK GEREK

Tek sunuculu programda adaylara "sıkıştırma" soruları sorulamaz

Tekrarlanan İstanbul seçimlerinden önce iki büyük adayın ekranda tek moderatörle tartışması aslında münazaradır.

Münazara tartışma değildir.

Belirlenen bir konu hakkında iki taraf fikirlerini söyler ve bu görüşü savunur. Burada önemli olan konuşmaların aynı sürelerde yapılmasıdır.

Önemli olan haklı olmak değil bir görüşü herkesin kabul edeceği biçimde anlatmaktır.

Münazaranın sonunda bir jüri (Bu halk olacak)kimin daha iyi olduğuna karar verir.

Münazara sırasında moderatör sunuculara her bölümde aynı soruyu sorar. Bu nedenle İmamoğlu- Yıldırım karşılaşmasında moderatör kim olursa olsun taraflara farklı soru sormayacaktır. Münazalarda genellikle üç ya da dört kişilik ekipler olur.

Burada maharet karşı taraf konuştuktan sonra sıra kendisine gelen kişinin bir yandan fikirlerini savunurken diğer yandan rakibin söylediklerini de çürütebilmesidir.

Bu durumda İmamoğlu ve Yıldırım tek başlarına olacakları için ikinci üçüncü ve dördüncü turlarda da yine kendileri konuşacaktır. Böylelikle her aday eğer az önce rakibinin söylediklerini çürütebilir ve kendi fikrini daha iyi sunabilirse kazanacaktır. Bunun ötesinde bu tartışma münazara kıvamından ancak iki sunucu ile çıkarılabilir. İşte o zaman adaylara aynı anda farklı sorular yöneltilebilir.

Burada konuşmacılar kadar soru soranların da niteliği çok önemli olacaktır.

YENİ ÖĞRENDİM

Gücü elinde tutan VIP numarasını hep yapıyor

VİP konusundaki hassasiyetimi daha önce yazmıştım.

90'lı yıllarda gerçekten çok çabaladım.

VİP denilen ayrıcalığın bir tür imtiyaza dönüştüğünü belirttim ama başarılı olamadım.

Hangi siyasi görüşten olursa olsun bu tür imtiyazlardan kimse vazgeçmek istemeyincekimse VİP'yi kaldıramıyor veya sınırlayamıyor. İmamoğlu ile böyle bir şansın yakalanabileceğini bir iki gün önce yazdım biliyorsunuz.

VİP bir imtiyaz olduğu gibi gücü elinde tutanların rakiplerine karşı silah olarak kullandığı bir uygulama da oluyor kimi zamanlar.

İktidarlar bir siyasiyi eğer yasal hakkı yoksa aşağılamak için VİP kapısından çevirmeyipek severler. Bunlardan çok önemli birini yeni öğrendim.

Erdoğan da 1999 yılında VİP kapısından çevrilmiş çünkü o sırada VİP'yi kullanma hakkı yoktu.

Ama buna rağmen Erdoğan çok sinirlenmiş ve şöyle konuşmuş;

"Rantiye çevrelerinin torunlarına ecdatlarına orayı nasıl kullandıklarını biliyorum. Bunan sonra buradan halkımla geçeceğim. Onlar yanlış yapıyor. Bunu onlar düşünsün. "

Sonraki dönemde Erdoğan seçimleri kazandı.

Giderek güçlendi.

Tek adam oldu.

Şimdi artık canının istediği gibi davranıyor ve kendince her alanda intikamını alıyor.

SORDUM ÖĞRENDİM

İmamoğlu'nu VIP'ye polis yönlendirmiş

Ekrem İmamoğlu'na yapılan VİP kumpasının pek çok ayrıntısı ortaya çıktı.

Örneğin İmamoğlu'nun küfür etmediği kamera kayıtları ile belirlendi.

Yine valiye yönelik "it" sözünün de söylenmediği de kanıtlandı.

Ordu'dan arayan bir gazeteci dostum ise mamoğlu son ana kadar VİP kapısında olduğunu fark etmedi bile" dedi.

Gazeteci dostumun anlattığına göre yaşanan şu;

"İmamoğlu alana geldiğinde kendisini kalabalık bir grup bekliyor. Konvoyla gelenlerle birlikte kalabalık daha da büyüyor. Havaalanı zaten çok küçük bir yer. Polis İmamoğlu'nun heyetini VİP'ye yöneltiyor. Bu sırada İmamoğlu kalabalıkla birlikte selfiler çektirerek yürüyor. O sırada uçağa nereden gittiğinin farkında bile değil. "

Diğer gezilerden de biliyorum.

Bu tür gezilerinde emniyet zaten güvenlik gerekçesi ile siyasi kişileri hakkı olup olmamasına bakmadan VİP'ye yönlendiriyor.

Bu arada Süleyman Soylu'nun "Koç uçak tahsis etti" sözlerinin de yalan olduğu ortaya çıktı.

İmamoğlu'nun bindiği Koç'a ait uçağın kiralandığı aynı şirketten bir süre önce de Binali Yıldırım'ın helikopter kiralayıp bindiği ortaya çıktı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/fotografin-tamamini-gorunce-vahset-de-ortaya-cikiyor-5084110/

================================

CAN ATAKLI: YANİ TAMAM DA ANLAMADIĞIM ŞU; KİM TENİS OYNAYACAK KİM HAVUZA GİRECEK?

Turgut Özal keyfine düşkündü.

Eşi Semra Hanım da öyleydi.

Tatil yapmayı denize girmeyi severlerdi.

Başbakanlığı sırasında bir iki kere yakın gördüğü bazı iş insanlarının teknelerinde tatil yapmış tatil köylerinde kalmıştı.

Cumhurbaşkanı olunca buna köklü bir çözüm bulmaya karar verdi.

Basın danışmanı olduğu gibi en yakın dostlarından da biri olan Can Pulak'a "Marmaris çevresinde bir yer bulalım cumhurbaşkanlığı için tatil evi yapalım. Böylelikle benden sonra gelenler de yararlanacağı gibi – Şunun teknesine bindi bunun oteline gitti- gibi dedikodulardan da kurtuluruz" demişti.

Can Pulak Okluk Koyu'nda içinde eski yapı bulunan satılık bir arsa buldu.

Zaten Özal'ın kesin talimatı şöyleydi; "Mutlaka imarlı olacak çevre korumaya mutlaka çok dikkat edilecek usulsüz hiçbir şey yapılmayacak. "

Erdoğan'ın muhteşem yazlık sarayı dört ayrı bölümden oluşuyor. Daha önce küçük bir yazlık ev bulunan araziye 13 bin 166 metrekare kapalı inşaat yapıldı. Her blokta 250 metrekare büyüklüğünde kapalı hobi alanları bulunuyor. 4 ayrı havuz bir tenis kortu bir basketbol voleybol ve futbol ortak alanı var. Binlerce ağacın kesildiği Okluk Koyu'nda çok büyük bir arazi de doldurularak toprak olarak kazanıldı.

Arsa alındı içindeki köhne evin yerine hiç ağaç kesilmeden ve metrekaresi büyütülmeden iki katlı bir ev yapıldı.

Toplamı 230 metrekareyi bile bulmuyordu.

Özallar evde kaldıklarında ancak iki kişiyi daha misafir edebiliyordu.

Turgut Özal bu evde kaldığı sürede her gün saatlerce yüzüyordu.

Öyle ki devlet işleri için gelen kimi bakan ve bürokratlar bile ya kendisiyle birlikte suya giriyor ve yüzerken konuşuyor ya da hemen yanındaki bir şişme botun içinde oturuyordu.

Can Pulak'tan dinlediğim kadarıyla Özallar gündüz denize girip dinleniyor akşamları da ya televizyon izliyor ya da kuruyemiş veya meyve yiyerek iskambil oynuyordu.

Özal'dan sonra önce Süleyman Demirel sonra Ahmet Necdet Sezer sonra da Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldular.

Her üç cumhurbaşkanına da yazdığım gazetelerdeki yazılarımla "Bu tatil evini lütfen kullanın" önerisinde bulundum.

Yazdığım özetle şuydu; "Bu koy dünyanın bir cenneti. Sizler burayı ihmal etmeyin. Hem kendiniz kalın ve dinlenin hem de yabancı konukları günübirlik ağırlayın. Bu tür ev sahiplikleri ülkeler arası dostluğu pekiştirir. Bu evin önüne koyları gezecek mütevazı ama hızlı bir tekne de koyun. "

Üç cumhurbaşkanı da bunu yapmadı.

Okluk Koyu'na ve yazlık eve bir kere bile gitmediler.

Erdoğan da gitmedi.

Ama o başka bir şey yaptı.

Özal'ın kaldığı o küçük evin kendi şerefine uygun olmadığını düşündü muhtemelen.

Kendisi koskoca Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanı'ydı ve küçücük bir evde kalamazdı.

Talimatlarını verdi.

Zamanında Özal tarafından yaptırılan yazlık ev sadece 230 metrekare büyüklüğündeydi ve bir salon ile 4 odası vardı. Erdoğan ise bu kadar küçük yerde oturmasının devlet itibarını sarsacağını düşünerek 230 metrekareyi 13 bin 166 metrekareye çıkardı. Her blokta yeni zenginlerin pek sevdiği ve varlık sembolü olarak kabul ettiği jakuziler de unutulmamış.

Araziye iş makinaları sokuldu.

Yüzlerce ağaç kesildi önce.

Küçük ev yıkıldı. Yerine devasa bir saray inşa edildi.

Tabii bu asla yetmezdi cumhurbaşkanına.

Kalabalık bir ailesi ve yine kalabalık bir maiyeti vardı.

Güvenliğini çok düşündüğü için bir de koruma ordusuna sahipti.

Onlar için de koca bloklar yapıldı.

Tam 300 milyon lira para harcandı.

Marmaris yolundan Okluk Koyu'na giden asfaltlı ama dar bir yol vardı.

O da cumhurbaşkanına yakışmazdı elbette.

Binlerce ağaç kesildi.

Erdoğan ve ailesini hiç sarsmadan yormadan yazlık saraya ulaştıracak muazzam bir yolinşa edildi.

Tam "Artık taşınma vakti geliyor" diye düşünülürken Erdoğan'ların oturacağı sarayın pek uygun inşa edilmediği görüldü.

Yıkımına başlandı.

30 milyon liraya yeniden yapılacak.

Türkiye'ye ve bu ülkenin tek adamına bu yakışır tabii.

Tabii Türkiye'nin bir cennet noktası çirkin yapılarla dolu ucubeye çevrilmiş.

O kadar kusur kadı kızında da olur.

Ama anlamadığım bir şey var.

Büyük ihtişamı anlıyorum.

Belli ki her şey çok lüks olacak.

"İtibardan tasarruf olmaz" mantığı ile para dibine kadar harcanacak.

Buna karşı yukarıdan çekilen fotoğraflara baktığımda tenis sahası ile irili ufaklı dört tane yüzme havuzu görünüyor.

Tenisi kim oynayacak acaba?

Hangi arada derede tenis oynamayı da öğrendiler?

Ya da bilmiyorlar da "lüks malikanelerin mutlaka tenis kortu da var" diye düşünmüşlerdir belki de.

Ayrıca o 4 tane havuzda kim yüzecek?

Cumhurbaşkanı ailesinden bugüne kadar yüzmek için havuza ya da denize girenigörmedik.

Bunun da ötesinde dünyanın en güzel koyuna ve denizine sahip olan bir araziye bir tane belki anlarız ama 4 tane havuz yapmanın anlamı nedir?

Ne bileyim aklıma takıldı işte.

Kim bilir yine "Zenginin malı züğürdün çenesini yoruyordur" belki de.

ÇOK GÜLDÜM

Bu pazara üç fıkra

Bu hafta yine Yıldırım Tuna'dan üç fıkra geldi. Birlikte okuyalım;

Alaska'da bar borcu

Alaska'da -40 derecede bir kış gecesi Joe barda içki içmekteymiş.

"Epeydir borcun birikti Joe" demiş barmen.

"Özür dilerim" diye cevap vermiş Joe "Bu aralar biraz sıkışığım da. "

Barmen nemli değil" demiş "Ancak bir kağıda adını altına da borç miktarını yazıp şu duvara asacağım. "

Joe "Fakat arkadaşlarımın onu görmelerini istemem" diye telaşlanmış.

"Göremeyecekler" demiş barmen "Borcunu ödeyene kadar kürk palton da tam onun üzerinde asılı olacak!"

Fare olan aslan

Aslan evlenirken fare düğünde çığlık çığlığa bağırarak aslanı kutluyormuş; "Tebrik ederim kardeşim… Şansın bol olsun kardeşim…"

Bu laubaliliğe sinirlenen düğüne davetli başka bir aslan gelip fareyi pençesinin arasına almış "Ne o?" demiş "Kimsin sen? Sadece bir faresin… Aslan nasıl senin kardeşin oluyor bakayım?"

Fare "Yahu eskiden ben de sizler gibi bir aslandım" demiş "Vallahi… Evlendik yengen beni bu hale getirdi!"

Alkolik Hoca

Baba Tabiat Bilgisi öğretmenimiz sanırım alkolik.

Nereden çıkarttın bunu?

Geçen derste 'Tornado nasıl olur?' diye sordum

"Bir ölçü nane likörü iki ölçü 'cin fizz'le çırpılıp üzerine buzlu limon atılacak" diye cevap verdi bana.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/yani-tamam-da-anlamadigim-su-kim-tenis-oynayacak-kim-havuza-girecek-5076865/

================================

TOKMAK: ÜÇ BEŞ OY UĞRUNA!

Çözüm süreci yeniden mi ısıtılıyor?

2015 öncesinde PKK'lı teröristlerle yapılan anlaşmanın ülkeye ne kadar zarar verdiği görülmedi mi?

Hâlâ mı ders almadılar?

"Açılım-saçılım" denilen süreçte ihanete uğradık maddi ve manevi büyük kayıplar verdik.

2015 yılında bunun dipsiz bir kuyu olduğu anlaşıldı ve geri adım atılarak süreç donduruldu.

Şimdi İstanbul seçiminde birkaç fazla oy alabilmek için bebek katili Abdullah Öcalan'a göz kırpılması hazindir.

AKP'nin İstanbul adayı Binali Yıldırım'ın Diyarbakır'da stiklâl mücadelesini başlatırken Ankara'da Büyük Millet Meclisi'ni toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün davet ettiği millet temsilcileri arasında KÜRDİSTAN mebusu da LÂZİSTAN mebusu da vardı" demesi oyunun bir parçasıdır.

Peki bunların onda birini Ekrem İmamoğlu söyleseydi ne olurdu?

Başına gelmeyen kalmaz linç edilmeye kalkışılırdı!

AKP İstanbul'u kaybetmemek için daha kim bilir neler yapacak?

Karadenizli Türk çocuğu

Karadeniz'i "Pontus" Diyarbakır'ı "Kürdistan" olarak görenler Türk'ü Anayasa'dan silip "Türkiyeli" kavramını getirmek isteyenler hangi yüzle bu ülkenin seçmeninden oy istiyorlar?

Kendisini Türk milliyetçisi olarak tanıtan Bahçeli Bey ağzında sakız ettiği "Beka"meselesini bıraktı "Türk yok Türkiyeli var Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık" diyenlere koltuk değneği olmaya devam ediyor.

Bu ülkede "Ben Türk'üm" diyen ve kendisini Türk hisseden herkes Türk'tür.

İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu "Ben Karadenizli bir Türk çocuğuyum" diyor.

"Hayır sen Pontuslu'sun Rum'sun Yunan'sın!" diye ona saldırıp akılları sıra karalayarak halkın gözünden düşürmeye çalışıyorlar.

"Türk milliyetçisi" olduğunu iddia eden Bahçeli Bey de onları şaşılacak bir şekilde destekliyor.

★★★

İstanbul'u kaybetmenin Türkiye'yi kaybetmek demek olduğunu bilen AKP'liler İstanbul'daki Kürt vatandaşların oylarını alabilmek için Kürtçülük muhabbeti yapıyor.

Binali Bey "Kürdistan" diyor "Lâzistan" diyor.

Türkiye'de Kürdistan ve Lâzistan diye bir yer var mı? Yok!

Binali Bey "Kürdistan" diyerek İstanbullu Kürtleri "Lâzistan" diyerek de İstanbul'da yaşayan Karadenizli yurttaşları tavlamak istiyor.

Kader seçimine 13 gün kaldı. 23 Haziran Pazar günü sandığa gidilecek.

Görünen o ki ülkeyi kirleten kara propagandalar İmamoğlu'nu sarsmıyor hatta daha da güçlendiriyor!

Bu bir halk hareketi!

Trabzon'da yayınlanan "Kuzey Ekspres" gazetesinin yazarı Hasan Kurt Ekrem İmamoğlu'nun Trabzon seferini şöyle anlattı: (Özetle)

"İstanbul'un seçilmiş ve YSK kararıyla mazbatası elinden alınmış başkanı Ekrem İmamoğlu 'Trabzon'da hemşerilerimle bayramlaşacağım' dedi.

Tarihi Meydan Parkı ve Atatürk Alanı iğne atsanız yere düşmez vaziyette…

Parkın içi dışı yollar tıka basa dolu…

Trabzonlular 7'den 70'e gönülden isteyerek İmamoğlu'na destek vermek için Atatürk Alanı'na koşmuş.

Trabzon ve çevre illerde yarım asırdır mitingleri takip eden biriyim. Ben böyle bir şey görmedim.

Sağcısıyla solcusuyla dindarıyla genciyle yaşlısıyla Atatürk Alanı'nı hınca hınç dolduran on binler İmamoğlu'nun ne söyleyeceğini değil onu görmek ve destek vermek için kendi imkânlarıyla orada toplanmıştı.

Bana biri Trabzon buluşmasını nasıl gördüğümü sorsa vereceğim tek cevap:

"Bu bir halk hareketi!"

İmamoğlu artık bir marka hatta parti oldu!"

TEBESSÜM

Sıra kime geldi?

Ekonomik sıkıntıların arttığı bugünlerde şu hikâye aklıma geldi:

Eski yıllardan birinde çok şiddetli bir kış olmuş kar her yeri kaplamış.

Yiyeceği kalmayan köylü tek koyununu kesmeye mecbur kalmış. Fakat hava bir türlü açılmamış.

Köylü bunun üzerine iki keçisini de kesmiş…

Fakat kar durmuyor daha da şiddetleniyormuş…

Köylü sonunda ailesini doyurmak için çok kıymet verdiği öküzünü de kesmiş…

Öküzün de koyun ve keçiler gibi kesildiğini gören köpekler aralarında şöyle konuşmuşlar:

"Dışarısı ne kadar karla kaplı olursa olsun bizim buradan ayrılmamızın zamanı geldi. Eğer efendimiz öküzüne bile acımaz ve onu kurban ederse sıranın bize geldiği kesindir!"

Kıssadan hisse: Bu öyküden özellikle iktidar yalakalığı ile karınlarını doyuranlar ders almalı!

GÜNÜN SÖZÜ

Karnı tok olan herkesi tok sanır aç olan ise ülkede ekmek yok sanır!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/uc-bes-oy-ugruna-5083088/



- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Medeni olmayan insanlar medeni olanlarin ayaklari altinda kalmaya mahkumdurlar.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

68. ALLAH INSANOGLUNU HATA YAPMAZ NITELIKTE YARATMADIYSA CEZALANDIRMAYA HAKKI YOKTUR

Diyorlar ki; "Insanin tabiati ister istemez (yani Allah'in ilgisi olmaksizin) bozulmustur; Allah, tanrisal yuceliginin ayrilmaz bir parcasi olan yanilmazligini insana birakamamistir. " Ancak o durumda, tabiati ister istemez bozulacak ve bu yuzden Allah'a tecavuzde bulunacak olan insani yaratmak zahmetini Allah neden secti? Ote yandan, bizzat Allah, insani hata yapmaz kilamadiysa; hata yapmaz, yanilmaz olmadigi icin, insani, Allah ne hakla cezalandiriyor? Bu cezalandirma, ancak guclu olanin "guclu olmasi"ndan aldigi hakla olabilir. En guclunun bu hakkina "saldirganlik" denir. Saldirganlik ise, varliklarin en adiline yakismaz. Tanrisalligin yuceligine katilmadiklari yada kendisi gibi tanrilar olmadiklari icin insanlari cezalandiran Allah, son derece haksiz ve adaletsiz olur.

Allah, hic olmazsa niteliklerinin mumkun olan olgunluk turunu butun insanlara birakamaz miydi? Bazi insanlar iyiyse ya da Allah'in emirlerini ogreniyorsa, bu Tanri ayni lutfu, ayni yetenekleri turumuzun butun bireylerine neden vermedi?

Kotulerin sayisi, iyilik ve guzellik erbabinin sayisindan ne kadar ustunluk gosterir? Nicin kotuler, iyilerden bu kadar fazladir? Temiz ve dogru insanlar yerlestirmekten baska bir sey istemedigi bu dunyada, Allah, neden bir dosta karsilik on bin dusman bulmaktadir? Allah'in ahirette, Allah korkusuyla gunah islemekten cekinenlerden, meleklerden, ya da dunyada Allah'in emir ve arzularina uygun bir hayat yasamis olanlardan kurulu bir mabeyn, bir yakinlar, yardimcilar heyeti olusturmak istegi dogruysa; butun insanlari yaratirken mutlulugu sonsuzluga eristirmenin gerektirdigi erdemlerle suslenmis olarak yaratmis olsaydi, daha kalabalik, daha parlak, kendisi icin daha onurlu bir mabeyn, daha serefli ve daha buyuk yakin bir cevre olusturmus olmaz miydi? Sozun kisasi, eksikliklerle dolu, yaraticisina asi, zorunlu bir kotuye kullanma yuzunden ozgurlugunun husrana ugramasina maruz bir yaratik yapmak yerine, insani baslangicinda yoktan cikarmamak, hic yaratmamak daha kisa bir yol olmaz miydi? Eksiksiz bir Allah'in, insanlar yerine yalnizca cok mulayim, cok itaatkar melekler yaratmasi gerekirdi. Meleklerin serbest oldugu soyleniyor; bunlardan bazilari gunah islemislerdi, isyan etmislerdi. Ancak hic olmazsa tanrilarina karsi birlikte ayaklanmak icin ozgurluklerini kotuye kullanmamislardir; Allah, yalniz iyi turden, hic isyan etmeyecek soydan melekler yaratamaz miydi? Yanlis yapmayacak, ya da ozgurluklerini hicbir zaman kotuye kullanmayacak insanlar yaratamaz miydi?

Melekler semada gunah isleme yeteneginden uzaktir; yeryuzunde de gunah isleyebilme durumundan uzak, yanlis yapmaz nitelikte insanlar yapamaz miydi?

- - - - - - - - - - - - -
Intikam ve cezalandirma fikri cocukca bir hayaldir.
Durust olmak gerekirse, intikam diye bir sey yoktur.
Intikam, gucsuz oldugunuzda ve gucsuz oldugunuz icin gerceklestirmek istediginiz bir eylemdir Gucsuzluk hissi ortadan kalktiktan hemen sonra o arzu da buharlasir.

George Orwell

- - - - - - - - - - - - -
Tanri'ya inaniyorum, ama ona Doga diyorum.

WRIGHT,FRANK LLOYD (1867-1959) ABD'li mimar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 




-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
 
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder