================================
TOKMAK: KILIÇDAROĞLU İLE MERAL HANIMI ALKIŞLAYALIM
Demokrasi tarihine geçecek İstanbul seçiminde halkın vicdanı ve adalet duygusu öne çıktı.
İmamoğlu'nun sevgi dolu mesajları ve parti ayrımı yapmadan herkesi kucaklaması oy farkının büyük olmasını sağladı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun başarısını da unutmamak gerekiyor.
Ya Meral Akşener? Onun da desteği çok büyük… Yılmadan çalışarak Millet İttifakı'nın yüz akı olan Meral Hanım'ı sevenler İmamoğlu'na oy verdi.
6 ay önce İmamoğlu'nu kim tanıyordu?
Kendi bölgesi olan Beylikdüzü'nden başka hiçbir yerde tanıyan yoktu. Onu Kılıçdaroğlu bulup ortaya çıkarttı.
İmamoğlu'nun şöhreti bugün Türkiye sınırlarını aşmış bulunuyor.
Kılıçdaroğlu yalnız İstanbul'un değil bütün Türkiye'nin umut bağladığı bir isim çıkarttı ortaya… Alkışlamak gerekiyor.
Bugün mazbatasını alacak olan İmamoğlu artık millete mal olmuştur.
Tehdidin sonu!
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan mağlûp olan şampiyon bir boksör gibi…
17 yıldır girdiği her maçı kazandı ama 23 Haziran'da ilk net yenilgisini aldı.
Erdoğan'ın tek adam olarak ülkeyi yönetmeye devam ederken şimdiye kadar aldığı en sert siyasi yumruk bu oldu!
Yıkılmadı ama sarsıldı!
Normal bir belediye seçimini referandum haline getiren bizzat Erdoğan'ın kendisidir. Halk oylamasını kaybetti. Hem de 806 bin gibi muazzam bir farkla…
★★★
Türk siyasetinin en deneyimli adamlarından İçişleri eski Bakanı Sadettin Tantan "AKP halkı tehdit etti cevabını da sandıkta aldı" diyor ve ekliyor:
"Seçmen yalnız Erdoğan'a değil bütün siyasetçilere mesaj verdi. Bu seçim bir partinin değil halkın seçimi oldu.
Türkiye AKP İktidarı döneminde çok ayrıştırıldı. İktidar sahipleri ve muhalefet artık kavgayı-dövüşü faydasız didişmeleri bırakıp bu durumu toparlamalı.
İstanbul seçimi sadece Binali Bey'in kaybettiği bir seçim değil tüm AKP'nin kaybettiği seçimdir.
İktidar partisinin büyük kibri topluma tepeden bakmaya ve tehdit etmeye yönelik tavrı kendisine oy veren halkı büyük ölçüde rahatsız etti.
Vatandaş artık kendisine hizmet etmek isteyen kişileri yeni bir siyasi oluşumda görmek istiyor. "
★★★
Sadettin Tantan uyarılarında haklıdır. Ancak iktidar partisi öyle bir basiret gösterebilecek midir? Orası şüpheli!
AKP yöneticilerinin büyük bir bölümünün "Artık uzun süre seçim yok. Genel seçimler 4 yıl sonra" rehaveti içinde olduğu anlaşılıyor.
İstanbul'daki seçim yenilgisinden sonra dile getirilen revizyon isteklerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Siparişle kabine değişmez" demesi de bunu gösteriyor.
Türkiye'yi kaybettiler!
"AKP yalnız İstanbul'u değil bütün Türkiye'yi kaybetti. "
Bu sözler Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş'a ait…
40 yaşında genç bir siyasetçi olan Erkan Baş Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı basın toplantısında şu görüşleri ileri sürdü:
– İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi Türkiye tarihinin en önemli seçimiydi referandumdu!"
– Ülkeyi tek başına yönetmeye çalışan iradeye karşı İstanbul halkı gereken cevabı verdi.
– Bu iktidar döneminde Türkiye ikiye bölündü. Onlar zengin biz fakir olduk!"
– Onlar paraya yaslandı biz emekçiye güvendik ve onlar kaybetti!"
– 23 Haziran seçimi bize AKP'nin sonunu gösterdi!"
– AKP'nin halka eziyetten zenginlere hizmetten vazgeçeceğini düşünmüyoruz.
– Deneyecekleri yeni yollar kendilerini çıkmaza sokacaktır.
– Halkı baskı ve zorbalıkla sindirmeye çalışacaklar ama başarılı olamayacaklar çünkü biz buna izin vermeyeceğiz!"
TEBESSÜM
Temel ve aslanlar!
Dünkü "Tebessüm" sütununda çıkan "Temel'in boy tahmini" başlıklı fıkraya komando kamplarına katılanlardan alınanlar olmuş… Sevgili okurlar bunda alınacak ne var ki? Mizah yüklü şaka yollu bir Temel fıkrasıdır o… Ayrıca Temel'in katıldığı komando kampı yurt dışında başka bir ülkededir.
Bir Temel fıkrası daha…
Temel katıldığı komando kampında öğrendiği teknikleri kullanarak köydeki evinin etrafına ekmek parçaları koyar…
Arkadaşları şaşırır buna… Sebebini sorarlar. Temel:
"Aslanları kaçırmak için" der.
"Yahu" derler "Ekmekler aslanı nasıl kaçırır? Zaten etrafta hiç aslan yok ki!"
Temel:
"İşte" der "Bunun ne kadar etkili olduğunu göreysunuz!"
GÜNÜN SÖZÜ
Korkak tehlikeyle karşılaşınca ayakları ile düşünene denir!
================================
AHMET TAKAN: ERDOĞAN NEYİN SONUNU HAZIRLIYOR?. .
YENİÇAĞ okurlarına bugün "hayal mi yoksa gerçek mi" dedirtecek bomba bir haber vereceğim. Yok!. . Ne kabine ne de AKP vitrini değişikliği ile alakalı... Artık onlar magazin haberi oldu!. . Yazının can alıcı yerini sona saklayıp 23 Haziran tekrarlanan İstanbul seçiminin hemen ardından yaşadığımız iki sıcak gelişmeyi hatırlatarak işe başlayalım;
AKP Genel Başkanı R. Erdoğan önceki gün partisinin grup toplantısında gözler Binali Yıldırım Berat Albayrak ve Süleyman Soylu'ya çevriliyken konuşmasında çok kritik bir değerlendirme yaptı;
"Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yeni yönetim sisteminin bir yıllık uygulama sonuçları eksikleri aksaklıkları ve geliştirilmesi gereken yönleriyle ilgili kapsamlı çalışma başlattık. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın başkanlığında bakanlıklarımızın kurumlarımızın akademisyenlerimizin medya mensuplarının ve ilgili tüm kesimlerin katılımıyla bu değerlendirme çalışmasını gerçekleştireceğiz. Sonuçları da milletimizle paylaşacağız. "
Tabii ki gözler ve kulaklar magazin haberlerde olduğu için Erdoğan'ın bu sözleri üzerinde kimse durmadı.
AKP grubundan sonra toplanan CHP grubunda ise tüm kamuoyu Kemal Kılıçdaroğlu'nun yapacağı değerlendirmelere dikkat kesilmişti. CHP lideri Kılıçdaroğlu çıktı referandum çağrısı yaptı "Halk tarafsız bir Cumhurbaşkanı istediği mesajını verdi. Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız. Gelsinler yapalım o referandumu" dedi. Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul gibi büyük bir zaferin ardından neden erken seçim çağrısı yapmadı?. . Tarafsız Cumhurbaşkanı referandumunun formülü ne?. . Bu sorularında yanıtını yazının sonuna bırakalım. Ancak en baştan söyleyelim Kılıçdaroğlu 23 Haziran seçim sarhoşluğuna hiç girmeyen bir profil çizdi. CHP lideri 31 Mart akşamından itibaren de erken seçimin gündemlerinde olmadığını sürekli tekrarlayıp durdu. Peki ne o zaman?. . Kemal Kılıçdaroğlu'nun referandum çıkışını daha iyi anlayabilmek için geçtiğimiz 23 Nisan'da TBMM Genel Kurulu'nda yapılan özel oturumundaki konuşmasını hatırlamak lazım. Demokratik parlamenter sisteme dönüş çağrısı yapan Kılıçdaroğlu "acı gerçek" olarak nitelendirdiği şu 6 maddeyi sıralamıştı:
Bir: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkileri kısıtlanmış denge ve denetleme mekanizmaları yok edilmiş denetimsiz bir yürütme organı yani iktidar yaratılmıştır.
İki: Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla Meclis'in yasama yetkisine fiilen ortak olmuştur.
Üç: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı fiilen sona ermiştir.
Dört: Partili Cumhurbaşkanı devleti ve milleti temsil etmek yerine belli bir siyasi görüşün temsilcisi hâline gelmiştir. Bu da denge unsuru olması gereken Cumhurbaşkanlığı makamının denge unsuru olmaktan çıkmasına yol açmıştır.
Beş: Tek kişiye Parlamentoyu fesih yetkisi verilmiş milletin Meclisinin geleceği bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözcüğe bırakılmıştır.
Altı: Meclis'in bütçe hakkı ve yetkisi fiilen alınmıştır.
Ve konuşmasını "Hepimizin ortak talebi çağdaş demokratik bir hukuk düzenini inşa etmektir. Bunun yolu darbe hukukundan arınmış hepimizin kitapçığı elimize aldığımızda 'bu benim anayasamdır' diyebileceği bir anayasayı uzlaşma kültürü içinde tartışarak kabul etmemizdir" diyerek bitirmişti Kılıçdaroğlu...
***
Erdoğan'ın "başlattık" dediği çalışmaya dönelim tekrar. Saray'daki kaynaklarıma "Ne oluyor?" diye sorduğumda beni hayrete düşüren cevaplar aldım. Kısmi ambargolu anlatılanlardan özet:
İki çalışma yapılıyor saray bünyesinde İlki "rasyonel parlamenter sistem" diye adlandırılıyor. Bu çalışmanın tam ortasında TBMM'yi güçlendirmek bulunuyor. Cumhurbaşkanının yetkilerinin de "biraz kısıtlanması" öngörülüyor. Ancak üniversitelere atamalar diğer kritik bürokrasiye atama yapmak Cumhurbaşkanına bağlı olacak. Resmiyette partisiyle olan bağı da kesilecek. Böylelikle Cumhurbaşkanı yine güçlü olacak ama yetkilerinin bir kısmını TBMM'ye verecek Milletvekillerinin istifa etmeden Bakanlar Kurulu'na girebilmesi de düşünceler arasında. İkincisi yarı başkanlık sistemi. Bu sistemde yine Cumhurbaşkanını halk seçecek ama TBMM ve hükümet güçlü olacak.
Evet bu 2 çalışma tekrarlanan İstanbul seçimin ardından hızlandırıldı. Hatırlarsanız R. Erdoğan 31 Mart seçiminin hemen ardından "Türkiye ittifakı" çağrısında bulunmuştu.23 Nisan'da Kemal Kılıçdaroğlu'nun Meclis kürsünde yaptığı tarihi konuşmayı da not edip cebine koymuştu. Sonraki süreçte herkes Erdoğan'ın "Türkiye ittifakı" çağrısından geri dönüş yaptığını düşündü. Eğer kafalarının arkasında başka bir şey yoksa oldukça sıcak geçecek bu yaz aylarında farklı sürprizler karşılaşabiliriz.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu saraydaki söz konusu çalışmaların içeriğinden haberdar mı?. . O yüzden mi "referandum" çağrısı yaptı?. . Onu bilmiyorum... Görünen gerçek gündem belirme inisiyatifi CHP liderinin eline geçti ve uzun bir süre de devam edecek. İktidarı İstanbul'daki hezimet ciddi anlamda yaralamış durumda. Kafalarına göre düzenledikleri rejimin olmadığını olamayacağını açıktan itiraf edemeseler de görüyorlar ama Cumhurbaşkanının yetkilerinde pek vazgeçmek istemiyorlar.
Şu satırları daha da anlamlandırabilmek adına manidar (!) olabilecek bir geri dönüş daha yapmak isterim. İlk kaleme alan gazeteci olarak Kadir Topbaş'a Melih Gökçek'e operasyon yapılacağını görevden alınmalar olacağını kamuoyuna duyurduğumda adeta linçe uğramıştım. O günden bugüne kimse o görevden alınmaların gerçek nedenlerini sormadı cevaplarını aramadı. Hep magazinin peşinde koşuldu. Eğer gazetecilik hayatım devam ederse günü geldiğinde o sürecin perde arkasını tüm açıklığı ile yazacağım. Bugün şu kadarını söyleyebilirim; araya başka faktörler girmezse süreç devam ediyor!. . Bir yerlerden gaz alan birileri o yüzden yeni AKP'yi inşa etmeye çalışıyorlar!. .
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-neyin-sonunu-hazirliyor-52401yy.htm
================================
SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: YUNAN ORDUSU TETİKTE MEHMETÇİĞE VER TEZKERE
Tersi olması Türkiye'nin ne kendisinin ne de hamisi olduğu Kuzey Kıbrıs'ın egemenlik haklarını tanımayan İsrail ve Mısır başta olmak üzere Doğu Akdeniz ülkeleriyle doğalgaz ittifakı kuran Yunanistan'dan rahatsız olması gerekirken Yunanistan Türkiye'den rahatsızmış; Kuzey Kıbrıs'ın TPAO'ya tahsis ettiği egemenlik sahasında sondaj faaliyetinde bulunuyor diye!
Yunan Başbakan Çipras önce Lüksemburg'tan tehdit etti ve Türkiye'nin Akdeniz'de sondaj çalışması yapmasının bir "bedeli" olacağını söyledi.
Sonra Yunan basını Yunan Ordusu'nun Türkiye'ye karşı hazır beklediğini bildirdi.
Son olarak da Çipras bu defa Güney Kıbrıs'ta üstelik de manidar biçimde adadaki Yunan Alayı'nı ziyareti sırasında "Türkiye'ye ciddi bedel ödetmek"le ilgili çıkışını yineledi.
Ama Türkiye'de hiçbir ilgiliden yetkiliden bu tehditlere "aynı tonda" karşılık gelmedi!
Misal kimse çıkıp da yıllar önce yapması gerekeni gecikmeli olarak da olsa yapıp da "Ege'deki Türk adalarını işgal etmenin bir bedeli olacaktır" demedi; "borazanı" olarak yayın yapan kanallar üzerinden "Türk ordusu Ege'de hazır bekliyor" mesajı vermedi.
Türkiye ne yaptı peki?
Türk Ordusu'na toplu tezkere verdi!
Askerlik süresinin kısalmasını bedelli askerlik alternatifinin daimileşmesini profesyonel orduya geçişi öngören yasa tasarısı güle oynaya TBMM'den geçirildi.
Yeni sistemde öngörülen süreyi tamamlayan askerlerin terhis işlemlerinin bir an önce yapılacağı müjdelendi.
Sormaya bile cesaret edemiyorum şimdi:
Sınırından her gün yükselen tehdide karşı "Türk Ordusu" çok af edersiniz ama kıyaslayınca hayli "kıytırık" sayılabilecek Yunan Ordusu kadar da hazır değil mi?
Hazırsa nedir "caydırıcılığının" ısrarla kullanılmıyor olmasının sebebi?
VİCDAN AYAKLANMASI
Ne tanırım ne evveliyatını bilirim… Ne karşılaşmışlığım var ne selam vermişliğim ne selam almışlığım…
Asla "Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu" gibi değil tabii de; bir "his" işte… O his neye binaen neden oluştu bilmiyorum ama yıllardır iktidar yanlısı medyada yazıyor olmasına rağmen "pelikan"larla da "penguen"lerle de ağzını gözünü kucağını kapatıp "maymun"laşanlarla da bir tutmamı engelledi onu.
İyi ki de engellemiş.
Yoksa yanılıp da "yandaş" klişesi altında toplanan çoğu makbuz karşılığı seven makbuz karşılığı öven makbuz karşılığı kâh haysiyet cellatlığına kâh itibar avcılığına soyunan satırlarından kin nefret bayağılık sığlık bölücülük ayrıştırıcılık kardeşi kardeşe kırdırıcılık akanlarla aynı başlığa hapsetmiş olsaydım dün Yeni Şafak'ta yayınlanan şu satırlarını okuduğumda çok utanırdım:
"Her şey öyle böyle şöyle filan da.
Öcalan'ın mektubundan medet ummayacaktınız.
Şehit ailelerinin canını yeniden yakmayacaktınız.
"Bebek katili" dediğiniz adamı seçimi kazandıracak stratejik özne yapmanıza kardeşini TRT ekranında kendinize "destekçi" kılmanıza değdi mi?
Oğuldan yetim ana-babaların babadan yetim evlatların hayat arkadaşını yitirmiş kadınların acısına kezzap dökmeyecektiniz. "
Bu ülkeyi freni boşalmış bir kamyon gibi yol aldığı uçurumun kenarından döndürebilecek bir tek şey kaldı; her ideolojik siyasi sosyal dilimi kapsayan bir vicdan ayaklanması.
Dileğim Barbarosoğlu'nun susturulması için adeta bir "azgın kalabalık" oluşturarak "kov kov kov" kampanya başlatanların da tez vakitte bu zaruretin farkına varması.
EZBER BOZAN ÜLKÜCÜYE VEDA...
İki başsağlığı mesajı arka arkaya düştü ekranıma;
İlki Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanlığı da yapmış MHP'nin eski İstanbul milletvekillerinden Atila Kaya'dan. "Hem kalem hem kılıç tutan ellerin sahibi uçmağa vardı. Ülkü Ocakları'nın kurucu neslinden eski İstanbul Ocak Başkanı Türk Milliyetçiliğini anti-emperyalist bir kavga olarak içselleştiren Nihat Ağabey'e Tanrı'dan rahmet ailesine sabır diliyorum. Türkçülerin başı sağolsun!" yazmış Nihat Çetinkaya'nın ardından.
İkinci mesaj 24. Dönem CHP Milletvekili Ali Özgündüz'den:
"Değerli hemşehrim Iğdır'ımızın yetiştirdiği siyaset adamı ve yazar Nihat Çetinkaya'nın hak'ka yürüdüğünü üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Kendisine Allah'tan rahmet yakınlarına sevenlerine başsağlığı diliyorum. Yazdığı "Kızılbaş Türkler" kitabı mutlaka okunmalı. "
Bir zamanların trajik klişesiyle "bir sağdan bir soldan"…
Zira Çetinkaya vicdanını emsallerinden biraz erken ayaklandırmış bir insandı. Mahallelerin şablonların dayatmaların tabuların onu içinde tutmaya çalıştığı kalıplara sığmadı taştı; "Kızılbaş Türkler" o taşma halinin ebedileşmiş
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yunan-ordusu-tetikte-mehmetcige-ver-tezkere-52410yy.htm
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: ERKEN ÖTEN HOROZ!. .
Sevgili okurlarım dünkü yazımda değinmiştim İmamoğlu bundan sonra ne yapacak partisinde neler yaşayacak.
Bunlar elbette bugünden yarına yanıtlanacak sorular değildir.
Her şeyi zaman gösterecektir.
Bundan sonra olacakları şimdiden ne Kılıçdaroğlu bilebilir ne de İmamoğlu…
Ancak şu anda bile çok erken olmakla birlikte milyonlarca insanımızın kafasında bu soruların yer bulduğu kuşkusuz.
Dünkü yazım sonrasında sizlerden gelen mesajlardan birini paylaşıyorum ve okurumun söylediklerine aynen katıldığımı özellikle vurguluyorum. (Yazan kişiyi tanımıyorum başına bir iş gelmesin diye ismini vermiyorum. )
★★★
"Sayın Çölaşan İmamoğlu İBB Başkanı seçildi. Öncelikle bu görevin tüm hakkını vermek için çaba harcamalıdır. Önümüzdeki beş yıl ya da oluşması muhtemel akla gelmeyen süreçler boyunca enerjisini ve dikkatini sadece İBB yönetimine harcamalıdır. CHP başkanlığı veya cumhurbaşkanlığı olayı ancak başarılı bir İBB Başkanlığı sürecinden sonra olabilir.
Aksi halde toplumda hayal kırıklığı yaratabilir.
Erken öten horozun sonu iyi olmaz.
Erdoğan ve AKP onun başarısız olması için her türlü engeli önüne koyacaklarını zaten açıkladılar.
İmamoğlu sonuç olarak bir siyasetçidir.
Büyük çaba harcadık destekledik kazandı ve sevindik.
Rotasında küçük ve önemsiz sapmalar olabilir. Ancak tutarsız ve büyük açılı sapmalar hayal kırıklığı yaratır. Aksi takdirde önce ben kendi adıma desteğimi çekerim.
Bunun nedenine gelince kendimi bir "Algı operasyonu" ile kandırılmış hissederim.
Erdoğan tarafından yıllardır yürütülen bu algı operasyonlarına kanan AKP'li seçmenlere hep kızdık ve eleştirdik.
Şimdi aynı duruma düşmek yaman bir çelişki olmaz mı!"
★★★
Ortada henüz fol yok yumurta yok ama bu tartışmalar şimdiden ister istemez başladı.
Bu konularda gelecekte ne olacağını hiç kimse bilemez.
Okurlardan gelen görüşlere katılıyorum…
İmamoğlu açısından şu anda bir numaralı hedef İBB Başkanlığında başarılı olmaktır. Bunun için de o kurumda olup biten israfı yolsuzluk ve peşkeşleri en kısa zamanda kamuoyuna açıklaması gerekir.
Şuna önceden hazırlıklı olmalıdır…
Bundan sonra da kendisine nice iftiralar atılacak üzerine nice yalanlarla gidilecek iş yapmasını önlemek için önüne (aynen Mansur Yavaş olayında olduğu gibi) AKP iktidarı tarafından bir sürü engeller çıkarılacaktır.
Dirençli kişiliği ile bunları da tek tek atlatıp başarılı olacağına inanıyorum.
Kısacası İmamoğlu kendi siyasal geleceğini kendisi belirleyecektir.
Yandaş medyanın halleri!
Sevgili okurlarım yandaş medya deyince doğal olarak akla AKP destekçisi televizyonlar gazeteler ve internet siteleri geliyor.
Böyle yüzlercesi var.
Her gün yayındalar… Ve çoğu siyasi rakiplerine her gün yalanlarla iftiralarla saldırıyor.
Bunların abartılmış ağırlığının ne kadar (!) olduğunu son İstanbul İBB seçiminde gördük. Yine aynı taktiği uyguladılar.
Manşetlerini haber ve yazılarını "Yukarıdan" gelen talimatlar doğrultusunda ayarladılar.
Her gün aynı manşetlerle çıkıyor pembe müjdeler (!) veriyor her biri aynı çarpıtma haberleri yayınlıyordu.
Bazı televizyon kanalları açıkça taraftı ve milleti kandırıyordu. Onlara diyecek fazla bir sözüm yok.
Ama içlerinde ayrıca "Tarafsız (!)" geçinenler var…
NTV CNN-Türk gibi!
★★★
"Tarafsız (!)" geçinen gazeteler de vardı. Güya çaktırmadan ama açıkça iktidardan yana tavır almışlardı.
Bugün de öyle.
Hürriyet Milliyet gibi…
Ve satış rakamlarına baktığımız zaman bunların nasıl bir çöküşe sürüklendiğini görüyoruz.
Bizler SÖZCÜ çalışanları olarak yıllarca Hürriyet'in satış rakamlarını izledik ve kendimizi onlarla kıyasladık…
Ara kapanıyor şu kadar fark kaldı geçiyoruz geçeceğiz…
Yılların Hürriyet'i ile yarışmak kolay iş değildi ama ara yavaş yavaş kapanıyordu… Ve geçtik.
Üstelik SÖZCÜ hiçbir zaman hiçbir yerde örneğin marketlerde ve otobüs terminallerinde beleş dağıtılmıyordu.
Uzun yılların "Amiral gemisi (!)" Hürriyet satış rakamlarını şişirmek için ne yazık ki bu yola başvurmuştu.
★★★
Size burada sadece bir tek somut örnek vereyim ne dediğimi daha net bir biçimde anlatmaya çalışayım.
23 Haziran Pazar günü İstanbul seçimi yapıldı.
24 Haziran pazartesi günü iki gazetenin satış rakamları şöyle idi:
SÖZCÜ 337 bin.
Hürriyet 241 bin.
Arada 100 bin'e yakın fark vardı.
SÖZCÜ olarak kendimizi hiçbir zaman yandaşlık girdabına kaptırmadık çizgimizden sapmadık onurumuzu yitirmedik egemenlere yalakalık yapmadık ve Türkiye'nin (hem de hilesiz hurdasız) en çok satan gazetesi olmayı başardık.
Gurur duyuyoruz.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/erken-oten-horoz-5200453/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: 23 HAZİRAN SADECE BİR MUHAREBEDİR
(Yazıda kullanılan Muharebe-Savaş kelimelerinden kasıt Anayasal çerçevede yapılacak olan demokratik yarış siyasetinin ifadesidir!)
Muharebe; Savaş sırasında belirli bir zamanda belli bir bölgede olan çatışmadır.
Savaş ise; Milli güçlerin tamamını kullanarak yapılan bir mücadeledir.
Muharebeyi kazanmak savaşın da kazanılacağı anlamına gelmez.
İkisi arasında taktik stratejik lojistik ve komuta konularında çok fark vardır.
Muharebe İstanbul'da yapıldı!
Komutan İmamoğlu idi. Doğru strateji uyguladı ve kazandı.
Bu zaferde büyük pay İmamoğlu ve gönüllülerinin ile Kaftancıoğlu ve İl-İlçe örgütlerinindir.
Elbette ki tatilini bırakıp oy kullanmaya gelen her türlü baskı ve tehdide rağmen sandığa giden vatandaşlarımızın "Demokrasiye bağlılığı" en büyük paya sahiptir. Zafer onlarındır. Sözün özü İstanbul muharebesi İmamoğlu komutasında kazanılmıştır. Hayırlı olsun kutluyoruz!
İstanbul'un kazanılması AKP'li yöneticileri telaşa düşürmüş ve hedeflerini gerçekleştirmede acele etmelerini planlarını öne çekme gerekliliğini hatırlatmıştır.
Yıllardır söylediğimiz yazdığımız gibi AKP üst yönetimi iki yanı uçurum olan bir yolda bisiklet kullanmaktadır. Düşmemek için sürekli pedal çevirmek zorundadır. Pedal çevirmeyi bıraktığı an gidecekleri tek yer Yüce Divan ve Silivri kampüsüdür.
Önümüzdeki çok yakın bir dönem için görünen şudur;
İstanbul seçimlerinden sonra;
-AKP Yönetimi tekrar Anayasal çerçeve içine girecek midir?
-Kuvvetler Ayrılığı ilkesine dönecek midir?
-Hukuk Devletine dönüp yargıyı bağımsız hale getirecek midir?
-Cumhuriyet ve Kurucularına saygılı olacak mıdır?
-Dinimizi istismardan vazgeçecek midir?
-Denetime açık olacak mıdır?
Bunların hiçbiri olmayacaktır. Aksine mücadele çok daha sert olacaktır.
İnsan haklarına saygılı Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik lâik sosyal hukuk devleti savunucuları ile Federe İslam Devleti isteyenler ve bunların patronları olan emperyalist devletler ve köleleri olan terör örgütleriyle topyekun bir seçim savaşına girmek zorunda kalacağız!
Bu demokratik seçim savaşı mutlaka vatanseverler tarafından yapılmalıdır.
Bu demokratik savaş Türk Gençliğine bırakılmamalıdır. Bizim kuşağın yapacağı tek şey bu seçim savaşını kazanıp Türk Gençlerine özgür demokrat bağımsız birlik içinde ve borçsuz bir Türkiye bırakmak olmalıdır.
Biz istesek de istemesek de bu savaş mutlaka yapılacaktır. Emperyalist devletlerin ülkemiz üzerindeki hesaplarını artık görmeyen kaldı mı?
Bu mücadeleyi sığ- bilgisiz-kişiliği oluşmamış-dini istismar eden zavallılarla veremeyiz.
Bu demokratik savaşa Ekmelettin İhsanoğlu'nu Cumhurbaşkanı adayı yapanlarla Abdullah Gül ismine "Evet" diyenlerle (hala aynı düşüncede iseler) birlikte giremeyiz.
Bu demokratik savaşı 28 Şubat'ta yayınlanan Milli Güvenlik Kurulu kararlarına Cemaat-Tarikat gözlüğüyle bakanlarla veremeyiz.
Bu savaşta seçimlerden bir gün önce "Elimize kesinleşmiş sandık seçmen listeleri gelmedi. YSK ile konuşulması lazım" diyen siyasetçiler yararlı olamaz…
Bu mücadelede seçim gecesi "YSK'nın önüne 50 bin avukatla geliyorum" "Seçim gecesi beni YSK'nın önünden jiletle kazıyamazsınız" deyip te ortada görünmeyenlerden de fayda sağlanamaz.
Bunlardan istenen kişisel hırslarını akıllarının altına ülke sevgisinin arkasına atmalarıdır. Bu kişiler bizlere destek Türk Milletinin başarısı için duacı olsunlar yeter!
İşte Çoban Ateşi Hareketi tam da böyle bir mücadele için kurulmuştur.
Deneyim ile gençliğin heyecanını birleştirecek küresel ısınmadan-bilişim teknolojilerine dijital dünyadan-yapay zekaya kadar her konuda hazırlıkları olan tarıma sanayiye istihdama yatırıma kalkınmaya öncelik verecek gerçek anlamda Milli ve Yerli olan çağdaş insanların buluştuğu bir hizmet kapısıdır. Mustafa Kemal'in Askerlerinin toplandığı ocaktır Çoban Ateşi Hareketi…
Nasıl ki Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu'da on binlerce Çoban Ateşi Atatürk ve arkadaşları tarafından yakıldıysa şimdi de Sevr taraftarlarına karşı bu ateşleri bizler yakıyoruz…
Anayasamızın ilk 6 maddesi ile kafasında ve gönlünde problemi olmayan her vatandaşımızı bu harekete destek olmaya davet ediyoruz.
Şu an tüm Anadolu'da örgütlenme çalışmalarımızı hiç durmadan sürdürüyoruz.
Çalışmalarımız tamamlandığında sizlerle paylaşacağız.
Değerli Okurlar;
Konu vatan cumhuriyet ve demokratik lâik rejim ve hukuk devleti ise kimse kenarda duramaz. Anayasamızın ilk 6 maddesinde özgürlüklerde demokraside çağdaşlıkta herkesin inancını özgürce yaşayacağı lâiklik anlayışında uzlaşmalıyız barışmalıyız beraber olmalıyız.
İstanbul seçimlerinde olduğu gibi beraberce Türk Milleti olmalıyız.
Çünkü başta emperyalistler onların Eşbaşkanları Dinlerarası diyalog ateşleyicileri bölgede 2. İsrail olarak görev yapacak Kürdistan Devletinin taraftarları Kürtçü-Bölücüler özet olarak 2019 yılının Sevr taraftarları çoktan uzlaştılar bile. Lütfen aklımızı başımıza alalım…
Ne Mutlu Türküm Diyene
================================
CAN ATAKLI: ERDOĞAN İÇİN EN ZOR ZİRVE
Dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkelerinin aralarında yaptığı G-20 toplantısı bu yıl Japonya'nın Osaka kentinde toplanıyor.
Yarın ve cuma günü yapılacak G-20 zirvesine Türkiye'yi temsilen Erdoğan da katılıyor.
Erdoğan'ın bu zirvede Amerika Başkanı Trump ile de görüşeceği daha önce açıklanmıştı.
Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesi planlanan Erdoğan için bu zirvenin hayli zor geçeceğini söylemek yanlış olmaz.
Çünkü Erdoğan uzun yıllardır elinde tuttuğu "Arkamda Türkiye'nin yarıdan fazlası var"gücü bu kez yok.
Erdoğan bir uluslararası zirveye ilk kez yenilmiş hatta hezimete uğramış bir lider olarakkatılıyor.
Bu hem kendisi hem de Türkiye için son derece olumsuz bir durum.
Türkiye'nin dış ilişkileri tarihin en kötü dönemini yaşıyor.
Akdeniz'de neredeyse dünyanın yarısı ile sorunlu durumdayız.
İlk bakışta hiç sorunumuz olmaması gerek gibi görünen İtalya Fransa Norveç İngiltere de tıpkı Amerika Yunanistan Kıbrıs Rum Kesimi gibi Doğu Akdeniz'deki petrol arama faaliyetlerimizden rahatsız.
Bu rahatsızlık Türkiye'ye karşı genel bir dayanışma havası yaratıyor.
Suriye politikamız nedeniyle de başımız sıkıntıda.
Amerika desteklediği PYD yapılanmasını aleyhimize ciddi bir koz olarak kullanıyor.
S-400'ler nedeniyle Amerika ile ilişkilerimiz kopma noktasına geldi.
Bunlar olumsuz noktalar.
Olumsuz diyorum ama biz gazetecilerin bu konularda daha derin bilgilere ulaşması zor.
Bu nedenle olumsuzluğun ne kadar vahim olduğu konusunda kesin bir bilgi vermemmümkün değil.
Amerika ve diğer ülkelerle kapalı kapılar ardında neler görüşüldüğünü tam bilmiyoruz.
Örneğin tam bu zirve öncesi FETÖ'cülükten yargılanan bir Amerikan konsolosluk görevlisinin serbest bırakılması Amerika ile ilişkilerin sandığımızın aksine o kadar kötü olmadığı yolunda yorumlara neden oluyor.
Kim bilir belki de Erdoğan'ın esip gürleyen tavrı nedeniyle Amerika ile ilişkilerin çok kötü olduğunu düşünüyoruzdur ama gerçek bunun tam tersidir.
Tabii burada önemli olan Trump'la Erdoğan'ın ne konuşacağı.
En temel konunun S-400'ler olduğu düşünülüyor.
Ancak bu konuda benim zihnim çok berrak değil.
Çünkü bir taraftan "S-400'leri aldık. Kimse bize karışamaz geri adım yok" diyerek yüksek perdeden konuşurken diğer taraftan konuyu Amerika ile müzakere etmek içinsürekli talepte bulunmamız kafa karıştırıyor.
Eğer S-400'ler gerçekten alındıysa Amerika ile ne görüşülecek?
Endişem Trump'ın bu görüşmede Türkiye'ye bazı dayatmalarda bulunması ve Erdoğan'ın da buna boyun eğerek geri dönmesi.
Gerçi yandaş-tetikçi medya sonuç ne olursa olsun bu görüşmeyi "tarihi bir zafer" olarak niteleyecektir ama her zaman olduğu gibi bu kez de gerçeği bir süre sonra öğrenmemizkaçınılmazdır.
İşte bu noktada Erdoğan'ın seçim hezimetine uğramış olarak Trump'la görüşecek olması durumun aleyhimize gelişmesi konusunda endişeleri artırıyor ister istemez.
Erdoğan Putin ve Şi Cinping ile görüşmelerde de eskisi kadar rahat davranamayacağı ve bazı konularda taviz vermek zorunda kalacağını düşünmek şaşırtıcı olmayacaktır.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Erdoğan Suudi Prensi ile de karşılaşmak zorunda
Japonya'daki G-20 zirvesinin en dikkat çekici isimlerinden biri hiç kuşkusuz Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman olacak.
Birleşmiş Milletler'in hakkında düzenlediği rapor henüz herkesin elindeyken prensin böylesine büyük bir uluslararası toplantıda nasıl bir tavır takınacağını merak ediyorum.
Gerçi Prens bin Selman daha önce de dünya liderleriyle bir araya gelmişti.
Bu tür toplantılarda genellikle bu tür konular pek açılmıyor.
Suudilerin aşırı zenginliğini de hesaba katarsak muhtemelen dünyanın önemli liderleri bu konuya hiç girmemeyi daha çok tercih ediyor.
Ancak bir de Erdoğan'ın durumu var.
Erdoğan tıpkı Mısır'daki Sisi'ye olduğu gibi Suudi Prense de çok öfkeli ve mesafeli.
Bu tür uluslararası toplantılarda pek diplomatik davranmayan Erdoğan'ın G-20 toplantılarında aynı masaya oturacağı Selman'a karşı ne yapacağını da merak ediyorum.
Tabii Erdoğan bu toplantıda Salman ile ille de karşı karşıya gelmeyecektir bu mutlaka ayarlanır.
Ama Selman bir süre sonra Suudi Arabistan Kralı olduğunda işte o zaman ne olacak?
Çünkü Erdoğan Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Kralı ile veliaht prensi ayırmak için Kral Selman'ı 'Mekke'nin hizmetkarı' olarak yüceltmişti.
Aynı yüceltme bakalım zamanı gelince yeni kral için de yapılacak mı?
BUNU YAZMAK GEREK
DSP konuyu bir kutlama ile geçiştiremez
Son seçimlerde muhalif kesimi özellikle CHP'yi en çok kıran ve hayal kırıklığına uğratanlar DSP'liler oldu.
31 Mart'taki seçime birçok yerde olduğu gibi İstanbul'da da kendi adayları ile katılan DSP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için seçimin tekrarlanması kararı üzerine adayını geri çekmişti.
Genel beklenti DSP'nin muhalefet adayını desteklemesiydi ancak genel merkez yönetimi şaşırtıcı biçimde "İmamoğlu'na oy vermeyeceğiz" açıklaması yaptı.
O günlerde iki aday arasındaki farkın çok az olması nedeniyle DSP'ye verilen oyların CHP'ye gitmesi halinde farkın muhalefet lehine açılabileceği düşünülüyordu.
Ancak DSP bütün ısrar ve tepkilere rağmen kararından vazgeçmedi.
Sonuçta muhalefetin korktuğu olmadı ve o küçücük fark 800 binin üzerine çıktı.
Bu durumda DSP de çok önemli bir seçimde takındığı aykırı tavır ile kendi başına kaldı.
Şimdi DSP'nin demokrasi adına İmamoğlu'nu kutlamasının da pek önemi yok.
Sanıyorum bu seçim DSP'nin de son seçimi oldu. Parti yönetimi hiç gereği yokken aldığı tuhaf kararın altında kalacaktır.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Lafa gerek yok önce şu sondajı bir bitirin
Doğu Akdeniz petrol rezervleri nedeniyle de başımız sıkıntıda.
Aralarında Katar'ın bile olduğu pek çok dünya ülkesi birleşmiş Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arıyor ve artık çıkarıyor ama hepsi de bize düşman.
Şimdi şu haberi okuyun lütfen;
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz'de tek taraflı gayrimeşru faaliyetlerini sürdürüyor. Rum Yönetimi ile Mısır arasında denizaltında boru hattı ile doğalgaz taşınmasına ilişkin anlaşma çarşamba günü imzalandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Savaş gemilerimiz ve hava kuvvetlerimiz her türlü müdahaleyi yapma yetkisine sahip' sözü Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki tavrını da ortaya koyuyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez de "Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin onay vermediği rızasının olmadığı hiçbir projenin oldubittiye getirilmesine izin vermeyeceğiz" dedi.
Bu haberi 12 Eylül 2018 tarihli YeniŞafak Gazetesi'nden aldım.
Bu durum aşağı yukarı Akdeniz'de petrol arama çalışmalarının başladığı 2010 yılından beri hep aynı.
Konudan dışlanıyoruz ama bizim açıklamalarımız hep aynı; "Kimse bizi buradan çıkaramaz bunu kabul edemeyiz gereğini yerine getiririz. "
Gerçi şu sıralar Fatih ve Yavuz isimli iki sondaj gemisi bölgede arama çalışmaları yapıyor.
Ama önemli olan petrolün doğalgazın bulunması ve ondan sonra da bunun çıkarılarak kullanıma sunulması.
Bu açıdan bakınca "her nedense" hepsi bize düşman kesilen ülkelere yönelik esip gürlemeleri hiç ciddiye almıyorum bile.
Önemli olan bu aramalarda doğalgaz ve petrol bulunursa aynı tavrı sürdürüp sürdürmeyeceğimizdir.
OKURDAN GELEN MESAJ
İzmirli görmeyen bir yurttaşın talebi
Pek bilmediğim bir konuyu yazmış İzmirli bir okurum.
Bazı illerde polisin "WhatsApp İhbar Hattı" varmış.
Gözleri görmeyen okurum şunu yazmış;
İzmir'de de polis 'WhatsApp İhbar Hattı' olsun.
Bugün işe geliyorum. Beyaz bastonumla tıkır tıkır yürürken göbeğim sertçe bir şeye çarptı. Baktım boydan boya kaldırımda bir araba. Plakası belirli olacak şekilde aracın resmini çektirdim. Polis ihbar hattını 155 'i aradım. Plakayı yazdırdım. 20 dakikaya kadar bekledim. Arabayı çektiler.
Şimdi ben dikkatli yürümeseydim kafamı da çarpabilirdim. Baston kasanın altına girdiği için tehlikeyi hissedemiyoruz. Kasalı araçlar görmeyenlerin kabusu.
Ne yapılmalı?
Öncelikle 'WhatsApp İhbar Hattı' İzmir'de de kurulmalı cezalar caydırıcı olmalı ve farkındalık çalışmaları artırılmalı. Salih Arıkan
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/erdogan-icin-en-zor-zirve-5200510/
================================
YILMAZ ÖZDİL: FATİH
Mehmet Akif Ersoy
Hasan Ali Yücel
Uğur Dündar
Müjdat Gezen
Metin Akpınar
Zihni Göktay
Halit Kıvanç
Melahat Pars
Ahmet Rasim
Peyami Safa
Boğaziçi Üniversitesi'nin efsane hocalarından Arman Manukyan ay yıldızlı formaya güç katan milli futbolcumuz Garbis İstanbulluoğlu Türk milliyetçisi Ermeni yazar Levon Panos Dabağyan
Aykut Barka
Perihan Savaş
Suat Sayın
Fatih Erkoç
Mehmet Günsür
★
Türkiye'nin bu birbirinden değerli insanlarının hepsi Fatih'te dünyaya geldi.
★
Yahya Kemal Beyatlı Yusuf Ziya Ortaç Mithat Cemal Kuntay Reşat Ekrem Koçu Ordinaryüs Profesör Ekrem Akurgal varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Erol Manisalı Behruz Çinici Gazanfer Özcan Kemal Sunal Şener Şen Memduh Ün Tevfik Gelenbe Metin Ersoy Erol Büyükburç… Biliminsanları sanatçılar şairler yazarlar hepsinin öğrencilik hayatı Fatih'te geçti.
★
Aksaray Atikali Hırka-i Şerif Karagümrük Kocamustafapaşa Şehremini… Fatih Sultan Mehmet'in adını taşıyan Fatih yani.
★
Ya şimdi?
★
Fatih'te her dokuz kişiden biri Suriyeli.
Tarihi Malta Çarşısı Suriye çarşısı oldu lokantadan kuyumcuya parfümcüden fırına kasaptan tatlıcıya komple Suriyeli tabelaların hepsi Arapça Türkçe alışveriş yapamazsın tek tük Türk esnaf kaldı onlar da müşterilerle (!) konuşabilsinler diye Suriyeli çırak çalıştırıyor.
Fatih'te dükkan kiraları patlamış vaziyette Suriyeliler güya mağdur Türklerin üç katı kira ödüyorlar Türk esnaf mecburen taşınıyor onların yerine Suriyeliler davullu zurnalı açılışlar yapıyor.
Seyyar satıcılar bile Suriyeli.
Apartman dairesi kiralayıp üç dört aile kalıyorlar gürültü kavga merdivenlere kasten dökülen çöpler Türk komşular çaresiz başka ilçeye taşınıyor boşaltılan daireye anında üç dört Suriyeli aile yerleşiyor.
Bir apartmana Suriyeli aile girdiyse o apartmanın komple Suriyeli olması en fazla iki yıl sürüyor.
Sistematik şekilde apartman apartman sokak sokak mahalle mahalle kuşatılıyor işgal ediliyor!
Okulları var.
Radyoları var.
Gazeteleri var.
Suriyeli müzisyenlerin canlı müzik yaptığı kültür merkezleri var.
Kendi aralarında "Fatih futbol turnuvası" düzenliyorlar 32 takım katılıyor.
Gene de yaranamıyoruz… İngiliz ve Alman medyasına röportaj veriyorlar Türk halkını "ırkçılık"la suçluyorlar "üç ramazan geçti bir defa bile iftara çağırmadılar" diye komşularını şikayet eden var.
Türklerle Suriyeliler arasında kavga çıkarsa sanırım cep telefonundan ağ kurmuşlar bir anda ellerinde sopalarla 50-60 kişi oluyorlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün bulunduğu Fatih'te tabancalar patlıyor yalaka medyamız yazmıyor.
Suriyelilerle Cezayirliler arasında bıçaklı kavga çıktı bir Cezayirli öldü meğer Fatih'te bilardo salonu işleten Suriyelilerin "bu bölgeye giremezsiniz" diye Cezayirlileri tehdit ettikleri ortaya çıktı.
Suriyelilerin suç işleme özgürlüğü var.
Ticaret yapıyorlarsa vergi yok denetim yok ceza yok.
Zabıta dokunmuyor.
Polis çaresiz herhangi bir asayiş olayında gözaltına alınsalar bile karakolun bir kapısından girip öbür kapısından çıkıyorlar.
Fatih'te sadece Suriyeli doktorların çalıştığı sadece Suriyeli hasta bakan klinikler var elbette kaçak göz diş doğum şakır şakır kayıtdışı çalışıyor ameliyat bile yapılıyor.
Geçenlerde üç Suriyeli'nin Fatih'te yaşadığı eve baskın yapıldı altı bin kutu kanser ilacı ele geçirildi üstelik Türkiye genelinde iki bin kanser hastasının kimlik bilgilerini ele geçirdikleri aile hekimlerine sahte reçeteler yazdırdıkları bu sahte reçetelerle eczanelerden kanser ilacı topladıkları bitmedi Sosyal Güvenlik Kurumu'na fatura ettikleri ortaya çıktı.
★
Türkiye'de 400 binden fazla Suriyeli bebek doğdu bunların kaçı Fatih'te dünyaya geldi sağlık bakanlığının bile bildiğini sanmıyorum.
★
Mehmet Akif Ersoyların Hasan Ali Yücellerin Yahya Kemal Beyatlıların Levon Dabağyanların Türkiye'yi Türkiye yapan insanlarımızın doğduğu caanım Fatih… Bu hale geldi.
★
Güya Fatih Sultan Mehmet'e çok saygı duyuyorlar ama… Fatih'in fethettiği şehrin Fatih'in adını taşıyan semtini işte böyle peşkeş çektiler.
★
Peyami Safaların Ekrem Akurgalların Behruz Çinicilerin Erol Manisalıların Halit Kıvançların Uğur Dündarların Müjdat Gezenlerin Metin Akpınarların Gazanfer Özcanların doğup büyüdüğü Fatih'te artık ailesi Türkçe bilmeyen bizim de onların kimliğini bilmediğimiz Suriyeliler dünyaya geliyor.
★
Saraylarda şatafat içinde yaşamaktan sokaktaki vatandaşla temasları koptuğu için vatandaşın neler çektiğini bilmedikleri için hâlâ "Akp acaba Fatih'i neden kaybetti" diye merak ediyorlar!
★
İstanbul'da 700 binden fazla Suriyeli var.
Fatih Bağcılar Sultangazi Küçükçekmece Esenyurt mahvoldu.
Yukarıdaki yazının bir benzeri Beyoğlu için yazılabilir Bakırköy için yazılabilir Kadıköy için yazılabilir özellikle haftasonları gidin mesela Caddebostan sahiline gözlerinize inanamazsınız dünyanın en güzel yeri İstanbul Boğazı asfalt kenarında donla yatıyorlar bizim çocuklar Suriye'de şehit oluyor dün biri daha toprağa düştü bunlar burada yılbaşı kutluyor bayramda Suriye'ye tatile gidiyorlar!
★
Elbette yolsuzluk partizanlık israf gibi çok sayıda öncelikli sorun var ama bana sorarsanız İstanbul'un bir numaralı sorunu bu.
★
Akp'nin bu şehre ve bu memlekete bıraktığı en vahim fatura bu.
★
"Bunu tartışmak ırkçılıktır" filan gibi saçma klişelere kulağınızı tıkayıp herkese anlatın kardeşim…
Türkiye'de her 20 kişiden biri Suriyeli bu doğum hızıyla 20 yıla kalmadan her 13 kişiden biri Suriyeli olacak.
★
Fatih'in fethettiği şehirde Fatih'in adını taşıyan semte gidin dolaşın lütfen… Kimin nereyi fethettiğini görürsünüz.
★
Her şey çok güzel olsun istiyorsak…
İstanbul'dan başlayarak Suriyeli meselesini çözmek zorundayız.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/fatih-5200504/
================================
Arslan BULUT : Türkler nasıl kandırılıyor ?
E-POSTA : arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
15 Haziran 2019
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesi üzerine 26 Şubat 2019 tarihi itibarıyla en az bir ortağı Suriye uyruklu olan şirket sayısının 15 bin 159 olduğunu söyledi.
Pekcan "31 Mart 2019 tarihi itibarıyla ülkemizde geçerli çalışma izni bulunan yabancı sayısı 96 bin 972 olup bunlardan 31 bin 185'i Suriye uyrukludur" dedi.
Konuyu değerlendiren Prof. Dr. Ümit Özdağ "Önümüzdeki süreçte birçok Türk patron iflas ederek veya satarak Suriyelilerin hâkim olduğu sektörlerden ayrılacak" diye bir mesaj yayınladı.
Prof. Dr. Pelin Gündeş de bu mesajı takipçileriyle paylaşırken "Çok dikkat edilmesi gereken önemli bir konu: Sermaye Türklerden yabancılara geçiyor. Sermaye el değiştirdikçe 20 yıl içinde bunun siyasette de yansımaları olacaktır. Türkler kendi ülkelerinde parya olamaz! Yöneticilerin sermaye sahiplerinin Türk olmadığı bir Türkiye ayakta kalamaz. " diye yazdı.
***
Tabii sermaye el değiştirirken vatan toprakları da bir gayrımenkul gibi görülerek yabancılara satılıyor. Meselâ şimdi Gökova Körfezi'ni satmaya hazırlanıyorlar. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün "Bütün yasal hazırlıkları yaptılar. Gökova Körfezi'nde 50 tane marina yapmayı planlıyorlar. Santimetrekaresine kadar satacaklar! Oya bu dünya incisi körfezi korumamız gelecek nesillere bırakmamız gerekir. Muğla'da yeni saraylar da yapmak isteyebilirler ama bunlar izin vermeyeceğiz" diyor.
Akkaya Turunç Akbük gibi koyların da içinde yer aldığı Gökova Körfezi'ndeki SİT alanları Bakanlar Kurulu kararıyla imara açılmış Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün kararın iptali için dava açmıştı.
***
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "S-400'ler konusunda kararlıyız geri adım atmayacağız. Türkiye'nin menfaati için bu adımı atmak durumundayız. Bunun sonuçları ne olursa olsun bundan vazgeçmemiz de mümkün değil" diyor...
Peki ne için? Vatan topraklarını korumak için değil mi? Öyleyse vatan toprakları niçin kapanın elinde kalıyor? Gökova Körfezi'nin imara açmanın Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı araziyi temizlemek bahanesiyle İsrail şirketlerine davetiye niteliğinde yasa çıkarmaktan ne farkı var?
"Doğu Akdeniz'deki haklarımızı koruyacağız" deniliyor ama Ege'de Türk egemenliğindeki 18 ada fiilen Yunan egemenliğine ter edildi? Bu nasıl korumadır?
Bu çelişkili durumu Metin Aydoğan kısa bir süre önce şöyle incelemişti:
"Batı'nın destekleyip ayakta tuttuğu ve tutmakta olduğu iktidar yitirmekte olduğu halk desteğini korumak için; yapay gündemler yaratıp uygulaması olmayan kurusıkı sözler söylüyor. Gerçekte ne Batı'nın çıkarlarıyla çatışıyor ne de ulusal hedeflere yöneliyor. Emperyalizmin Ortadoğu politikasına katkı koyan bir yönetimin gönüllü olarak birlikte olduğu güçle çatışması kaçınılmaz olarak söz konusu değil.
S-400 gibi çelişkiler uzlaşmayla sonuçlanacaktır.
AKP'nin ABD'nin çıkarlarına ve yürüttüğü politikalara karşı içte ve dışta herhangi bir uygulaması var mıdır? İktidara geldiği 2002'den bugüne dek geçen 17 yıl içinde onun dümen suyunda hareket etmemiş midir? 'Stratejik ortak' denilen ABD'nin hemen her isteği yerine getirilmemiş midir?
ABD Türkiye'nin 'yeni-Osmanlıcığa' geçmesini ve 'Ilımlı İslam' adını verdiği rejimle yönetilmesini istiyor. İsteğini yönetime getirdiği AKP'ye yaptırıyor.
ABD Türkiye'yi 'sürekli kaos kuramı' adını verdiği çatışmalı bir düzensizlik ortamına götürüyor. Bunu yaparken söz karmaşası ve inanç sömürüsünü kullanan AKP'yi kullanıyor. Afganistan Irak Libya ve Suriye'de bunu başardı. Aynı şeyi Türkiye ve İran'da da yapmak istiyor. "
***
"Bugün yaşayan Türkler gelmiş geçmiş bütün Türklerden daha uyanık olmak zorundadır" derken işte bu kandırmacaya dikkat çekmeye çalışıyorum. Türkler kendi iktidarları tarafından oyalandıklarını görmezse tarihin ağır tokadını yiyecektir!
Kaynak Yeniçağ: Türkler nasıl kandırılıyor? - Arslan BULUT
================================
HÜSNÜ MAHALLİ : MEMLEKET DEDİĞİN ANONİM ŞİRKETTİR
Sultan kral ve emirlerin yönettiği ülkeleri anlatmaya gerek yok çünkü oralarda iktidar veraseten intikal ediyor.
Oralarda memleket adamların özel mülkü.
Bölgenin diğer ülkelerinde durum çok farklı değil.
En son haberle başlayalım.
Irak Kürdistan Bölgesi başkanlığına Mesut Barzani'nin yeğeni Neçirvan Barzani seçildi. Neçirvan'dan boşalan yere Mesut'un oğlu Mesrur getirildi.
Şimdiye kadar istihbarat ve güvenlikten sorumlu olan Mesrur bir süre sonra Neçirvan'ın yerine geçer.
Mesrur'un dört kardeşi var ve Kürt medyasında Barzani ailesiyle ilgili inanılmaz yolsuzluk hikayeleri anlatılır.
Yolsuzluk olunca mafya olur mafya olunca yolsuzluk artar yolsuzluk konuşulmasın diye baskı ve zulum çoğalır sonra da paranın hesabı tutulmaz.
Irak'da Saddam'ın iki oğlu iki kızı vardı.
Kuzenleri tarafından ihbar edilen iki oğul Amerikalılar tarafında öldürüldü. Damatları Saddam öldürttü sonra Amerikalılar geldi Saddam'ı astı.
Suriye'de Haziran 2000 yılında Hafız Esad ölünce yerine oğlu Beşşar başkan oldu.
Mısır'ı 30 yıl yöneten Mübarek'in iki oğlu vardı. Her şey onlardan sorulurdu ama sonunda babalarıyla birlikte demir parmaklıkların arkasından poz verdiler.
Sisi'nin üç oğlu var biri devlet denetleme kurulu başkanı diğer ikisi istihbarat ve orduda önemli yerlerde görev yapıyor.
2030'a kadar cumhurbaşkanı olarak görevini sürdürecek Sisi'den sonra hangi oğlu başkan olur bilinmez ama kesin bu işe da ABD karar verecek.
Tunus'da Bin Ali'nin büyük oğlu yoktu ama damatları iyi iş yapıyordu.
Şimdi artık hepsi ülke dışında.
Yemen'de Ali Abdullah Salih'in 6 erkek ve on kız çocuğu vardı.
Bunların eşleri ve eşlerin akrabalarıyla Yemen'i 30 yıl yöneten Salih sonunda öldürüldü. Sayıları yüz kadar olan bu 'evlat topluluğu' ortadan kayboldu.
Diğerlerinde olduğu gibi hepsi iktidarın kirli işlerinden sorumluydu.
Libya'da Kaddafi'nin 7 erkek ve bir kız çocuğu gibi.
Erkek çocukların üçü babaları gibi öldürüldü geri kalanlar dağıldı.
Cezayir'de 20 yıl iktidarda kalan Butaflika'nın çocukları yoktu ama ülkeyi iki erkek kardeşiyle yönetiyordu.
Şimdi üçü gözetim altında.
Sudan'ı 30 yıl yöneten ve 11 Nisan'da devrilen El-Beşir'in de çocuğu yoktu ama o da her şeyi tek başına yapıyordu.
Araplarda başka örnekler de var ama biraz da başkalarına bakalım.
Örneğin Azerbaycan'da İlham iktidarı babasından devraldı ama erkek çocuğu henüz küçük olduğu için karısı Mihriban'ı cumhurbaşkanı yardımcısı yaptı. Diğerleri gibi petrol ve doğal gaz zengini Azerbaycan'da yolsuzluğun sınırı yok.
Kuzey Kore'nin ilk lideri olan Kim İl-sung'un ölümünden sonra ülkeyi oğlu Kim Jong-il yönetti. O da 2011'de öldüğünde ülke şimdiki başkan oğlu Kim Jong-un'a kaldı.
Güzel bir demokrasi örneği!
ABD'de olduğu gibi.
Orada gitti Baba Bush geldi Oğul Bush.
Ama seçimle.
Üstelik yolsuzluk yapmadan.
Irak ve Afganistan'da öldürülen yüz binler hiç önemli değil!
Onlar zaten ölecekti!
Bazen savaşla bazen de açlık sefalet ve yoksullukla.
Liderler ister ülkeler savaşır insanlar birbirini kırar.
Arap Baharı'nda olduğu gibi herkes oyuna gelir getirilir ya da heveslenir sonra da her yer kan gölüne döner.
Anlaşılan öldürmeden olmuyor!
Öldürmek için kindar ve gaddar olacaksın.
Ortada genetik bir sorun var.
On bin yıllık uygarlıkların birikimini taşımak kolay olmuyor.
Yolsuzluk ve hırsızlık bu coğrafyanın huyu olmuş.
Dolar icat oldu mertlik bozuldu.
Adamlar boşuna 'İn God We Trust' yazmamış.
Adamlar Allah'a inanmış ama bizimkiler Dolar'a.
Say say bitmez.
'God' verdikçe bizimkiler fazlasını ister.
Mahdumlar oynayıp eğlensin diye.
Memleket babalarının şirketi gibi.
Nazım Hikmet'in dediği gibi:
'Bu cehennem bu cennet bizim'.
Çeşit çeşit insanlarıyla bu topraklar hepimizin.
Kral emir şeyh başkan başbakan ya da onların çocuk ve damatlarının hiç değil.
================================
MÜSTAFİ J. YB. MEHMET ALKAN : JANDARMA: DEVE Mİ KUŞ MU ?
16 Haziran 2019
14 Haziranda Jandarma teşkilatının 180. yılı kutlandı. Biz de eski bir jandarma personeli olarak bugünkü yazımızı jandarmaya ayırdık.
Rivayet odur ki; karakışın ortasındaki bir köyün kahvehanesinde oturanlar kar fırtınası içindeki uzaktaki dağ yolunda gördükleri karartının ne olduğunu kestirmeye çalışırken yaşlı biri şöyle demiştir; "bu havada dağda kim olacak ya kurttur ya jandarma. "
Jandarma fedakârlığıyla ulu önder ebedi ve tek Başkomutan Atatürk'ün "Jandarma; her zaman yurt ulus ve Cumhuriyete aşk ve sadakatle bağlı tevazu fedakârlık ve feragat örneği bir kanun ordusudur" özdeyişine de mazhar olmuştur.
Görev alanı şehir dışındaki köy kasaba ve dağlık alanlar olan Jandarma 2016 yılına kadar; emniyet asayiş görevleri bakımından İçişleri Bakanlığına eğitim ve askeri görevleri bakımından Genelkurmay Başkanlığına adli görevleri bakımından Savcılığa bağlı "askeri statülü bir kolluk kuvveti" durumundaydı. İç Hizmet Kanununa göre Kara Kuvvetlerinin bir parçası olan subayları Kara Harp Okulundan yetişen personelinin tüm özlük işleri askeri kanunlara tabi olan Orgeneral kadrosu olmayıp Genel Komutanı Kara Kuvvetlerinden olan jandarmanın kolluk yerine askeri vasfının öne çıkması ve çok başlılığı zaman zaman bir benzetmeyle devekuşu misali deve mi kuş mu diye eleştirilmekteydi.
Jandarmanın tamamen Bakanlığa bağlanarak askeri vasfının ortadan kaldırılması gündemden düşmeyen konulardandı. Hatta 1993 yılında Kara Harp Okulunda sınıflarımız belirlendiğinde "kır polisi oluyorsunuz lacivert mont giyiyorsunuz askerlikten çıkıyorsunuz" şeklinde bir "haber" gelmişti. Bu eski ve yalan haber "Allah'ın bir lütfu" olan 15 Temmuzdan sonra biranda gerçek oldu.
Ancak hala askeri unvan ve rütbelerin kullanılması birçok askeri kanun ve usullere tabi olması disiplin kanunun TSK Disiplin Kanununun birebir kopyası olması eski alışkanlık ve uygulamaların devam etmesi jandarmanın deve veya kuş olma konusundaki tercihin tam da netleşmediğini sadece sahibin değiştiğini göstermektedir.
Bugün elbisenin rengi de değişse bağlılık da değişse değişen şeyler kadar değişmeyen şeyler de var. Anadolu'nun gariban çocuklarından oluşan; uzman erbaş uzman çavuş astsubay ve subaylarının çalışma azimlerinde gayretlerinde amirlerine itaatlerinde fedakârlık ve kahramanlıklarında değişen bir şey yok. Ancak yukarılarda değişiklik çok nitekim 15 Temmuzdan sonra TSK'da başlatılan tasfiye hareketine yöneticiler tabir yerindeyse bu civanmertlerin gözünün yaşına bakmadılar.
Dönemin komutanı Yaşar GÜLER'in "en ufak şüphe olanları atın gitsin ben uğraşacağıma onlar uğraşsın" şeklindeki söylemiyle binlerce personel "terörist" ilan edildi ve medeni/sivil ölüme mahkûm edildi. Dağlardaki kahramanlığından dolayı akşam madalya teklifi düşünülenler sabah açığa alındı dağ başındaki üs bölgesinde ölmeye hazır bekleyenler helikopterle alınıp ertesi gün terörist diyerek tutuklandı Suriye'deki bazı "teröristlerin" gözaltına alınması içinse görev süresi sona ererek ölmeden dönmesi beklendi. Halen "ankesörden/kontörlüden aranmış olma" saçmalığı nedeniyle benzer şekilde sırasını bekleyen muhtemel şehit potansiyel terörist adayları var.
Bir kısım personel ise sırf belli dönemde göreve başlaması nedeniyle terörist ilan edilerek kapı önünde konuldu belirli yerlerde görev yapmak aleyhlerinde kesin delil kabul edildi. Ancak ne hikmetse bu alımlar sırasındaki yetkili komutanlar o işlemler ve atamalarda imzası olan paşalar zarar görmeyi bırakın terfi aldılar. 2015 yılındaki devir teslim sırasında kendisine verilen listedeki isimlere hiçbir işlem yapmayan hatta aktif görev veren şahsımın "kral çıplak" çıkışına "bunları biz de konuşuyoruz ama kendi aramızda" diyen; Komutanlık görevini ölenin yerine adam göndermek olarak gören; kendi personeline derdest olan; kendi yakınlarında bylock çıkarken terfi edip beni kardeşimin facebook sayfasında örgüt üyeleri var diyerek ihraç eden sözde Komutanlar hiç hesap vermedi. Utanmadan sıkılmadan hep altında kalacak sandıkları koltuklarının veya ölmeyecek gibi emekliliğin tadını çıkarıyorlar.
Siyasilerin hataları hatta ihanetleriyle açılan hendeklere sorgusuzca atılanlar çok değil bir yıl sonra kendi teşkilatları tarafından kıyıma uğratılırken hiç sormadılar; yahu bu çocuklar ne yapmışlar darbeye mi katılmışlar destek mi olmuşlar suç oluşturan hangi eyleme katılmışlar?
Netice olarak; değişmeyen şey ast kademenin fedakârlığı ve kahramanlığıdır. Kanuna göre maiyetine candan bir baba ve büyük bir kardeş olması gereken bir kolaylık çıkınca öne atılması bir zorluk çıkınca nefsini sona bırakmayı şerefli bir vazife telakki etmesi gereken komutanlarsa çok değişmiştir. Bugün piyangodan orgeneral olanlar adam yokluğunda önemli makamlara gelenler kendi istikballeri için siyasetin kucağına oturmuşlar siyaset bir dediyse üç yapmışlar işgüzarlıkta tavan yapmışlar personele zulüm ve haksızlığı iftihar ve yükselme vesilesi yapmışlardır. Yazıklar olsun onlara selam olsun kahramanlara…
Link : https://www.toplumsal.com.tr/mehmet-alkan-yazdi-jandarma-deve-mi-kus-mu/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: NELERİ ÖĞRENEMEDİK?
Saatlerce konuşup da bir şey söylememek büyük yetenek ister!
Pazar akşamı Binali Bey bunu başardı.
Doğru karar verebilmemiz için öğrenmemiz şart olan sorulara yanıt bulup bazı gerçekleri öğrenemedik.
-Binali Bey'in İstanbul'u tek başına yönetip yönetemeyeceğini öğrenemedik?
-Vakıflar verilen milyon-milyon liralarla beslenmeye devam edilecek mi?
-"Çaldılar" iddiasına karşı sorulan "Kim Çaldı" sorusuna yanıt alamadık.
-Hollanda'daki 140 Milyon avroluk mal varlığının kaynağını öğrenemedik.
-Binali Bey'in çocuklarının servetlerini nasıl kazandıklarını öğrenemedik.
-Hangi hakla devlet olanaklarını ve devlet güçlerini kullandığını anlayamadık.
-Rüşvetçi Bacanağın nasıl beraat ettirildiğini öğrenemedik.
-630 Milyon Dolarlık "Haram Havuzunu" bir türlü anlayamadık.
-Ekonominin niçin iflasa gittiğini eski Başbakan'dan öğrenemedik.
Bunları öğrenemedik ama Binali Bey'in geçmişteki tüm hükümet faaliyetlerinin suçunu üzerine almadığını büyük bir pişkinlikle siyasete yeni başlamış taze aday rolünü oynamaya çalıştığını gördük.
Sonuç;
Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına daha fazla layık olduğu anlaşıldı.
Binali Bey'i İzmir'deki gibi yine kaybetmek bekliyor. Bundan böyle Türk Siyasetinde Binali Bey diye bir figür olmayacak. Gittiği yeri güldürsün!
Binali Bey en önemli iddiasını ısrarla sürdürdü;
"Fark önce 29 bin idi oylar sayıldıkça bu rakam 13 bin 700 civarına indi! Demek ki tüm oylar sayılsaydı fark kapanacak ve seçimi biz kazanacaktık" dedi!
İmamoğlu bu çarpıtmayı resmi rakamlarla çürütmeye çalıştı.
Esasında Binali Bey'den yanıtı istenen şu olmalıydı;
"Siz 31 Mart gecesi seçimi 3 Bin küsur oyla kazandığınızı söylediniz.
AKP İl Başkanı da tekrar etti. AKP'nin itirazları sonucu sayımlar kontrol edildi ve aradaki fark 13 bin 700 civarına çıktı.
Eğer tüm oylar sayılsa idi aradaki fark daha da artardı?
Bu arada Anadolu Ajansının sahibini yine öğrenemedik!
Binali Bey devletin ajansını cami avlusuna bırakıverdi…
Eh şimdi iş Sevgili İstanbullulara kaldı.
İstanbullular da 23 Haziran'da Binali Bey'i en yakın cami avlusuna bıraksınlar.
Nasılsa hayır-hasenat sahibi bir Saray yetkilisi ona sahip çıkar.
Çünkü "Kara Kutu" Binali Bey öyle şeyler bilir ki ağzının açılmasına izin vermezler…
Büyük çöküşün çatırtılarını duyduk Pazar akşamı!
Müjdeler olsun çöküş yakındır…
================================
ORHAN UĞUROĞLU: İMAMOĞLU YENDİ AMA TARİHİ FARKI KAÇIRDI
Önce Sezar'ın hakkını Sezar'a verelim.
Tebrikler İsmail Küçükkaya kardeşim... Güvenimizi haklı çıkarttın gazeteciliğin ve televizyonculuğun yüzünü ağarttın yandaş gazetecilere ağızlarının payını verdin İletişim Fakültelerinin Televizyon bölümü öğrencilerine ders olacak bir moderatör örneği verdin.
Türkiye'nin ilk özel televizyonu STAR TV'nin kurucularından ve 300'den fazla canlı yayın Söz Hakkı'nı hazırlayıp sunan gazeteci / televizyoncu olarak İsmail Küçükkaya'nın hakemliği Cüneyt Çakır'dan bile daha başarılı yaptığı tarihi karşılaşmayı yorumlayayım.
İşte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım karşılaşmasının analizi.
BİNALİ YILDIRIM:
Tarihi buluşmaya kendi kalesine gol atarak başladı. Çünkü milyonlarca izleyiciye saygısızlık yaparak stüdyoya 5 dakika geç geldi.
Skor: İmamoğlu 1 - Yıldırım: 0 oldu…
Diyebilir ki "kapıda bekleyen gazetecilerin babalar gününü kutladım. "
Hayır Sayın Yıldırım çıkışta da kutlayabilirdiniz ki milyonlarca izleyici televizyon başında bekliyor yayıncılar da 21.00 itibarı ile yayın formatlarını ayarlamışlardı ve sizi bekliyorlardı.
Bu yaptığınız saygısızlığın dik alasıdır.
İkincisi danışmanlarınız size "gülün" demişler ama siz yayın sırasında çoğu kez "zoraki sırıtmalar" yaptınız. Golü yine kendi kalenize attınız:
Skor: İmamoğlu 2 - Yıldırım: 0 oldu…
"Oyları çaldılar" sözünü ısrarla kullandınız. İmamoğlu'nun "Kim Çaldı?" sorusuna yanıt veremediniz
Skor: İmamoğlu 3 - Yıldırım: 0 oldu…
İmamoğlu'nu 4 kez "yalancılıkla" suçlayarak her zamanki AKP taktiği ile "çamur at izi kalsın" taktiğini uyguladı.
"Kırmızı kart" seviyesinde haksız hukuksuz saldırı yaptı ki yayın formatında "sahadan atılma" olmadığından İmamoğlu bu yalan dediklerinizi tek tek çürüttü ve penaltıdan golü çaktı.
Skor: İmamoğlu 4 - Yıldırım: 0 oldu…
CHP ve İYİ Parti'nin Millet İttifakına 31 Mart öncesinde olduğu gibi "HDP" yaması yapmaya çalıştı ki İmamoğlu "İYİ Parti AKP MHP HDP BBP Saadet ve Vatan partili İstanbullulardan oy istiyorum" dedi.
Skor: İmamoğlu 5 - Yıldırım: 0 oldu…
FETÖ iftirasını 2 kez İmamoğlu'na laf arasında sokuşturarak İmamoğlu'na yamamaya çalıştı ama İmamoğlu elinin tersi ile bu hücumu yok etti.
Skor: İmamoğlu 6 - Yıldırım: 0 oldu…
Ordu Havalimanı'ndaki küfür iftirasını İmamoğlu gerçeği açıklayarak refüze etti.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 0 oldu…
İstanbul'a ihanet konusunda CHP'li 14 ilçe belediyesini suçladı ama İmamoğlu İmar konusunda gerçek sorumluluğun Büyükşehir Belediye Meclisi'nde olduğunu açıklamadı.
İmamoğlu golü ofsayttan yedi.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 1 oldu…
İmamoğlu'na Büyükşehir Belediyesi'nin bilgisayarındaki veri kopyalaması konusunda hata yaptığını çünkü 2 ayrı yerde yedekleme yapıldığını açıkladı.
İmamoğlu bu eylemini "Hırsızlıkları yolsuzlukları bankamatik memuru AKP'lileri makam araçlarının tahsisini ve israfı ortaya çıkarmak için kopyalatıyordum" diyemedi ve yeterince savunamadı.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 2 oldu…
EKREM İMAMOĞLU
Millet İttifakı'nın CHP'li adayı Ekrem İmamoğlu tarihi farkı neden kaçırdı analizini yapayım değerli okurlarım.
Yıldırım 2 kez FETÖ iftirasını yapıp Küçükkaya'nın FETÖ ile iltisakı var mı sorusuna 2 kez "Hayır Yok" diye yanıt verince İmamoğlu "Türkçe olimpiyatlarında ve Abant toplantılarında terörist başına övgüler yağdıran sizsiniz. Videolarınız sosyal medyada izlenme rekorları kırıyor" diyemedi boş kaleye golü atamadı.
Kaçan gol: 1
İmamoğlu'nun Yandaş Seçim Kurulu'nun "Seçim tekrarı" konusundaki 20 TL anlatımına Yıldırım "Sadece Büyükşehir'e itiraz vardı" diye yanıt verdi.
İmamoğlu "4 Katlı bir binanın bir katında çökme riski rapora bağlandı ise bu bir katı mı yıkmak lazım? Yoksa 4 katı yıkmak gerekmez mi?" örneğini vermedi boş kaleye atamadı.
Kaçan gol: 2
Binali Yıldırım FETÖ ve vakıflar konusunda "İbadet Ticaret ve İhanet" dedi ve ihanet ile mücadele ettiklerini söyledi.
İmamoğlu "FETÖ borsası kuruldu AKP'nin yandaş FETÖ'cü iş insanları ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. FETÖ'cüler ile İbadet ve Ticaret alanında mücadele etmiyorsunuz" diyemedi.
Kaçan gol: 3
Ve Mal varlığı konusunda İsmail Küçükkaya bu en önemli soruyu gündeme getirdi.
Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu'na mal varlıklarını sordu.
Yıldırım gerekli mercilere mal varlığını yıllardır verdiğini söyledi ama mal varlığını şeffaf şekilde açıklamadı.
İmamoğlu ise Yıldırım'a ve Küçükkaya'ya 1. derece akrabaları dahil mal varlığının listesini vermeli ve "Ben açıklıyorum haydi siz de açıklayın" diyemedi ve atacağı en önemli siyasi çalımı atamadı.
Kaçan gol: 4
Değerli okurlarım
Her iki adayın canlı yayına çıkmaları birbirlerine armağan vererek babalar günlerini kutlayarak ve yakalarına Türk Bayrağı takmaları takdir edilmelidir. Yayın sonrası ailece aralarına İsmail kardeşimi de alarak fotoğraf çektirmeleri siyasi gerginlikten beslenenlere müthiş olumlu bir tavırdır.
Ben İmamoğlu'nun karşılaşmadan önce de hazırlık çalışması yapmadığını net şekilde gördüm. Sonuç olarak İmamoğlu rakibini farklı yendi ama tarihi farkı da kaçırdı.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/imamoglu-yendi-ama-tarihi-farki-kacirdi-52302yy.htm
================================
ÜMİT ZİLELİ: "İMAMOĞLU'NUN BAŞKANLIĞI HAYIRLI OLSUN!. . "
Önce canlı yayın hakkındaki genel görüşümü belirteyim:
–Program ortalamanın altı moderatör ruhsuz Binali Yıldırım sıkıntılı ve gergin Ekrem İmamoğlu biraz heyecanlı biraz da "tuzak" meselesinden dolayı tedirgindi!. .
Şimdi izninizle adım adım açayım:
-Program 17 sene sonra bir ilk olarak beklentilerin epey altında seyretti; aslına bakarsanız böyle olması da doğaldı… Bir yığın söylentinin "tuzak" iddialarının gölgesinde daha fazlası olabilir miydi? İşte orada iş moderatör düşüyordu…
-Moderatör İsmail Küçükkaya programın içeriğini format meselesine kurban etti aslına bakacak olursanız!. . Adaylara verilen 3 dakikalık sürenin kısa olduğu daha ilk soruda ortaya çıkmışken bu konuda ısrarcı davranması programın düşük seyretmesini getirdi… Rakiplerin tüm program boyunca göz göze gelmemesi ise zaten üzerine çok titrediği formatı da alaşağı etti maalesef!. . Sonuç olarak Küçükkaya programın epey renksiz geçmesinde başrol oynadı diyebilirim!. .
-Binali Yıldırım "bitse de gitsek" havasıyla oturduğu koltukta gergin ve sıkıntılıydı… İstanbul projelerini anlatırken İzmir su projesine ait görseli çıkarması bana kalırsa kendisi için "en ölümcül" andı!. . Özensiz hazırlanmış kendisine ezberletilen konuşmasının dışına çıkıldığı an ezberi bozulan iddiasını dahi ispatlayamayan bir görevli konumundaydı açıkçası!. . FETÖ konusunda çok sarıldığı "yalan söyleme" ipine sarılan da Binali Bey'di şükretsin ki moderatör sayesinde bu açmazdan yırtabildi!. .
-Ekrem İmamoğlu ise genelde rahat başlarda biraz heyecanlı ve günlerdir iddialara konu olan "Tuzak kurulacak" söylemi nedeniyle de hafif tedirgindi… Ordu Havaalanı konusunda teklemesinin dışında duruma hakim görünen taraf oydu!. .
Yine de böyle bir programın yapılabilmesi bile başlı başına bir devrimdi!. . Şayet Cumhur İttifakı'nın adayı yarışı önde götürüyor olsa bu program gerçekleşir miydi sorusuna yanıtım yalnızca tek sözcük:
–Asla!. .
Aday olduğu belediyenin Sayıştay raporunu okumayan muhterem!. .
Gelelim programın önemli anlarına…
"Tarihi buluşma" adı verilen programın galibi beklenildiği üzere Ekrem Bey oldu… Ancak bunda Binali Bey'in de epey büyük yardımları oldu!. . İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday Binali Bey'in çantasında İzmir Belediye Başkanlığı'ndan kalma su projesi ne arıyordu Tanrı aşkına?!. Üstelik "Biz İstanbul'a 25 yıldır çok hizmet yaptık" diye konuşurken!. . Bu en önemli kırılma noktalarından biriydi!. .
İkinci kırılma anı İBB'nin vakıflara akıttığı yüzmilyonlarca lira meselesiydi. Küçükkaya'nın bu sorusuna Binali Bey bakın nasıl yanıt verdi:
–Siz Sayıştay raporunu gördünüz mü İsmail Bey? Raporda öyle bir rakam yok. 108 milyon mu ne. Bu yalan. Yalan olduğu İBB tarafından açıklandı!. .
Binali Bey için en trajik anlardan biriydi; Ekrem İmamoğlu "Ben Sayıştay raporunu getirdim buradan bakalım" diyerek rakamları tek tek okudu. Ardından "Arzu ederse Binali Bey'e takdim edeyim. Yanıltılmış olabilir" diye de ekledi. Bunun üzerine moderatör Binali Bey'e dönerek "Sayıştay raporunu okudunuz mu?" diye sordu. Yanıt çok acıklıydı:
–Okumadım!!!
E kardeşim okumadıysan nasıl oluyor da "yalan" diyebiliyorsun sorusu nezaketten olsa gerek havada kaldı!. . Tıpkı FETÖ sorusunda olduğu gibi; Moderatör Ekrem Bey'e "Siz hiç cemaat yurtlarına gittiniz mi FETÖ elebaşını ziyaret ettiniz mi?" sorusunu yöneltti. Yanıt şöyleydi:
–Benim uzaktan yakından ilgim ilişkim yok. Ben devlete inanırım!. .
Verilen yanıt gayet net gayet kesindi…
FETÖ'ye yakılan ağıtlar düzülen şiirler!
Moderatör bu kez aynı soruyu Binali Bey'e sormadı!. .
Sosyal medya yıkıldı tabii; tepkiler üzerine bir süre sonra FETÖ sorusu aynı şekilde Binali Bey'e yöneltildi. Yanıt şöyleydi:
–Yok ben ne örgüt elemanını ne de FETÖ'yü görmüşlüğüm ne de yurtlarında kalmışlığım yoktur.
Türkçesinin felaket olması bir yana Binali Bey'in sözleri program boyunca defalarca kullandığı "yalan söylüyor" sözcüklerine cuk oturuyordu!. . Daha program sürerken sosyal medyada Binali Bey'in "Türkçe Olimpiyatları"nda yaptığı konuşmalar düzdüğü övgüler çeşitli platformlarda Fethullah Efendi'ye okuduğu şiirler ortalığa dökülüverdi.
Ancak moderatör bu konuda tek bir soru dahi sormadı!. . Bu kez ben nezaketi elden bırakmayıp "soramadı" demeyeceğim!. . Ancak İsmail Küçükkaya'nın "günah" hanesine bu programla ilgili ne yazılabilir denilirse gösterilecek bölüm budur!. .
Programın etkisi ile ilgili dikkat çekici noktayı ise İYİ Parti Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Aslan canlı yayının ardından koydu:
–Binali Yıldırım'ın en yakınındaki biriyle konuştum. "FETÖ ve İzmir'den kalma karton bilgi bizi yıktı. Bu saatten sonra İmamoğlu'na başkanlık hayırlı olsun" dedi…
Bir son nokta da benden; bu saatten sonra AKP'li Cumhurbaşkanı İstanbul'da meydanlara çıkar mı?. . Hiç sanmam baksanıza "Eninde sonunda bir belediye başkanlığı seçimi" bile dedi!. .
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/umit-zileli/imamoglunun-baskanligi-hayirli-olsun-5182385/
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: YANDAŞ GAZETELER OLAYI BÖYLE GÖRDÜ!
Sevgili okurlarım dün sabah yine yandaş gazetelere baktım… Ben onları okumuyorum sadece birinci sayfalarına bakıyorum…
İşte size dünkü manşetlerinden bazı örnekler:
Yeni Şafak: "Türkiye canlı izledi. (İmamoğlu) 82 milyona yalan söyledi. Göz boyama ve polemikle vaktini tüketti. "
Türkiye: "Projeleriyle konuşan Binali Yıldırım ağır bastı. Tecrübe farkı. Yıldırım devlet tecrübesini konuştururken İmamoğlu demagojiyi tercih etti. "
Akit: "Sorulan sorulara cevap bulamayan İmamoğlu yalana sarıldı. Ekrem'i Yıldırım çarptı. "
Takvim: "Yıldırım çarptı. "
Akşam: "Bilgi ve dürüstlük kazandı. Yalan ve basitlik kaybetti. "
Star: "CHP adayı İmamoğlu'nun sahte imajı yerle bir oldu. Milyonların önünde yalan maskesi düştü. "
Sabah: "Yıldırım net konuştu İmamoğlu top çevirdi. Yıldırım'ın performansı alkış aldı. İmamoğlu yalandan vazgeçmedi. "
Yandaşın en önde geleni olan iki gazete Hürriyet ve Milliyet ise tartışma programını herhalde önemsememiş habere birinci sayfalarında değil iç sayfalarında hem de ılımlı başlıklarla yer vermişti:
Milliyet: "Demokrasi kazandı. "
Hürriyet: "Tarihi buluşma. "
Her iki gazetenin uzun süredir sergilemekte olduğu yandaş tutum nedeniyle tirajları hızla düşüyor. Böylesine ılımlı başlıkları bu yüzden atmış olsalar gerek.
★★★
Şimdi Pazar gecesi için sorulması gereken soru bence şudur:
Kazanan oldu mu?
Bence olmadı.
İmamoğlu ayağına gelen bazı topları iyi değerlendiremedi. Sorduğu bazı önemli soruların yanıtını alamadı. Örneğin "Oyları kim çaldı" sorusu havada kaldı.
Binali Yıldırım derseniz söyleyeceği bir şey zaten yoktu ama ona farklı bir taktik verilmişti:
"Araya sık sık gir rakibinin sözünü kes ve sinirini bozmaya çalış. "
Suratında alaycı ve küçük gören bir gülümseme ile bunu yapmaya çalışıyordu.
İmamoğlu bu tuzağa düşmedi.
★★★
Kafama takılan bir soru daha vardı…
Acaba Binali Bey' in geçmişte Fetullah cemaati ile herhangi bir bağlantısı ilgisi olmuş muydu.
Beyefendi bu soruya çok kısa bir yanıt verdi ve inkâr etti. Ancak dikkatimi çekti yüz ifadesi birdenbire değişmişti:
"Yok yok ne FETÖ'yü görmüşlüğüm ne de yurtlarında kalmışlığım vardır. "
Olayı hiç sıkılmadan saptırıyordu.
★★★
Şimdi 25 Mayıs 2013 gününe dönelim ajanslara gazetelere ve internet sitelerine düşen haberlere kısaca bakalım:
"Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım İzmir Türkçe olimpiyatları kültür şöleninde Fethullah Gülen şiiri okudu. Bakan muhteşem kürsü performansıyla tribünleri coşturdu.
Şiiri okuduğu sırada Açıkhava tiyatrosunda büyük coşku yaşandı. Binali Yıldırım şöyle dedi:
İzmir kraliçeye benzetilen bir şehir. Bu şehre güzellik kattınız. 140 ülke ve iki bin öğrencinin katılımıyla dev gibi bir organizasyona dönüşen Türkçe olimpiyatları kültür şöleni için İzmir'i seçenlere teşekkür ediyoruz. Bu kardeşlerimizi geçen bir yıl içerisinde çok özledik. Türkçe sevginin dilidir… Aç sineni herkese aç onun gibi bir ilaç diyen Fetullah hoca efendinin dilidir. (Büyük coşku ve alkışlar. )
Dünyanın her tarafındaki Türk okulları sayesinde Türkiye giderek önemini artırıyor. Artık Türkiye konuşuluyor dünyada…"
O sırada Ulaştırma Bakanı olan ve şimdi Fetullah'la hiçbir ilişkisi olmadığını iddia eden Binali Bey bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde partisinin İzmir Büyükşehir Belediyesi adayı olmuştu.
Acaba Fetullah'a bu yüzden mi onun İzmir'deki oylarını devşirmek için mi şirin görünmeye çalışıyordu!
★★★
Binali Bey'in Fetullah'la uzaktan yakından ilgisi yokmuş!
Ama bu kez kendisini Erzurum'da Fetullah'ın kardeşi Hasbi Nidai Gülen'in cenazesinde görüyoruz.
Yanında dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Tarım Bakanı Faruk Çelik var.
Üşenmemiş işi gücü bırakıp taa Erzurum'a gitmiş.
Yan yana namaza durmuş durumdalar.
Birlikte çekilmiş fotoğrafları elimizde.
★★★
Sevgili okurlarım bunları belgelediğim için beni sakın ola ki yanlış anlamayın.
"Binali Yıldırım Fetö'cüdür" falan demek istemiyorum.
Ancak Pazar gecesi katıldığı oturumda gerçekleri saptırdı başka bir deyişle 80 milyonun önünde resmen yalan söyledi.
Şimdi bu konuda ne diyeceğini (eğer diyebilirse) doğrusu çok merak ediyorum.
Koskoca devlet ve hükümet adamı (!) bu yaptığı yakıştı mı?
Yakıştı yakıştı!
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/yandas-gazeteler-olayi-boyle-gordu-5182473/
================================
CAN ATAKLI: YILDIRIM SEÇİM İTİRAZLARINI İŞLERİNE GELDİĞİ GİBİ YAPTIKLARINI İTİRAF ETTİ
Televizyonda beklenen tartışma bitti.
Konunun galibi mağlubu var mı tartışması yapmak bile istemiyorum.
Çünkü böyle bir durum doğmadı.
Açık üstünlük sağlayan olmadı.
Zorlama yorumlar yaparak bir tarafı iyi bir tarafı kötü gibi göstermenin de alemi yok.
Ancak Binali Yıldırım'ın konuşmalarından ve tavrından bir gerçek daha ortaya çıkmış oldu.
Bu iktidar bir kibir abidesi gibi.
Demokrasiyi ve hukuku sadece kendi işine geldiği gibi yorumluyor ve daha da fenası iktidar gücünü kullanarak bu konuda yaptırımlar da uygulayabiliyor.
Bunun net bir örneğini Binali Yıldırım gösterdi.
Seçimlerin aslında iptal edilmesini pek istemediklerini ve iptal edilmeyebileceğini söyledi Yıldırım.
Dediğine göre "Eğer CHP oyların yeniden sayımına itiraz etmeseydi sorun çoktan bitmişti. "
Düz mantıkla bir hesap yapıyor Binali Yıldırım ve diğer AKP'liler.
Bir iki ilçede yapılan "yeniden sayım sonucu" AKP'nin oylarında yükselme olmuş.
Bu oylar yüzde 10'a karşılık geliyormuş.
Diğer yüzde 90'da sayılsa demek ki AKP yüz binin üzerinde fark atacakmış.
Böyle bir hesap nasıl yapılır bilemiyorum.
Zaten itiraz edilmiş iki ilçedeki sonuçların diğer ilçelerde de aynen karşılık bulacağını hangi istatistik bilimi söylüyor acaba?
Ama benin burada asıl üzerinde durduğum konu başka.
Seçimler YSK tarafından sandık kurulu başkanlarının yasaya uygun seçilmemesi nedeniyle iptal edildi.
YSK'nın gerekçeli kararında oyların çalınması kaydırılması yok edilmesi yok.
Seçimin tekrarına tamamen teknik nedenlerle karar verilmiş durumda aslında.
AKP adayı "Oylar sayılsa seçimler iptal edilmezdi" diyerek aslında ortada suç olsa bile bunu görmezden geleceklerini itiraf ediyor.
Tabii bir başka komik nokta ise şu;
Binali Yıldırım sanki seçimlerin iptal edilmesi tamamen YSK'nın inisiyatifinde yaşanmış gibi konuştu ve CHP'yi YSK'yı baskı altına almakla suçladı.
Bu nasıl YSK ise CHP'nin baskısı altına giriyor ama bu partiden kazandığı belediye başkanlığını alıp seçimlerin tekrarına karar veriyor.
Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlık.
Neresinden bakarsanız müthiş bir kibir.
Neresinden bakarsanız güç sarhoşluğunun verdiği şımarıklıkla yapılan itiraflar.
İRONİ
F-35 sorunu kendiliğinden çözülmüş oldu
İktidara çok bağımlı olmak gözleri körelttiği gibi aklı ve zekayı da silip götürüyor galiba.
Pazar günü Hürriyet'in internet sayfasına konan bir haber ve bunun veriliş tarzı bu görüşümü doğruluyor.
Habere göre F-35 uçakları aslında sanıldığı kadar iyi değilmiş.
Ciddi bir Amerikan bilim dergisinde yayınlanan makalede F-35 uçaklarında 13 teknik hatabulunmuş.
Defense News F-35 savaş uçağı programındaki teknik hataların düzeltilmemesi durumunda bunun pilotların hayatını riske atacak ve uçuş misyonlarının tamamlanmasını engelleyecek bir hâl alabileceğini belirtmiş.
Habere göre Pentagon yetkililerinin yıllardır şikayet ettiği F-35 programındaki sorunlar tahmin edilenden daha büyük boyutta olabilirmiş. Birinci derece olarak sınıflandırılan 13 teknik hatadan 9 tanesinin çözülmesi ya da 'ikinci sınıf' kategorisine indirilmesiplanlanıyormuş.
Makalede söz konusu sorunlara örnek olarak F-35B ve F-35C pilotlarının uçak gövdesine zarar gelmemesi için hızı sınırlaması kokpit basıncının pilotlarda kulak ağrısına ve acıya sebep olması süpersonik uçuşların uçağın kaplamasına zarar vermesi ve uçakta zaman zaman yaşanan yalpalamanın pilotlar tarafından kontrol edilememesi belirtiliyormuş.
İlk bakışta sıradan bir haber gibi.
Ama Hürriyet bunu "Gördün müüüü?" tavrıyla veriyor.
Büyük bir memnuniyet belirtiliyor kamuoyuna "Bu uçaklarda iş yokmuş meğer" mesajı veriliyor.
Eğer durum buysa çok güzel.
Çünkü sorun kendiliğinden çözülmüş oluyor.
S-400'e karşı F-35 kartı demek ki kullanılamayacak bize karşı. Üstelik ne kadar güzel bir gelişme ki böyle kötü uçakları almamış olacağız paramız bizde kalacak.
Bunlar iyi de "gördün müüü?" tavrını koyanların unuttuğu şu; Bu uçakların yapımında biz de varız. Yani eğer bu uçaklar gerçekten anlatıldığı gibi berbatsa bunda payımız var. Yani paramız uçup gitmiş bile.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Küçükkaya ne kadar tarafsız olduğunu anlatmak isterken çok bocaladı
Binali Yıldırım Ekrem İmamoğlu tartışmasında gözler elbette sunucu İsmail Küçükkaya'nında üzerindeydi.
"Nasıl sunacak taraf tutacak mı programı iyi götürecek mi?" soruları program boyu yanıt aradı.
Ben de bu konuda görüşlerimi sıralayayım.
– Genel olarak iyi değildi.
– Büyük beklenti oluşmuştu ama izleyici pek heyecan duymadı.
– Sorular çok iyi değildi.
– Taraf tutulmadı ama Binali Yıldırım'ın kollandığı söylendiğinde bu çok yanlış olmaz.
– Önceden planlanan zaman çizelgesine uyulamadı.
Bana göre en büyük hata İsmail Küçükkaya'nın "ne kadar tarafsız olduğunu göstermek için" çırpınmasıydı. Neredeyse her soruya "Aynı soruyu soracağım biz tarafsız gazetecileriz biz sadece soru sorarız" gibi ön girişler yapması ve lafı uzatması sıkıcıolduğu kadar biraz suniydi de.
Küçükkaya her sabah kendi programında neyi nasıl soruyorsa öyle sormalıydı. Birkaç soruda haksızlık etti. Binali Yıldırım'a "Cemaat yurtlarında kalıp kalmadığını" veya "Gülen'le görüşüp görüşmediğini" İmamoğlu'na da aynı soruyu sormasını gerekçe göstererek sorması tuhaftı.
Yıldırım'ın Gülen'le ilgili yaptığı ateşli konuşmaları üzerinden soru sorulmalıydı.
Mal varlığı konusuna yanlış yerden girdi. Her kamu görevlisi zaten mal varlığı listesi veriyor.
İki adaya sorulması gereken "Siyasete başladığınız günle bugün arasındaki değişiklik nedir?" sorusuydu.
Küçükkaya'nın programdan sonra dün eleştirileri cevaplarken söyledikleri ise bana çok şaşırtıcı geldi. Şöyle demiş Küçükkaya; "Kavga-dövüş çıkmadı o güzel oldu. Eleştirilere açığım. Her soruyu da sordum. Format bana ait değildi. Bu bana tebliğ edilen bir görevdi. Sorumluluklarımız vardı. "
Peki nerde kaldı bağımsız gazetecilik?
Hani formatı da soruları da kendisi hazırlamıştı?
Ayrıca politikacıların format ve soruları önceden vermesini kabul etmek ne anlama geliyor?
Neyse çok uzun yıllardır böyle bir program yapılmadığı için fazla da eleştirmeye gerek yok.
Dün geceden bütün gazeteciler gereken dersi almıştır umarım.
OKURDAN MESAJ
İSPARK'ta 10 lira için rehin kalan İstanbullu
Bir okurum başından geçen bir olayı anlatmış.
Mesajın okurumdan geldiği gibi yayınlamam mümkün değil çünkü uzun anlatmış kısaltmaya kalksam anlamı kalmayacak bu nedenle ben özetledim.
Konu şu; okurum geçtiğimiz salı günü Fenerbahçe'deki İSPARK'a aracını bırakmış.
Eşiyle birlikte sahilde gezdikten sonra arabasını almaya gelen okurum bir de bakmış nakit parası yok.
"Kapıyı açarsanız bir banka bulur para çeker gelirim" demiş.
Ancak İSPARK görevlileri "Hüviyetini bırak da git yoksa çıkamazsın" demişler.
Bunun üzerine hüviyetini değil tüm cüzdanını bırakıp çıkmış bankasının ATM'sini bulmuş para çekmiş gelip park parasını ödedikten sonra cüzdanını alıp gitmiş. Okurum buna haliyle çok alınmış.
Yanında eşiyle birlikte sanki 10 lira için kaçmaya çalışan biri durumuna düştüğü için kendini aşağılanmış hissetmiş.
Tabii belki "Oradaki görevli ne yapsın adamın otoparktan çıktıktan sonra geri geleceği ne malum" diyebilirsiniz.
Bu mümkün tabii de acaba "aaa para almamışım çekip de geleyim" diyerek para ödememeye çalışan kaç kişi olabilir ki? Bazen görevlilerin insiyatif kullanması küçük mutluluklar yaratabilir.
KOMİK
Bahçeli kendini çok güldürdü
Hafta sonu sosyal medyada en çok izlenen görüntülerin başında MHP genel başkanı Bahçeli'nin İstanbul'a "mitil atmak" üzere kalabalık bir konvoyla geliyordu. Görüntüleri MHP Genel Merkezi paylaşmış.
Bahçeli'nin heyetinin yol görüntüleri güçlü bir mehter marşı eşliğinde sunuluyor. Güzel de sosyal medyayı kontrol etmek çok zor tabii. Bahçeli'nin bir yandan "beka" diyerek "milliyetçiliğini" vurgulaması ama her birinin fiyatı birer milyon liranın üzerindeki çok lüks yabancı araçlarla gösteri yapması sosyal medyanın diline düşüverdi. Kurtlar Vadisi filminden çıkma görüntülerle toplumu etkilemeye çalışırken Bahçeli ve MHP kendini çok güldürdü. Üstelik "mitil atılıyor" dedikten bir gün sonra Bahçeli'nin tekrar Ankara'ya dönmesi ise ciddi alay konusu oldu. Sosyal medya kullanıcıları "Sırf Erdoğan'a yaranmak için lüks araçlı mehterli gösteri düzenlenirken ne beka kaldı akılda ne Kürdistan ne Pekeke ne ekümenik tepkisi" yorumları yaptılar.
================================
ARSLAN BULUT: SURİYELİLER NEDEN TÜRKİYE'YE GETİRİLDİ?
İsmail Küçükkaya Suriyeliler konusunu sorduğunda Ekrem İmamoğlu Suriye politikasına hiç girmedi ve yapıcı bir dille konuşarak "Biz mülteci konusunu iyi yönetemedik. Güneyimizde yaşanan insanlık dışı olaylar sonrası Türkiye'miz yalnız bırakılmıştır. Biz göçmenliğe ve mülteciliğe ilişkin bir masa kuracağız. Ülkemiz adına ulusal politika geliştirme noktasında aktif davranacağız. 3 5 milyona yakın mülteci bu ülkenin her yerine dağılmamalıydı ve engellemek için neler yapabiliriz bu süreci nasıl destekleyebiliriz? Bu anlamda belediyelere düşen görevler nelerdir işin içinde olmamız gerekir" dedi.
Binali Yıldırım ise "Afrin harekâtını yaptık biliyorsunuz. Ben başbakandım. Oraya şimdi bir kısmını gönderdik. Cerablus'u El Bab'ı aldık oraya gönderdik. 500 bine yakın Suriyeli gitti. Şimdi Fırat'ın doğusundaki o bölgeyi temizleyip diğerlerini de oraya göndereceğiz. İstanbulluların huzurunu kaçıran olaylara karışırlarsa tutar göndeririz. Bu kadar açık" diye konuştu.
***
Konuyla doğrudan ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu mülteciler konusunda programdan önce yaptığı açıklamada "Suriyeli kardeşlerimize biz ev sahipliği yaptık yapmaya da devam edeceğiz. Bana 6 ay süre verin bunu tüm İstanbul'a söylüyorum. 6 ay sonra buradaki düzenin yüzde 100'e yakın bir oranda herkes tarafından sağlandığını herkes görecektir"
Biz 402 yıl bunlarla aynı sancak altında birlikte yaşadık. Üç kuruş para bulduk diye sırtımızı mı dönecektik. Biz 15 Temmuz'da nasıl kurtulduğumuzu zannediyoruz? Biz nasıl kurtulduk? Kim ne derse desin 450 bin çocukları doğdu bu ülkede. Allah o 450 bin çocuğun hayrına 15 Temmuz'da şu hainlere ezdirmedi. Ben onu bilirim" dedi!
Soylu Suriyelilerin yüzde 65'inin Misakımilli sınırları içerisinden Türkiye'ye geldiğini de söyledi.
***
Suriyelilerin Türkiye'ye sürülmesi konusunda gerçek nedir peki?
Bu konudaki ilk veriler bana 2011 yılında gelmişti. AKP gençlik kollarından bir genç bizzat bana Türkiye'nin 30 şehrinde Suriyeli muhalifler için kamplar kurulmakta olduğunu toplam 300 bin Suriyelinin silahlı eğitimden geçirileceğini bildirmişti. Olaylar bu bilgileri doğrulamaya başlayınca bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşmıştım.
Yine 2012 yılında Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün 1.5 milyon çadır siparişi verdiğine dair bir haber almıştım. Bunun üzerine "Suriye sınırında kurulacak yeni çadır kentler için mi bu kadar çadır lazım yoksa İstanbul'da deprem olacak da gaipten haber mi geldi" diye sormuş ama cevap alamamıştım. Çünkü 1.5 milyon çadırda 7.5 milyon kişi barındırılabilirdi!
Suriyelilerin Türkiye'ye sürülmesi veya getirilmesi iktidara tarafından 1.5 milyon çadır siparişi verecek kadar planlanmış bir süreçti. Tabii Suriye'nin kuzeyinin boşaltılması ve burada bir PKK devleti kurulması için Türkiye kullanılıyordu.
***
Şimdi Ahmet Yaman adlı okurumuz "Suriyeliler hakkında söylenen 'savaştan kaçtılar' 'sığındılar' 'göçtüler' kelimelerinin hiçbiri doğru değildir. Doğru olan şudur: Suriyeliler getirildi!
Suriye'de birkaç yıldır yaşanan kargaşa bunların gelmelerinin sebebi değil getirilmelerinin bahanesidir. Çok daha kapsamlı ve derin bir proje için getirildiklerini toplumumuzda da herkes bir gün anlayacak ama korkulur ki iş işten geçmiş olacak. Gönderilmiyorlarsa; savaş için gelmemişler başka hesaplar için getirilmişler demektir. " diyor.
Biz de zaten "PKK devleti kurulsun diye Suriye'nin kuzeyi boşaltıldı. Türkiye'ye sürülmelerinin sebebi ise ülkeyi eyaletlere bölerek parçalamaktır" diye yıllardır bu projeyi yazıyoruz! Ümit Özdağ Suriyelilerin rejim değişikliği için de kullanıldığını anlatıyor.
Eskiden mektupların sonuna gelindiğinde Karadenizliler bir ifade kullanırdı:
"Daha ne yazayım?"
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/suriyeliler-neden-turkiyeye-getirildi-52297yy.htm
================================
YILMAZ ÖZDİL: YANKI ODASI
Ekrem İmamoğlu'yla Binali Yıldırım'ın programı üç saat değil üç gün de sürseydi şu an ne düşünüyorsanız gene onu düşünecektiniz.
★
"Yankı odası" etkisidir bu.
★
Mesela son saniyede bir sorun çıksaydı program iptal edilseydi…
Yandaş gazeteler ertesi sabah gene "Binali Yıldırım çok başarılıydı Ekrem İmamoğlu fena ezildi" manşetleriyle çıkardı!
Çünkü ertesi sabah okuduğunuz yandaş gazetelerin manşetleri programdan çok önce program başlamadan önce atıldı bile.
★
Tıpkı Chp yanlısı yazarların hepsinin ertesi sabahki yazılarında Ekrem İmamoğlu'nu beğenmiş olacakları gibi.
★
Kutuplaşma ötekileştirme üzerine inşa edilen yeni medya çağının bulaşıcı hastalığıdır "yankı odası. "
★
İnsanlar artık kendisi gibi düşünen gazeteleri okuyor kendisi gibi düşünen televizyonları seyrediyor sosyal medyada kendisi gibi düşünen insanları takip ediyor sonra da kendisi gibi düşünen insanların düşüncelerini kendi sosyal medyasından yayıyor…
Böylece farklı düşüncenin giremediği aynı düşünceden ibaret habire aynı düşüncenin yankılandığı yalıtılmış bir odaya hapsoluyor.
Kendi sosyal medyasında kendisi gibi düşünmeyenlere karşı kendi kendine sansür uygulamış oluyor.
Devamlı kendi düşüncesinin yankısını duydukça kendi düşüncesinin doğru olduğuna daha çok inanıyor kendi düşüncesini kendi kendine daha çok beğenmeye başlıyor kendi düşüncesini kendi kendine alkışlıyor.
★
Akp'nin son hamle olarak bu programı istemesinin sebebi buydu.
★
Seçimi kaybedeceğini biliyor.
Hatta bundan emin.
"Yankı odası" yaratarak hiç olmazsa elimde kalan seçmenleri koruyayım diye hesapladı.
Bence başarılı oldu.
Dikkat ettiyseniz Binali Yıldırım sadece kendi seçmenine seslendi karşı tarafa hitap edeyim diye çabalamadı "çaldılar" dedi "yalancı" dedi "acemi" dedi sadece kendi seçmenine yönelik yankılar verdi.
Şimdi bir hafta boyunca bunları tekrar edecekler.
Seçime kadar Binali Yıldırım'ın programda çok başarılı olduğunu Ekrem İmamoğlu'nun ezildiğini tekrar edip kendi seçmenleri arasında bu suni gerçekliğin yankısını oluşturacaklar.
Hiç olmazsa kaçışı kanamayı durdurmuş olacaklar.
★
Ekrem İmamoğlu'nun da kendi yankı odasına hitap etmesi gerekirdi.
★
Seçime daha bir sene iki sene olsaydı elbette uzun vadede rakip seçmene yatırım yapmak doğrudur ama seçime sadece bir hafta var.
Kendi seçmeninin alıp yayacağı akılda kalıcı vurucu sloganvari yankılar üretmeliydi.
Halbuki rakip yankı odasına seslenmeye çalıştı rakip yankı odasını ikna etmeye çalıştı.
Bu mümkün değil.
Asla.
Ekrem İmamoğlu'nu sevmenize rağmen kesinlikle ona oy verecek olmanıza rağmen programı sıkıcı bulmanızın heyecansız bulmanızın keyifli bir ziyafet beklerken ağzınızda kekremsi bir tat kalmasının sebebi bu.
★
Netice itibarıyla…
Her iki tarafın oy oranını koruduğu bir program oldu.
Yüzde kaçla başladılarsa aynı yüzdeyle son buldu.
★
Ve yankı odalarındaki suni gerçekler ne kadar yankılanırsa yankılansın Akp açısından bu seçimin taa en başından beri değişmeyen tek çıplak gerçeği var…
Binali Yıldırım yanlış adaydı.
★
Yokuşa sarmış çift dingilli kamyon gibi zorlanan adeta gidecek mecali olmayan birinin gıcır gıcır spor otomobil gibi birini geçebilmesi imkansız.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/yanki-odasi-5182669/
================================
CAN ATAKLI: BİZ YAPTIK YİNE YAPARIZ
İstanbul'un her tarafı "tek başına Binali Yıldırım fotoğraflarıyla" donatıldı.
31 Mart öncesinde "aşk" temalı ikili afişler asılıydı.
Bu kez sadece Binali Yıldırım var.
Kampanyanın özü "Biz yaptık yine biz yaparız" sloganıyla oluşturulmaya çalışılıyor.
Her vaadin önünde mutlaka "Biz yaptık" sözü var.
"Gençlere 10 GB bedava internet biz yaptık yine biz yaparız"
"Üniversitelilere spor tesisleri ücretsiz biz yaptık yine biz yaparız"
"İşsizleri ulaşım bedava biz yaptık yine biz yaparız"
Bu ve bunun gibi onlarca afiş sokaklarda. Ancak bana göre yanlış bir propaganda yöntemi olmuş bu.
Çünkü farklı çağrışımlar yaratıyor.
Öncelikle sanki bunlar vaat değil de zaten yapılmış olan şeyler gibi anlaşılıyor.
Ya da 25 yıldır İstanbul'u yöneten bir parti aslında bunları yapabiliyormuş ama yapmamışizlenimi veriyor.
Tabii asıl komik olan taraf başka.
"Biz yaptık yine yaparız" sloganını bir de tersten okuyun.
AKP'li başkanların ve AKP iktidarının gerçekten yaptığı bazı işlere de bir bakalım;
"Genç işsizlik ve işsizlik rakamlarında tarihi rekorlara imza attık biz yaptık yine biz yaparız"
"Yandaş vakıf ve derneklere yılda 850 milyon TL verdik biz yaptık yine biz yaparız"
"Halk Ekmek şirketinin parasıyla yurtdışından futbolcu getirdik halkın ekmeği ile oynadık; biz yaptık yine biz yaparız"
"İmar oyunlarıyla milyarlarca liralık rant yarattık biz yaptık yine yaparız"
"İstanbul'u çirkin yapılarla donatarak kente ihanet ettik biz yaptık yine yaparız"
"Seçimde yenilince aynı sandıktaki 4 oydan sadece 1'ini geçersiz saydık biz yaptık yine biz yaparız"
"Sırf iktidardan olmamak için halkın yarısını terörist PKK'lı darbeci FETÖ'cü ilan ettik; biz yaptık yine yaparız.
"Seçimi kaybedince terörist ediklerimizle iş birliği yapmaya soyunduk biz yaptık yine yaparız"
"Partimize hizmet veren binlerce kişiyi hiç çalışmadıkları halde belediyede çalışıyor gibi gösterip maaş ödedik biz yaptık yine yaparız"
"Dünyanın en pahalı metrosunu en pahalı köprüsünü inşa ettik; biz yaptık yine yaparız"
Öğrencileri 25 yıldır otobüslere metroya vapura motora pahalı bindirdik; biz yaptık yine yaparız"
"İstanbullulara hep pahalı su sattık biz yaptık yine yaparız"
Örnekleri siz de çoğaltabilirsiniz.
NOT: Bu yazının yazılmasında gönderdiği mesaj ile bana ışık tutan okurum Ersoy Ergün'eteşekkür ederim.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Aklına esen Karadenizlilere "Rum-Pontus" demekten çekinmiyor
İktidarın sonunun geldiğini görenlerin sayısı giderek artıyor.
Ama en önemlisi bizzat iktidara destek verenler artık yolun sonunun geldiğini görüyor.
Bu nedenle müthiş bir panik yaşanıyor.
Bel altı bel üstü ahlak namus iffet namus falan artık hak getire.
Ayakta kalabilmek için akla gelen gelmeyen her şey kullanılıyor. Bunlardan biri de "Rum-Pontus" söylemi.
Önce Esenler Belediye Başkanı başlattı. İmamoğlu'nun "nereli olduğunu" sordu kalabalığa.
"Trabzonlu" cevabını alınca da İmamoğlu'nun "Rum olabileceği" imasında bulundu.
Tabii kendini akıllı sayıldığından "Ben onu Yunan medyasındaki iddialara dayandırdım"diye savundu kendini.
Sonra bu furya iyice yayıldı.
Önceki gün AKP Mersin İl Başkan Yardımcısı Kenan Peker resmi Twitter hesabından Ekrem İmamoğlu'nun fotoğrafını "İstanbul'u Konstantinopolis mi sandın Yunan evladı?" diyerek paylaştı.
Ama bana göre en vahimi topa MHP Genel Başkanı'nın da girmesi.
Sanıyorum o da çaresiz seçimin kaybedileceğini görüyor olmalı ki bir hamle yapıp İmamoğlu'na "Rum benzetmesi" yaptı.
Şöyle dedi; 'Rumsa Rumdur bu ülkede Rum var mı var Yunanlı var mı var' diyen birinin nereye hizmet edeceği açıktır. Hakkı olmadığı halde VIP terminalini kullanmaya kalkan ve valimize ağır hakaret eden bir ağızdan İstanbul' için hayırlı bir sözün çıkması beklenmemelidir. Her vatandaşımızdan isteğimiz bu gerçeği görmeleridir. 23 Haziran'da 16 milyon İstanbullu huzura kavuşacaktır. FETÖ kaybedecektir PKK yerin dibine geçecektir.
Vallahi pes yani.
Devlet Bahçeli'yi göre İmamoğlu hem Rum hem Yunan hem PKK'lı hem FETÖ'cü.
Çaresizlik ne fena bir şey.
BUNU YAZMAK GEREK
Eskiden kavşak mı vardı sanki?
AKP Genel Başkanı Erdoğan demiş ki; "İstanbul'da 24-25 yıldır ne yapılmış diye soranlar herhalde Avrasya Tüneli'nden Marmaray'dan Üçüncü Köprü'den hiç geçmedi. Eskiden İstanbul'da kavşak mı vardı Metrobüs mü vardı? Bunları bu hükümet yaptı. Adayımız Binali Yıldırım Bey'in burada çok ciddi emekleri var. "
İş sonunda buraya kadar geldi.
Eskiden buzdolabımız yoktu fırını bu iktidar getirdi tomografi falan hak getireydi.
Meğer eskiden kavşak da yokmuş.
İyi oldu öğrendik.
Ama en önemlisi İstanbul'a hizmeti hükümet getirmiş.
Bunda da şimdi aday olan Binali Yıldırım'ın katkısı büyükmüş.
Günün sözünün özü şu: Bizi seçmezseniz İstanbul'a hizmet yok. Demek ki hükümetin de gitmesi gerekecek.
ŞAŞIRDIM
Erdoğan'dan bir ilk "başkanın valisi"
Yandaş tetikçi medya sürekli kullanıyor ama Erdoğan'ın ağzından başkan sözünü ilk kezduydum. Üstelik hukuk ve demokrasi açısından çok talihsiz biçimde dile getirdi başkan tanımını Erdoğan.
Tacikistan'a gidiyordu gazetecilere önceden verilmiş soruların cevaplarını söylüyordu.
Lafı Ordu'daki VİP olayına getirerek "O vali kimin valisi?" diye sordu ve sonra da sözünü bitirdi "başkanın valisi" Ardından da "Devletin valisine hakaret ediyor bu adam devleti bilmiyor bunu yapamaz" türü sözler sarf etti.
Kavramlar çok karıştı tabii.
Ama şunu da sormadan edemiyorum; Devletin valisi Atatürk'e hakaret edebilir mi?
Böyle bir şeyi devletin valisi yapılabilir mi? O zaman bu kişi gerçekten devletin valisi olabilir mi? Kim bilir belki de Erdoğan özellikle "başkanın valisi" tanımını kullanmıştır.
ÇOK GÜLDÜM
Aman altında bir mana aramayın
Neredeyse 30 yıldır bildiğim bir fıkra.
Bir okurum göndermiş.
Muhtemelen yaşı genç fıkranın yeni olduğunu düşünmüş.
Ama öyle bir fıkra ki eski olmuş yeni olmuş fark etmiyor.
Türkiye gibi bir ülkede şimdilik modası hiç geçmez;
Ali 3'üncü sınıfa giden zeki bir çocuktur.
Bir gün öğretmeni Ali'ye 'Siyaset nedir?' diye sorar.
Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez.
Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz.
O da babasına sormaya karar verir.
Baba Siyaset nedir?
Baba düşünür. Ali'ye uygun bir yolla anlatmak ister.
Bu evde parayı getiren kim oğlum?
Sen…
Ben kapitalist rejimim. Peki parayı alıp bizim yiyecek içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim?
– Annem…
– O da hükümet. Peki küçük kardeşinle kim ilgileniyor?
– Dadım…
– Dadın işçi kardeşin gelecek sen de halksın o zaman.
Ali her şeyi not alır ve uyur.
Gece garip seslerle uyanır.
Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor.
Yanına gidince altına pislediğini anlar.
Hemen annesini kaldırmaya gider.
Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz.
Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider.
Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Ali'nin ağzından aynen şu kelimeler dökülür:
Kapitalist rejim işçiyi sömürüyor hükümet uyuyor gelecek bok içinde halk ne yapsın…??
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/biz-yaptik-yine-yapariz-5170056/
================================
ZEYNEP GÜRCANLI: İKTİDARI SÜRDÜRME FORMÜLÜ
AKP açısından İstanbul'da işler iyi gitmiyor.
Ne PKK terör örgütü elebaşı Öcalan'ın 8 yıl aradan sonra avukatları ile görüştürülmesi;
Ne AKP adayı Yıldırım'ın Diyarbakır'a gidip "Kürdistan" demesi Kürt kökenli seçmeni etkilememiş görünüyor. (Bu arada AKP'nin İstanbul'un en merkezi yerlerinde kurduğu seçim standlarında sürekli Kürtçe şarkılar çalması da dikkat çekici)
Sadece HDP'lileri değil muhafazakar Kürt seçmeni de kaybetme aşamasına gelmiş AKP. CHP'lilerin seçim çalışmalarını izlerken son bir haftadır gittiğim genellikle Güneydoğu illerinin hemşehri dernek toplantılarında duyduklarım çok netti: AKP'nin küçük ortağı MHP ile birlikte 31 Mart seçimlerinde kullandığı "beka" söylemi ters tepmiş. Sadece HDP'liler değil kendilerini "muhafazakar" olarak ifade eden Güneydoğu kökenli seçmenler de "demokrasiden yana oy kullanacağız" deyip sözü hep "Herşey güzel olacak" cümlesiyle bitiriyor. Söyledikleri şu; "CHP çok büyük hatalar yaptı. Ama CHP'yle siyasi hesaplaşmamız sonra. Bu ekonomik kriz içinde iktidardakilere bir ders vermek şart oldu. "
HDP'lilerden ise duyduğum "31 Mart'ta sandıkta bir vurduk iktidardan ses geldi. Şimdi daha sert vurma zamanı" mesajı.
Güneydoğu'daki durumu bilmiyorum. Ama İstanbul'da Kürt seçmenin gözü halen hapisteki Selahattin Demirtaş'ın üzerinde. Seçim kampanyası çerçevesinde muhafazakar ya da HDP'li hemen her Kürt seçmenden CHP'lilere yönelik "Selahattin Başkan'ı kurtarın" mesajı verildiğini görmek de ayrıca dikkat çekici. Tabi bunu söylerken hemen hepsinin Demirtaş'ın hapse CHP'nin AKP'nin oyununa gelerek dokunulmazlıkları kaldırması sonucu girmesine vurgu yapmaları bir nevi CHP'ye "sizin hatanız siz düzeltin" mesajı vermesi de ayrıca not etmeye değer.
CHP'lilerin henüz AKP-MHP bloğundan "çözemedikleri" seçmen grubu ise Karadenizliler gibi görünüyor. Ekrem İmamoğlu'nun Trabzonlu olması bir parça çözülme getirse de AKP'nin özellikle İstanbul ilçe belediye başkanlık ve meclis üyeliklerinde Karadeniz ağırlıklı listesi 23 Haziran seçimlerinde CHP'nin -zaten seçilmiş- Büyükşehir Belediye başkanı lehine farkın açılmasını engelliyor gibi.
FORMÜL KIBRIS YA DA İDLİB OLABİLİR Mİ?
İstanbul'da 31 Mart'ta "yenilmezlik kültünü" kaybeden AKP'nin 23 Haziran'da ikinci yenilgiyi almamak için farklı arayışlara girmesi mümkün.
AKP 31 Mart'ta tutmayan "beka" formülünü bu kez söylemde değil eylemde gündeme getirebilir. Bunun işaretleri de geliyor;
Mesela yandaşların AKP'nin yıllardır görmezden geldiği Rumlar'ın tek taraflı olarak Doğu Akdeniz'de attığı adımları 23 Haziran seçimi öncesinde birden bire "fark etmiş" olmaları dikkat çekici. Rumlar Akdeniz ülkeleri ile anlaşma üzerine anlaşma yapıp tüm dünyayı Türkiye'ye karşı döndürürken hiç sesi çıkmayan yandaş kalemler bugünlerde "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilhak etmekten" bile bahseder oldular.
İdlib'de ise Rus destekli Suriye rejim güçleri ile bölgede bulunan Mehmetçik arasında gerilim artıyor. Türkiye'nin Rusya ile Soçi anlaşması çerçevesinde kurduğu gözlem noktası son günlerde sık sık hedef alınıyor. Türkiye saldırılar için rejimi suçlarken Ruslar İdlib'deki cihatçı terörist grupları işaret ediyor. Moskova ile Ankara arasındaki artan İdlib anlaşmazlığının -Rusya'yla S-400 pazarlıkları çerçevesinde yapılmış – "kontrollü bir gerilim" mi yoksa gerçek bir restleşme mi olduğu şimdilik meçhul.
Keza aynı soru işaretleri ABD ile yaşanan S-400/F-35 restleşmesinde de mevcut.
Bunun da "kontrollü bir restleşme" mi yoksa seçim odaklı bir "gerilim söylemi" mi olduğunu çok yakında anlayacağız.
Bu soruların yanıtları ne olursa olsun AKP'nin seçmen nezdinde düşüşte olduğu ekonomik krizin de giderek derinleştiği kesin.
Endişem iktidarın hem ekonomik krize "bahane" üretmek hem de iktidarda kalma süresini uzatmak için çareyi Türkiye'yi yıkıma götürecek maceralarda araması…
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/iktidari-surdurme-formulu-5171988/
================================
FATMA ÇELİK: ESAS MERAK EDİLENLER KONUŞULACAK MI?
Bu akşam gelişmiş demokrasilerde gayet olağan bir tartışma ortamının 17 yıl sonra ilk defa ülkemizde gerçekleşmesine şahit olacağız. Peki bu gerçekleşiyor diye "tamamdır artık demokratikleşiyoruz" diyebilir miyiz?
Bu program 31 Mart seçimi öncesinde gerçekleşseydi belki… Ancak kazananın belli olduğu seçimin tekrarlandığı bir seçimin öncesi yapılan bu program demokrasi için atılan bir adım değil; "yine kaybedildiği şimdiden belli olan seçimi" kazanabilmek için yapılan çırpınıştan başka bir şey değil…
Evet "kaybedilen seçim" diyorum; çünkü AKP'nin bu tekrarlanan seçimi de kaybedeceğinin kendisinin de farkında olduğunu Ekrem İmamoğlu'nun gerçek rakibinin ortalarda gözükmemesinden anlamak pek ala mümkün.
Kim bu gerçek rakip? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizzat kendisi.
Hepimiz biliyoruz ki İmamoğlu ile yarışan aslında Binalı Yıldırım değil. Bunu zaten 31 Mart seçimleri öncesi her tarafa asılan Erdoğan posterlerinden ve Erdoğan mitinglerinden açık bir şekilde anlamıştık.
"İstanbul'u kaybedenin Türkiye'yi kaybedeceği" de açıkça söylenmişti…
Eee İstanbul 31 Mart seçimlerinde iktidar tarafından kaybedildi.
Yaşanacak ikinci kayıpta kaybeden olmayı sindiremeyen Sayın Cumhurbaşkanımızın sorumluluğu Yıldırım'a atmak istediği ortada…
Zaten olmaz ya diyelim Yıldırım kazandı; İstanbul'u Yıldırım'ın yönetmeyeceği de ortada…
O açıdan bu akşamki programı görselde İmamoğlu ile Yıldırım olsa da; İmamoğlu ile Erdoğan arasında geçiyor gibi izlemekte fayda var…
Bu akşamla ilgili sanırım en merak edilen sorulara verilecek yanıtlardan önce soruların ne olacağı hususu…
Yerel seçimin doğası gereği konuşulması gereken "İstanbul" olsa da her iki aday da İstanbul'a dair projelerini farklı farklı programlarda ve mitinglerde zaten defalarca anlattılar…
Bir kez daha ve aynı anda söylemeleri seçmen tercihine etki eder mi bilmem ama 17 yıllık iktidarın bir parçası olan Binali Bey'e bu projeleri neden şimdiye kadar uygulamadığı mutlaka sorulmalı.
Çünkü Binali Bey "şunu şunu yapacağız" dediğinde aklına "daha önce neden yapmadınız" sorusu gelen tek ben değilimdir sanıyorum ki…
Öte yandan "İstanbul'a ihanet ettik" diyen bir iktidarın "daha önce yaptık yine yaparız" şeklinde bir propaganda cümlesi tercih etmesi de korkutmuyor değil…
Bu açıdan İstanbul ihanetlerini ve yapılan israfları zarar eden kuruluşları da tek tek sormak şart diye düşünüyorum…
Pek tabi seçimden önce İmamoğlu'na "indirim yapacakmış hangi kaynakla?" diyen Yıldırım'ın yeni vaatlerine kaynağı nasıl bulduğunun da sorulması güzel olacaktır…
Ve meşhur "çaldılar" söylemi…
Mutlaka ama mutlaka "öyle söylemek zorundaydım"dan daha tatmin edici açıklama yapması gerekiyor Binali Bey'in. Bu konu böylesine "özrü kabahatinden beter" bir durumda kaldıkça öznesi belirtilmeden ortaya atılan bu fiil büyük bir suça işaret eden bir itham oluşturuyor…
İmamoğlu'na bir fayda sağlamayacağını düşündüğüm bu program açısından İmamoğlu'na sorulabilecek cevabını merakla beklediğim bir soru da yok açıkçası… Yine de İsmail Küçükkaya'nın ne sorular hazırladığını oldukça merak ediyorum…
Bu programın da yeniden bir teamül oluşturmasını ve önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benzer formatta programlar yapılmasını bekliyorum…
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/esas-merak-edilenler-konusulacak-mi-52280yy.htm
================================
HÜSNÜ MAHALLİ: DÜELLO
Yandaş medyaya kalırsa 23 Haziran'ı üçüncü dünya savaşına çevirecekler.
Aptalca yalanların hedef göstermenin ve çirkefliğin sınırı yok.
Adamlar kaybedeceklerini bildikleri için her türlü pisliğin içindeler. Onlara kalırsa Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım bu akşam İsmail Küçükkaya'nın programında düello yapıp bu işi kanla bitirmeli.
Adamların zeka ve mantalitesi orta çağdan kalma.
Ama boşuna ne onlar ne Binali Yıldırım'ın söyleyecek bir şeyleri yok ve kalmadı.
Hele İstanbullulara… Erdoğan'la başlayan İslamcı anlayış 17 yıldır İstanbul'u yönetiyor.
Binali Yıldırım 17 yıldır iktidarda:
Bakan Başbakan ve TBMM Başkanı olarak.
Ben olsam İstanbul'a aday olmazdım.
Tenzili rütbe.
Böyle bir konumda kesin tükenmişlik sendromu yaşardım.
Vatandaş da benim gibi düşündüğü için İmamoğlu'na ilgi gösteriyor.
İmamoğlu her şeyi ile yepyeni bir figür.
İstanbul değil tüm Türkiye için.
Nedeni de çok basit:
İnsanlar AKP iktidarından sıkıldı.
İnsanlar AKP'nin iç ve dış politikasından tedirgin.
İnsanlar AKP'nin demokrasi ve özgürlükler düşmanı tavrından korkuyor.
İnsanlar AKP'nin hak hukuk ve adalet düşmanı tutumundan endişe duyuyor.
İnsanlar 23 Haziran'ı İstanbul seçimi olarak görmüyor.
Sandığa gidecek herkes Erdoğan'ı oylayacaktır.
23 Haziran bir referandumdur.
Belki de sonuncusu olacaktır.
İmamoğlu kazanıp belediye başkanı olacak ama heyecan dalgası devam edecek.
2023 ya da öncesinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar.
O zamana kadar da Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmeye devam edecek ama kolay olmayacak. İçerde ve dışarda yapacağı her hata dolaylı da olsa İmamoğlu'nun lehine olacak.
İmamoğlu ve HDP destekli CHP-İYİ Parti İttifakı büyük yanlışlık yapmazsa Erdoğan ve AKP'nin işi bundan böyle çok zor olacak.
Yandaş medya ne yaparsa yapsın AKP'yi çok zor bir dönem bekliyor.
İstanbul ve Ankara'da geçmişin yolsuzlukları ortaya çıktıkça AKP'ye oy vermiş bazı çevreler
İmamoğlu'nun tarafına geçecektir.
Davutoğlu değil ama Gül-Babacan ikilisi AKP'yi zorlayacaktır. İçerde ve dışarda her şey İmamoğlu'nun lehine gelişecektir. Kadın ve gençlerin İmamoğlu'nu sevmesinin nedeni işte bu umuttur.
Bu umudun önünde hiçbir güç duramayacaktır.
Yandaş medyanın korkusu da bu umuttur.
Korkunun ecele hiç faydası yok ve olmayacaktır.
Cukkalar kesilecek sesler kısılacak.
Belediyelerden bedavadan maaş alan Aktroller'in işi çok zor. Maaşlarına zam işlerine son verilecek.
Vızıltıları az duyulacak.
Körfez ülkelerinde trollere 'Elektronik Sinekler' denir.
Acayip para alıyorlarmış. Oralarda paranın suyu kesilmez ama İstanbul'da musluklar kesin mühürlenecek.
Farklı bir İstanbul yepyeni bir Türkiye'nin yolunu aydınlatacak.
İçerde ve dışarda herkes 23 Haziran'a böyle bakıyor.
İmamoğlu Cumhurbaşkanı olmayacak ama içimde bir his var ülkede her şey yoluna girecek.
S-400 F-35 Patriotlar Fırat'ın doğusu İdlib Fırat'ın batısı Suriye sorunu AB ile ilişkiler yabancı yatırım ve mali destekler…
İçerde ise yumuşama demokratikleşme özgürlüklere saygı ve toplumsal barış… Hemen olmazsa da mutlaka olur. Umarım ve dilerim olur.
Olmazsa da AKP biter.
Ne zaman biter bilemem ama Cumhuriyet'in 100. Yılı'ndan önce kesin.
Cumhuriyet'le inatlaşarak geldi ama 23 Haziran'da son düellosuna çıkacak.
16 milyon İstanbullunun hakemliğinde.
Ne demişti Mustafa Kemal 13 Kasım 1918'de:
'Geldikleri gibi giderler'.
Cumhuriyet'le dalga geçilmez.
Cumhuriyet'in molası olmaz.
Cumhuriyet yenilmez.
Cumhuriyet yenilirse Türkiye kalmaz.
Türkiye kalmayacaksa ne işe yarar Konstantinopolis.
Evet 23 Haziran seçimi bir beka kavgasıdır.
İstanbul'a bir başkan değil İstanbul'dan Samsun'a gidecek olanı seçeceğiz.
Sonrası çok kolay.
'Takalar geçiyor allı yeşilli
Takalar geçiyor dümenleri lâzlı
Takalar geçiyor en nazlı
Yelkenlilerden de güzel'
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/duello-5162335/
================================
ORHAN UĞUROĞLU: "ERDOĞAN BENİMLE CANLI YAYINA CESARET EDEMEZ"
Kemal Kılıçdaroğlu ile Recep Tayyip Erdoğan'ı 23 Haziran seçiminden önce TV'de canlı yayına davet etmiştim. Kılıçdaroğlu'ndan bana yanıt geldi ki Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'a şöyle meydan okudu:
"Erdoğan'ın benimle canlı yayına çıkacağını sanmıyorum. Cesaret edemez"
Erdoğan ve danışmanlarından ise henüz bir yanıt yok.
Kılıçdaroğlu'nun "Cesaret edemez" meydan okumasından sonra bakalım Erdoğan'dan "cesur" bir yanıt "varım" diye gelecek mi?
Yoksa Erdoğan bu televizyon canlı yayın davetinden de kaçacak mı?
3 Kasım 2002 seçiminden önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile AKP'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan 22 Ekim 2002 gecesi Uğur Dündar'ın "Seçim Arenası" programına çıkmışlardı.
Erdoğan 17 yıldır şöyle bir bahane üretiyordu:
"Biz kazanan tarafız kaybedenlerle yayına çıkıp neden onlara puan kazandıralım?"
Erdoğan ve adayı Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını Millet İttifakının CHP'li adayı Ekrem İmamoğlu'na karşı kaybedince Erdoğan fikir değiştirdi.
Yıldırım'a canlı yayına çıkma izni verdi.
Bu akşam FOX TV'nin ve Türkiye televizyonlarının en sevilen televizyoncusu gazeteci yazar İsmail Küçükkaya'nın moderatörlüğünde İmamoğlu ve Yıldırım televizyon canlı yayınlarında kozlarını paylaşacaklar.
Şimdi önemli bir bilgiyi sizinle paylaşayım.
AKP'ye yakınlığı ile bilinen ve son seçimlerle ilgili anket sonuçları ile dikkat çekerek güven kazanan MAK Danışmanlık sahibi Mehmet Ali Kulat bu gece yapılacak yayınla ilgili önemli bir çalışmayı şöyle duyurdu:
"Finansmanı abonelerimiz tarafından karşılanacak; Sayın İsmail Küçükkaya moderatörlüğünde Sayın Binali Yıldırım - Ekrem İmamoğlu ile yapılacak program sonrasında program biter bitmez Call Center üzerinden 33.000 kişiyi (seçmen sayısının binde üçünü) arayacağız.
%40 sabit Telekom %20 Vodafone %20 Turkcell %20 Telekom'un cep telefonlarından aramalar yapılacak.
Bu araştırmada sorular şöyle olacak
- 31 Martta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde hangi adaya oy verdiniz?
- Tartışmayı izlediniz mi ve kanaatiniz nedir?
- 23 Haziran da hangi Adaya oy vereceksiniz?"
Kulat'ı arayarak sordum:
Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım'ın bu çalışmadan haberi var mı? Sonuçları ne zaman açıklayacaksınız?
Mehmet Ali Kulat "Çalışma hakkında her iki aday da bilgilendirildi. Programa toplumun ilgisini ve seçmene etkisini anlamaya çalışacak çıkan sonuçları en hızlı şekilde uzmanlarla bilimsel değerlendirmesini de yaparak açıklayacağız" diye yanıt verdi.
MAK Danışmanlığın bu araştırmasında iki önemli nokta olduğunu vurgulayayım.
Birincisi finansmanın vatandaşlar tarafından karşılanacak olmasıdır.
İkincisi ise uzmanlarla bilimsel bir çalışma da yapılacağıdır.
Bu iki nokta çalışma sonucunun "bağımsızlığının" göstergesi olacaktır.
EDEP
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan "Bu devletin valisine kimsenin ben edep ederim ağzıma alamam bu ifadeyi kullanma hakkı yoktur" dedi.
Peki
Erdoğan Devletin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için "iki ayyaş" derken neden edep etmedi?
Erdoğan "Çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı. Hangi yüzle geliyorsun buraya?" diye bağıran vatandaşa "Ananı da al git" derken neden edep etmedi?
Değerli okurlarım
Zalimleri dize getiren efsane kahramanlar tarihimizde vardır… Bu kahramanlar her türlü adaletsizliğe bayrak açtılar haksızlıklara hukuksuzluklara ve zulme karşı hep kazandılar.
Malkoçoğlu
Köroğlu
Dadaloğlu
Günümüzde de Yandaş Seçim Kurulunun haksız hukuksuz ve adaletsiz şekilde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal edip mazbatasına el konulan kahraman bir siyasetçi var:
Ekrem İmamoğlu…
Ecevit der ki;
"Ne ezilen ne ezen insanca hakça düzen…"
Köroğlu der ki;
"Padişaha bile eğmeyiz başı…"
Dadaloğlu der ki;
"Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir…"
Ve son sözüm İsmail Küçükkaya'ya;
Adil ol… Sakin ol…
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-benimle-canli-yayina-cesaret-edemez-52281yy.htm
================================
YILMAZ ÖZDİL: GAZETECİ
Üniversitelerden iletişim fakültelerinden sık sık davet gelir gazeteciliği haberciliği anlatayım diye…
E birine git birine gitme olmuyor kolayına kaçıp hiçbirine gitmiyorum diyeceğimi topluca buradan diyeyim.
★
Bu fotoğrafa iyi bakın.
★
77 yaşında.
Sanık sandalyesinde oturuyor.
Gülümsüyor.
★
Ömrü boyunca eğilmedi.
Bükülmedi.
Kıvırmadı.
Kimseye yalakalık yapmadı.
Biat etmedi.
Dibek dövücünün hınk deyicisi olmadı.
Kimseye eyvallahı yok.
Onbinlerce yazı yazdı…
Tek kelime yalan yazmadı.
★
Okurlar dahil kimseye şirin görünme çabası olmadı.
Aman beni sevsinler diye rol yapmadı.
Görüşlerine katıl veya katılma ister beğen ister beğenme…
Harbi harbi yazdı.
Daima kitabın ortasından konuştu.
Kapalı kapılar ardında başka köşesinde başka davranmadı.
★
Duru.
Net.
Ağdasız.
Hep donk diye söyledi.
★
Türk Basını'nın pusulası oldu.
Rotanı kaybedersen gösterdiği yöne bakacaksın…
Aksi yönde mutlaka ve mutlaka yalakaları karşıdevrimcileri bulursun.
İnanmıyorsan dene…
Evren dönemi Özal dönemi Çiller dönemi Akp dönemi hiç şaşmaz.
Bi tarafta onu öbür tarafta öbürlerini görürsün.
★
Az arkadaşı var.
Çünkü arkadaşı diye kimseyi korumadı.
Yamuğu olan kim olursa olsun ayırmadan ayağına bastı.
★
Avanta gezi kollamadı.
Alemlere akmadı.
Tren gibi eviyle işi arasındaki hatta yaşadı.
Ulaşılması güç şöhretini mesleği dışında hiçbir alanda kullanmadı asla menfaat sağlamadı.
★
Anasının ak sütü gibi helal gazetedeki maaşı ve kitap gelirleri dışında gırtlağından tek kuruş geçmedi.
★
Atatürkçü.
Yurtsever.
★
Hırsız politikacıların arsız işadamlarının ve ahlaksız gazetecilerin kollektif nefretini kazanan kalemini satmayan dümdüz bir insan.
★
En ufak suçu olmadığını bugüne kadar yazdıkları nedeniyle ona kin besleyenlerin ondan intikam almak için onu oraya oturttuklarını cümle alem biliyor. Onu sevmeyenler bile bu gerçeği biliyor.
★
Ağlamıyor.
Acındırmıyor.
Medet ummuyor.
77 yaşında…
O her zamanki uslanmaz çocuk ifadesiyle gülümsüyor.
★
Ya bu adam gibi yapın gazeteciliği kardeşim.
Ya da gerekirse limon satın…
Bu işi yapmayın.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/gazeteci-3-5163070/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: PORTAKAL'IN PARTİ DEVLETİ
Bu yazıyı İmamoğlu-Yıldırım tartışması programından saatler önce yazıyorum.
O programda ilginç bir şey görürsek onu da bonus olarak yazarız!
AKP'ye o kadar kızıyorum ki tarifi mümkün değil!
Bademleri her gün yargılatsam dönüp bir daha yargılatsam kızgınlığım geçmez.
Türk Milletinin manevi değerleriyle ahlak ve namus anlayışıyla oynadılar!
Toplumun bir kısmını o kadar yozlaştırdılar ki "Çalıyor ama çalışıyor"
"Çalıyor ama din için çalıyor" "Çalıyor ama besmele ile çalıyor" dedirtecek kadar insanları ahlaktan uzaklaştırdılar!
Hiçbir demokratik toplumda kabul edilmeyecek ahlaksızlıklar bizde normal karşılanmaya başladı. Örneğin;
Yolsuzluğu sabit olan ve atılan biri o yere Başkan olmak için aday olabildi!
Efendi hangi yüzle aday olabiliyorsun? Sen de hiç utanma yok mu?
CB'nın oğlunun vakfına belediyeden 16 5 milyon lira aktarıldı!
Adama sormazlar mı? Çocuk sen belediyeye güvenerek mi vakıf kurdun? Madem kendi paranı-malını vakfetmiyorsun bu nasıl vakıf kurmak?
Para belediyenin İstanbullunun nam Bilal Oğlanın!
Avrupa basını defalarca yazdı; Bu adamın-oğlunun-yardımcısının Hollanda'da 140 milyon avro mal varlığı 7 adet mülkü var diye!
Duvardan ses geldi adam tınmadı bile! Surat surat değil kösele sanki…
Tüm bunlar neden oluyor biliyor musunuz?
Ülkeyi yönetecek kişiyi seçerken kullandığımız ölçütler yanlış da ondan!
Bizler Çoban Ateşi Hareketi gönüllüleri olarak ülkenin yuvasından bilerek çıkarılmış çivisini yerine oturtmak yeniden cumhuriyet değerlerine dönmek için tamamen kendi olanaklarımızla gece-gündüz çaba harcıyoruz ya özellikle bana en çok sorulan soru şu;
-Lideriniz kim? Aman bu çok önemli genç olsun yakışıklı olsun tamam mı?
Benden yanıt; Hay hay nasıl olsun? Örneğin Cem Yılmaz gibi sizi güldürecek birini ister misiniz? Ya da Kıvanç Tatlıtuğ Burak Özçivit veya Çukur dizisinin Sena Koçovalı'sı Dilan Çiçek Deniz olabilir mi?
Eyy Necip ve Asil Türk Milleti;
Devleti yönetecek kişilerde dürüstlük namus ahlak insana saygı demokrasiyi hazmetmesi cumhuriyetin değerlerine bağlılık kadın-erkek eşitliğine inanmak hukuka-adalete bağlılık deneyim devlet tecrübesi Türk Milletine sonsuz saygı duymak gibi hasletleri arasaydık bugün başımıza bunlar gelmeyecekti!
Bu özelliklere sahip biri başarısız mı oldu? En azından Türk Milletinden özür dileyip istifa etmesini bilirdi. Yerinden kalkmamak için demokrasi dışı yollara sapan seçimlere hile karıştıran hırsızlığı tüm dünyaca bilinen biri olmazdı…
Olgunlaşmamış ham birini herhangi bir makama getirirseniz en kısa zamanda hem kendisini hem de ona güvenenleri sıkıntıya sokar. Örnek verelim mi?
Fatih Portakal FOX TV'nin sevilen izlenen bir haber sunucusudur.
Geçen hafta "Parti Devleti de olsa bu devlet benim devletimdir" dedi?
Fatih Bey dünyadaki tüm diktatörlerin "Parti Devletini" savunduklarını tüm insanlık suçlarının ve katliamların "Parti Devletleri" dönemlerinde işlendiklerini özgürlüklerin bu zamanda yok edildiğini demokratik rejimlerde "Parti Devleti" olamayacağını bilse yine böyle konuşur muydu?
Elbette konuşmazdı. İnanıyorum ki bir daha asla bu cümleyi kurmaz.
Bu acemiliği devlet yönetimine aktarırsak 17 yılda şu anki noktaya gelmiş oluruz. Zaten geldik de daha ileri geçiyoruz. Bir adım sonrası kaos ve çatışmadır…
Önce hepimiz şunu bilmeli ve iman etmeliyiz;
Bir milletin siyasi ve hukuki örgütlenmesine devlet denir.
Devlet halk iradesinin yönetime yansımasıdır. Çünkü devlet iradesinin kaynağı MİLLET'tir. Bu kaynak milletin madde ve ruh değerlerinden ilham alan milli tarih ve geleneklerini kuşatan varlığın adıdır. Millet ne sadece coğrafya ne ırk ne dil ne din birliğidir. O günümüzün geçmişteki köklerini ve geleceğe ait bir iradenin başlangıcını oluşturur.
Devlet fikri sorumlulukla eşdeğerdir. Devlette sorumluluk yönetenin yönetilene söz vermesidir. Bu söz mutlaka tutulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki Türklerde devlet töresine uymayan kişi törensiz gömülür…
================================
RIFAT SERDAROĞLU: SEÇİM BİR OYUN MUDUR?
Araştırmayan sorgulamayan bir toplum haline getirildik.
Sanki görev verip "ülkeyi yönetin" dediğimiz kişiler EFENDİ bizler ise
Kunta-Kinte gibi köleleriz!
Neyi ne zaman ve nasıl yapacağımızı kendilerini efendi sanan kıt akıllılar bizlere söyletmeye çalışıyor!
Mevlevi geleneğinin ünlü temsilcilerinden olan Molla İzzet bakın ne diyor;
"Meşhurdur ki zulm ile olmaz cihan harab
Eyler anı müdahane-i aliman harab"
yani; Dünyayı yıkan zalimin zulmü değil alimlerin yalakalığıdır!
Türkiye'nin yetiştirdiği çok değerli iletişim uzmanlarımız var. Bunlar dünyadaki muhataplarıyla başa baş mücadele edebilecek saygın ve donanımlı kişiler.
İyi de bunlar ülkenin kaderini ilgilendiren konularda niçin susarlar?
Neden bildiklerini işin doğrusunu Türk Milleti ile paylaşmazlar?
Örnek mi;
Türk siyasetine yön verebilecek çok önemli bir seçim yaşayacağız İstanbul'da.
İmamoğlu ve Yıldırım bu Pazar akşamı Türk Milletinin huzuruna çıkacaklar.
Moderatör belli. Yayında sadece İstanbul konuşulacakmış!
Böyle bir saçmalık böyle bir kısıtlama olur mu?
İstanbul gibi bir megapolü yönetmeye talip olan kişiye geçmişi ile ilgili sorular sorulmayacak mı?
Kişinin namuslu olup olmadığını hırsız olup olmadığını dürüst olup olmadığını yetenekli olup olmadığını anlamak oy verecek İstanbulluların en doğal hakkı değil mi?
Geçmişinde saklayacak şeyleri olanlar hangi cesaretle aday oluyor?
İşte burada Türk Üniversitelerine iletişim uzmanlarına bir görev düşmüyor mu?
Bunların içinde "Böyle tartışma programı olmaz bunun adı soytarılıktır" diyecek bir tane vatan evladı yok mu?
Moderatör denilen gazeteci arkadaşın gerçekleri ortaya çıkartmak doğruları kamuoyunun önüne sermek gibi bir görevi yok mudur?
Yoksa moderatör sadece "Trafik lambası" gibi ayarlanmış bir halde
eline verilen soruları soran ve zamanı bildiren biri mi olmalıdır?
Benim adaylardan bir vatandaş olarak mutlaka öğrenmem gerekenler var!
-Mal varlıkları nedir? Bunların alınış tarihleri nedir? Hangi işten kazanılan para ile bu mallar edinilmiştir?
-Bu paralar kazanılırken T. C Devletine ne kadar vergi vermişlerdir?
-Lâik Cumhuriyete-Atatürk İlke ve Devrimlerine-Sosyal Hukuk Devletine bakışları nasıldır?
-Kuvvetler Ayrılığı konusunda ne düşünmektedirler?
-Şeffaflık ve denetim anlayışları nedir?
Değerli Okurlar;
Bir gencimiz İstanbul Belediyesine iş başvurusunda bulunduğunda ıncığına-cıncığına kadar araştırırlar. Peki bizler İstanbul Belediyesi gibi büyük bir gücü teslim edeceğimiz kişinin ne olduğunu niçin araştırmıyoruz?
Neden başkan adayları TV'de bu soruları yanıtlamıyor?
İki adaydan kendine ve geçmişine güvenen biri mal varlığını açıklasa örneğin söze şöyle başlasa; "Ben İmamoğlu veya Yıldırım! Babamdan kalan ve benim edindiğim malların listesini rakibimin belirleyeceği üç Yeminli Mali Müşavire bunların incelenmesi için vekalet vereceğimi belirten yazı ile Sayın moderatör'e teslim ediyorum. Benim geçmişimle ilgili veremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur" dese onun ağzını mı kapatacaklar?
Diğeri de açıklamak zorunda kalmayacak mı? İsterse açıklamasın!
İşte o zaman her şey açığa çıkacak ve İstanbullular doğru tercihte bulunabilecektir.
Bu ilk bölümden sonra;
Belediyecilik konusunda hangi aday kendini kanıtlamıştır?
İstanbul'u hangi aday daha yakından tanımaktadır?
Hangi aday gelecek vaat etmekte ve bu işe daha fazla yakışmaktadır?
Elimizde bu benzer veriler olacak ki bizler gerçeği bulup doğru tercihi yapabilelim.
Bilmem derdimi anlatabildim mi Sayın Küçükkaya!
Madem ki bu zor görevi kabul ettin sana yakışan gerçekleri Türk Milletinin önüne sermektir.
Gerisi Türk Milletinin bileceği iştir.
Görelim bakalım Mevla neyler neylerse güzel eyler!
Mevla güzel eyler de moderatör neyler göreceğiz.
Dilerim her şey çok güzel olsun…
================================
CAN ATAKLI: VAHŞETE BİR DE BÖYLE BAKIN
Geçen hafta Erdoğan'ın yeni bir saray yaptırdığı Gökova'daki Okluk Koyu ile ilgili iki yazı yazmıştım.
Özal'ın yaptırdığı 236 metrekarelik mütevazı bir yazlık ev yıkıldı yerine binlerce metrekare alanı kaplayan bir saray ve 3 ayrı blok üzerinde misafirhaneler yapıldı.
Bunun için binlerce ağaç kesildi.
Üç dev helikopter pistinin de yapıldığı Okluk Koyu'na Erdoğan'ın çalışanları için bir de küçük köy inşa edildi.
Okluk Koyu'nun yok edildiğini gösteren hava fotoğrafları herkesin çok ilgisini çekmişti.
Bugün de sizlere inşaatın henüz başladığı sırada çekilen hava fotoğrafını sunuyorum.
Çünkü bu sayede dünyanın cennet köşelerinden biri olan Okluk Koyu ve çevresinin ne hale getirildiği daha iyi görünüyor.
Sarayın bitmekte olan halini gösteren fotoğrafında benim de dikkatimi çekmemişti bu alana inşaat yapılıp sadece ağaçlar kesilmemiş denizin doğal dengesi de değiştirilmiş.
Okluk Koyu'nun doğal hali denizin doldurulmasıyla "hilal" haline getirilmiş. Sanıyorum tam karşısına da yıldız biçiminde bir minik ada yapacaklar.
Aslına bakarsanız iki fotoğrafı birlikte yayınladıktan sonra bir şey yazmaya bile gerek kalmıyor.
Bence ikisine aynı anda bakıp farkları inceleyerek doğanın vahşice nasıl katledildiğinibizzat kendiniz değerlendirin.
NOSTALJİ
Köprüleri açtıran işçi direnişinin 49'uncu yılı
Bugünün gençleri belki kitaplarda bile bulamazlar 15-16 Haziran işçi direnişini.
Bundan 49 yıl önce 15 Haziran 1970'te İstanbul sendika tarihinin en büyük gösterisi ile sarsılmıştı.
1961 Anayasası'nın getirdiği hak ve özgürlükleri fazla bulan egemen güçler sendikal hareketi kırmak için tek tip sendikacılık oluşturmaya çalışıyorlardı.
Buna baş kaldıran işçiler 15 Haziran günü sokaklara çıktı.
200 bini aşan işçinin eylemini kesebilmek için polis Atatürk ve Galata köprülerini açıp geçişleri önledi.
1970'de henüz Boğaz Köprüsü de olmadığı için Anadolu Yakası'ndan gelecek işçilerle Avrupa Yakası işçileri bir araya gelemedi.
Haliç'teki köprüler de açılınca Avrupa Yakası'ndaki işçiler de ikiye bölünmüş oldu.
Böylelikle ancak iki günde durdurulabildi bu büyük kalkışma.
İşçi hareketleri 1977'ye kadar sürdü.
1977'de ise kanlı 1 Mayıs ile işçi ve sendika hareketine çok ağır darbe vuruldu.
12 Eylül'de de sendikalar iyice işlevsiz hale getirildi.
Günümüzde elbette işçiler haklarını aramak için hâlâ mücadele ediyor ama iktidar "Biz girişimcimize dokundurtmayız" diyerek işçilere asla nefes aldırmayacağını her fırsatta gösteriyor.
BUNU YAZMAK GEREK
Geldik bir Babalar Günü'ne daha
Bugün tıpkı son Anneler Günü'nde gibi hissediyorum.
Babamın ölümünden 7 yıl geçti.
Annemi ise bu yıl kaybetmiştim biliyorsunuz.
Bu yılın Babalar Günü benim için artık hem annesiz hem babasız geçiyor.
Ama hayat böyle akıyor işte.
Bütün babaların bu gününü kutluyorum.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Güya cevap verirken itirafta bulunuyorlar
Üzerinde fazla yorum yapmayacağım. Amerikan Elçiliği dün bir tweet attı.
Şöyle diyordu; "İfade ve basın özgürlüğü demokrasiyi güçlendirir ve bu özgürlüğün her yerde korunması gerekir. Gazetecileri mesleklerini icra ettikleri için suçlamak bu evrensel prensibe aykırıdır. "
Çok belli ki Sözcü'ye açılan akıl almaz dava ve bu davanın ısrarla uzatılması kastediliyor
Hemen ardından Türk Dışişleri Bakanlığı'nın şu tweeti belirdi sosyal medyada; "Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü Anayasa'mızın teminatı altındadır. Ancak bu hak gazetecilik kisvesi altında yasalara aykırı hareket edilmesine ve terörizmin desteklenmesine cevap vermez. "
Amerika'ya verilen cevabın ilk cümlesi çok güzel.
Ama ikinci cümle facia.
Çünkü o bir itiraf. "Evet" diyorlar "Biz bizden olmayan gazetecilere canımızın istediği gibi davranabiliriz. "
ÇOK GÜLDÜM
4 pazar fıkrası birden
Bu hafta Yıldırım Tuna'dan 4 fıkra geldi.
Buyurun birlikte gülelim;
Norveçli turistler
Garson deniz kenarındaki restoranda bir az önce hesap pusulasını getirip bıraktığı minik sandığı aralayıp içine baktıktan sonra servis yaptığı Norveçli çifte dönüp "Size bir bilmeceee…" demiş
" Bir Norveçli ile bir kano arasında ne fark vardır?. . "
Biraz düşündükten sonra " Bilemediikk!" diye merakla gülüşmüş Norveçli çift.
" İşte cevabı" demiş garson dişlerini sıkarak "Kanolar bile bazen bahşiş bırakırlar!"
Aktör Damat
Şöhret peşindeki genç aktör babasından kızıyla evlenmeleri için izin istemiş.
"Kızımı hayatta bir aktörle evlendirmem" demiş baba.
"Oyunumu seyreder ve performansımı görürseniz fikrinizin değişeceğinden eminim. . Bu gece bekliyorum efendim. . "
Baba daveti kabul etmiş oyunu seyretmiş ertesi gün de delikanlıyı aramış "Haklısın. . "demiş "Fikrimi değiştirdim. . Kızımla evlenebilirsin… Senden hayatta aktör falan olmaz!"
O Meşhur Grup
Arkadaşı "Yahu eşinden sürekli şikayet edip duruyorsun… Niye evlendin kardeşim o zaman?" diye sormuş
"Sorma" diye cevap vermiş bizimki "Türkiye'de o ev senin bu ev benim gidip her kızı isteyip duran Allahın cezası bir 'Doktorlar ve Mühendisler grubu' vardır ya. Beni de 'Bu grup ha bire bize gelip duruyor ona göre' diye yengen gaza getirdi biz de o yaşlarda da sazanız ya fırlayıp gidip evlendik işte. . !"
Rom neye yarar?
Adam lüks otelin barında bir kokteyl ısmarlamış ve barmene "Neler var bu kokteylin içinde?" diye sormuş.
"Süt şeker ve rom efendim" diye cevaplamış barmen.
"Güzel bir şey mi bari?"
Barmen "Evet efendim harikadır" demiş "Şeker şehvet süt ise enerji verir. "
Adam merakla "Peki ya rom?" diye sormuş.
"Sorduğunuz soruya bakın efendim" demiş barmen "Rom da bu şehvet duygusu ve bu enerji ile neler yapılması gerektiği konusunda size durmadan bir sürü çılgınca düşünceler üretir!"
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/vahsete-bir-de-boyle-bakin-5162377/
================================
SİNAN MEYDAN: İSTANBUL'A İHANETİN TARİHİ
"Bir vakitler şekilleri boyları ve renkleri tespit edilen binalarla süslenmiş yedi tepenin efsanevi manzaraları artık silinmek üzeredir… İstanbul gelecek asırlarda yedi tepesi seçilemeyen mimari anıtları görülemeyen cüce ve dev beton yapılar şehri olmak tehlikesi içindedir. " (Haluk Y. Şehsuvaroğlu Cumhuriyet 1952)
21 Ekim 2017'de AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan aynen şöyle demişti: "İstanbul müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik. Biz bu şehre ihanet ettik hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum. "
Erdoğan çok haklı! AKP döneminde İstanbul ranta betona teslim edildi. Ancak "İstanbul'a ihanet" yeni başlamadı; "İstanbul'a ihanetin" bir tarihi var.
23 Haziran İstanbul seçimleri öncesinde "İstanbul'a ihanetin tarihini" okumaya ne dersiniz?
ANKARA'NIN İMARI
Atatürk başkent Ankara başta olmak üzere tüm Türkiye'yi planlı kentlere kavuşturmak istiyordu.
1928'de Hermann Jansen tarafından hazırlanan Ankara İmar Planı (Jansen Planı)1932'de uygulanmaya başlandı. Jansen Ankara'yı planlarken çağdaş bir başkentin temel ihtiyaçlarını esas aldı. Yeni Ankara'yı kurarken eski Ankara'nın tarihi dokusunu da korumayı amaçladı. Yeni Ankara'yı –Atatürk'ün isteğiyle- Çankaya-Ulus yönünde gelişecek biçimde planladı. Ticaret merkezi Ulus'ta yönetim merkezi Yenişehir'de olacaktı. Plana göre geniş bulvarları en fazla üç katlı çağdaş binaları ve Atatürk Orman Çiftliği gibi bolca yeşil alanlarıyla bozkırın ortasında modern bir Ankara yükselecekti.
Ankara Atatürk döneminde bir başkente yakışır biçimde planlı ve çağdaş bir kent olarak gelişti.
Tek parti döneminde İstanbul'un imarı
Atatürk İstanbul'un imarı için 1936'da M. Henri Prost'u görevlendirdi. Prost iki yıl içinde İstanbul'un imar planını hazırladı: Büyük parklar kent içi kara yolları Sirkeci'den başlayan bir banliyö tren hattı Yedikule-Eminönü-Karaköy-Taksim metro hattı Yenikapı'da büyük bir liman ve bir aktarma istasyonu planladı.
Prost İstanbul'un tarihi dokusunu korumak için 40 rakımın üzerine inşa edilecek yapılara 12.50 metre yükseklik sınırı koydu. Sarayburnu ile Küçükayasofya arasındaki alanı "Arkeolojik Park Alanı" ilan etti ve burada bodrum kata izin vermeden yapı yüksekliğini 2 katla sınırlandırdı. Prost her ne kadar eski eserleri korumayı esas almışsa da 10 yıllık uygulama sırasında maalesef çok sayıda tarihi eser yıkıldı.
1940'ta İsmet İnönü döneminde İstanbul'un Vali-Belediye Başkanı Lütfi Kırdar Prost'un planı çerçevesinde İstanbul'un imarına başladı. Önce Taksim Topçu Kışlası yıkılarak yerine 38 bin m2'lik "İnönü Gezisi" (Taksim Gezi Parkı) adlı bir yeşil alan oluşturuldu. (1942). Spor ve Sergi Sarayı Harbiye Açıkhava Tiyatrosu Atatürk Köprüsü Atatürk Bulvarı Maçka Parkı Yıldız ve Emirgan Koruları Abbasağa Parkı yapıldı. Dolmabahçe Sarayı Ahırları yıkılarak Beşiktaş İnönü Stadı inşa edildi (1947).
Ayrıca İstanbul'un her iki yakasında elektrik ve su şebekeleri geliştirildi. Tramvay ve telefon ağları genişletildi. Yeni mahalleler ve yeni yollar inşa edildi. İstanbul'un tarihi camileri onarıldı. Kapalıçarşı Babıali Mısır Çarşısı müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayıve Ayasofya restore edildi.
1950'de Demokrat Parti (DP) iktidara geldi. Yüksek Mimar Doğan Hasol'un ifadesiyle "1955'ten itibaren Başbakan Adnan Menderes'in tutkulu imar hareketleri İstanbul'un altını üstüne getirdi. "
İstanbul'un imarı mı? İstanbul'un fethi mi?
1864'te İstanbul'da ilk belediye (şehir emaneti) kurulduktan sonra zaman zaman "imar"adı altında yıkımlar yapıldı.
İstanbul'daki en acımasız yıkımlar 1955-60 arasında DP döneminde yapıldı.
Başbakan Adnan Menderes Haussmann özentisiyle (III. Napolyon'un 1853-1870 arasında Paris'in imarıyla görevlendirdiği vali) İstanbul'da geniş yollar ve caddeler açmak istedi.
15 yıldır İstanbul'un imarını yürüten H. Prost 1951'de İstanbul'dan ayrılmıştı. DP 1956'da Alman Hans Högg'ü Türkiye'ye çağırdı.
Menderes 25 Eylül 1956'da "İstanbul'u yeniden fethetmek" sloganıyla imar çalışmalarını başlattı. Amaç İstanbul'da trafiği rahatlatmak yeni yollar ve meydanlar açmak şehri güzelleştirmek ve tarihi yapıları korumaktı. Ancak "tarihi yapıları korumak" lafta kaldı. Öyle ki DP eski İstanbul'u bir an önce yıkmak için kanunlar çıkardı: 9 Temmuz 1956 tarihli yeni imar kanununa göre yıkılması istenilen yapılar Yüksek Kurul onayı alınmadan hemen yıkılacaktı. 8 Eylül 1956 tarihli istimlâk kanunuyla da istimlâk yetkisi belediyelere verildi.
1 Nisan 1958'de İstanbul İmar ve Planlama Müdürlüğü kuruldu. Müdürlük İtalyan Luigi Piccinato yönetiminde İstanbul'un nazım planını hazırladı.
Ancak uygulamada "plan" değil "plansızlık" hüküm sürdü. Önce Belediye Meclisi kararıyla Menderes'e "Fahri Belediye Başkanı" nişanı ve beratı verildi. Sonra Menderes'in istediği yerlerde caddeler açıldı çok geniş yollar yapıldı tarihi binalar yıkıldı. Plansız programsız istimlâkler yapıldı. 1958'e gelindiğinde belediye istimlak borçlarını ödeyemez duruma geldi. 1958–1960 arasında İstanbul'da istimlâklere harcanan 536 milyon lira o yıl Türkiye'deki tüm belediyelerin toplam bütçesini aşmıştı. Zamanla istimlak bedelleriazaldı ödemeler aksadı. Mal sahiplerine uzun vadeli bonolar verildi. 1961'de Yassıada'da görülen davalardan biri "İstimlak Yolsuzluğu" davası olacaktı.
Menderes'in İstanbul'u yıkıp yeniden yapmaya çalıştığı o günlerde Türkiye çok ağır bir ekonomik krizin pençesindeydi. 4 Ağustos 1958 devalüasyonuyla Dolar 2.80 TL'den 9.00 TL'ye yükselmişti. O ekonomik koşullarda artan maliyetlere rağmen imar çalışmalarına devam edildi.
DP döneminde İstanbul'daki imar çalışmaları sonunda Vatan Caddesi Millet Caddesi Fevzi Paşa Caddesi Londra Asfaltı Sirkeci-Florya Sahil Yolu Eminönü-Unkapanı Yolu Barbaros Bulvarı İstinye-Tarabya-Büyükdere Yolu Karaköy-Beşiktaş Yolu Karaköy-Azapkapı Yolu Kemeraltı Caddesi Divanyolu Edirnekapı-Beyazit-Aksaray Yolu ve Bağdat Caddesi yapıldı. Beyazıt Meydanı defalarca yıkılıp yeniden yapıldı.
DP'nin 1953'teki "imar affı" ve Menderes'in gecekondulara izin vermesi İstanbul'a büyük zarar verdi. Öyle ki 1960'a gelindiğinde İstanbul'daki gecekondu sayısı 60 bine çıkacaktı. DP döneminde bir taraftan gecekondular diğer taraftan yüksek binalar İstanbul'un çehresini bozmaya başladı. 1953'te bir yarışma sonunda inşa edilen İstanbul Belediye Sarayı Prost'un "İstanbul Yarımadası'nda 40 rakımın üzerinde 12.50 metreden yüksek yapı yapılamaz" kuralını delen ilk bina oldu. DP İstanbul'un nefes almasını sağlayan "İnönü Gezisi"ni de Hilton Oteli'ne kurban etti.
DP döneminde yok edilen tarih
DP döneminde İstanbul'un imarı nedeniyle aralarında çok sayıda tarihi yapının daolduğu toplam 7289 bina yıkıldı. Bizzat Lütfi Kırdar'ın verdiği bilgiye göre Tek Parti döneminde 1939-1948 arasındaki imar faaliyetleri sırasında İstanbul'da yıkılan bina sayısı ise 1148'di.
DP'nin çıkardığı kanunlarla Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu devre dışı bırakılarak tarihi eserler fotoğrafları bile çekilmeden yıkıldı.
DP'nin "yol yapıyoruz kavşak yapıyoruz meydan açıyoruz" diyerek 1950'lerdebuldozerlerle yıkıp yok ettiği çok sayıda han hamam çeşme türbe cami ve mescit gibi tarihi eserlerden bazıları şöyle:
Murad Paşa Hamamı Beyazid Hamamı Fatih Külliyesi'nin Akdeniz Medreseleri Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi ve Sıbyan Mektebi Simkeşhane ve Hasanpaşa Hanı'nın bir kısmı tarihi surların yola denk gelen bölümleri Galata Sur Burcu Karabaş Hamamı Karabaş Camisi Kılıç Ali Paşa Camisi Dükkânları Müşirlik Dairesi Tophane Çeşmesi Sanayi Kışlası II. Abdülhamit Çeşmesi Mecidiye Kasrı Nusretiye Camisi Sebili Çivici Limanı Mescidi Süheyl Bey Camisi Hatuniye Mescidi II. Ahmet Paşa Kütüphanesi Ahmet Paşa Türbesi Fındıklı Hamamı Yusuf Paşa Sebili Ebussud Efendi Çeşmesi Ali Paşa Çeşmesi Kabataş Limanı Esad Mehmet Efendi Çeşmesi Silahtar Yahya Efendi Çeşmesi Saadettin Efendi Çeşmesi Emin Ağa Sebili Dolmabahçe Camisi'nin Avlu Muvakkithanesi Dolmabahçe Tiyatrosu ve Istab-ı Amire Şirmert Çavuş Camisi Sirmert Çavuş Çeşmesi Çavuş Çeşmesi Tevekkül Hamamı Yusuf Paşa Çeşmesi Haftani Camisi Murat Paşa Camisi Aksaray Çeşmesi Aksaray Karakolu Horhor Hamamı Oğlanlar Tekkesi Çakır Ağa Camisi ve Çeşmesi Ebubekir Paşa Mektebi Camcılar Camisi Valide Çeşmesi Valide Türbesi Baba Camisi Ankaravi Mehmet Efendi Medresesi İbrahim Paşa Hamamı Gürcü Mehmet Çeşmesi Ebul Fazıl Mahmut Efendi Medresesi Ahmet Paşa Çeşmesi Mimar Ayas Camisi Sebil Kırk Çeşmeler Katip Çelebi Mezarı Hasan Paşa Çeşmesi Şücaeddin Camisi Şebsafa Kadın Camisi Yaver Ağa Çeşmesi Beşiktaş Hamamı Beyhan Sultan Sarayı… Liste uzayıp gidiyor.
Şu garipliğe bakın ki bir taraftan İstanbul'un fetih kutlamalarını başlatan Menderes diğer taraftan "İstanbul'u yeniden fethediyoruz" diyerek Osmanlı İstanbul'unu buldozerlerle yıkıyordu.
"İstanbul'a ihanet" DP sonrasında da devam etti hâlâ devam ediyor.
Menderes'in yıktığı tarihi camiler
Menderes kendi döneminde İstanbul'da 86 caminin onarılmasıyla övünüyordu. Ancak aynı dönemde İstanbul'da 60 civarında caminin yıkılıp yok edildiğinden hiç söz etmiyordu.
DP döneminde İstanbul'da Tophane Karaköy Fatih Eminönü Saraçhane ve Beşiktaş'ta tam anlamıyla bir tarihi cami kıyımı yaşandı.
İşte Menderes döneminde İstanbul'da yıktırılan cami ve mescitlerden bazıları:
1- Murat Paşa Camisi
2- Oruç Gazi Camisi
3- Çakır Ağa Camisi
4- Kazasker Abdurrahman Camisi
5- Süheyl Bey Camisi
6- Karaköy Camisi/Mescidi
7- Nusretiye Camisi
8- Alaca Mescidi
9- Karabaş Mustafa Ağa Camisi
10- Fatma Sultan Camisi
11- Mimar Ayas Camisi
12- Hatuniye Mescidi
13- Sirmert Çavuş Camisi
14- Haftani Camisi
15- Çivici Limanı Mescidi
- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Oyle istiyorum ki Turk Dili bilim yontemleriyle kurallarini ortaya koysun ve her dalda yazi yazanlar butun terimleriyle cogunlugun anlayabilecegi guzel ahenkli dilimizi kullansinlar.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - - - - - -
- - - - - - - - - - - - -
Kucuk kurallara uyarsan, buyuk kurallari cigneyebilirdin.
George Orwell1984
- - - - - - - - - - - - -
Tanri tatile cikacaktir ve Aziz Peter'dan ona bir yer onermesini ister "Jupiter'e gidin," der Aziz Peter.
"Yok olmaz, orada cok fazla yercekimi var, her yer gum gum," der Tanri da.
"Peki ya Mars?" "Olmaz, orasi da cok sicak
" "Tamam," der Aziz Peter, "o zaman Dunya'ya gidin.
"Hayir," der Tanri. "Onlar da korkunc dedikoducu.
2000 yil once gitmistim oraya, Yahudi bir kadinla bir iliskim olmustu; hl onu konusuyorlar."
ANONIM
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
================================
TOKMAK: KILIÇDAROĞLU İLE MERAL HANIMI ALKIŞLAYALIM
Demokrasi tarihine geçecek İstanbul seçiminde halkın vicdanı ve adalet duygusu öne çıktı.
İmamoğlu'nun sevgi dolu mesajları ve parti ayrımı yapmadan herkesi kucaklaması oy farkının büyük olmasını sağladı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun başarısını da unutmamak gerekiyor.
Ya Meral Akşener? Onun da desteği çok büyük… Yılmadan çalışarak Millet İttifakı'nın yüz akı olan Meral Hanım'ı sevenler İmamoğlu'na oy verdi.
6 ay önce İmamoğlu'nu kim tanıyordu?
Kendi bölgesi olan Beylikdüzü'nden başka hiçbir yerde tanıyan yoktu. Onu Kılıçdaroğlu bulup ortaya çıkarttı.
İmamoğlu'nun şöhreti bugün Türkiye sınırlarını aşmış bulunuyor.
Kılıçdaroğlu yalnız İstanbul'un değil bütün Türkiye'nin umut bağladığı bir isim çıkarttı ortaya… Alkışlamak gerekiyor.
Bugün mazbatasını alacak olan İmamoğlu artık millete mal olmuştur.
Tehdidin sonu!
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan mağlûp olan şampiyon bir boksör gibi…
17 yıldır girdiği her maçı kazandı ama 23 Haziran'da ilk net yenilgisini aldı.
Erdoğan'ın tek adam olarak ülkeyi yönetmeye devam ederken şimdiye kadar aldığı en sert siyasi yumruk bu oldu!
Yıkılmadı ama sarsıldı!
Normal bir belediye seçimini referandum haline getiren bizzat Erdoğan'ın kendisidir. Halk oylamasını kaybetti. Hem de 806 bin gibi muazzam bir farkla…
★★★
Türk siyasetinin en deneyimli adamlarından İçişleri eski Bakanı Sadettin Tantan "AKP halkı tehdit etti cevabını da sandıkta aldı" diyor ve ekliyor:
"Seçmen yalnız Erdoğan'a değil bütün siyasetçilere mesaj verdi. Bu seçim bir partinin değil halkın seçimi oldu.
Türkiye AKP İktidarı döneminde çok ayrıştırıldı. İktidar sahipleri ve muhalefet artık kavgayı-dövüşü faydasız didişmeleri bırakıp bu durumu toparlamalı.
İstanbul seçimi sadece Binali Bey'in kaybettiği bir seçim değil tüm AKP'nin kaybettiği seçimdir.
İktidar partisinin büyük kibri topluma tepeden bakmaya ve tehdit etmeye yönelik tavrı kendisine oy veren halkı büyük ölçüde rahatsız etti.
Vatandaş artık kendisine hizmet etmek isteyen kişileri yeni bir siyasi oluşumda görmek istiyor. "
★★★
Sadettin Tantan uyarılarında haklıdır. Ancak iktidar partisi öyle bir basiret gösterebilecek midir? Orası şüpheli!
AKP yöneticilerinin büyük bir bölümünün "Artık uzun süre seçim yok. Genel seçimler 4 yıl sonra" rehaveti içinde olduğu anlaşılıyor.
İstanbul'daki seçim yenilgisinden sonra dile getirilen revizyon isteklerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Siparişle kabine değişmez" demesi de bunu gösteriyor.
Türkiye'yi kaybettiler!
"AKP yalnız İstanbul'u değil bütün Türkiye'yi kaybetti. "
Bu sözler Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş'a ait…
40 yaşında genç bir siyasetçi olan Erkan Baş Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı basın toplantısında şu görüşleri ileri sürdü:
– İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçimi Türkiye tarihinin en önemli seçimiydi referandumdu!"
– Ülkeyi tek başına yönetmeye çalışan iradeye karşı İstanbul halkı gereken cevabı verdi.
– Bu iktidar döneminde Türkiye ikiye bölündü. Onlar zengin biz fakir olduk!"
– Onlar paraya yaslandı biz emekçiye güvendik ve onlar kaybetti!"
– 23 Haziran seçimi bize AKP'nin sonunu gösterdi!"
– AKP'nin halka eziyetten zenginlere hizmetten vazgeçeceğini düşünmüyoruz.
– Deneyecekleri yeni yollar kendilerini çıkmaza sokacaktır.
– Halkı baskı ve zorbalıkla sindirmeye çalışacaklar ama başarılı olamayacaklar çünkü biz buna izin vermeyeceğiz!"
TEBESSÜM
Temel ve aslanlar!
Dünkü "Tebessüm" sütununda çıkan "Temel'in boy tahmini" başlıklı fıkraya komando kamplarına katılanlardan alınanlar olmuş… Sevgili okurlar bunda alınacak ne var ki? Mizah yüklü şaka yollu bir Temel fıkrasıdır o… Ayrıca Temel'in katıldığı komando kampı yurt dışında başka bir ülkededir.
Bir Temel fıkrası daha…
Temel katıldığı komando kampında öğrendiği teknikleri kullanarak köydeki evinin etrafına ekmek parçaları koyar…
Arkadaşları şaşırır buna… Sebebini sorarlar. Temel:
"Aslanları kaçırmak için" der.
"Yahu" derler "Ekmekler aslanı nasıl kaçırır? Zaten etrafta hiç aslan yok ki!"
Temel:
"İşte" der "Bunun ne kadar etkili olduğunu göreysunuz!"
GÜNÜN SÖZÜ
Korkak tehlikeyle karşılaşınca ayakları ile düşünene denir!
================================
AHMET TAKAN: ERDOĞAN NEYİN SONUNU HAZIRLIYOR?. .
YENİÇAĞ okurlarına bugün "hayal mi yoksa gerçek mi" dedirtecek bomba bir haber vereceğim. Yok!. . Ne kabine ne de AKP vitrini değişikliği ile alakalı... Artık onlar magazin haberi oldu!. . Yazının can alıcı yerini sona saklayıp 23 Haziran tekrarlanan İstanbul seçiminin hemen ardından yaşadığımız iki sıcak gelişmeyi hatırlatarak işe başlayalım;
AKP Genel Başkanı R. Erdoğan önceki gün partisinin grup toplantısında gözler Binali Yıldırım Berat Albayrak ve Süleyman Soylu'ya çevriliyken konuşmasında çok kritik bir değerlendirme yaptı;
"Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yeni yönetim sisteminin bir yıllık uygulama sonuçları eksikleri aksaklıkları ve geliştirilmesi gereken yönleriyle ilgili kapsamlı çalışma başlattık. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın başkanlığında bakanlıklarımızın kurumlarımızın akademisyenlerimizin medya mensuplarının ve ilgili tüm kesimlerin katılımıyla bu değerlendirme çalışmasını gerçekleştireceğiz. Sonuçları da milletimizle paylaşacağız. "
Tabii ki gözler ve kulaklar magazin haberlerde olduğu için Erdoğan'ın bu sözleri üzerinde kimse durmadı.
AKP grubundan sonra toplanan CHP grubunda ise tüm kamuoyu Kemal Kılıçdaroğlu'nun yapacağı değerlendirmelere dikkat kesilmişti. CHP lideri Kılıçdaroğlu çıktı referandum çağrısı yaptı "Halk tarafsız bir Cumhurbaşkanı istediği mesajını verdi. Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız. Gelsinler yapalım o referandumu" dedi. Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul gibi büyük bir zaferin ardından neden erken seçim çağrısı yapmadı?. . Tarafsız Cumhurbaşkanı referandumunun formülü ne?. . Bu sorularında yanıtını yazının sonuna bırakalım. Ancak en baştan söyleyelim Kılıçdaroğlu 23 Haziran seçim sarhoşluğuna hiç girmeyen bir profil çizdi. CHP lideri 31 Mart akşamından itibaren de erken seçimin gündemlerinde olmadığını sürekli tekrarlayıp durdu. Peki ne o zaman?. . Kemal Kılıçdaroğlu'nun referandum çıkışını daha iyi anlayabilmek için geçtiğimiz 23 Nisan'da TBMM Genel Kurulu'nda yapılan özel oturumundaki konuşmasını hatırlamak lazım. Demokratik parlamenter sisteme dönüş çağrısı yapan Kılıçdaroğlu "acı gerçek" olarak nitelendirdiği şu 6 maddeyi sıralamıştı:
Bir: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkileri kısıtlanmış denge ve denetleme mekanizmaları yok edilmiş denetimsiz bir yürütme organı yani iktidar yaratılmıştır.
İki: Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla Meclis'in yasama yetkisine fiilen ortak olmuştur.
Üç: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı fiilen sona ermiştir.
Dört: Partili Cumhurbaşkanı devleti ve milleti temsil etmek yerine belli bir siyasi görüşün temsilcisi hâline gelmiştir. Bu da denge unsuru olması gereken Cumhurbaşkanlığı makamının denge unsuru olmaktan çıkmasına yol açmıştır.
Beş: Tek kişiye Parlamentoyu fesih yetkisi verilmiş milletin Meclisinin geleceği bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözcüğe bırakılmıştır.
Altı: Meclis'in bütçe hakkı ve yetkisi fiilen alınmıştır.
Ve konuşmasını "Hepimizin ortak talebi çağdaş demokratik bir hukuk düzenini inşa etmektir. Bunun yolu darbe hukukundan arınmış hepimizin kitapçığı elimize aldığımızda 'bu benim anayasamdır' diyebileceği bir anayasayı uzlaşma kültürü içinde tartışarak kabul etmemizdir" diyerek bitirmişti Kılıçdaroğlu...
***
Erdoğan'ın "başlattık" dediği çalışmaya dönelim tekrar. Saray'daki kaynaklarıma "Ne oluyor?" diye sorduğumda beni hayrete düşüren cevaplar aldım. Kısmi ambargolu anlatılanlardan özet:
İki çalışma yapılıyor saray bünyesinde İlki "rasyonel parlamenter sistem" diye adlandırılıyor. Bu çalışmanın tam ortasında TBMM'yi güçlendirmek bulunuyor. Cumhurbaşkanının yetkilerinin de "biraz kısıtlanması" öngörülüyor. Ancak üniversitelere atamalar diğer kritik bürokrasiye atama yapmak Cumhurbaşkanına bağlı olacak. Resmiyette partisiyle olan bağı da kesilecek. Böylelikle Cumhurbaşkanı yine güçlü olacak ama yetkilerinin bir kısmını TBMM'ye verecek Milletvekillerinin istifa etmeden Bakanlar Kurulu'na girebilmesi de düşünceler arasında. İkincisi yarı başkanlık sistemi. Bu sistemde yine Cumhurbaşkanını halk seçecek ama TBMM ve hükümet güçlü olacak.
Evet bu 2 çalışma tekrarlanan İstanbul seçimin ardından hızlandırıldı. Hatırlarsanız R. Erdoğan 31 Mart seçiminin hemen ardından "Türkiye ittifakı" çağrısında bulunmuştu.23 Nisan'da Kemal Kılıçdaroğlu'nun Meclis kürsünde yaptığı tarihi konuşmayı da not edip cebine koymuştu. Sonraki süreçte herkes Erdoğan'ın "Türkiye ittifakı" çağrısından geri dönüş yaptığını düşündü. Eğer kafalarının arkasında başka bir şey yoksa oldukça sıcak geçecek bu yaz aylarında farklı sürprizler karşılaşabiliriz.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu saraydaki söz konusu çalışmaların içeriğinden haberdar mı?. . O yüzden mi "referandum" çağrısı yaptı?. . Onu bilmiyorum... Görünen gerçek gündem belirme inisiyatifi CHP liderinin eline geçti ve uzun bir süre de devam edecek. İktidarı İstanbul'daki hezimet ciddi anlamda yaralamış durumda. Kafalarına göre düzenledikleri rejimin olmadığını olamayacağını açıktan itiraf edemeseler de görüyorlar ama Cumhurbaşkanının yetkilerinde pek vazgeçmek istemiyorlar.
Şu satırları daha da anlamlandırabilmek adına manidar (!) olabilecek bir geri dönüş daha yapmak isterim. İlk kaleme alan gazeteci olarak Kadir Topbaş'a Melih Gökçek'e operasyon yapılacağını görevden alınmalar olacağını kamuoyuna duyurduğumda adeta linçe uğramıştım. O günden bugüne kimse o görevden alınmaların gerçek nedenlerini sormadı cevaplarını aramadı. Hep magazinin peşinde koşuldu. Eğer gazetecilik hayatım devam ederse günü geldiğinde o sürecin perde arkasını tüm açıklığı ile yazacağım. Bugün şu kadarını söyleyebilirim; araya başka faktörler girmezse süreç devam ediyor!. . Bir yerlerden gaz alan birileri o yüzden yeni AKP'yi inşa etmeye çalışıyorlar!. .
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-neyin-sonunu-hazirliyor-52401yy.htm
================================
SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: YUNAN ORDUSU TETİKTE MEHMETÇİĞE VER TEZKERE
Tersi olması Türkiye'nin ne kendisinin ne de hamisi olduğu Kuzey Kıbrıs'ın egemenlik haklarını tanımayan İsrail ve Mısır başta olmak üzere Doğu Akdeniz ülkeleriyle doğalgaz ittifakı kuran Yunanistan'dan rahatsız olması gerekirken Yunanistan Türkiye'den rahatsızmış; Kuzey Kıbrıs'ın TPAO'ya tahsis ettiği egemenlik sahasında sondaj faaliyetinde bulunuyor diye!
Yunan Başbakan Çipras önce Lüksemburg'tan tehdit etti ve Türkiye'nin Akdeniz'de sondaj çalışması yapmasının bir "bedeli" olacağını söyledi.
Sonra Yunan basını Yunan Ordusu'nun Türkiye'ye karşı hazır beklediğini bildirdi.
Son olarak da Çipras bu defa Güney Kıbrıs'ta üstelik de manidar biçimde adadaki Yunan Alayı'nı ziyareti sırasında "Türkiye'ye ciddi bedel ödetmek"le ilgili çıkışını yineledi.
Ama Türkiye'de hiçbir ilgiliden yetkiliden bu tehditlere "aynı tonda" karşılık gelmedi!
Misal kimse çıkıp da yıllar önce yapması gerekeni gecikmeli olarak da olsa yapıp da "Ege'deki Türk adalarını işgal etmenin bir bedeli olacaktır" demedi; "borazanı" olarak yayın yapan kanallar üzerinden "Türk ordusu Ege'de hazır bekliyor" mesajı vermedi.
Türkiye ne yaptı peki?
Türk Ordusu'na toplu tezkere verdi!
Askerlik süresinin kısalmasını bedelli askerlik alternatifinin daimileşmesini profesyonel orduya geçişi öngören yasa tasarısı güle oynaya TBMM'den geçirildi.
Yeni sistemde öngörülen süreyi tamamlayan askerlerin terhis işlemlerinin bir an önce yapılacağı müjdelendi.
Sormaya bile cesaret edemiyorum şimdi:
Sınırından her gün yükselen tehdide karşı "Türk Ordusu" çok af edersiniz ama kıyaslayınca hayli "kıytırık" sayılabilecek Yunan Ordusu kadar da hazır değil mi?
Hazırsa nedir "caydırıcılığının" ısrarla kullanılmıyor olmasının sebebi?
VİCDAN AYAKLANMASI
Ne tanırım ne evveliyatını bilirim… Ne karşılaşmışlığım var ne selam vermişliğim ne selam almışlığım…
Asla "Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu" gibi değil tabii de; bir "his" işte… O his neye binaen neden oluştu bilmiyorum ama yıllardır iktidar yanlısı medyada yazıyor olmasına rağmen "pelikan"larla da "penguen"lerle de ağzını gözünü kucağını kapatıp "maymun"laşanlarla da bir tutmamı engelledi onu.
İyi ki de engellemiş.
Yoksa yanılıp da "yandaş" klişesi altında toplanan çoğu makbuz karşılığı seven makbuz karşılığı öven makbuz karşılığı kâh haysiyet cellatlığına kâh itibar avcılığına soyunan satırlarından kin nefret bayağılık sığlık bölücülük ayrıştırıcılık kardeşi kardeşe kırdırıcılık akanlarla aynı başlığa hapsetmiş olsaydım dün Yeni Şafak'ta yayınlanan şu satırlarını okuduğumda çok utanırdım:
"Her şey öyle böyle şöyle filan da.
Öcalan'ın mektubundan medet ummayacaktınız.
Şehit ailelerinin canını yeniden yakmayacaktınız.
"Bebek katili" dediğiniz adamı seçimi kazandıracak stratejik özne yapmanıza kardeşini TRT ekranında kendinize "destekçi" kılmanıza değdi mi?
Oğuldan yetim ana-babaların babadan yetim evlatların hayat arkadaşını yitirmiş kadınların acısına kezzap dökmeyecektiniz. "
Bu ülkeyi freni boşalmış bir kamyon gibi yol aldığı uçurumun kenarından döndürebilecek bir tek şey kaldı; her ideolojik siyasi sosyal dilimi kapsayan bir vicdan ayaklanması.
Dileğim Barbarosoğlu'nun susturulması için adeta bir "azgın kalabalık" oluşturarak "kov kov kov" kampanya başlatanların da tez vakitte bu zaruretin farkına varması.
EZBER BOZAN ÜLKÜCÜYE VEDA...
İki başsağlığı mesajı arka arkaya düştü ekranıma;
İlki Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanlığı da yapmış MHP'nin eski İstanbul milletvekillerinden Atila Kaya'dan. "Hem kalem hem kılıç tutan ellerin sahibi uçmağa vardı. Ülkü Ocakları'nın kurucu neslinden eski İstanbul Ocak Başkanı Türk Milliyetçiliğini anti-emperyalist bir kavga olarak içselleştiren Nihat Ağabey'e Tanrı'dan rahmet ailesine sabır diliyorum. Türkçülerin başı sağolsun!" yazmış Nihat Çetinkaya'nın ardından.
İkinci mesaj 24. Dönem CHP Milletvekili Ali Özgündüz'den:
"Değerli hemşehrim Iğdır'ımızın yetiştirdiği siyaset adamı ve yazar Nihat Çetinkaya'nın hak'ka yürüdüğünü üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Kendisine Allah'tan rahmet yakınlarına sevenlerine başsağlığı diliyorum. Yazdığı "Kızılbaş Türkler" kitabı mutlaka okunmalı. "
Bir zamanların trajik klişesiyle "bir sağdan bir soldan"…
Zira Çetinkaya vicdanını emsallerinden biraz erken ayaklandırmış bir insandı. Mahallelerin şablonların dayatmaların tabuların onu içinde tutmaya çalıştığı kalıplara sığmadı taştı; "Kızılbaş Türkler" o taşma halinin ebedileşmiş
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yunan-ordusu-tetikte-mehmetcige-ver-tezkere-52410yy.htm
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: ERKEN ÖTEN HOROZ!. .
Sevgili okurlarım dünkü yazımda değinmiştim İmamoğlu bundan sonra ne yapacak partisinde neler yaşayacak.
Bunlar elbette bugünden yarına yanıtlanacak sorular değildir.
Her şeyi zaman gösterecektir.
Bundan sonra olacakları şimdiden ne Kılıçdaroğlu bilebilir ne de İmamoğlu…
Ancak şu anda bile çok erken olmakla birlikte milyonlarca insanımızın kafasında bu soruların yer bulduğu kuşkusuz.
Dünkü yazım sonrasında sizlerden gelen mesajlardan birini paylaşıyorum ve okurumun söylediklerine aynen katıldığımı özellikle vurguluyorum. (Yazan kişiyi tanımıyorum başına bir iş gelmesin diye ismini vermiyorum. )
★★★
"Sayın Çölaşan İmamoğlu İBB Başkanı seçildi. Öncelikle bu görevin tüm hakkını vermek için çaba harcamalıdır. Önümüzdeki beş yıl ya da oluşması muhtemel akla gelmeyen süreçler boyunca enerjisini ve dikkatini sadece İBB yönetimine harcamalıdır. CHP başkanlığı veya cumhurbaşkanlığı olayı ancak başarılı bir İBB Başkanlığı sürecinden sonra olabilir.
Aksi halde toplumda hayal kırıklığı yaratabilir.
Erken öten horozun sonu iyi olmaz.
Erdoğan ve AKP onun başarısız olması için her türlü engeli önüne koyacaklarını zaten açıkladılar.
İmamoğlu sonuç olarak bir siyasetçidir.
Büyük çaba harcadık destekledik kazandı ve sevindik.
Rotasında küçük ve önemsiz sapmalar olabilir. Ancak tutarsız ve büyük açılı sapmalar hayal kırıklığı yaratır. Aksi takdirde önce ben kendi adıma desteğimi çekerim.
Bunun nedenine gelince kendimi bir "Algı operasyonu" ile kandırılmış hissederim.
Erdoğan tarafından yıllardır yürütülen bu algı operasyonlarına kanan AKP'li seçmenlere hep kızdık ve eleştirdik.
Şimdi aynı duruma düşmek yaman bir çelişki olmaz mı!"
★★★
Ortada henüz fol yok yumurta yok ama bu tartışmalar şimdiden ister istemez başladı.
Bu konularda gelecekte ne olacağını hiç kimse bilemez.
Okurlardan gelen görüşlere katılıyorum…
İmamoğlu açısından şu anda bir numaralı hedef İBB Başkanlığında başarılı olmaktır. Bunun için de o kurumda olup biten israfı yolsuzluk ve peşkeşleri en kısa zamanda kamuoyuna açıklaması gerekir.
Şuna önceden hazırlıklı olmalıdır…
Bundan sonra da kendisine nice iftiralar atılacak üzerine nice yalanlarla gidilecek iş yapmasını önlemek için önüne (aynen Mansur Yavaş olayında olduğu gibi) AKP iktidarı tarafından bir sürü engeller çıkarılacaktır.
Dirençli kişiliği ile bunları da tek tek atlatıp başarılı olacağına inanıyorum.
Kısacası İmamoğlu kendi siyasal geleceğini kendisi belirleyecektir.
Yandaş medyanın halleri!
Sevgili okurlarım yandaş medya deyince doğal olarak akla AKP destekçisi televizyonlar gazeteler ve internet siteleri geliyor.
Böyle yüzlercesi var.
Her gün yayındalar… Ve çoğu siyasi rakiplerine her gün yalanlarla iftiralarla saldırıyor.
Bunların abartılmış ağırlığının ne kadar (!) olduğunu son İstanbul İBB seçiminde gördük. Yine aynı taktiği uyguladılar.
Manşetlerini haber ve yazılarını "Yukarıdan" gelen talimatlar doğrultusunda ayarladılar.
Her gün aynı manşetlerle çıkıyor pembe müjdeler (!) veriyor her biri aynı çarpıtma haberleri yayınlıyordu.
Bazı televizyon kanalları açıkça taraftı ve milleti kandırıyordu. Onlara diyecek fazla bir sözüm yok.
Ama içlerinde ayrıca "Tarafsız (!)" geçinenler var…
NTV CNN-Türk gibi!
★★★
"Tarafsız (!)" geçinen gazeteler de vardı. Güya çaktırmadan ama açıkça iktidardan yana tavır almışlardı.
Bugün de öyle.
Hürriyet Milliyet gibi…
Ve satış rakamlarına baktığımız zaman bunların nasıl bir çöküşe sürüklendiğini görüyoruz.
Bizler SÖZCÜ çalışanları olarak yıllarca Hürriyet'in satış rakamlarını izledik ve kendimizi onlarla kıyasladık…
Ara kapanıyor şu kadar fark kaldı geçiyoruz geçeceğiz…
Yılların Hürriyet'i ile yarışmak kolay iş değildi ama ara yavaş yavaş kapanıyordu… Ve geçtik.
Üstelik SÖZCÜ hiçbir zaman hiçbir yerde örneğin marketlerde ve otobüs terminallerinde beleş dağıtılmıyordu.
Uzun yılların "Amiral gemisi (!)" Hürriyet satış rakamlarını şişirmek için ne yazık ki bu yola başvurmuştu.
★★★
Size burada sadece bir tek somut örnek vereyim ne dediğimi daha net bir biçimde anlatmaya çalışayım.
23 Haziran Pazar günü İstanbul seçimi yapıldı.
24 Haziran pazartesi günü iki gazetenin satış rakamları şöyle idi:
SÖZCÜ 337 bin.
Hürriyet 241 bin.
Arada 100 bin'e yakın fark vardı.
SÖZCÜ olarak kendimizi hiçbir zaman yandaşlık girdabına kaptırmadık çizgimizden sapmadık onurumuzu yitirmedik egemenlere yalakalık yapmadık ve Türkiye'nin (hem de hilesiz hurdasız) en çok satan gazetesi olmayı başardık.
Gurur duyuyoruz.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/erken-oten-horoz-5200453/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: 23 HAZİRAN SADECE BİR MUHAREBEDİR
(Yazıda kullanılan Muharebe-Savaş kelimelerinden kasıt Anayasal çerçevede yapılacak olan demokratik yarış siyasetinin ifadesidir!)
Muharebe; Savaş sırasında belirli bir zamanda belli bir bölgede olan çatışmadır.
Savaş ise; Milli güçlerin tamamını kullanarak yapılan bir mücadeledir.
Muharebeyi kazanmak savaşın da kazanılacağı anlamına gelmez.
İkisi arasında taktik stratejik lojistik ve komuta konularında çok fark vardır.
Muharebe İstanbul'da yapıldı!
Komutan İmamoğlu idi. Doğru strateji uyguladı ve kazandı.
Bu zaferde büyük pay İmamoğlu ve gönüllülerinin ile Kaftancıoğlu ve İl-İlçe örgütlerinindir.
Elbette ki tatilini bırakıp oy kullanmaya gelen her türlü baskı ve tehdide rağmen sandığa giden vatandaşlarımızın "Demokrasiye bağlılığı" en büyük paya sahiptir. Zafer onlarındır. Sözün özü İstanbul muharebesi İmamoğlu komutasında kazanılmıştır. Hayırlı olsun kutluyoruz!
İstanbul'un kazanılması AKP'li yöneticileri telaşa düşürmüş ve hedeflerini gerçekleştirmede acele etmelerini planlarını öne çekme gerekliliğini hatırlatmıştır.
Yıllardır söylediğimiz yazdığımız gibi AKP üst yönetimi iki yanı uçurum olan bir yolda bisiklet kullanmaktadır. Düşmemek için sürekli pedal çevirmek zorundadır. Pedal çevirmeyi bıraktığı an gidecekleri tek yer Yüce Divan ve Silivri kampüsüdür.
Önümüzdeki çok yakın bir dönem için görünen şudur;
İstanbul seçimlerinden sonra;
-AKP Yönetimi tekrar Anayasal çerçeve içine girecek midir?
-Kuvvetler Ayrılığı ilkesine dönecek midir?
-Hukuk Devletine dönüp yargıyı bağımsız hale getirecek midir?
-Cumhuriyet ve Kurucularına saygılı olacak mıdır?
-Dinimizi istismardan vazgeçecek midir?
-Denetime açık olacak mıdır?
Bunların hiçbiri olmayacaktır. Aksine mücadele çok daha sert olacaktır.
İnsan haklarına saygılı Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik lâik sosyal hukuk devleti savunucuları ile Federe İslam Devleti isteyenler ve bunların patronları olan emperyalist devletler ve köleleri olan terör örgütleriyle topyekun bir seçim savaşına girmek zorunda kalacağız!
Bu demokratik seçim savaşı mutlaka vatanseverler tarafından yapılmalıdır.
Bu demokratik savaş Türk Gençliğine bırakılmamalıdır. Bizim kuşağın yapacağı tek şey bu seçim savaşını kazanıp Türk Gençlerine özgür demokrat bağımsız birlik içinde ve borçsuz bir Türkiye bırakmak olmalıdır.
Biz istesek de istemesek de bu savaş mutlaka yapılacaktır. Emperyalist devletlerin ülkemiz üzerindeki hesaplarını artık görmeyen kaldı mı?
Bu mücadeleyi sığ- bilgisiz-kişiliği oluşmamış-dini istismar eden zavallılarla veremeyiz.
Bu demokratik savaşa Ekmelettin İhsanoğlu'nu Cumhurbaşkanı adayı yapanlarla Abdullah Gül ismine "Evet" diyenlerle (hala aynı düşüncede iseler) birlikte giremeyiz.
Bu demokratik savaşı 28 Şubat'ta yayınlanan Milli Güvenlik Kurulu kararlarına Cemaat-Tarikat gözlüğüyle bakanlarla veremeyiz.
Bu savaşta seçimlerden bir gün önce "Elimize kesinleşmiş sandık seçmen listeleri gelmedi. YSK ile konuşulması lazım" diyen siyasetçiler yararlı olamaz…
Bu mücadelede seçim gecesi "YSK'nın önüne 50 bin avukatla geliyorum" "Seçim gecesi beni YSK'nın önünden jiletle kazıyamazsınız" deyip te ortada görünmeyenlerden de fayda sağlanamaz.
Bunlardan istenen kişisel hırslarını akıllarının altına ülke sevgisinin arkasına atmalarıdır. Bu kişiler bizlere destek Türk Milletinin başarısı için duacı olsunlar yeter!
İşte Çoban Ateşi Hareketi tam da böyle bir mücadele için kurulmuştur.
Deneyim ile gençliğin heyecanını birleştirecek küresel ısınmadan-bilişim teknolojilerine dijital dünyadan-yapay zekaya kadar her konuda hazırlıkları olan tarıma sanayiye istihdama yatırıma kalkınmaya öncelik verecek gerçek anlamda Milli ve Yerli olan çağdaş insanların buluştuğu bir hizmet kapısıdır. Mustafa Kemal'in Askerlerinin toplandığı ocaktır Çoban Ateşi Hareketi…
Nasıl ki Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu'da on binlerce Çoban Ateşi Atatürk ve arkadaşları tarafından yakıldıysa şimdi de Sevr taraftarlarına karşı bu ateşleri bizler yakıyoruz…
Anayasamızın ilk 6 maddesi ile kafasında ve gönlünde problemi olmayan her vatandaşımızı bu harekete destek olmaya davet ediyoruz.
Şu an tüm Anadolu'da örgütlenme çalışmalarımızı hiç durmadan sürdürüyoruz.
Çalışmalarımız tamamlandığında sizlerle paylaşacağız.
Değerli Okurlar;
Konu vatan cumhuriyet ve demokratik lâik rejim ve hukuk devleti ise kimse kenarda duramaz. Anayasamızın ilk 6 maddesinde özgürlüklerde demokraside çağdaşlıkta herkesin inancını özgürce yaşayacağı lâiklik anlayışında uzlaşmalıyız barışmalıyız beraber olmalıyız.
İstanbul seçimlerinde olduğu gibi beraberce Türk Milleti olmalıyız.
Çünkü başta emperyalistler onların Eşbaşkanları Dinlerarası diyalog ateşleyicileri bölgede 2. İsrail olarak görev yapacak Kürdistan Devletinin taraftarları Kürtçü-Bölücüler özet olarak 2019 yılının Sevr taraftarları çoktan uzlaştılar bile. Lütfen aklımızı başımıza alalım…
Ne Mutlu Türküm Diyene
================================
CAN ATAKLI: ERDOĞAN İÇİN EN ZOR ZİRVE
Dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkelerinin aralarında yaptığı G-20 toplantısı bu yıl Japonya'nın Osaka kentinde toplanıyor.
Yarın ve cuma günü yapılacak G-20 zirvesine Türkiye'yi temsilen Erdoğan da katılıyor.
Erdoğan'ın bu zirvede Amerika Başkanı Trump ile de görüşeceği daha önce açıklanmıştı.
Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesi planlanan Erdoğan için bu zirvenin hayli zor geçeceğini söylemek yanlış olmaz.
Çünkü Erdoğan uzun yıllardır elinde tuttuğu "Arkamda Türkiye'nin yarıdan fazlası var"gücü bu kez yok.
Erdoğan bir uluslararası zirveye ilk kez yenilmiş hatta hezimete uğramış bir lider olarakkatılıyor.
Bu hem kendisi hem de Türkiye için son derece olumsuz bir durum.
Türkiye'nin dış ilişkileri tarihin en kötü dönemini yaşıyor.
Akdeniz'de neredeyse dünyanın yarısı ile sorunlu durumdayız.
İlk bakışta hiç sorunumuz olmaması gerek gibi görünen İtalya Fransa Norveç İngiltere de tıpkı Amerika Yunanistan Kıbrıs Rum Kesimi gibi Doğu Akdeniz'deki petrol arama faaliyetlerimizden rahatsız.
Bu rahatsızlık Türkiye'ye karşı genel bir dayanışma havası yaratıyor.
Suriye politikamız nedeniyle de başımız sıkıntıda.
Amerika desteklediği PYD yapılanmasını aleyhimize ciddi bir koz olarak kullanıyor.
S-400'ler nedeniyle Amerika ile ilişkilerimiz kopma noktasına geldi.
Bunlar olumsuz noktalar.
Olumsuz diyorum ama biz gazetecilerin bu konularda daha derin bilgilere ulaşması zor.
Bu nedenle olumsuzluğun ne kadar vahim olduğu konusunda kesin bir bilgi vermemmümkün değil.
Amerika ve diğer ülkelerle kapalı kapılar ardında neler görüşüldüğünü tam bilmiyoruz.
Örneğin tam bu zirve öncesi FETÖ'cülükten yargılanan bir Amerikan konsolosluk görevlisinin serbest bırakılması Amerika ile ilişkilerin sandığımızın aksine o kadar kötü olmadığı yolunda yorumlara neden oluyor.
Kim bilir belki de Erdoğan'ın esip gürleyen tavrı nedeniyle Amerika ile ilişkilerin çok kötü olduğunu düşünüyoruzdur ama gerçek bunun tam tersidir.
Tabii burada önemli olan Trump'la Erdoğan'ın ne konuşacağı.
En temel konunun S-400'ler olduğu düşünülüyor.
Ancak bu konuda benim zihnim çok berrak değil.
Çünkü bir taraftan "S-400'leri aldık. Kimse bize karışamaz geri adım yok" diyerek yüksek perdeden konuşurken diğer taraftan konuyu Amerika ile müzakere etmek içinsürekli talepte bulunmamız kafa karıştırıyor.
Eğer S-400'ler gerçekten alındıysa Amerika ile ne görüşülecek?
Endişem Trump'ın bu görüşmede Türkiye'ye bazı dayatmalarda bulunması ve Erdoğan'ın da buna boyun eğerek geri dönmesi.
Gerçi yandaş-tetikçi medya sonuç ne olursa olsun bu görüşmeyi "tarihi bir zafer" olarak niteleyecektir ama her zaman olduğu gibi bu kez de gerçeği bir süre sonra öğrenmemizkaçınılmazdır.
İşte bu noktada Erdoğan'ın seçim hezimetine uğramış olarak Trump'la görüşecek olması durumun aleyhimize gelişmesi konusunda endişeleri artırıyor ister istemez.
Erdoğan Putin ve Şi Cinping ile görüşmelerde de eskisi kadar rahat davranamayacağı ve bazı konularda taviz vermek zorunda kalacağını düşünmek şaşırtıcı olmayacaktır.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Erdoğan Suudi Prensi ile de karşılaşmak zorunda
Japonya'daki G-20 zirvesinin en dikkat çekici isimlerinden biri hiç kuşkusuz Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman olacak.
Birleşmiş Milletler'in hakkında düzenlediği rapor henüz herkesin elindeyken prensin böylesine büyük bir uluslararası toplantıda nasıl bir tavır takınacağını merak ediyorum.
Gerçi Prens bin Selman daha önce de dünya liderleriyle bir araya gelmişti.
Bu tür toplantılarda genellikle bu tür konular pek açılmıyor.
Suudilerin aşırı zenginliğini de hesaba katarsak muhtemelen dünyanın önemli liderleri bu konuya hiç girmemeyi daha çok tercih ediyor.
Ancak bir de Erdoğan'ın durumu var.
Erdoğan tıpkı Mısır'daki Sisi'ye olduğu gibi Suudi Prense de çok öfkeli ve mesafeli.
Bu tür uluslararası toplantılarda pek diplomatik davranmayan Erdoğan'ın G-20 toplantılarında aynı masaya oturacağı Selman'a karşı ne yapacağını da merak ediyorum.
Tabii Erdoğan bu toplantıda Salman ile ille de karşı karşıya gelmeyecektir bu mutlaka ayarlanır.
Ama Selman bir süre sonra Suudi Arabistan Kralı olduğunda işte o zaman ne olacak?
Çünkü Erdoğan Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Kralı ile veliaht prensi ayırmak için Kral Selman'ı 'Mekke'nin hizmetkarı' olarak yüceltmişti.
Aynı yüceltme bakalım zamanı gelince yeni kral için de yapılacak mı?
BUNU YAZMAK GEREK
DSP konuyu bir kutlama ile geçiştiremez
Son seçimlerde muhalif kesimi özellikle CHP'yi en çok kıran ve hayal kırıklığına uğratanlar DSP'liler oldu.
31 Mart'taki seçime birçok yerde olduğu gibi İstanbul'da da kendi adayları ile katılan DSP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için seçimin tekrarlanması kararı üzerine adayını geri çekmişti.
Genel beklenti DSP'nin muhalefet adayını desteklemesiydi ancak genel merkez yönetimi şaşırtıcı biçimde "İmamoğlu'na oy vermeyeceğiz" açıklaması yaptı.
O günlerde iki aday arasındaki farkın çok az olması nedeniyle DSP'ye verilen oyların CHP'ye gitmesi halinde farkın muhalefet lehine açılabileceği düşünülüyordu.
Ancak DSP bütün ısrar ve tepkilere rağmen kararından vazgeçmedi.
Sonuçta muhalefetin korktuğu olmadı ve o küçücük fark 800 binin üzerine çıktı.
Bu durumda DSP de çok önemli bir seçimde takındığı aykırı tavır ile kendi başına kaldı.
Şimdi DSP'nin demokrasi adına İmamoğlu'nu kutlamasının da pek önemi yok.
Sanıyorum bu seçim DSP'nin de son seçimi oldu. Parti yönetimi hiç gereği yokken aldığı tuhaf kararın altında kalacaktır.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Lafa gerek yok önce şu sondajı bir bitirin
Doğu Akdeniz petrol rezervleri nedeniyle de başımız sıkıntıda.
Aralarında Katar'ın bile olduğu pek çok dünya ülkesi birleşmiş Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arıyor ve artık çıkarıyor ama hepsi de bize düşman.
Şimdi şu haberi okuyun lütfen;
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz'de tek taraflı gayrimeşru faaliyetlerini sürdürüyor. Rum Yönetimi ile Mısır arasında denizaltında boru hattı ile doğalgaz taşınmasına ilişkin anlaşma çarşamba günü imzalandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Savaş gemilerimiz ve hava kuvvetlerimiz her türlü müdahaleyi yapma yetkisine sahip' sözü Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki tavrını da ortaya koyuyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez de "Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin onay vermediği rızasının olmadığı hiçbir projenin oldubittiye getirilmesine izin vermeyeceğiz" dedi.
Bu haberi 12 Eylül 2018 tarihli YeniŞafak Gazetesi'nden aldım.
Bu durum aşağı yukarı Akdeniz'de petrol arama çalışmalarının başladığı 2010 yılından beri hep aynı.
Konudan dışlanıyoruz ama bizim açıklamalarımız hep aynı; "Kimse bizi buradan çıkaramaz bunu kabul edemeyiz gereğini yerine getiririz. "
Gerçi şu sıralar Fatih ve Yavuz isimli iki sondaj gemisi bölgede arama çalışmaları yapıyor.
Ama önemli olan petrolün doğalgazın bulunması ve ondan sonra da bunun çıkarılarak kullanıma sunulması.
Bu açıdan bakınca "her nedense" hepsi bize düşman kesilen ülkelere yönelik esip gürlemeleri hiç ciddiye almıyorum bile.
Önemli olan bu aramalarda doğalgaz ve petrol bulunursa aynı tavrı sürdürüp sürdürmeyeceğimizdir.
OKURDAN GELEN MESAJ
İzmirli görmeyen bir yurttaşın talebi
Pek bilmediğim bir konuyu yazmış İzmirli bir okurum.
Bazı illerde polisin "WhatsApp İhbar Hattı" varmış.
Gözleri görmeyen okurum şunu yazmış;
İzmir'de de polis 'WhatsApp İhbar Hattı' olsun.
Bugün işe geliyorum. Beyaz bastonumla tıkır tıkır yürürken göbeğim sertçe bir şeye çarptı. Baktım boydan boya kaldırımda bir araba. Plakası belirli olacak şekilde aracın resmini çektirdim. Polis ihbar hattını 155 'i aradım. Plakayı yazdırdım. 20 dakikaya kadar bekledim. Arabayı çektiler.
Şimdi ben dikkatli yürümeseydim kafamı da çarpabilirdim. Baston kasanın altına girdiği için tehlikeyi hissedemiyoruz. Kasalı araçlar görmeyenlerin kabusu.
Ne yapılmalı?
Öncelikle 'WhatsApp İhbar Hattı' İzmir'de de kurulmalı cezalar caydırıcı olmalı ve farkındalık çalışmaları artırılmalı. Salih Arıkan
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/erdogan-icin-en-zor-zirve-5200510/
================================
YILMAZ ÖZDİL: FATİH
Mehmet Akif Ersoy
Hasan Ali Yücel
Uğur Dündar
Müjdat Gezen
Metin Akpınar
Zihni Göktay
Halit Kıvanç
Melahat Pars
Ahmet Rasim
Peyami Safa
Boğaziçi Üniversitesi'nin efsane hocalarından Arman Manukyan ay yıldızlı formaya güç katan milli futbolcumuz Garbis İstanbulluoğlu Türk milliyetçisi Ermeni yazar Levon Panos Dabağyan
Aykut Barka
Perihan Savaş
Suat Sayın
Fatih Erkoç
Mehmet Günsür
★
Türkiye'nin bu birbirinden değerli insanlarının hepsi Fatih'te dünyaya geldi.
★
Yahya Kemal Beyatlı Yusuf Ziya Ortaç Mithat Cemal Kuntay Reşat Ekrem Koçu Ordinaryüs Profesör Ekrem Akurgal varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Erol Manisalı Behruz Çinici Gazanfer Özcan Kemal Sunal Şener Şen Memduh Ün Tevfik Gelenbe Metin Ersoy Erol Büyükburç… Biliminsanları sanatçılar şairler yazarlar hepsinin öğrencilik hayatı Fatih'te geçti.
★
Aksaray Atikali Hırka-i Şerif Karagümrük Kocamustafapaşa Şehremini… Fatih Sultan Mehmet'in adını taşıyan Fatih yani.
★
Ya şimdi?
★
Fatih'te her dokuz kişiden biri Suriyeli.
Tarihi Malta Çarşısı Suriye çarşısı oldu lokantadan kuyumcuya parfümcüden fırına kasaptan tatlıcıya komple Suriyeli tabelaların hepsi Arapça Türkçe alışveriş yapamazsın tek tük Türk esnaf kaldı onlar da müşterilerle (!) konuşabilsinler diye Suriyeli çırak çalıştırıyor.
Fatih'te dükkan kiraları patlamış vaziyette Suriyeliler güya mağdur Türklerin üç katı kira ödüyorlar Türk esnaf mecburen taşınıyor onların yerine Suriyeliler davullu zurnalı açılışlar yapıyor.
Seyyar satıcılar bile Suriyeli.
Apartman dairesi kiralayıp üç dört aile kalıyorlar gürültü kavga merdivenlere kasten dökülen çöpler Türk komşular çaresiz başka ilçeye taşınıyor boşaltılan daireye anında üç dört Suriyeli aile yerleşiyor.
Bir apartmana Suriyeli aile girdiyse o apartmanın komple Suriyeli olması en fazla iki yıl sürüyor.
Sistematik şekilde apartman apartman sokak sokak mahalle mahalle kuşatılıyor işgal ediliyor!
Okulları var.
Radyoları var.
Gazeteleri var.
Suriyeli müzisyenlerin canlı müzik yaptığı kültür merkezleri var.
Kendi aralarında "Fatih futbol turnuvası" düzenliyorlar 32 takım katılıyor.
Gene de yaranamıyoruz… İngiliz ve Alman medyasına röportaj veriyorlar Türk halkını "ırkçılık"la suçluyorlar "üç ramazan geçti bir defa bile iftara çağırmadılar" diye komşularını şikayet eden var.
Türklerle Suriyeliler arasında kavga çıkarsa sanırım cep telefonundan ağ kurmuşlar bir anda ellerinde sopalarla 50-60 kişi oluyorlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün bulunduğu Fatih'te tabancalar patlıyor yalaka medyamız yazmıyor.
Suriyelilerle Cezayirliler arasında bıçaklı kavga çıktı bir Cezayirli öldü meğer Fatih'te bilardo salonu işleten Suriyelilerin "bu bölgeye giremezsiniz" diye Cezayirlileri tehdit ettikleri ortaya çıktı.
Suriyelilerin suç işleme özgürlüğü var.
Ticaret yapıyorlarsa vergi yok denetim yok ceza yok.
Zabıta dokunmuyor.
Polis çaresiz herhangi bir asayiş olayında gözaltına alınsalar bile karakolun bir kapısından girip öbür kapısından çıkıyorlar.
Fatih'te sadece Suriyeli doktorların çalıştığı sadece Suriyeli hasta bakan klinikler var elbette kaçak göz diş doğum şakır şakır kayıtdışı çalışıyor ameliyat bile yapılıyor.
Geçenlerde üç Suriyeli'nin Fatih'te yaşadığı eve baskın yapıldı altı bin kutu kanser ilacı ele geçirildi üstelik Türkiye genelinde iki bin kanser hastasının kimlik bilgilerini ele geçirdikleri aile hekimlerine sahte reçeteler yazdırdıkları bu sahte reçetelerle eczanelerden kanser ilacı topladıkları bitmedi Sosyal Güvenlik Kurumu'na fatura ettikleri ortaya çıktı.
★
Türkiye'de 400 binden fazla Suriyeli bebek doğdu bunların kaçı Fatih'te dünyaya geldi sağlık bakanlığının bile bildiğini sanmıyorum.
★
Mehmet Akif Ersoyların Hasan Ali Yücellerin Yahya Kemal Beyatlıların Levon Dabağyanların Türkiye'yi Türkiye yapan insanlarımızın doğduğu caanım Fatih… Bu hale geldi.
★
Güya Fatih Sultan Mehmet'e çok saygı duyuyorlar ama… Fatih'in fethettiği şehrin Fatih'in adını taşıyan semtini işte böyle peşkeş çektiler.
★
Peyami Safaların Ekrem Akurgalların Behruz Çinicilerin Erol Manisalıların Halit Kıvançların Uğur Dündarların Müjdat Gezenlerin Metin Akpınarların Gazanfer Özcanların doğup büyüdüğü Fatih'te artık ailesi Türkçe bilmeyen bizim de onların kimliğini bilmediğimiz Suriyeliler dünyaya geliyor.
★
Saraylarda şatafat içinde yaşamaktan sokaktaki vatandaşla temasları koptuğu için vatandaşın neler çektiğini bilmedikleri için hâlâ "Akp acaba Fatih'i neden kaybetti" diye merak ediyorlar!
★
İstanbul'da 700 binden fazla Suriyeli var.
Fatih Bağcılar Sultangazi Küçükçekmece Esenyurt mahvoldu.
Yukarıdaki yazının bir benzeri Beyoğlu için yazılabilir Bakırköy için yazılabilir Kadıköy için yazılabilir özellikle haftasonları gidin mesela Caddebostan sahiline gözlerinize inanamazsınız dünyanın en güzel yeri İstanbul Boğazı asfalt kenarında donla yatıyorlar bizim çocuklar Suriye'de şehit oluyor dün biri daha toprağa düştü bunlar burada yılbaşı kutluyor bayramda Suriye'ye tatile gidiyorlar!
★
Elbette yolsuzluk partizanlık israf gibi çok sayıda öncelikli sorun var ama bana sorarsanız İstanbul'un bir numaralı sorunu bu.
★
Akp'nin bu şehre ve bu memlekete bıraktığı en vahim fatura bu.
★
"Bunu tartışmak ırkçılıktır" filan gibi saçma klişelere kulağınızı tıkayıp herkese anlatın kardeşim…
Türkiye'de her 20 kişiden biri Suriyeli bu doğum hızıyla 20 yıla kalmadan her 13 kişiden biri Suriyeli olacak.
★
Fatih'in fethettiği şehirde Fatih'in adını taşıyan semte gidin dolaşın lütfen… Kimin nereyi fethettiğini görürsünüz.
★
Her şey çok güzel olsun istiyorsak…
İstanbul'dan başlayarak Suriyeli meselesini çözmek zorundayız.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/fatih-5200504/
================================
Arslan BULUT : Türkler nasıl kandırılıyor ?
E-POSTA : arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
15 Haziran 2019
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesi üzerine 26 Şubat 2019 tarihi itibarıyla en az bir ortağı Suriye uyruklu olan şirket sayısının 15 bin 159 olduğunu söyledi.
Pekcan "31 Mart 2019 tarihi itibarıyla ülkemizde geçerli çalışma izni bulunan yabancı sayısı 96 bin 972 olup bunlardan 31 bin 185'i Suriye uyrukludur" dedi.
Konuyu değerlendiren Prof. Dr. Ümit Özdağ "Önümüzdeki süreçte birçok Türk patron iflas ederek veya satarak Suriyelilerin hâkim olduğu sektörlerden ayrılacak" diye bir mesaj yayınladı.
Prof. Dr. Pelin Gündeş de bu mesajı takipçileriyle paylaşırken "Çok dikkat edilmesi gereken önemli bir konu: Sermaye Türklerden yabancılara geçiyor. Sermaye el değiştirdikçe 20 yıl içinde bunun siyasette de yansımaları olacaktır. Türkler kendi ülkelerinde parya olamaz! Yöneticilerin sermaye sahiplerinin Türk olmadığı bir Türkiye ayakta kalamaz. " diye yazdı.
***
Tabii sermaye el değiştirirken vatan toprakları da bir gayrımenkul gibi görülerek yabancılara satılıyor. Meselâ şimdi Gökova Körfezi'ni satmaya hazırlanıyorlar. Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün "Bütün yasal hazırlıkları yaptılar. Gökova Körfezi'nde 50 tane marina yapmayı planlıyorlar. Santimetrekaresine kadar satacaklar! Oya bu dünya incisi körfezi korumamız gelecek nesillere bırakmamız gerekir. Muğla'da yeni saraylar da yapmak isteyebilirler ama bunlar izin vermeyeceğiz" diyor.
Akkaya Turunç Akbük gibi koyların da içinde yer aldığı Gökova Körfezi'ndeki SİT alanları Bakanlar Kurulu kararıyla imara açılmış Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün kararın iptali için dava açmıştı.
***
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "S-400'ler konusunda kararlıyız geri adım atmayacağız. Türkiye'nin menfaati için bu adımı atmak durumundayız. Bunun sonuçları ne olursa olsun bundan vazgeçmemiz de mümkün değil" diyor...
Peki ne için? Vatan topraklarını korumak için değil mi? Öyleyse vatan toprakları niçin kapanın elinde kalıyor? Gökova Körfezi'nin imara açmanın Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı araziyi temizlemek bahanesiyle İsrail şirketlerine davetiye niteliğinde yasa çıkarmaktan ne farkı var?
"Doğu Akdeniz'deki haklarımızı koruyacağız" deniliyor ama Ege'de Türk egemenliğindeki 18 ada fiilen Yunan egemenliğine ter edildi? Bu nasıl korumadır?
Bu çelişkili durumu Metin Aydoğan kısa bir süre önce şöyle incelemişti:
"Batı'nın destekleyip ayakta tuttuğu ve tutmakta olduğu iktidar yitirmekte olduğu halk desteğini korumak için; yapay gündemler yaratıp uygulaması olmayan kurusıkı sözler söylüyor. Gerçekte ne Batı'nın çıkarlarıyla çatışıyor ne de ulusal hedeflere yöneliyor. Emperyalizmin Ortadoğu politikasına katkı koyan bir yönetimin gönüllü olarak birlikte olduğu güçle çatışması kaçınılmaz olarak söz konusu değil.
S-400 gibi çelişkiler uzlaşmayla sonuçlanacaktır.
AKP'nin ABD'nin çıkarlarına ve yürüttüğü politikalara karşı içte ve dışta herhangi bir uygulaması var mıdır? İktidara geldiği 2002'den bugüne dek geçen 17 yıl içinde onun dümen suyunda hareket etmemiş midir? 'Stratejik ortak' denilen ABD'nin hemen her isteği yerine getirilmemiş midir?
ABD Türkiye'nin 'yeni-Osmanlıcığa' geçmesini ve 'Ilımlı İslam' adını verdiği rejimle yönetilmesini istiyor. İsteğini yönetime getirdiği AKP'ye yaptırıyor.
ABD Türkiye'yi 'sürekli kaos kuramı' adını verdiği çatışmalı bir düzensizlik ortamına götürüyor. Bunu yaparken söz karmaşası ve inanç sömürüsünü kullanan AKP'yi kullanıyor. Afganistan Irak Libya ve Suriye'de bunu başardı. Aynı şeyi Türkiye ve İran'da da yapmak istiyor. "
***
"Bugün yaşayan Türkler gelmiş geçmiş bütün Türklerden daha uyanık olmak zorundadır" derken işte bu kandırmacaya dikkat çekmeye çalışıyorum. Türkler kendi iktidarları tarafından oyalandıklarını görmezse tarihin ağır tokadını yiyecektir!
Kaynak Yeniçağ: Türkler nasıl kandırılıyor? - Arslan BULUT
================================
HÜSNÜ MAHALLİ : MEMLEKET DEDİĞİN ANONİM ŞİRKETTİR
Sultan kral ve emirlerin yönettiği ülkeleri anlatmaya gerek yok çünkü oralarda iktidar veraseten intikal ediyor.
Oralarda memleket adamların özel mülkü.
Bölgenin diğer ülkelerinde durum çok farklı değil.
En son haberle başlayalım.
Irak Kürdistan Bölgesi başkanlığına Mesut Barzani'nin yeğeni Neçirvan Barzani seçildi. Neçirvan'dan boşalan yere Mesut'un oğlu Mesrur getirildi.
Şimdiye kadar istihbarat ve güvenlikten sorumlu olan Mesrur bir süre sonra Neçirvan'ın yerine geçer.
Mesrur'un dört kardeşi var ve Kürt medyasında Barzani ailesiyle ilgili inanılmaz yolsuzluk hikayeleri anlatılır.
Yolsuzluk olunca mafya olur mafya olunca yolsuzluk artar yolsuzluk konuşulmasın diye baskı ve zulum çoğalır sonra da paranın hesabı tutulmaz.
Irak'da Saddam'ın iki oğlu iki kızı vardı.
Kuzenleri tarafından ihbar edilen iki oğul Amerikalılar tarafında öldürüldü. Damatları Saddam öldürttü sonra Amerikalılar geldi Saddam'ı astı.
Suriye'de Haziran 2000 yılında Hafız Esad ölünce yerine oğlu Beşşar başkan oldu.
Mısır'ı 30 yıl yöneten Mübarek'in iki oğlu vardı. Her şey onlardan sorulurdu ama sonunda babalarıyla birlikte demir parmaklıkların arkasından poz verdiler.
Sisi'nin üç oğlu var biri devlet denetleme kurulu başkanı diğer ikisi istihbarat ve orduda önemli yerlerde görev yapıyor.
2030'a kadar cumhurbaşkanı olarak görevini sürdürecek Sisi'den sonra hangi oğlu başkan olur bilinmez ama kesin bu işe da ABD karar verecek.
Tunus'da Bin Ali'nin büyük oğlu yoktu ama damatları iyi iş yapıyordu.
Şimdi artık hepsi ülke dışında.
Yemen'de Ali Abdullah Salih'in 6 erkek ve on kız çocuğu vardı.
Bunların eşleri ve eşlerin akrabalarıyla Yemen'i 30 yıl yöneten Salih sonunda öldürüldü. Sayıları yüz kadar olan bu 'evlat topluluğu' ortadan kayboldu.
Diğerlerinde olduğu gibi hepsi iktidarın kirli işlerinden sorumluydu.
Libya'da Kaddafi'nin 7 erkek ve bir kız çocuğu gibi.
Erkek çocukların üçü babaları gibi öldürüldü geri kalanlar dağıldı.
Cezayir'de 20 yıl iktidarda kalan Butaflika'nın çocukları yoktu ama ülkeyi iki erkek kardeşiyle yönetiyordu.
Şimdi üçü gözetim altında.
Sudan'ı 30 yıl yöneten ve 11 Nisan'da devrilen El-Beşir'in de çocuğu yoktu ama o da her şeyi tek başına yapıyordu.
Araplarda başka örnekler de var ama biraz da başkalarına bakalım.
Örneğin Azerbaycan'da İlham iktidarı babasından devraldı ama erkek çocuğu henüz küçük olduğu için karısı Mihriban'ı cumhurbaşkanı yardımcısı yaptı. Diğerleri gibi petrol ve doğal gaz zengini Azerbaycan'da yolsuzluğun sınırı yok.
Kuzey Kore'nin ilk lideri olan Kim İl-sung'un ölümünden sonra ülkeyi oğlu Kim Jong-il yönetti. O da 2011'de öldüğünde ülke şimdiki başkan oğlu Kim Jong-un'a kaldı.
Güzel bir demokrasi örneği!
ABD'de olduğu gibi.
Orada gitti Baba Bush geldi Oğul Bush.
Ama seçimle.
Üstelik yolsuzluk yapmadan.
Irak ve Afganistan'da öldürülen yüz binler hiç önemli değil!
Onlar zaten ölecekti!
Bazen savaşla bazen de açlık sefalet ve yoksullukla.
Liderler ister ülkeler savaşır insanlar birbirini kırar.
Arap Baharı'nda olduğu gibi herkes oyuna gelir getirilir ya da heveslenir sonra da her yer kan gölüne döner.
Anlaşılan öldürmeden olmuyor!
Öldürmek için kindar ve gaddar olacaksın.
Ortada genetik bir sorun var.
On bin yıllık uygarlıkların birikimini taşımak kolay olmuyor.
Yolsuzluk ve hırsızlık bu coğrafyanın huyu olmuş.
Dolar icat oldu mertlik bozuldu.
Adamlar boşuna 'İn God We Trust' yazmamış.
Adamlar Allah'a inanmış ama bizimkiler Dolar'a.
Say say bitmez.
'God' verdikçe bizimkiler fazlasını ister.
Mahdumlar oynayıp eğlensin diye.
Memleket babalarının şirketi gibi.
Nazım Hikmet'in dediği gibi:
'Bu cehennem bu cennet bizim'.
Çeşit çeşit insanlarıyla bu topraklar hepimizin.
Kral emir şeyh başkan başbakan ya da onların çocuk ve damatlarının hiç değil.
================================
MÜSTAFİ J. YB. MEHMET ALKAN : JANDARMA: DEVE Mİ KUŞ MU ?
16 Haziran 2019
14 Haziranda Jandarma teşkilatının 180. yılı kutlandı. Biz de eski bir jandarma personeli olarak bugünkü yazımızı jandarmaya ayırdık.
Rivayet odur ki; karakışın ortasındaki bir köyün kahvehanesinde oturanlar kar fırtınası içindeki uzaktaki dağ yolunda gördükleri karartının ne olduğunu kestirmeye çalışırken yaşlı biri şöyle demiştir; "bu havada dağda kim olacak ya kurttur ya jandarma. "
Jandarma fedakârlığıyla ulu önder ebedi ve tek Başkomutan Atatürk'ün "Jandarma; her zaman yurt ulus ve Cumhuriyete aşk ve sadakatle bağlı tevazu fedakârlık ve feragat örneği bir kanun ordusudur" özdeyişine de mazhar olmuştur.
Görev alanı şehir dışındaki köy kasaba ve dağlık alanlar olan Jandarma 2016 yılına kadar; emniyet asayiş görevleri bakımından İçişleri Bakanlığına eğitim ve askeri görevleri bakımından Genelkurmay Başkanlığına adli görevleri bakımından Savcılığa bağlı "askeri statülü bir kolluk kuvveti" durumundaydı. İç Hizmet Kanununa göre Kara Kuvvetlerinin bir parçası olan subayları Kara Harp Okulundan yetişen personelinin tüm özlük işleri askeri kanunlara tabi olan Orgeneral kadrosu olmayıp Genel Komutanı Kara Kuvvetlerinden olan jandarmanın kolluk yerine askeri vasfının öne çıkması ve çok başlılığı zaman zaman bir benzetmeyle devekuşu misali deve mi kuş mu diye eleştirilmekteydi.
Jandarmanın tamamen Bakanlığa bağlanarak askeri vasfının ortadan kaldırılması gündemden düşmeyen konulardandı. Hatta 1993 yılında Kara Harp Okulunda sınıflarımız belirlendiğinde "kır polisi oluyorsunuz lacivert mont giyiyorsunuz askerlikten çıkıyorsunuz" şeklinde bir "haber" gelmişti. Bu eski ve yalan haber "Allah'ın bir lütfu" olan 15 Temmuzdan sonra biranda gerçek oldu.
Ancak hala askeri unvan ve rütbelerin kullanılması birçok askeri kanun ve usullere tabi olması disiplin kanunun TSK Disiplin Kanununun birebir kopyası olması eski alışkanlık ve uygulamaların devam etmesi jandarmanın deve veya kuş olma konusundaki tercihin tam da netleşmediğini sadece sahibin değiştiğini göstermektedir.
Bugün elbisenin rengi de değişse bağlılık da değişse değişen şeyler kadar değişmeyen şeyler de var. Anadolu'nun gariban çocuklarından oluşan; uzman erbaş uzman çavuş astsubay ve subaylarının çalışma azimlerinde gayretlerinde amirlerine itaatlerinde fedakârlık ve kahramanlıklarında değişen bir şey yok. Ancak yukarılarda değişiklik çok nitekim 15 Temmuzdan sonra TSK'da başlatılan tasfiye hareketine yöneticiler tabir yerindeyse bu civanmertlerin gözünün yaşına bakmadılar.
Dönemin komutanı Yaşar GÜLER'in "en ufak şüphe olanları atın gitsin ben uğraşacağıma onlar uğraşsın" şeklindeki söylemiyle binlerce personel "terörist" ilan edildi ve medeni/sivil ölüme mahkûm edildi. Dağlardaki kahramanlığından dolayı akşam madalya teklifi düşünülenler sabah açığa alındı dağ başındaki üs bölgesinde ölmeye hazır bekleyenler helikopterle alınıp ertesi gün terörist diyerek tutuklandı Suriye'deki bazı "teröristlerin" gözaltına alınması içinse görev süresi sona ererek ölmeden dönmesi beklendi. Halen "ankesörden/kontörlüden aranmış olma" saçmalığı nedeniyle benzer şekilde sırasını bekleyen muhtemel şehit potansiyel terörist adayları var.
Bir kısım personel ise sırf belli dönemde göreve başlaması nedeniyle terörist ilan edilerek kapı önünde konuldu belirli yerlerde görev yapmak aleyhlerinde kesin delil kabul edildi. Ancak ne hikmetse bu alımlar sırasındaki yetkili komutanlar o işlemler ve atamalarda imzası olan paşalar zarar görmeyi bırakın terfi aldılar. 2015 yılındaki devir teslim sırasında kendisine verilen listedeki isimlere hiçbir işlem yapmayan hatta aktif görev veren şahsımın "kral çıplak" çıkışına "bunları biz de konuşuyoruz ama kendi aramızda" diyen; Komutanlık görevini ölenin yerine adam göndermek olarak gören; kendi personeline derdest olan; kendi yakınlarında bylock çıkarken terfi edip beni kardeşimin facebook sayfasında örgüt üyeleri var diyerek ihraç eden sözde Komutanlar hiç hesap vermedi. Utanmadan sıkılmadan hep altında kalacak sandıkları koltuklarının veya ölmeyecek gibi emekliliğin tadını çıkarıyorlar.
Siyasilerin hataları hatta ihanetleriyle açılan hendeklere sorgusuzca atılanlar çok değil bir yıl sonra kendi teşkilatları tarafından kıyıma uğratılırken hiç sormadılar; yahu bu çocuklar ne yapmışlar darbeye mi katılmışlar destek mi olmuşlar suç oluşturan hangi eyleme katılmışlar?
Netice olarak; değişmeyen şey ast kademenin fedakârlığı ve kahramanlığıdır. Kanuna göre maiyetine candan bir baba ve büyük bir kardeş olması gereken bir kolaylık çıkınca öne atılması bir zorluk çıkınca nefsini sona bırakmayı şerefli bir vazife telakki etmesi gereken komutanlarsa çok değişmiştir. Bugün piyangodan orgeneral olanlar adam yokluğunda önemli makamlara gelenler kendi istikballeri için siyasetin kucağına oturmuşlar siyaset bir dediyse üç yapmışlar işgüzarlıkta tavan yapmışlar personele zulüm ve haksızlığı iftihar ve yükselme vesilesi yapmışlardır. Yazıklar olsun onlara selam olsun kahramanlara…
Link : https://www.toplumsal.com.tr/mehmet-alkan-yazdi-jandarma-deve-mi-kus-mu/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: NELERİ ÖĞRENEMEDİK?
Saatlerce konuşup da bir şey söylememek büyük yetenek ister!
Pazar akşamı Binali Bey bunu başardı.
Doğru karar verebilmemiz için öğrenmemiz şart olan sorulara yanıt bulup bazı gerçekleri öğrenemedik.
-Binali Bey'in İstanbul'u tek başına yönetip yönetemeyeceğini öğrenemedik?
-Vakıflar verilen milyon-milyon liralarla beslenmeye devam edilecek mi?
-"Çaldılar" iddiasına karşı sorulan "Kim Çaldı" sorusuna yanıt alamadık.
-Hollanda'daki 140 Milyon avroluk mal varlığının kaynağını öğrenemedik.
-Binali Bey'in çocuklarının servetlerini nasıl kazandıklarını öğrenemedik.
-Hangi hakla devlet olanaklarını ve devlet güçlerini kullandığını anlayamadık.
-Rüşvetçi Bacanağın nasıl beraat ettirildiğini öğrenemedik.
-630 Milyon Dolarlık "Haram Havuzunu" bir türlü anlayamadık.
-Ekonominin niçin iflasa gittiğini eski Başbakan'dan öğrenemedik.
Bunları öğrenemedik ama Binali Bey'in geçmişteki tüm hükümet faaliyetlerinin suçunu üzerine almadığını büyük bir pişkinlikle siyasete yeni başlamış taze aday rolünü oynamaya çalıştığını gördük.
Sonuç;
Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına daha fazla layık olduğu anlaşıldı.
Binali Bey'i İzmir'deki gibi yine kaybetmek bekliyor. Bundan böyle Türk Siyasetinde Binali Bey diye bir figür olmayacak. Gittiği yeri güldürsün!
Binali Bey en önemli iddiasını ısrarla sürdürdü;
"Fark önce 29 bin idi oylar sayıldıkça bu rakam 13 bin 700 civarına indi! Demek ki tüm oylar sayılsaydı fark kapanacak ve seçimi biz kazanacaktık" dedi!
İmamoğlu bu çarpıtmayı resmi rakamlarla çürütmeye çalıştı.
Esasında Binali Bey'den yanıtı istenen şu olmalıydı;
"Siz 31 Mart gecesi seçimi 3 Bin küsur oyla kazandığınızı söylediniz.
AKP İl Başkanı da tekrar etti. AKP'nin itirazları sonucu sayımlar kontrol edildi ve aradaki fark 13 bin 700 civarına çıktı.
Eğer tüm oylar sayılsa idi aradaki fark daha da artardı?
Bu arada Anadolu Ajansının sahibini yine öğrenemedik!
Binali Bey devletin ajansını cami avlusuna bırakıverdi…
Eh şimdi iş Sevgili İstanbullulara kaldı.
İstanbullular da 23 Haziran'da Binali Bey'i en yakın cami avlusuna bıraksınlar.
Nasılsa hayır-hasenat sahibi bir Saray yetkilisi ona sahip çıkar.
Çünkü "Kara Kutu" Binali Bey öyle şeyler bilir ki ağzının açılmasına izin vermezler…
Büyük çöküşün çatırtılarını duyduk Pazar akşamı!
Müjdeler olsun çöküş yakındır…
================================
ORHAN UĞUROĞLU: İMAMOĞLU YENDİ AMA TARİHİ FARKI KAÇIRDI
Önce Sezar'ın hakkını Sezar'a verelim.
Tebrikler İsmail Küçükkaya kardeşim... Güvenimizi haklı çıkarttın gazeteciliğin ve televizyonculuğun yüzünü ağarttın yandaş gazetecilere ağızlarının payını verdin İletişim Fakültelerinin Televizyon bölümü öğrencilerine ders olacak bir moderatör örneği verdin.
Türkiye'nin ilk özel televizyonu STAR TV'nin kurucularından ve 300'den fazla canlı yayın Söz Hakkı'nı hazırlayıp sunan gazeteci / televizyoncu olarak İsmail Küçükkaya'nın hakemliği Cüneyt Çakır'dan bile daha başarılı yaptığı tarihi karşılaşmayı yorumlayayım.
İşte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım karşılaşmasının analizi.
BİNALİ YILDIRIM:
Tarihi buluşmaya kendi kalesine gol atarak başladı. Çünkü milyonlarca izleyiciye saygısızlık yaparak stüdyoya 5 dakika geç geldi.
Skor: İmamoğlu 1 - Yıldırım: 0 oldu…
Diyebilir ki "kapıda bekleyen gazetecilerin babalar gününü kutladım. "
Hayır Sayın Yıldırım çıkışta da kutlayabilirdiniz ki milyonlarca izleyici televizyon başında bekliyor yayıncılar da 21.00 itibarı ile yayın formatlarını ayarlamışlardı ve sizi bekliyorlardı.
Bu yaptığınız saygısızlığın dik alasıdır.
İkincisi danışmanlarınız size "gülün" demişler ama siz yayın sırasında çoğu kez "zoraki sırıtmalar" yaptınız. Golü yine kendi kalenize attınız:
Skor: İmamoğlu 2 - Yıldırım: 0 oldu…
"Oyları çaldılar" sözünü ısrarla kullandınız. İmamoğlu'nun "Kim Çaldı?" sorusuna yanıt veremediniz
Skor: İmamoğlu 3 - Yıldırım: 0 oldu…
İmamoğlu'nu 4 kez "yalancılıkla" suçlayarak her zamanki AKP taktiği ile "çamur at izi kalsın" taktiğini uyguladı.
"Kırmızı kart" seviyesinde haksız hukuksuz saldırı yaptı ki yayın formatında "sahadan atılma" olmadığından İmamoğlu bu yalan dediklerinizi tek tek çürüttü ve penaltıdan golü çaktı.
Skor: İmamoğlu 4 - Yıldırım: 0 oldu…
CHP ve İYİ Parti'nin Millet İttifakına 31 Mart öncesinde olduğu gibi "HDP" yaması yapmaya çalıştı ki İmamoğlu "İYİ Parti AKP MHP HDP BBP Saadet ve Vatan partili İstanbullulardan oy istiyorum" dedi.
Skor: İmamoğlu 5 - Yıldırım: 0 oldu…
FETÖ iftirasını 2 kez İmamoğlu'na laf arasında sokuşturarak İmamoğlu'na yamamaya çalıştı ama İmamoğlu elinin tersi ile bu hücumu yok etti.
Skor: İmamoğlu 6 - Yıldırım: 0 oldu…
Ordu Havalimanı'ndaki küfür iftirasını İmamoğlu gerçeği açıklayarak refüze etti.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 0 oldu…
İstanbul'a ihanet konusunda CHP'li 14 ilçe belediyesini suçladı ama İmamoğlu İmar konusunda gerçek sorumluluğun Büyükşehir Belediye Meclisi'nde olduğunu açıklamadı.
İmamoğlu golü ofsayttan yedi.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 1 oldu…
İmamoğlu'na Büyükşehir Belediyesi'nin bilgisayarındaki veri kopyalaması konusunda hata yaptığını çünkü 2 ayrı yerde yedekleme yapıldığını açıkladı.
İmamoğlu bu eylemini "Hırsızlıkları yolsuzlukları bankamatik memuru AKP'lileri makam araçlarının tahsisini ve israfı ortaya çıkarmak için kopyalatıyordum" diyemedi ve yeterince savunamadı.
Skor: İmamoğlu 7 - Yıldırım: 2 oldu…
EKREM İMAMOĞLU
Millet İttifakı'nın CHP'li adayı Ekrem İmamoğlu tarihi farkı neden kaçırdı analizini yapayım değerli okurlarım.
Yıldırım 2 kez FETÖ iftirasını yapıp Küçükkaya'nın FETÖ ile iltisakı var mı sorusuna 2 kez "Hayır Yok" diye yanıt verince İmamoğlu "Türkçe olimpiyatlarında ve Abant toplantılarında terörist başına övgüler yağdıran sizsiniz. Videolarınız sosyal medyada izlenme rekorları kırıyor" diyemedi boş kaleye golü atamadı.
Kaçan gol: 1
İmamoğlu'nun Yandaş Seçim Kurulu'nun "Seçim tekrarı" konusundaki 20 TL anlatımına Yıldırım "Sadece Büyükşehir'e itiraz vardı" diye yanıt verdi.
İmamoğlu "4 Katlı bir binanın bir katında çökme riski rapora bağlandı ise bu bir katı mı yıkmak lazım? Yoksa 4 katı yıkmak gerekmez mi?" örneğini vermedi boş kaleye atamadı.
Kaçan gol: 2
Binali Yıldırım FETÖ ve vakıflar konusunda "İbadet Ticaret ve İhanet" dedi ve ihanet ile mücadele ettiklerini söyledi.
İmamoğlu "FETÖ borsası kuruldu AKP'nin yandaş FETÖ'cü iş insanları ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. FETÖ'cüler ile İbadet ve Ticaret alanında mücadele etmiyorsunuz" diyemedi.
Kaçan gol: 3
Ve Mal varlığı konusunda İsmail Küçükkaya bu en önemli soruyu gündeme getirdi.
Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu'na mal varlıklarını sordu.
Yıldırım gerekli mercilere mal varlığını yıllardır verdiğini söyledi ama mal varlığını şeffaf şekilde açıklamadı.
İmamoğlu ise Yıldırım'a ve Küçükkaya'ya 1. derece akrabaları dahil mal varlığının listesini vermeli ve "Ben açıklıyorum haydi siz de açıklayın" diyemedi ve atacağı en önemli siyasi çalımı atamadı.
Kaçan gol: 4
Değerli okurlarım
Her iki adayın canlı yayına çıkmaları birbirlerine armağan vererek babalar günlerini kutlayarak ve yakalarına Türk Bayrağı takmaları takdir edilmelidir. Yayın sonrası ailece aralarına İsmail kardeşimi de alarak fotoğraf çektirmeleri siyasi gerginlikten beslenenlere müthiş olumlu bir tavırdır.
Ben İmamoğlu'nun karşılaşmadan önce de hazırlık çalışması yapmadığını net şekilde gördüm. Sonuç olarak İmamoğlu rakibini farklı yendi ama tarihi farkı da kaçırdı.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/imamoglu-yendi-ama-tarihi-farki-kacirdi-52302yy.htm
================================
ÜMİT ZİLELİ: "İMAMOĞLU'NUN BAŞKANLIĞI HAYIRLI OLSUN!. . "
Önce canlı yayın hakkındaki genel görüşümü belirteyim:
–Program ortalamanın altı moderatör ruhsuz Binali Yıldırım sıkıntılı ve gergin Ekrem İmamoğlu biraz heyecanlı biraz da "tuzak" meselesinden dolayı tedirgindi!. .
Şimdi izninizle adım adım açayım:
-Program 17 sene sonra bir ilk olarak beklentilerin epey altında seyretti; aslına bakarsanız böyle olması da doğaldı… Bir yığın söylentinin "tuzak" iddialarının gölgesinde daha fazlası olabilir miydi? İşte orada iş moderatör düşüyordu…
-Moderatör İsmail Küçükkaya programın içeriğini format meselesine kurban etti aslına bakacak olursanız!. . Adaylara verilen 3 dakikalık sürenin kısa olduğu daha ilk soruda ortaya çıkmışken bu konuda ısrarcı davranması programın düşük seyretmesini getirdi… Rakiplerin tüm program boyunca göz göze gelmemesi ise zaten üzerine çok titrediği formatı da alaşağı etti maalesef!. . Sonuç olarak Küçükkaya programın epey renksiz geçmesinde başrol oynadı diyebilirim!. .
-Binali Yıldırım "bitse de gitsek" havasıyla oturduğu koltukta gergin ve sıkıntılıydı… İstanbul projelerini anlatırken İzmir su projesine ait görseli çıkarması bana kalırsa kendisi için "en ölümcül" andı!. . Özensiz hazırlanmış kendisine ezberletilen konuşmasının dışına çıkıldığı an ezberi bozulan iddiasını dahi ispatlayamayan bir görevli konumundaydı açıkçası!. . FETÖ konusunda çok sarıldığı "yalan söyleme" ipine sarılan da Binali Bey'di şükretsin ki moderatör sayesinde bu açmazdan yırtabildi!. .
-Ekrem İmamoğlu ise genelde rahat başlarda biraz heyecanlı ve günlerdir iddialara konu olan "Tuzak kurulacak" söylemi nedeniyle de hafif tedirgindi… Ordu Havaalanı konusunda teklemesinin dışında duruma hakim görünen taraf oydu!. .
Yine de böyle bir programın yapılabilmesi bile başlı başına bir devrimdi!. . Şayet Cumhur İttifakı'nın adayı yarışı önde götürüyor olsa bu program gerçekleşir miydi sorusuna yanıtım yalnızca tek sözcük:
–Asla!. .
Aday olduğu belediyenin Sayıştay raporunu okumayan muhterem!. .
Gelelim programın önemli anlarına…
"Tarihi buluşma" adı verilen programın galibi beklenildiği üzere Ekrem Bey oldu… Ancak bunda Binali Bey'in de epey büyük yardımları oldu!. . İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday Binali Bey'in çantasında İzmir Belediye Başkanlığı'ndan kalma su projesi ne arıyordu Tanrı aşkına?!. Üstelik "Biz İstanbul'a 25 yıldır çok hizmet yaptık" diye konuşurken!. . Bu en önemli kırılma noktalarından biriydi!. .
İkinci kırılma anı İBB'nin vakıflara akıttığı yüzmilyonlarca lira meselesiydi. Küçükkaya'nın bu sorusuna Binali Bey bakın nasıl yanıt verdi:
–Siz Sayıştay raporunu gördünüz mü İsmail Bey? Raporda öyle bir rakam yok. 108 milyon mu ne. Bu yalan. Yalan olduğu İBB tarafından açıklandı!. .
Binali Bey için en trajik anlardan biriydi; Ekrem İmamoğlu "Ben Sayıştay raporunu getirdim buradan bakalım" diyerek rakamları tek tek okudu. Ardından "Arzu ederse Binali Bey'e takdim edeyim. Yanıltılmış olabilir" diye de ekledi. Bunun üzerine moderatör Binali Bey'e dönerek "Sayıştay raporunu okudunuz mu?" diye sordu. Yanıt çok acıklıydı:
–Okumadım!!!
E kardeşim okumadıysan nasıl oluyor da "yalan" diyebiliyorsun sorusu nezaketten olsa gerek havada kaldı!. . Tıpkı FETÖ sorusunda olduğu gibi; Moderatör Ekrem Bey'e "Siz hiç cemaat yurtlarına gittiniz mi FETÖ elebaşını ziyaret ettiniz mi?" sorusunu yöneltti. Yanıt şöyleydi:
–Benim uzaktan yakından ilgim ilişkim yok. Ben devlete inanırım!. .
Verilen yanıt gayet net gayet kesindi…
FETÖ'ye yakılan ağıtlar düzülen şiirler!
Moderatör bu kez aynı soruyu Binali Bey'e sormadı!. .
Sosyal medya yıkıldı tabii; tepkiler üzerine bir süre sonra FETÖ sorusu aynı şekilde Binali Bey'e yöneltildi. Yanıt şöyleydi:
–Yok ben ne örgüt elemanını ne de FETÖ'yü görmüşlüğüm ne de yurtlarında kalmışlığım yoktur.
Türkçesinin felaket olması bir yana Binali Bey'in sözleri program boyunca defalarca kullandığı "yalan söylüyor" sözcüklerine cuk oturuyordu!. . Daha program sürerken sosyal medyada Binali Bey'in "Türkçe Olimpiyatları"nda yaptığı konuşmalar düzdüğü övgüler çeşitli platformlarda Fethullah Efendi'ye okuduğu şiirler ortalığa dökülüverdi.
Ancak moderatör bu konuda tek bir soru dahi sormadı!. . Bu kez ben nezaketi elden bırakmayıp "soramadı" demeyeceğim!. . Ancak İsmail Küçükkaya'nın "günah" hanesine bu programla ilgili ne yazılabilir denilirse gösterilecek bölüm budur!. .
Programın etkisi ile ilgili dikkat çekici noktayı ise İYİ Parti Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Aslan canlı yayının ardından koydu:
–Binali Yıldırım'ın en yakınındaki biriyle konuştum. "FETÖ ve İzmir'den kalma karton bilgi bizi yıktı. Bu saatten sonra İmamoğlu'na başkanlık hayırlı olsun" dedi…
Bir son nokta da benden; bu saatten sonra AKP'li Cumhurbaşkanı İstanbul'da meydanlara çıkar mı?. . Hiç sanmam baksanıza "Eninde sonunda bir belediye başkanlığı seçimi" bile dedi!. .
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/umit-zileli/imamoglunun-baskanligi-hayirli-olsun-5182385/
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: YANDAŞ GAZETELER OLAYI BÖYLE GÖRDÜ!
Sevgili okurlarım dün sabah yine yandaş gazetelere baktım… Ben onları okumuyorum sadece birinci sayfalarına bakıyorum…
İşte size dünkü manşetlerinden bazı örnekler:
Yeni Şafak: "Türkiye canlı izledi. (İmamoğlu) 82 milyona yalan söyledi. Göz boyama ve polemikle vaktini tüketti. "
Türkiye: "Projeleriyle konuşan Binali Yıldırım ağır bastı. Tecrübe farkı. Yıldırım devlet tecrübesini konuştururken İmamoğlu demagojiyi tercih etti. "
Akit: "Sorulan sorulara cevap bulamayan İmamoğlu yalana sarıldı. Ekrem'i Yıldırım çarptı. "
Takvim: "Yıldırım çarptı. "
Akşam: "Bilgi ve dürüstlük kazandı. Yalan ve basitlik kaybetti. "
Star: "CHP adayı İmamoğlu'nun sahte imajı yerle bir oldu. Milyonların önünde yalan maskesi düştü. "
Sabah: "Yıldırım net konuştu İmamoğlu top çevirdi. Yıldırım'ın performansı alkış aldı. İmamoğlu yalandan vazgeçmedi. "
Yandaşın en önde geleni olan iki gazete Hürriyet ve Milliyet ise tartışma programını herhalde önemsememiş habere birinci sayfalarında değil iç sayfalarında hem de ılımlı başlıklarla yer vermişti:
Milliyet: "Demokrasi kazandı. "
Hürriyet: "Tarihi buluşma. "
Her iki gazetenin uzun süredir sergilemekte olduğu yandaş tutum nedeniyle tirajları hızla düşüyor. Böylesine ılımlı başlıkları bu yüzden atmış olsalar gerek.
★★★
Şimdi Pazar gecesi için sorulması gereken soru bence şudur:
Kazanan oldu mu?
Bence olmadı.
İmamoğlu ayağına gelen bazı topları iyi değerlendiremedi. Sorduğu bazı önemli soruların yanıtını alamadı. Örneğin "Oyları kim çaldı" sorusu havada kaldı.
Binali Yıldırım derseniz söyleyeceği bir şey zaten yoktu ama ona farklı bir taktik verilmişti:
"Araya sık sık gir rakibinin sözünü kes ve sinirini bozmaya çalış. "
Suratında alaycı ve küçük gören bir gülümseme ile bunu yapmaya çalışıyordu.
İmamoğlu bu tuzağa düşmedi.
★★★
Kafama takılan bir soru daha vardı…
Acaba Binali Bey' in geçmişte Fetullah cemaati ile herhangi bir bağlantısı ilgisi olmuş muydu.
Beyefendi bu soruya çok kısa bir yanıt verdi ve inkâr etti. Ancak dikkatimi çekti yüz ifadesi birdenbire değişmişti:
"Yok yok ne FETÖ'yü görmüşlüğüm ne de yurtlarında kalmışlığım vardır. "
Olayı hiç sıkılmadan saptırıyordu.
★★★
Şimdi 25 Mayıs 2013 gününe dönelim ajanslara gazetelere ve internet sitelerine düşen haberlere kısaca bakalım:
"Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım İzmir Türkçe olimpiyatları kültür şöleninde Fethullah Gülen şiiri okudu. Bakan muhteşem kürsü performansıyla tribünleri coşturdu.
Şiiri okuduğu sırada Açıkhava tiyatrosunda büyük coşku yaşandı. Binali Yıldırım şöyle dedi:
İzmir kraliçeye benzetilen bir şehir. Bu şehre güzellik kattınız. 140 ülke ve iki bin öğrencinin katılımıyla dev gibi bir organizasyona dönüşen Türkçe olimpiyatları kültür şöleni için İzmir'i seçenlere teşekkür ediyoruz. Bu kardeşlerimizi geçen bir yıl içerisinde çok özledik. Türkçe sevginin dilidir… Aç sineni herkese aç onun gibi bir ilaç diyen Fetullah hoca efendinin dilidir. (Büyük coşku ve alkışlar. )
Dünyanın her tarafındaki Türk okulları sayesinde Türkiye giderek önemini artırıyor. Artık Türkiye konuşuluyor dünyada…"
O sırada Ulaştırma Bakanı olan ve şimdi Fetullah'la hiçbir ilişkisi olmadığını iddia eden Binali Bey bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde partisinin İzmir Büyükşehir Belediyesi adayı olmuştu.
Acaba Fetullah'a bu yüzden mi onun İzmir'deki oylarını devşirmek için mi şirin görünmeye çalışıyordu!
★★★
Binali Bey'in Fetullah'la uzaktan yakından ilgisi yokmuş!
Ama bu kez kendisini Erzurum'da Fetullah'ın kardeşi Hasbi Nidai Gülen'in cenazesinde görüyoruz.
Yanında dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Tarım Bakanı Faruk Çelik var.
Üşenmemiş işi gücü bırakıp taa Erzurum'a gitmiş.
Yan yana namaza durmuş durumdalar.
Birlikte çekilmiş fotoğrafları elimizde.
★★★
Sevgili okurlarım bunları belgelediğim için beni sakın ola ki yanlış anlamayın.
"Binali Yıldırım Fetö'cüdür" falan demek istemiyorum.
Ancak Pazar gecesi katıldığı oturumda gerçekleri saptırdı başka bir deyişle 80 milyonun önünde resmen yalan söyledi.
Şimdi bu konuda ne diyeceğini (eğer diyebilirse) doğrusu çok merak ediyorum.
Koskoca devlet ve hükümet adamı (!) bu yaptığı yakıştı mı?
Yakıştı yakıştı!
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/yandas-gazeteler-olayi-boyle-gordu-5182473/
================================
CAN ATAKLI: YILDIRIM SEÇİM İTİRAZLARINI İŞLERİNE GELDİĞİ GİBİ YAPTIKLARINI İTİRAF ETTİ
Televizyonda beklenen tartışma bitti.
Konunun galibi mağlubu var mı tartışması yapmak bile istemiyorum.
Çünkü böyle bir durum doğmadı.
Açık üstünlük sağlayan olmadı.
Zorlama yorumlar yaparak bir tarafı iyi bir tarafı kötü gibi göstermenin de alemi yok.
Ancak Binali Yıldırım'ın konuşmalarından ve tavrından bir gerçek daha ortaya çıkmış oldu.
Bu iktidar bir kibir abidesi gibi.
Demokrasiyi ve hukuku sadece kendi işine geldiği gibi yorumluyor ve daha da fenası iktidar gücünü kullanarak bu konuda yaptırımlar da uygulayabiliyor.
Bunun net bir örneğini Binali Yıldırım gösterdi.
Seçimlerin aslında iptal edilmesini pek istemediklerini ve iptal edilmeyebileceğini söyledi Yıldırım.
Dediğine göre "Eğer CHP oyların yeniden sayımına itiraz etmeseydi sorun çoktan bitmişti. "
Düz mantıkla bir hesap yapıyor Binali Yıldırım ve diğer AKP'liler.
Bir iki ilçede yapılan "yeniden sayım sonucu" AKP'nin oylarında yükselme olmuş.
Bu oylar yüzde 10'a karşılık geliyormuş.
Diğer yüzde 90'da sayılsa demek ki AKP yüz binin üzerinde fark atacakmış.
Böyle bir hesap nasıl yapılır bilemiyorum.
Zaten itiraz edilmiş iki ilçedeki sonuçların diğer ilçelerde de aynen karşılık bulacağını hangi istatistik bilimi söylüyor acaba?
Ama benin burada asıl üzerinde durduğum konu başka.
Seçimler YSK tarafından sandık kurulu başkanlarının yasaya uygun seçilmemesi nedeniyle iptal edildi.
YSK'nın gerekçeli kararında oyların çalınması kaydırılması yok edilmesi yok.
Seçimin tekrarına tamamen teknik nedenlerle karar verilmiş durumda aslında.
AKP adayı "Oylar sayılsa seçimler iptal edilmezdi" diyerek aslında ortada suç olsa bile bunu görmezden geleceklerini itiraf ediyor.
Tabii bir başka komik nokta ise şu;
Binali Yıldırım sanki seçimlerin iptal edilmesi tamamen YSK'nın inisiyatifinde yaşanmış gibi konuştu ve CHP'yi YSK'yı baskı altına almakla suçladı.
Bu nasıl YSK ise CHP'nin baskısı altına giriyor ama bu partiden kazandığı belediye başkanlığını alıp seçimlerin tekrarına karar veriyor.
Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlık.
Neresinden bakarsanız müthiş bir kibir.
Neresinden bakarsanız güç sarhoşluğunun verdiği şımarıklıkla yapılan itiraflar.
İRONİ
F-35 sorunu kendiliğinden çözülmüş oldu
İktidara çok bağımlı olmak gözleri körelttiği gibi aklı ve zekayı da silip götürüyor galiba.
Pazar günü Hürriyet'in internet sayfasına konan bir haber ve bunun veriliş tarzı bu görüşümü doğruluyor.
Habere göre F-35 uçakları aslında sanıldığı kadar iyi değilmiş.
Ciddi bir Amerikan bilim dergisinde yayınlanan makalede F-35 uçaklarında 13 teknik hatabulunmuş.
Defense News F-35 savaş uçağı programındaki teknik hataların düzeltilmemesi durumunda bunun pilotların hayatını riske atacak ve uçuş misyonlarının tamamlanmasını engelleyecek bir hâl alabileceğini belirtmiş.
Habere göre Pentagon yetkililerinin yıllardır şikayet ettiği F-35 programındaki sorunlar tahmin edilenden daha büyük boyutta olabilirmiş. Birinci derece olarak sınıflandırılan 13 teknik hatadan 9 tanesinin çözülmesi ya da 'ikinci sınıf' kategorisine indirilmesiplanlanıyormuş.
Makalede söz konusu sorunlara örnek olarak F-35B ve F-35C pilotlarının uçak gövdesine zarar gelmemesi için hızı sınırlaması kokpit basıncının pilotlarda kulak ağrısına ve acıya sebep olması süpersonik uçuşların uçağın kaplamasına zarar vermesi ve uçakta zaman zaman yaşanan yalpalamanın pilotlar tarafından kontrol edilememesi belirtiliyormuş.
İlk bakışta sıradan bir haber gibi.
Ama Hürriyet bunu "Gördün müüüü?" tavrıyla veriyor.
Büyük bir memnuniyet belirtiliyor kamuoyuna "Bu uçaklarda iş yokmuş meğer" mesajı veriliyor.
Eğer durum buysa çok güzel.
Çünkü sorun kendiliğinden çözülmüş oluyor.
S-400'e karşı F-35 kartı demek ki kullanılamayacak bize karşı. Üstelik ne kadar güzel bir gelişme ki böyle kötü uçakları almamış olacağız paramız bizde kalacak.
Bunlar iyi de "gördün müüü?" tavrını koyanların unuttuğu şu; Bu uçakların yapımında biz de varız. Yani eğer bu uçaklar gerçekten anlatıldığı gibi berbatsa bunda payımız var. Yani paramız uçup gitmiş bile.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Küçükkaya ne kadar tarafsız olduğunu anlatmak isterken çok bocaladı
Binali Yıldırım Ekrem İmamoğlu tartışmasında gözler elbette sunucu İsmail Küçükkaya'nında üzerindeydi.
"Nasıl sunacak taraf tutacak mı programı iyi götürecek mi?" soruları program boyu yanıt aradı.
Ben de bu konuda görüşlerimi sıralayayım.
– Genel olarak iyi değildi.
– Büyük beklenti oluşmuştu ama izleyici pek heyecan duymadı.
– Sorular çok iyi değildi.
– Taraf tutulmadı ama Binali Yıldırım'ın kollandığı söylendiğinde bu çok yanlış olmaz.
– Önceden planlanan zaman çizelgesine uyulamadı.
Bana göre en büyük hata İsmail Küçükkaya'nın "ne kadar tarafsız olduğunu göstermek için" çırpınmasıydı. Neredeyse her soruya "Aynı soruyu soracağım biz tarafsız gazetecileriz biz sadece soru sorarız" gibi ön girişler yapması ve lafı uzatması sıkıcıolduğu kadar biraz suniydi de.
Küçükkaya her sabah kendi programında neyi nasıl soruyorsa öyle sormalıydı. Birkaç soruda haksızlık etti. Binali Yıldırım'a "Cemaat yurtlarında kalıp kalmadığını" veya "Gülen'le görüşüp görüşmediğini" İmamoğlu'na da aynı soruyu sormasını gerekçe göstererek sorması tuhaftı.
Yıldırım'ın Gülen'le ilgili yaptığı ateşli konuşmaları üzerinden soru sorulmalıydı.
Mal varlığı konusuna yanlış yerden girdi. Her kamu görevlisi zaten mal varlığı listesi veriyor.
İki adaya sorulması gereken "Siyasete başladığınız günle bugün arasındaki değişiklik nedir?" sorusuydu.
Küçükkaya'nın programdan sonra dün eleştirileri cevaplarken söyledikleri ise bana çok şaşırtıcı geldi. Şöyle demiş Küçükkaya; "Kavga-dövüş çıkmadı o güzel oldu. Eleştirilere açığım. Her soruyu da sordum. Format bana ait değildi. Bu bana tebliğ edilen bir görevdi. Sorumluluklarımız vardı. "
Peki nerde kaldı bağımsız gazetecilik?
Hani formatı da soruları da kendisi hazırlamıştı?
Ayrıca politikacıların format ve soruları önceden vermesini kabul etmek ne anlama geliyor?
Neyse çok uzun yıllardır böyle bir program yapılmadığı için fazla da eleştirmeye gerek yok.
Dün geceden bütün gazeteciler gereken dersi almıştır umarım.
OKURDAN MESAJ
İSPARK'ta 10 lira için rehin kalan İstanbullu
Bir okurum başından geçen bir olayı anlatmış.
Mesajın okurumdan geldiği gibi yayınlamam mümkün değil çünkü uzun anlatmış kısaltmaya kalksam anlamı kalmayacak bu nedenle ben özetledim.
Konu şu; okurum geçtiğimiz salı günü Fenerbahçe'deki İSPARK'a aracını bırakmış.
Eşiyle birlikte sahilde gezdikten sonra arabasını almaya gelen okurum bir de bakmış nakit parası yok.
"Kapıyı açarsanız bir banka bulur para çeker gelirim" demiş.
Ancak İSPARK görevlileri "Hüviyetini bırak da git yoksa çıkamazsın" demişler.
Bunun üzerine hüviyetini değil tüm cüzdanını bırakıp çıkmış bankasının ATM'sini bulmuş para çekmiş gelip park parasını ödedikten sonra cüzdanını alıp gitmiş. Okurum buna haliyle çok alınmış.
Yanında eşiyle birlikte sanki 10 lira için kaçmaya çalışan biri durumuna düştüğü için kendini aşağılanmış hissetmiş.
Tabii belki "Oradaki görevli ne yapsın adamın otoparktan çıktıktan sonra geri geleceği ne malum" diyebilirsiniz.
Bu mümkün tabii de acaba "aaa para almamışım çekip de geleyim" diyerek para ödememeye çalışan kaç kişi olabilir ki? Bazen görevlilerin insiyatif kullanması küçük mutluluklar yaratabilir.
KOMİK
Bahçeli kendini çok güldürdü
Hafta sonu sosyal medyada en çok izlenen görüntülerin başında MHP genel başkanı Bahçeli'nin İstanbul'a "mitil atmak" üzere kalabalık bir konvoyla geliyordu. Görüntüleri MHP Genel Merkezi paylaşmış.
Bahçeli'nin heyetinin yol görüntüleri güçlü bir mehter marşı eşliğinde sunuluyor. Güzel de sosyal medyayı kontrol etmek çok zor tabii. Bahçeli'nin bir yandan "beka" diyerek "milliyetçiliğini" vurgulaması ama her birinin fiyatı birer milyon liranın üzerindeki çok lüks yabancı araçlarla gösteri yapması sosyal medyanın diline düşüverdi. Kurtlar Vadisi filminden çıkma görüntülerle toplumu etkilemeye çalışırken Bahçeli ve MHP kendini çok güldürdü. Üstelik "mitil atılıyor" dedikten bir gün sonra Bahçeli'nin tekrar Ankara'ya dönmesi ise ciddi alay konusu oldu. Sosyal medya kullanıcıları "Sırf Erdoğan'a yaranmak için lüks araçlı mehterli gösteri düzenlenirken ne beka kaldı akılda ne Kürdistan ne Pekeke ne ekümenik tepkisi" yorumları yaptılar.
================================
ARSLAN BULUT: SURİYELİLER NEDEN TÜRKİYE'YE GETİRİLDİ?
İsmail Küçükkaya Suriyeliler konusunu sorduğunda Ekrem İmamoğlu Suriye politikasına hiç girmedi ve yapıcı bir dille konuşarak "Biz mülteci konusunu iyi yönetemedik. Güneyimizde yaşanan insanlık dışı olaylar sonrası Türkiye'miz yalnız bırakılmıştır. Biz göçmenliğe ve mülteciliğe ilişkin bir masa kuracağız. Ülkemiz adına ulusal politika geliştirme noktasında aktif davranacağız. 3 5 milyona yakın mülteci bu ülkenin her yerine dağılmamalıydı ve engellemek için neler yapabiliriz bu süreci nasıl destekleyebiliriz? Bu anlamda belediyelere düşen görevler nelerdir işin içinde olmamız gerekir" dedi.
Binali Yıldırım ise "Afrin harekâtını yaptık biliyorsunuz. Ben başbakandım. Oraya şimdi bir kısmını gönderdik. Cerablus'u El Bab'ı aldık oraya gönderdik. 500 bine yakın Suriyeli gitti. Şimdi Fırat'ın doğusundaki o bölgeyi temizleyip diğerlerini de oraya göndereceğiz. İstanbulluların huzurunu kaçıran olaylara karışırlarsa tutar göndeririz. Bu kadar açık" diye konuştu.
***
Konuyla doğrudan ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu mülteciler konusunda programdan önce yaptığı açıklamada "Suriyeli kardeşlerimize biz ev sahipliği yaptık yapmaya da devam edeceğiz. Bana 6 ay süre verin bunu tüm İstanbul'a söylüyorum. 6 ay sonra buradaki düzenin yüzde 100'e yakın bir oranda herkes tarafından sağlandığını herkes görecektir"
Biz 402 yıl bunlarla aynı sancak altında birlikte yaşadık. Üç kuruş para bulduk diye sırtımızı mı dönecektik. Biz 15 Temmuz'da nasıl kurtulduğumuzu zannediyoruz? Biz nasıl kurtulduk? Kim ne derse desin 450 bin çocukları doğdu bu ülkede. Allah o 450 bin çocuğun hayrına 15 Temmuz'da şu hainlere ezdirmedi. Ben onu bilirim" dedi!
Soylu Suriyelilerin yüzde 65'inin Misakımilli sınırları içerisinden Türkiye'ye geldiğini de söyledi.
***
Suriyelilerin Türkiye'ye sürülmesi konusunda gerçek nedir peki?
Bu konudaki ilk veriler bana 2011 yılında gelmişti. AKP gençlik kollarından bir genç bizzat bana Türkiye'nin 30 şehrinde Suriyeli muhalifler için kamplar kurulmakta olduğunu toplam 300 bin Suriyelinin silahlı eğitimden geçirileceğini bildirmişti. Olaylar bu bilgileri doğrulamaya başlayınca bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşmıştım.
Yine 2012 yılında Afet İşleri Genel Müdürlüğü'nün 1.5 milyon çadır siparişi verdiğine dair bir haber almıştım. Bunun üzerine "Suriye sınırında kurulacak yeni çadır kentler için mi bu kadar çadır lazım yoksa İstanbul'da deprem olacak da gaipten haber mi geldi" diye sormuş ama cevap alamamıştım. Çünkü 1.5 milyon çadırda 7.5 milyon kişi barındırılabilirdi!
Suriyelilerin Türkiye'ye sürülmesi veya getirilmesi iktidara tarafından 1.5 milyon çadır siparişi verecek kadar planlanmış bir süreçti. Tabii Suriye'nin kuzeyinin boşaltılması ve burada bir PKK devleti kurulması için Türkiye kullanılıyordu.
***
Şimdi Ahmet Yaman adlı okurumuz "Suriyeliler hakkında söylenen 'savaştan kaçtılar' 'sığındılar' 'göçtüler' kelimelerinin hiçbiri doğru değildir. Doğru olan şudur: Suriyeliler getirildi!
Suriye'de birkaç yıldır yaşanan kargaşa bunların gelmelerinin sebebi değil getirilmelerinin bahanesidir. Çok daha kapsamlı ve derin bir proje için getirildiklerini toplumumuzda da herkes bir gün anlayacak ama korkulur ki iş işten geçmiş olacak. Gönderilmiyorlarsa; savaş için gelmemişler başka hesaplar için getirilmişler demektir. " diyor.
Biz de zaten "PKK devleti kurulsun diye Suriye'nin kuzeyi boşaltıldı. Türkiye'ye sürülmelerinin sebebi ise ülkeyi eyaletlere bölerek parçalamaktır" diye yıllardır bu projeyi yazıyoruz! Ümit Özdağ Suriyelilerin rejim değişikliği için de kullanıldığını anlatıyor.
Eskiden mektupların sonuna gelindiğinde Karadenizliler bir ifade kullanırdı:
"Daha ne yazayım?"
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/suriyeliler-neden-turkiyeye-getirildi-52297yy.htm
================================
YILMAZ ÖZDİL: YANKI ODASI
Ekrem İmamoğlu'yla Binali Yıldırım'ın programı üç saat değil üç gün de sürseydi şu an ne düşünüyorsanız gene onu düşünecektiniz.
★
"Yankı odası" etkisidir bu.
★
Mesela son saniyede bir sorun çıksaydı program iptal edilseydi…
Yandaş gazeteler ertesi sabah gene "Binali Yıldırım çok başarılıydı Ekrem İmamoğlu fena ezildi" manşetleriyle çıkardı!
Çünkü ertesi sabah okuduğunuz yandaş gazetelerin manşetleri programdan çok önce program başlamadan önce atıldı bile.
★
Tıpkı Chp yanlısı yazarların hepsinin ertesi sabahki yazılarında Ekrem İmamoğlu'nu beğenmiş olacakları gibi.
★
Kutuplaşma ötekileştirme üzerine inşa edilen yeni medya çağının bulaşıcı hastalığıdır "yankı odası. "
★
İnsanlar artık kendisi gibi düşünen gazeteleri okuyor kendisi gibi düşünen televizyonları seyrediyor sosyal medyada kendisi gibi düşünen insanları takip ediyor sonra da kendisi gibi düşünen insanların düşüncelerini kendi sosyal medyasından yayıyor…
Böylece farklı düşüncenin giremediği aynı düşünceden ibaret habire aynı düşüncenin yankılandığı yalıtılmış bir odaya hapsoluyor.
Kendi sosyal medyasında kendisi gibi düşünmeyenlere karşı kendi kendine sansür uygulamış oluyor.
Devamlı kendi düşüncesinin yankısını duydukça kendi düşüncesinin doğru olduğuna daha çok inanıyor kendi düşüncesini kendi kendine daha çok beğenmeye başlıyor kendi düşüncesini kendi kendine alkışlıyor.
★
Akp'nin son hamle olarak bu programı istemesinin sebebi buydu.
★
Seçimi kaybedeceğini biliyor.
Hatta bundan emin.
"Yankı odası" yaratarak hiç olmazsa elimde kalan seçmenleri koruyayım diye hesapladı.
Bence başarılı oldu.
Dikkat ettiyseniz Binali Yıldırım sadece kendi seçmenine seslendi karşı tarafa hitap edeyim diye çabalamadı "çaldılar" dedi "yalancı" dedi "acemi" dedi sadece kendi seçmenine yönelik yankılar verdi.
Şimdi bir hafta boyunca bunları tekrar edecekler.
Seçime kadar Binali Yıldırım'ın programda çok başarılı olduğunu Ekrem İmamoğlu'nun ezildiğini tekrar edip kendi seçmenleri arasında bu suni gerçekliğin yankısını oluşturacaklar.
Hiç olmazsa kaçışı kanamayı durdurmuş olacaklar.
★
Ekrem İmamoğlu'nun da kendi yankı odasına hitap etmesi gerekirdi.
★
Seçime daha bir sene iki sene olsaydı elbette uzun vadede rakip seçmene yatırım yapmak doğrudur ama seçime sadece bir hafta var.
Kendi seçmeninin alıp yayacağı akılda kalıcı vurucu sloganvari yankılar üretmeliydi.
Halbuki rakip yankı odasına seslenmeye çalıştı rakip yankı odasını ikna etmeye çalıştı.
Bu mümkün değil.
Asla.
Ekrem İmamoğlu'nu sevmenize rağmen kesinlikle ona oy verecek olmanıza rağmen programı sıkıcı bulmanızın heyecansız bulmanızın keyifli bir ziyafet beklerken ağzınızda kekremsi bir tat kalmasının sebebi bu.
★
Netice itibarıyla…
Her iki tarafın oy oranını koruduğu bir program oldu.
Yüzde kaçla başladılarsa aynı yüzdeyle son buldu.
★
Ve yankı odalarındaki suni gerçekler ne kadar yankılanırsa yankılansın Akp açısından bu seçimin taa en başından beri değişmeyen tek çıplak gerçeği var…
Binali Yıldırım yanlış adaydı.
★
Yokuşa sarmış çift dingilli kamyon gibi zorlanan adeta gidecek mecali olmayan birinin gıcır gıcır spor otomobil gibi birini geçebilmesi imkansız.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/yanki-odasi-5182669/
================================
CAN ATAKLI: BİZ YAPTIK YİNE YAPARIZ
İstanbul'un her tarafı "tek başına Binali Yıldırım fotoğraflarıyla" donatıldı.
31 Mart öncesinde "aşk" temalı ikili afişler asılıydı.
Bu kez sadece Binali Yıldırım var.
Kampanyanın özü "Biz yaptık yine biz yaparız" sloganıyla oluşturulmaya çalışılıyor.
Her vaadin önünde mutlaka "Biz yaptık" sözü var.
"Gençlere 10 GB bedava internet biz yaptık yine biz yaparız"
"Üniversitelilere spor tesisleri ücretsiz biz yaptık yine biz yaparız"
"İşsizleri ulaşım bedava biz yaptık yine biz yaparız"
Bu ve bunun gibi onlarca afiş sokaklarda. Ancak bana göre yanlış bir propaganda yöntemi olmuş bu.
Çünkü farklı çağrışımlar yaratıyor.
Öncelikle sanki bunlar vaat değil de zaten yapılmış olan şeyler gibi anlaşılıyor.
Ya da 25 yıldır İstanbul'u yöneten bir parti aslında bunları yapabiliyormuş ama yapmamışizlenimi veriyor.
Tabii asıl komik olan taraf başka.
"Biz yaptık yine yaparız" sloganını bir de tersten okuyun.
AKP'li başkanların ve AKP iktidarının gerçekten yaptığı bazı işlere de bir bakalım;
"Genç işsizlik ve işsizlik rakamlarında tarihi rekorlara imza attık biz yaptık yine biz yaparız"
"Yandaş vakıf ve derneklere yılda 850 milyon TL verdik biz yaptık yine biz yaparız"
"Halk Ekmek şirketinin parasıyla yurtdışından futbolcu getirdik halkın ekmeği ile oynadık; biz yaptık yine biz yaparız"
"İmar oyunlarıyla milyarlarca liralık rant yarattık biz yaptık yine yaparız"
"İstanbul'u çirkin yapılarla donatarak kente ihanet ettik biz yaptık yine yaparız"
"Seçimde yenilince aynı sandıktaki 4 oydan sadece 1'ini geçersiz saydık biz yaptık yine biz yaparız"
"Sırf iktidardan olmamak için halkın yarısını terörist PKK'lı darbeci FETÖ'cü ilan ettik; biz yaptık yine yaparız.
"Seçimi kaybedince terörist ediklerimizle iş birliği yapmaya soyunduk biz yaptık yine yaparız"
"Partimize hizmet veren binlerce kişiyi hiç çalışmadıkları halde belediyede çalışıyor gibi gösterip maaş ödedik biz yaptık yine yaparız"
"Dünyanın en pahalı metrosunu en pahalı köprüsünü inşa ettik; biz yaptık yine yaparız"
Öğrencileri 25 yıldır otobüslere metroya vapura motora pahalı bindirdik; biz yaptık yine yaparız"
"İstanbullulara hep pahalı su sattık biz yaptık yine yaparız"
Örnekleri siz de çoğaltabilirsiniz.
NOT: Bu yazının yazılmasında gönderdiği mesaj ile bana ışık tutan okurum Ersoy Ergün'eteşekkür ederim.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Aklına esen Karadenizlilere "Rum-Pontus" demekten çekinmiyor
İktidarın sonunun geldiğini görenlerin sayısı giderek artıyor.
Ama en önemlisi bizzat iktidara destek verenler artık yolun sonunun geldiğini görüyor.
Bu nedenle müthiş bir panik yaşanıyor.
Bel altı bel üstü ahlak namus iffet namus falan artık hak getire.
Ayakta kalabilmek için akla gelen gelmeyen her şey kullanılıyor. Bunlardan biri de "Rum-Pontus" söylemi.
Önce Esenler Belediye Başkanı başlattı. İmamoğlu'nun "nereli olduğunu" sordu kalabalığa.
"Trabzonlu" cevabını alınca da İmamoğlu'nun "Rum olabileceği" imasında bulundu.
Tabii kendini akıllı sayıldığından "Ben onu Yunan medyasındaki iddialara dayandırdım"diye savundu kendini.
Sonra bu furya iyice yayıldı.
Önceki gün AKP Mersin İl Başkan Yardımcısı Kenan Peker resmi Twitter hesabından Ekrem İmamoğlu'nun fotoğrafını "İstanbul'u Konstantinopolis mi sandın Yunan evladı?" diyerek paylaştı.
Ama bana göre en vahimi topa MHP Genel Başkanı'nın da girmesi.
Sanıyorum o da çaresiz seçimin kaybedileceğini görüyor olmalı ki bir hamle yapıp İmamoğlu'na "Rum benzetmesi" yaptı.
Şöyle dedi; 'Rumsa Rumdur bu ülkede Rum var mı var Yunanlı var mı var' diyen birinin nereye hizmet edeceği açıktır. Hakkı olmadığı halde VIP terminalini kullanmaya kalkan ve valimize ağır hakaret eden bir ağızdan İstanbul' için hayırlı bir sözün çıkması beklenmemelidir. Her vatandaşımızdan isteğimiz bu gerçeği görmeleridir. 23 Haziran'da 16 milyon İstanbullu huzura kavuşacaktır. FETÖ kaybedecektir PKK yerin dibine geçecektir.
Vallahi pes yani.
Devlet Bahçeli'yi göre İmamoğlu hem Rum hem Yunan hem PKK'lı hem FETÖ'cü.
Çaresizlik ne fena bir şey.
BUNU YAZMAK GEREK
Eskiden kavşak mı vardı sanki?
AKP Genel Başkanı Erdoğan demiş ki; "İstanbul'da 24-25 yıldır ne yapılmış diye soranlar herhalde Avrasya Tüneli'nden Marmaray'dan Üçüncü Köprü'den hiç geçmedi. Eskiden İstanbul'da kavşak mı vardı Metrobüs mü vardı? Bunları bu hükümet yaptı. Adayımız Binali Yıldırım Bey'in burada çok ciddi emekleri var. "
İş sonunda buraya kadar geldi.
Eskiden buzdolabımız yoktu fırını bu iktidar getirdi tomografi falan hak getireydi.
Meğer eskiden kavşak da yokmuş.
İyi oldu öğrendik.
Ama en önemlisi İstanbul'a hizmeti hükümet getirmiş.
Bunda da şimdi aday olan Binali Yıldırım'ın katkısı büyükmüş.
Günün sözünün özü şu: Bizi seçmezseniz İstanbul'a hizmet yok. Demek ki hükümetin de gitmesi gerekecek.
ŞAŞIRDIM
Erdoğan'dan bir ilk "başkanın valisi"
Yandaş tetikçi medya sürekli kullanıyor ama Erdoğan'ın ağzından başkan sözünü ilk kezduydum. Üstelik hukuk ve demokrasi açısından çok talihsiz biçimde dile getirdi başkan tanımını Erdoğan.
Tacikistan'a gidiyordu gazetecilere önceden verilmiş soruların cevaplarını söylüyordu.
Lafı Ordu'daki VİP olayına getirerek "O vali kimin valisi?" diye sordu ve sonra da sözünü bitirdi "başkanın valisi" Ardından da "Devletin valisine hakaret ediyor bu adam devleti bilmiyor bunu yapamaz" türü sözler sarf etti.
Kavramlar çok karıştı tabii.
Ama şunu da sormadan edemiyorum; Devletin valisi Atatürk'e hakaret edebilir mi?
Böyle bir şeyi devletin valisi yapılabilir mi? O zaman bu kişi gerçekten devletin valisi olabilir mi? Kim bilir belki de Erdoğan özellikle "başkanın valisi" tanımını kullanmıştır.
ÇOK GÜLDÜM
Aman altında bir mana aramayın
Neredeyse 30 yıldır bildiğim bir fıkra.
Bir okurum göndermiş.
Muhtemelen yaşı genç fıkranın yeni olduğunu düşünmüş.
Ama öyle bir fıkra ki eski olmuş yeni olmuş fark etmiyor.
Türkiye gibi bir ülkede şimdilik modası hiç geçmez;
Ali 3'üncü sınıfa giden zeki bir çocuktur.
Bir gün öğretmeni Ali'ye 'Siyaset nedir?' diye sorar.
Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez.
Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz.
O da babasına sormaya karar verir.
Baba Siyaset nedir?
Baba düşünür. Ali'ye uygun bir yolla anlatmak ister.
Bu evde parayı getiren kim oğlum?
Sen…
Ben kapitalist rejimim. Peki parayı alıp bizim yiyecek içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim?
– Annem…
– O da hükümet. Peki küçük kardeşinle kim ilgileniyor?
– Dadım…
– Dadın işçi kardeşin gelecek sen de halksın o zaman.
Ali her şeyi not alır ve uyur.
Gece garip seslerle uyanır.
Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor.
Yanına gidince altına pislediğini anlar.
Hemen annesini kaldırmaya gider.
Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz.
Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider.
Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Ali'nin ağzından aynen şu kelimeler dökülür:
Kapitalist rejim işçiyi sömürüyor hükümet uyuyor gelecek bok içinde halk ne yapsın…??
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/biz-yaptik-yine-yapariz-5170056/
================================
ZEYNEP GÜRCANLI: İKTİDARI SÜRDÜRME FORMÜLÜ
AKP açısından İstanbul'da işler iyi gitmiyor.
Ne PKK terör örgütü elebaşı Öcalan'ın 8 yıl aradan sonra avukatları ile görüştürülmesi;
Ne AKP adayı Yıldırım'ın Diyarbakır'a gidip "Kürdistan" demesi Kürt kökenli seçmeni etkilememiş görünüyor. (Bu arada AKP'nin İstanbul'un en merkezi yerlerinde kurduğu seçim standlarında sürekli Kürtçe şarkılar çalması da dikkat çekici)
Sadece HDP'lileri değil muhafazakar Kürt seçmeni de kaybetme aşamasına gelmiş AKP. CHP'lilerin seçim çalışmalarını izlerken son bir haftadır gittiğim genellikle Güneydoğu illerinin hemşehri dernek toplantılarında duyduklarım çok netti: AKP'nin küçük ortağı MHP ile birlikte 31 Mart seçimlerinde kullandığı "beka" söylemi ters tepmiş. Sadece HDP'liler değil kendilerini "muhafazakar" olarak ifade eden Güneydoğu kökenli seçmenler de "demokrasiden yana oy kullanacağız" deyip sözü hep "Herşey güzel olacak" cümlesiyle bitiriyor. Söyledikleri şu; "CHP çok büyük hatalar yaptı. Ama CHP'yle siyasi hesaplaşmamız sonra. Bu ekonomik kriz içinde iktidardakilere bir ders vermek şart oldu. "
HDP'lilerden ise duyduğum "31 Mart'ta sandıkta bir vurduk iktidardan ses geldi. Şimdi daha sert vurma zamanı" mesajı.
Güneydoğu'daki durumu bilmiyorum. Ama İstanbul'da Kürt seçmenin gözü halen hapisteki Selahattin Demirtaş'ın üzerinde. Seçim kampanyası çerçevesinde muhafazakar ya da HDP'li hemen her Kürt seçmenden CHP'lilere yönelik "Selahattin Başkan'ı kurtarın" mesajı verildiğini görmek de ayrıca dikkat çekici. Tabi bunu söylerken hemen hepsinin Demirtaş'ın hapse CHP'nin AKP'nin oyununa gelerek dokunulmazlıkları kaldırması sonucu girmesine vurgu yapmaları bir nevi CHP'ye "sizin hatanız siz düzeltin" mesajı vermesi de ayrıca not etmeye değer.
CHP'lilerin henüz AKP-MHP bloğundan "çözemedikleri" seçmen grubu ise Karadenizliler gibi görünüyor. Ekrem İmamoğlu'nun Trabzonlu olması bir parça çözülme getirse de AKP'nin özellikle İstanbul ilçe belediye başkanlık ve meclis üyeliklerinde Karadeniz ağırlıklı listesi 23 Haziran seçimlerinde CHP'nin -zaten seçilmiş- Büyükşehir Belediye başkanı lehine farkın açılmasını engelliyor gibi.
FORMÜL KIBRIS YA DA İDLİB OLABİLİR Mİ?
İstanbul'da 31 Mart'ta "yenilmezlik kültünü" kaybeden AKP'nin 23 Haziran'da ikinci yenilgiyi almamak için farklı arayışlara girmesi mümkün.
AKP 31 Mart'ta tutmayan "beka" formülünü bu kez söylemde değil eylemde gündeme getirebilir. Bunun işaretleri de geliyor;
Mesela yandaşların AKP'nin yıllardır görmezden geldiği Rumlar'ın tek taraflı olarak Doğu Akdeniz'de attığı adımları 23 Haziran seçimi öncesinde birden bire "fark etmiş" olmaları dikkat çekici. Rumlar Akdeniz ülkeleri ile anlaşma üzerine anlaşma yapıp tüm dünyayı Türkiye'ye karşı döndürürken hiç sesi çıkmayan yandaş kalemler bugünlerde "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilhak etmekten" bile bahseder oldular.
İdlib'de ise Rus destekli Suriye rejim güçleri ile bölgede bulunan Mehmetçik arasında gerilim artıyor. Türkiye'nin Rusya ile Soçi anlaşması çerçevesinde kurduğu gözlem noktası son günlerde sık sık hedef alınıyor. Türkiye saldırılar için rejimi suçlarken Ruslar İdlib'deki cihatçı terörist grupları işaret ediyor. Moskova ile Ankara arasındaki artan İdlib anlaşmazlığının -Rusya'yla S-400 pazarlıkları çerçevesinde yapılmış – "kontrollü bir gerilim" mi yoksa gerçek bir restleşme mi olduğu şimdilik meçhul.
Keza aynı soru işaretleri ABD ile yaşanan S-400/F-35 restleşmesinde de mevcut.
Bunun da "kontrollü bir restleşme" mi yoksa seçim odaklı bir "gerilim söylemi" mi olduğunu çok yakında anlayacağız.
Bu soruların yanıtları ne olursa olsun AKP'nin seçmen nezdinde düşüşte olduğu ekonomik krizin de giderek derinleştiği kesin.
Endişem iktidarın hem ekonomik krize "bahane" üretmek hem de iktidarda kalma süresini uzatmak için çareyi Türkiye'yi yıkıma götürecek maceralarda araması…
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/iktidari-surdurme-formulu-5171988/
================================
FATMA ÇELİK: ESAS MERAK EDİLENLER KONUŞULACAK MI?
Bu akşam gelişmiş demokrasilerde gayet olağan bir tartışma ortamının 17 yıl sonra ilk defa ülkemizde gerçekleşmesine şahit olacağız. Peki bu gerçekleşiyor diye "tamamdır artık demokratikleşiyoruz" diyebilir miyiz?
Bu program 31 Mart seçimi öncesinde gerçekleşseydi belki… Ancak kazananın belli olduğu seçimin tekrarlandığı bir seçimin öncesi yapılan bu program demokrasi için atılan bir adım değil; "yine kaybedildiği şimdiden belli olan seçimi" kazanabilmek için yapılan çırpınıştan başka bir şey değil…
Evet "kaybedilen seçim" diyorum; çünkü AKP'nin bu tekrarlanan seçimi de kaybedeceğinin kendisinin de farkında olduğunu Ekrem İmamoğlu'nun gerçek rakibinin ortalarda gözükmemesinden anlamak pek ala mümkün.
Kim bu gerçek rakip? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizzat kendisi.
Hepimiz biliyoruz ki İmamoğlu ile yarışan aslında Binalı Yıldırım değil. Bunu zaten 31 Mart seçimleri öncesi her tarafa asılan Erdoğan posterlerinden ve Erdoğan mitinglerinden açık bir şekilde anlamıştık.
"İstanbul'u kaybedenin Türkiye'yi kaybedeceği" de açıkça söylenmişti…
Eee İstanbul 31 Mart seçimlerinde iktidar tarafından kaybedildi.
Yaşanacak ikinci kayıpta kaybeden olmayı sindiremeyen Sayın Cumhurbaşkanımızın sorumluluğu Yıldırım'a atmak istediği ortada…
Zaten olmaz ya diyelim Yıldırım kazandı; İstanbul'u Yıldırım'ın yönetmeyeceği de ortada…
O açıdan bu akşamki programı görselde İmamoğlu ile Yıldırım olsa da; İmamoğlu ile Erdoğan arasında geçiyor gibi izlemekte fayda var…
Bu akşamla ilgili sanırım en merak edilen sorulara verilecek yanıtlardan önce soruların ne olacağı hususu…
Yerel seçimin doğası gereği konuşulması gereken "İstanbul" olsa da her iki aday da İstanbul'a dair projelerini farklı farklı programlarda ve mitinglerde zaten defalarca anlattılar…
Bir kez daha ve aynı anda söylemeleri seçmen tercihine etki eder mi bilmem ama 17 yıllık iktidarın bir parçası olan Binali Bey'e bu projeleri neden şimdiye kadar uygulamadığı mutlaka sorulmalı.
Çünkü Binali Bey "şunu şunu yapacağız" dediğinde aklına "daha önce neden yapmadınız" sorusu gelen tek ben değilimdir sanıyorum ki…
Öte yandan "İstanbul'a ihanet ettik" diyen bir iktidarın "daha önce yaptık yine yaparız" şeklinde bir propaganda cümlesi tercih etmesi de korkutmuyor değil…
Bu açıdan İstanbul ihanetlerini ve yapılan israfları zarar eden kuruluşları da tek tek sormak şart diye düşünüyorum…
Pek tabi seçimden önce İmamoğlu'na "indirim yapacakmış hangi kaynakla?" diyen Yıldırım'ın yeni vaatlerine kaynağı nasıl bulduğunun da sorulması güzel olacaktır…
Ve meşhur "çaldılar" söylemi…
Mutlaka ama mutlaka "öyle söylemek zorundaydım"dan daha tatmin edici açıklama yapması gerekiyor Binali Bey'in. Bu konu böylesine "özrü kabahatinden beter" bir durumda kaldıkça öznesi belirtilmeden ortaya atılan bu fiil büyük bir suça işaret eden bir itham oluşturuyor…
İmamoğlu'na bir fayda sağlamayacağını düşündüğüm bu program açısından İmamoğlu'na sorulabilecek cevabını merakla beklediğim bir soru da yok açıkçası… Yine de İsmail Küçükkaya'nın ne sorular hazırladığını oldukça merak ediyorum…
Bu programın da yeniden bir teamül oluşturmasını ve önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benzer formatta programlar yapılmasını bekliyorum…
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/esas-merak-edilenler-konusulacak-mi-52280yy.htm
================================
HÜSNÜ MAHALLİ: DÜELLO
Yandaş medyaya kalırsa 23 Haziran'ı üçüncü dünya savaşına çevirecekler.
Aptalca yalanların hedef göstermenin ve çirkefliğin sınırı yok.
Adamlar kaybedeceklerini bildikleri için her türlü pisliğin içindeler. Onlara kalırsa Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım bu akşam İsmail Küçükkaya'nın programında düello yapıp bu işi kanla bitirmeli.
Adamların zeka ve mantalitesi orta çağdan kalma.
Ama boşuna ne onlar ne Binali Yıldırım'ın söyleyecek bir şeyleri yok ve kalmadı.
Hele İstanbullulara… Erdoğan'la başlayan İslamcı anlayış 17 yıldır İstanbul'u yönetiyor.
Binali Yıldırım 17 yıldır iktidarda:
Bakan Başbakan ve TBMM Başkanı olarak.
Ben olsam İstanbul'a aday olmazdım.
Tenzili rütbe.
Böyle bir konumda kesin tükenmişlik sendromu yaşardım.
Vatandaş da benim gibi düşündüğü için İmamoğlu'na ilgi gösteriyor.
İmamoğlu her şeyi ile yepyeni bir figür.
İstanbul değil tüm Türkiye için.
Nedeni de çok basit:
İnsanlar AKP iktidarından sıkıldı.
İnsanlar AKP'nin iç ve dış politikasından tedirgin.
İnsanlar AKP'nin demokrasi ve özgürlükler düşmanı tavrından korkuyor.
İnsanlar AKP'nin hak hukuk ve adalet düşmanı tutumundan endişe duyuyor.
İnsanlar 23 Haziran'ı İstanbul seçimi olarak görmüyor.
Sandığa gidecek herkes Erdoğan'ı oylayacaktır.
23 Haziran bir referandumdur.
Belki de sonuncusu olacaktır.
İmamoğlu kazanıp belediye başkanı olacak ama heyecan dalgası devam edecek.
2023 ya da öncesinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar.
O zamana kadar da Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmeye devam edecek ama kolay olmayacak. İçerde ve dışarda yapacağı her hata dolaylı da olsa İmamoğlu'nun lehine olacak.
İmamoğlu ve HDP destekli CHP-İYİ Parti İttifakı büyük yanlışlık yapmazsa Erdoğan ve AKP'nin işi bundan böyle çok zor olacak.
Yandaş medya ne yaparsa yapsın AKP'yi çok zor bir dönem bekliyor.
İstanbul ve Ankara'da geçmişin yolsuzlukları ortaya çıktıkça AKP'ye oy vermiş bazı çevreler
İmamoğlu'nun tarafına geçecektir.
Davutoğlu değil ama Gül-Babacan ikilisi AKP'yi zorlayacaktır. İçerde ve dışarda her şey İmamoğlu'nun lehine gelişecektir. Kadın ve gençlerin İmamoğlu'nu sevmesinin nedeni işte bu umuttur.
Bu umudun önünde hiçbir güç duramayacaktır.
Yandaş medyanın korkusu da bu umuttur.
Korkunun ecele hiç faydası yok ve olmayacaktır.
Cukkalar kesilecek sesler kısılacak.
Belediyelerden bedavadan maaş alan Aktroller'in işi çok zor. Maaşlarına zam işlerine son verilecek.
Vızıltıları az duyulacak.
Körfez ülkelerinde trollere 'Elektronik Sinekler' denir.
Acayip para alıyorlarmış. Oralarda paranın suyu kesilmez ama İstanbul'da musluklar kesin mühürlenecek.
Farklı bir İstanbul yepyeni bir Türkiye'nin yolunu aydınlatacak.
İçerde ve dışarda herkes 23 Haziran'a böyle bakıyor.
İmamoğlu Cumhurbaşkanı olmayacak ama içimde bir his var ülkede her şey yoluna girecek.
S-400 F-35 Patriotlar Fırat'ın doğusu İdlib Fırat'ın batısı Suriye sorunu AB ile ilişkiler yabancı yatırım ve mali destekler…
İçerde ise yumuşama demokratikleşme özgürlüklere saygı ve toplumsal barış… Hemen olmazsa da mutlaka olur. Umarım ve dilerim olur.
Olmazsa da AKP biter.
Ne zaman biter bilemem ama Cumhuriyet'in 100. Yılı'ndan önce kesin.
Cumhuriyet'le inatlaşarak geldi ama 23 Haziran'da son düellosuna çıkacak.
16 milyon İstanbullunun hakemliğinde.
Ne demişti Mustafa Kemal 13 Kasım 1918'de:
'Geldikleri gibi giderler'.
Cumhuriyet'le dalga geçilmez.
Cumhuriyet'in molası olmaz.
Cumhuriyet yenilmez.
Cumhuriyet yenilirse Türkiye kalmaz.
Türkiye kalmayacaksa ne işe yarar Konstantinopolis.
Evet 23 Haziran seçimi bir beka kavgasıdır.
İstanbul'a bir başkan değil İstanbul'dan Samsun'a gidecek olanı seçeceğiz.
Sonrası çok kolay.
'Takalar geçiyor allı yeşilli
Takalar geçiyor dümenleri lâzlı
Takalar geçiyor en nazlı
Yelkenlilerden de güzel'
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/duello-5162335/
================================
ORHAN UĞUROĞLU: "ERDOĞAN BENİMLE CANLI YAYINA CESARET EDEMEZ"
Kemal Kılıçdaroğlu ile Recep Tayyip Erdoğan'ı 23 Haziran seçiminden önce TV'de canlı yayına davet etmiştim. Kılıçdaroğlu'ndan bana yanıt geldi ki Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'a şöyle meydan okudu:
"Erdoğan'ın benimle canlı yayına çıkacağını sanmıyorum. Cesaret edemez"
Erdoğan ve danışmanlarından ise henüz bir yanıt yok.
Kılıçdaroğlu'nun "Cesaret edemez" meydan okumasından sonra bakalım Erdoğan'dan "cesur" bir yanıt "varım" diye gelecek mi?
Yoksa Erdoğan bu televizyon canlı yayın davetinden de kaçacak mı?
3 Kasım 2002 seçiminden önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile AKP'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan 22 Ekim 2002 gecesi Uğur Dündar'ın "Seçim Arenası" programına çıkmışlardı.
Erdoğan 17 yıldır şöyle bir bahane üretiyordu:
"Biz kazanan tarafız kaybedenlerle yayına çıkıp neden onlara puan kazandıralım?"
Erdoğan ve adayı Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını Millet İttifakının CHP'li adayı Ekrem İmamoğlu'na karşı kaybedince Erdoğan fikir değiştirdi.
Yıldırım'a canlı yayına çıkma izni verdi.
Bu akşam FOX TV'nin ve Türkiye televizyonlarının en sevilen televizyoncusu gazeteci yazar İsmail Küçükkaya'nın moderatörlüğünde İmamoğlu ve Yıldırım televizyon canlı yayınlarında kozlarını paylaşacaklar.
Şimdi önemli bir bilgiyi sizinle paylaşayım.
AKP'ye yakınlığı ile bilinen ve son seçimlerle ilgili anket sonuçları ile dikkat çekerek güven kazanan MAK Danışmanlık sahibi Mehmet Ali Kulat bu gece yapılacak yayınla ilgili önemli bir çalışmayı şöyle duyurdu:
"Finansmanı abonelerimiz tarafından karşılanacak; Sayın İsmail Küçükkaya moderatörlüğünde Sayın Binali Yıldırım - Ekrem İmamoğlu ile yapılacak program sonrasında program biter bitmez Call Center üzerinden 33.000 kişiyi (seçmen sayısının binde üçünü) arayacağız.
%40 sabit Telekom %20 Vodafone %20 Turkcell %20 Telekom'un cep telefonlarından aramalar yapılacak.
Bu araştırmada sorular şöyle olacak
- 31 Martta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde hangi adaya oy verdiniz?
- Tartışmayı izlediniz mi ve kanaatiniz nedir?
- 23 Haziran da hangi Adaya oy vereceksiniz?"
Kulat'ı arayarak sordum:
Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım'ın bu çalışmadan haberi var mı? Sonuçları ne zaman açıklayacaksınız?
Mehmet Ali Kulat "Çalışma hakkında her iki aday da bilgilendirildi. Programa toplumun ilgisini ve seçmene etkisini anlamaya çalışacak çıkan sonuçları en hızlı şekilde uzmanlarla bilimsel değerlendirmesini de yaparak açıklayacağız" diye yanıt verdi.
MAK Danışmanlığın bu araştırmasında iki önemli nokta olduğunu vurgulayayım.
Birincisi finansmanın vatandaşlar tarafından karşılanacak olmasıdır.
İkincisi ise uzmanlarla bilimsel bir çalışma da yapılacağıdır.
Bu iki nokta çalışma sonucunun "bağımsızlığının" göstergesi olacaktır.
EDEP
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan "Bu devletin valisine kimsenin ben edep ederim ağzıma alamam bu ifadeyi kullanma hakkı yoktur" dedi.
Peki
Erdoğan Devletin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için "iki ayyaş" derken neden edep etmedi?
Erdoğan "Çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı. Hangi yüzle geliyorsun buraya?" diye bağıran vatandaşa "Ananı da al git" derken neden edep etmedi?
Değerli okurlarım
Zalimleri dize getiren efsane kahramanlar tarihimizde vardır… Bu kahramanlar her türlü adaletsizliğe bayrak açtılar haksızlıklara hukuksuzluklara ve zulme karşı hep kazandılar.
Malkoçoğlu
Köroğlu
Dadaloğlu
Günümüzde de Yandaş Seçim Kurulunun haksız hukuksuz ve adaletsiz şekilde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal edip mazbatasına el konulan kahraman bir siyasetçi var:
Ekrem İmamoğlu…
Ecevit der ki;
"Ne ezilen ne ezen insanca hakça düzen…"
Köroğlu der ki;
"Padişaha bile eğmeyiz başı…"
Dadaloğlu der ki;
"Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir…"
Ve son sözüm İsmail Küçükkaya'ya;
Adil ol… Sakin ol…
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-benimle-canli-yayina-cesaret-edemez-52281yy.htm
================================
YILMAZ ÖZDİL: GAZETECİ
Üniversitelerden iletişim fakültelerinden sık sık davet gelir gazeteciliği haberciliği anlatayım diye…
E birine git birine gitme olmuyor kolayına kaçıp hiçbirine gitmiyorum diyeceğimi topluca buradan diyeyim.
★
Bu fotoğrafa iyi bakın.
★
77 yaşında.
Sanık sandalyesinde oturuyor.
Gülümsüyor.
★
Ömrü boyunca eğilmedi.
Bükülmedi.
Kıvırmadı.
Kimseye yalakalık yapmadı.
Biat etmedi.
Dibek dövücünün hınk deyicisi olmadı.
Kimseye eyvallahı yok.
Onbinlerce yazı yazdı…
Tek kelime yalan yazmadı.
★
Okurlar dahil kimseye şirin görünme çabası olmadı.
Aman beni sevsinler diye rol yapmadı.
Görüşlerine katıl veya katılma ister beğen ister beğenme…
Harbi harbi yazdı.
Daima kitabın ortasından konuştu.
Kapalı kapılar ardında başka köşesinde başka davranmadı.
★
Duru.
Net.
Ağdasız.
Hep donk diye söyledi.
★
Türk Basını'nın pusulası oldu.
Rotanı kaybedersen gösterdiği yöne bakacaksın…
Aksi yönde mutlaka ve mutlaka yalakaları karşıdevrimcileri bulursun.
İnanmıyorsan dene…
Evren dönemi Özal dönemi Çiller dönemi Akp dönemi hiç şaşmaz.
Bi tarafta onu öbür tarafta öbürlerini görürsün.
★
Az arkadaşı var.
Çünkü arkadaşı diye kimseyi korumadı.
Yamuğu olan kim olursa olsun ayırmadan ayağına bastı.
★
Avanta gezi kollamadı.
Alemlere akmadı.
Tren gibi eviyle işi arasındaki hatta yaşadı.
Ulaşılması güç şöhretini mesleği dışında hiçbir alanda kullanmadı asla menfaat sağlamadı.
★
Anasının ak sütü gibi helal gazetedeki maaşı ve kitap gelirleri dışında gırtlağından tek kuruş geçmedi.
★
Atatürkçü.
Yurtsever.
★
Hırsız politikacıların arsız işadamlarının ve ahlaksız gazetecilerin kollektif nefretini kazanan kalemini satmayan dümdüz bir insan.
★
En ufak suçu olmadığını bugüne kadar yazdıkları nedeniyle ona kin besleyenlerin ondan intikam almak için onu oraya oturttuklarını cümle alem biliyor. Onu sevmeyenler bile bu gerçeği biliyor.
★
Ağlamıyor.
Acındırmıyor.
Medet ummuyor.
77 yaşında…
O her zamanki uslanmaz çocuk ifadesiyle gülümsüyor.
★
Ya bu adam gibi yapın gazeteciliği kardeşim.
Ya da gerekirse limon satın…
Bu işi yapmayın.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/gazeteci-3-5163070/
================================
RIFAT SERDAROĞLU: PORTAKAL'IN PARTİ DEVLETİ
Bu yazıyı İmamoğlu-Yıldırım tartışması programından saatler önce yazıyorum.
O programda ilginç bir şey görürsek onu da bonus olarak yazarız!
AKP'ye o kadar kızıyorum ki tarifi mümkün değil!
Bademleri her gün yargılatsam dönüp bir daha yargılatsam kızgınlığım geçmez.
Türk Milletinin manevi değerleriyle ahlak ve namus anlayışıyla oynadılar!
Toplumun bir kısmını o kadar yozlaştırdılar ki "Çalıyor ama çalışıyor"
"Çalıyor ama din için çalıyor" "Çalıyor ama besmele ile çalıyor" dedirtecek kadar insanları ahlaktan uzaklaştırdılar!
Hiçbir demokratik toplumda kabul edilmeyecek ahlaksızlıklar bizde normal karşılanmaya başladı. Örneğin;
Yolsuzluğu sabit olan ve atılan biri o yere Başkan olmak için aday olabildi!
Efendi hangi yüzle aday olabiliyorsun? Sen de hiç utanma yok mu?
CB'nın oğlunun vakfına belediyeden 16 5 milyon lira aktarıldı!
Adama sormazlar mı? Çocuk sen belediyeye güvenerek mi vakıf kurdun? Madem kendi paranı-malını vakfetmiyorsun bu nasıl vakıf kurmak?
Para belediyenin İstanbullunun nam Bilal Oğlanın!
Avrupa basını defalarca yazdı; Bu adamın-oğlunun-yardımcısının Hollanda'da 140 milyon avro mal varlığı 7 adet mülkü var diye!
Duvardan ses geldi adam tınmadı bile! Surat surat değil kösele sanki…
Tüm bunlar neden oluyor biliyor musunuz?
Ülkeyi yönetecek kişiyi seçerken kullandığımız ölçütler yanlış da ondan!
Bizler Çoban Ateşi Hareketi gönüllüleri olarak ülkenin yuvasından bilerek çıkarılmış çivisini yerine oturtmak yeniden cumhuriyet değerlerine dönmek için tamamen kendi olanaklarımızla gece-gündüz çaba harcıyoruz ya özellikle bana en çok sorulan soru şu;
-Lideriniz kim? Aman bu çok önemli genç olsun yakışıklı olsun tamam mı?
Benden yanıt; Hay hay nasıl olsun? Örneğin Cem Yılmaz gibi sizi güldürecek birini ister misiniz? Ya da Kıvanç Tatlıtuğ Burak Özçivit veya Çukur dizisinin Sena Koçovalı'sı Dilan Çiçek Deniz olabilir mi?
Eyy Necip ve Asil Türk Milleti;
Devleti yönetecek kişilerde dürüstlük namus ahlak insana saygı demokrasiyi hazmetmesi cumhuriyetin değerlerine bağlılık kadın-erkek eşitliğine inanmak hukuka-adalete bağlılık deneyim devlet tecrübesi Türk Milletine sonsuz saygı duymak gibi hasletleri arasaydık bugün başımıza bunlar gelmeyecekti!
Bu özelliklere sahip biri başarısız mı oldu? En azından Türk Milletinden özür dileyip istifa etmesini bilirdi. Yerinden kalkmamak için demokrasi dışı yollara sapan seçimlere hile karıştıran hırsızlığı tüm dünyaca bilinen biri olmazdı…
Olgunlaşmamış ham birini herhangi bir makama getirirseniz en kısa zamanda hem kendisini hem de ona güvenenleri sıkıntıya sokar. Örnek verelim mi?
Fatih Portakal FOX TV'nin sevilen izlenen bir haber sunucusudur.
Geçen hafta "Parti Devleti de olsa bu devlet benim devletimdir" dedi?
Fatih Bey dünyadaki tüm diktatörlerin "Parti Devletini" savunduklarını tüm insanlık suçlarının ve katliamların "Parti Devletleri" dönemlerinde işlendiklerini özgürlüklerin bu zamanda yok edildiğini demokratik rejimlerde "Parti Devleti" olamayacağını bilse yine böyle konuşur muydu?
Elbette konuşmazdı. İnanıyorum ki bir daha asla bu cümleyi kurmaz.
Bu acemiliği devlet yönetimine aktarırsak 17 yılda şu anki noktaya gelmiş oluruz. Zaten geldik de daha ileri geçiyoruz. Bir adım sonrası kaos ve çatışmadır…
Önce hepimiz şunu bilmeli ve iman etmeliyiz;
Bir milletin siyasi ve hukuki örgütlenmesine devlet denir.
Devlet halk iradesinin yönetime yansımasıdır. Çünkü devlet iradesinin kaynağı MİLLET'tir. Bu kaynak milletin madde ve ruh değerlerinden ilham alan milli tarih ve geleneklerini kuşatan varlığın adıdır. Millet ne sadece coğrafya ne ırk ne dil ne din birliğidir. O günümüzün geçmişteki köklerini ve geleceğe ait bir iradenin başlangıcını oluşturur.
Devlet fikri sorumlulukla eşdeğerdir. Devlette sorumluluk yönetenin yönetilene söz vermesidir. Bu söz mutlaka tutulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki Türklerde devlet töresine uymayan kişi törensiz gömülür…
================================
RIFAT SERDAROĞLU: SEÇİM BİR OYUN MUDUR?
Araştırmayan sorgulamayan bir toplum haline getirildik.
Sanki görev verip "ülkeyi yönetin" dediğimiz kişiler EFENDİ bizler ise
Kunta-Kinte gibi köleleriz!
Neyi ne zaman ve nasıl yapacağımızı kendilerini efendi sanan kıt akıllılar bizlere söyletmeye çalışıyor!
Mevlevi geleneğinin ünlü temsilcilerinden olan Molla İzzet bakın ne diyor;
"Meşhurdur ki zulm ile olmaz cihan harab
Eyler anı müdahane-i aliman harab"
yani; Dünyayı yıkan zalimin zulmü değil alimlerin yalakalığıdır!
Türkiye'nin yetiştirdiği çok değerli iletişim uzmanlarımız var. Bunlar dünyadaki muhataplarıyla başa baş mücadele edebilecek saygın ve donanımlı kişiler.
İyi de bunlar ülkenin kaderini ilgilendiren konularda niçin susarlar?
Neden bildiklerini işin doğrusunu Türk Milleti ile paylaşmazlar?
Örnek mi;
Türk siyasetine yön verebilecek çok önemli bir seçim yaşayacağız İstanbul'da.
İmamoğlu ve Yıldırım bu Pazar akşamı Türk Milletinin huzuruna çıkacaklar.
Moderatör belli. Yayında sadece İstanbul konuşulacakmış!
Böyle bir saçmalık böyle bir kısıtlama olur mu?
İstanbul gibi bir megapolü yönetmeye talip olan kişiye geçmişi ile ilgili sorular sorulmayacak mı?
Kişinin namuslu olup olmadığını hırsız olup olmadığını dürüst olup olmadığını yetenekli olup olmadığını anlamak oy verecek İstanbulluların en doğal hakkı değil mi?
Geçmişinde saklayacak şeyleri olanlar hangi cesaretle aday oluyor?
İşte burada Türk Üniversitelerine iletişim uzmanlarına bir görev düşmüyor mu?
Bunların içinde "Böyle tartışma programı olmaz bunun adı soytarılıktır" diyecek bir tane vatan evladı yok mu?
Moderatör denilen gazeteci arkadaşın gerçekleri ortaya çıkartmak doğruları kamuoyunun önüne sermek gibi bir görevi yok mudur?
Yoksa moderatör sadece "Trafik lambası" gibi ayarlanmış bir halde
eline verilen soruları soran ve zamanı bildiren biri mi olmalıdır?
Benim adaylardan bir vatandaş olarak mutlaka öğrenmem gerekenler var!
-Mal varlıkları nedir? Bunların alınış tarihleri nedir? Hangi işten kazanılan para ile bu mallar edinilmiştir?
-Bu paralar kazanılırken T. C Devletine ne kadar vergi vermişlerdir?
-Lâik Cumhuriyete-Atatürk İlke ve Devrimlerine-Sosyal Hukuk Devletine bakışları nasıldır?
-Kuvvetler Ayrılığı konusunda ne düşünmektedirler?
-Şeffaflık ve denetim anlayışları nedir?
Değerli Okurlar;
Bir gencimiz İstanbul Belediyesine iş başvurusunda bulunduğunda ıncığına-cıncığına kadar araştırırlar. Peki bizler İstanbul Belediyesi gibi büyük bir gücü teslim edeceğimiz kişinin ne olduğunu niçin araştırmıyoruz?
Neden başkan adayları TV'de bu soruları yanıtlamıyor?
İki adaydan kendine ve geçmişine güvenen biri mal varlığını açıklasa örneğin söze şöyle başlasa; "Ben İmamoğlu veya Yıldırım! Babamdan kalan ve benim edindiğim malların listesini rakibimin belirleyeceği üç Yeminli Mali Müşavire bunların incelenmesi için vekalet vereceğimi belirten yazı ile Sayın moderatör'e teslim ediyorum. Benim geçmişimle ilgili veremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur" dese onun ağzını mı kapatacaklar?
Diğeri de açıklamak zorunda kalmayacak mı? İsterse açıklamasın!
İşte o zaman her şey açığa çıkacak ve İstanbullular doğru tercihte bulunabilecektir.
Bu ilk bölümden sonra;
Belediyecilik konusunda hangi aday kendini kanıtlamıştır?
İstanbul'u hangi aday daha yakından tanımaktadır?
Hangi aday gelecek vaat etmekte ve bu işe daha fazla yakışmaktadır?
Elimizde bu benzer veriler olacak ki bizler gerçeği bulup doğru tercihi yapabilelim.
Bilmem derdimi anlatabildim mi Sayın Küçükkaya!
Madem ki bu zor görevi kabul ettin sana yakışan gerçekleri Türk Milletinin önüne sermektir.
Gerisi Türk Milletinin bileceği iştir.
Görelim bakalım Mevla neyler neylerse güzel eyler!
Mevla güzel eyler de moderatör neyler göreceğiz.
Dilerim her şey çok güzel olsun…
================================
CAN ATAKLI: VAHŞETE BİR DE BÖYLE BAKIN
Geçen hafta Erdoğan'ın yeni bir saray yaptırdığı Gökova'daki Okluk Koyu ile ilgili iki yazı yazmıştım.
Özal'ın yaptırdığı 236 metrekarelik mütevazı bir yazlık ev yıkıldı yerine binlerce metrekare alanı kaplayan bir saray ve 3 ayrı blok üzerinde misafirhaneler yapıldı.
Bunun için binlerce ağaç kesildi.
Üç dev helikopter pistinin de yapıldığı Okluk Koyu'na Erdoğan'ın çalışanları için bir de küçük köy inşa edildi.
Okluk Koyu'nun yok edildiğini gösteren hava fotoğrafları herkesin çok ilgisini çekmişti.
Bugün de sizlere inşaatın henüz başladığı sırada çekilen hava fotoğrafını sunuyorum.
Çünkü bu sayede dünyanın cennet köşelerinden biri olan Okluk Koyu ve çevresinin ne hale getirildiği daha iyi görünüyor.
Sarayın bitmekte olan halini gösteren fotoğrafında benim de dikkatimi çekmemişti bu alana inşaat yapılıp sadece ağaçlar kesilmemiş denizin doğal dengesi de değiştirilmiş.
Okluk Koyu'nun doğal hali denizin doldurulmasıyla "hilal" haline getirilmiş. Sanıyorum tam karşısına da yıldız biçiminde bir minik ada yapacaklar.
Aslına bakarsanız iki fotoğrafı birlikte yayınladıktan sonra bir şey yazmaya bile gerek kalmıyor.
Bence ikisine aynı anda bakıp farkları inceleyerek doğanın vahşice nasıl katledildiğinibizzat kendiniz değerlendirin.
NOSTALJİ
Köprüleri açtıran işçi direnişinin 49'uncu yılı
Bugünün gençleri belki kitaplarda bile bulamazlar 15-16 Haziran işçi direnişini.
Bundan 49 yıl önce 15 Haziran 1970'te İstanbul sendika tarihinin en büyük gösterisi ile sarsılmıştı.
1961 Anayasası'nın getirdiği hak ve özgürlükleri fazla bulan egemen güçler sendikal hareketi kırmak için tek tip sendikacılık oluşturmaya çalışıyorlardı.
Buna baş kaldıran işçiler 15 Haziran günü sokaklara çıktı.
200 bini aşan işçinin eylemini kesebilmek için polis Atatürk ve Galata köprülerini açıp geçişleri önledi.
1970'de henüz Boğaz Köprüsü de olmadığı için Anadolu Yakası'ndan gelecek işçilerle Avrupa Yakası işçileri bir araya gelemedi.
Haliç'teki köprüler de açılınca Avrupa Yakası'ndaki işçiler de ikiye bölünmüş oldu.
Böylelikle ancak iki günde durdurulabildi bu büyük kalkışma.
İşçi hareketleri 1977'ye kadar sürdü.
1977'de ise kanlı 1 Mayıs ile işçi ve sendika hareketine çok ağır darbe vuruldu.
12 Eylül'de de sendikalar iyice işlevsiz hale getirildi.
Günümüzde elbette işçiler haklarını aramak için hâlâ mücadele ediyor ama iktidar "Biz girişimcimize dokundurtmayız" diyerek işçilere asla nefes aldırmayacağını her fırsatta gösteriyor.
BUNU YAZMAK GEREK
Geldik bir Babalar Günü'ne daha
Bugün tıpkı son Anneler Günü'nde gibi hissediyorum.
Babamın ölümünden 7 yıl geçti.
Annemi ise bu yıl kaybetmiştim biliyorsunuz.
Bu yılın Babalar Günü benim için artık hem annesiz hem babasız geçiyor.
Ama hayat böyle akıyor işte.
Bütün babaların bu gününü kutluyorum.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Güya cevap verirken itirafta bulunuyorlar
Üzerinde fazla yorum yapmayacağım. Amerikan Elçiliği dün bir tweet attı.
Şöyle diyordu; "İfade ve basın özgürlüğü demokrasiyi güçlendirir ve bu özgürlüğün her yerde korunması gerekir. Gazetecileri mesleklerini icra ettikleri için suçlamak bu evrensel prensibe aykırıdır. "
Çok belli ki Sözcü'ye açılan akıl almaz dava ve bu davanın ısrarla uzatılması kastediliyor
Hemen ardından Türk Dışişleri Bakanlığı'nın şu tweeti belirdi sosyal medyada; "Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü Anayasa'mızın teminatı altındadır. Ancak bu hak gazetecilik kisvesi altında yasalara aykırı hareket edilmesine ve terörizmin desteklenmesine cevap vermez. "
Amerika'ya verilen cevabın ilk cümlesi çok güzel.
Ama ikinci cümle facia.
Çünkü o bir itiraf. "Evet" diyorlar "Biz bizden olmayan gazetecilere canımızın istediği gibi davranabiliriz. "
ÇOK GÜLDÜM
4 pazar fıkrası birden
Bu hafta Yıldırım Tuna'dan 4 fıkra geldi.
Buyurun birlikte gülelim;
Norveçli turistler
Garson deniz kenarındaki restoranda bir az önce hesap pusulasını getirip bıraktığı minik sandığı aralayıp içine baktıktan sonra servis yaptığı Norveçli çifte dönüp "Size bir bilmeceee…" demiş
" Bir Norveçli ile bir kano arasında ne fark vardır?. . "
Biraz düşündükten sonra " Bilemediikk!" diye merakla gülüşmüş Norveçli çift.
" İşte cevabı" demiş garson dişlerini sıkarak "Kanolar bile bazen bahşiş bırakırlar!"
Aktör Damat
Şöhret peşindeki genç aktör babasından kızıyla evlenmeleri için izin istemiş.
"Kızımı hayatta bir aktörle evlendirmem" demiş baba.
"Oyunumu seyreder ve performansımı görürseniz fikrinizin değişeceğinden eminim. . Bu gece bekliyorum efendim. . "
Baba daveti kabul etmiş oyunu seyretmiş ertesi gün de delikanlıyı aramış "Haklısın. . "demiş "Fikrimi değiştirdim. . Kızımla evlenebilirsin… Senden hayatta aktör falan olmaz!"
O Meşhur Grup
Arkadaşı "Yahu eşinden sürekli şikayet edip duruyorsun… Niye evlendin kardeşim o zaman?" diye sormuş
"Sorma" diye cevap vermiş bizimki "Türkiye'de o ev senin bu ev benim gidip her kızı isteyip duran Allahın cezası bir 'Doktorlar ve Mühendisler grubu' vardır ya. Beni de 'Bu grup ha bire bize gelip duruyor ona göre' diye yengen gaza getirdi biz de o yaşlarda da sazanız ya fırlayıp gidip evlendik işte. . !"
Rom neye yarar?
Adam lüks otelin barında bir kokteyl ısmarlamış ve barmene "Neler var bu kokteylin içinde?" diye sormuş.
"Süt şeker ve rom efendim" diye cevaplamış barmen.
"Güzel bir şey mi bari?"
Barmen "Evet efendim harikadır" demiş "Şeker şehvet süt ise enerji verir. "
Adam merakla "Peki ya rom?" diye sormuş.
"Sorduğunuz soruya bakın efendim" demiş barmen "Rom da bu şehvet duygusu ve bu enerji ile neler yapılması gerektiği konusunda size durmadan bir sürü çılgınca düşünceler üretir!"
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/vahsete-bir-de-boyle-bakin-5162377/
- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Oyle istiyorum ki Turk Dili bilim yontemleriyle kurallarini ortaya koysun ve her dalda yazi yazanlar butun terimleriyle cogunlugun anlayabilecegi guzel ahenkli dilimizi kullansinlar.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI
183. AKIL VE MUHAKEMEYE DAYANAN HER SISTEM HALKA GORE DEGILDIR
"Akla dayanan ateizm insan icin uygun mudur?" tarzinda bir sorunun sorulmasi muhtemeldir. Bu soruya karsilik olarak derim ki; tartisma gerektiren her sistem insan icin uygun degildir. O halde, ateizmi vazetmekte ne yarar vardir? Bunun hic olmazsa su yarari olabilir: Asilsiz, esassiz seylerden dolayi rahatsiz olmak kadar tuhaf ve baskalarini rahatsiz etmek kadar haksiz bir sey olmadigini, fikir ve muhakemede bulunanlara hissettirir. Hic akil yurutmede bulunmayan siradan insanlara gelince; hepsi insanlarin haberi olmaksizin insan yarari icin calisan, bir fizikcinin "sistem"leri, bir astronomun gozlemleri, bir kimyacinin deneyleri, bir geometricinin hesaplari, bir doktorun inceleme ve gozlemleri, bir mimarin projeleri, bir avukatin savunmalari siradan insanlar icin ne kadar yabanci kalirsa, bir ateistin kanitlari da siradan insanlar icin o kadar anlasilmaz ve hicbir sey ifade etmez olarak kalir.
Ilahiyatin nice derin hayalcileri mesgul eden metafizik kanitlarin ve dini cekismelerin hazmi, siradan insanlar icin, bir ateistin kanitlarindan daha mi olanaklidir? Halkin kavrayisi icin, bunlar, daha cok mu uysal ve uygundur? Asla!
Ateizm'in akil uzerine kurulu ilkeleri, ilahiyatin en islek zekalar icin bile imkansiz hal ve zorluklarla dolu oldugunu gordugumuz ilkelerinden daha kolay kavranilabilir degil midir? Her ulkede halkin bir sey anlamadigi bir dini vardir; halk icin "fazla yuce" olan ilahiyatla ancak hocalari, rahipleri, hahamlari, sozun kisasi ruhanileri ilgilenir. Halk tesadufen bu ilahiyati kaybedecek olsaydi; tumuyle yararsiz oldugu gibi, kafasinda cok tehlikeli eksimeler olusturan bir seyden kurtulmus olmakla avunabilirdi.
Siradan insanlar icin yazmak ya da siradan insanlari bir darbede batil fikirlerinden kurtarmak iddiasinda bulunmak cok delice bir is olur. Makaleler, okuyanlar, muhakeme edenler icin yazilir. Halk hemen hemen hic okumaz; daha az muhakemede bulunur, daha az dusunur; akli basinda ve saglam kimseler aydinlanir; kultur isiklari yavas yavas yayilarak zamanla halkin gozlerini etlkilemeye baslar. Baska bir yon daha var: Halki aldatanlar, halka dogru yolu gosterme ozenini cogu kez bizzat kendileri gostermezler mi?
- - - - - - - - - - - - -
Kucuk kurallara uyarsan, buyuk kurallari cigneyebilirdin.
George Orwell1984
- - - - - - - - - - - - -
Tanri tatile cikacaktir ve Aziz Peter'dan ona bir yer onermesini ister "Jupiter'e gidin," der Aziz Peter.
"Yok olmaz, orada cok fazla yercekimi var, her yer gum gum," der Tanri da.
"Peki ya Mars?" "Olmaz, orasi da cok sicak
" "Tamam," der Aziz Peter, "o zaman Dunya'ya gidin.
"Hayir," der Tanri. "Onlar da korkunc dedikoducu.
2000 yil once gitmistim oraya, Yahudi bir kadinla bir iliskim olmustu; hl onu konusuyorlar."
ANONIM
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas! 15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder